Yeni Üyelik
37.
Bölüm

36.BÖLÜM

@aysegulcee1

Araçlar, kampın önünde durduğunda kapıların ardına kadar açık olduğunu görmek hepimizi şaşırtmıştı. İçerisi karanlıktı ve fazla sessizdi. Peşrev, binanın yanmayan ışıklarına bakarken Damian ve Maksut Peşrev'in yanına geldi. "Neler oluyor?"

 

Peşrev, Maksut'a bakmadan başını iki yana salladı. "İyi şeyler olmadığı kesin kardeşim."

 

"Bu ne şimdi?" diye sordu Leo saatine bakarken. "Saat daha 20.00!"

 

Damian, sessiz kalırken Peşrev içeriye doğru bir adım attı. Hiçbir yerin ışığının açık olmaması gerçekten tuhaf bir durumdu. Bütün herkes nereye gitmişti? Peşrev durdu ve Leo'ya baktı. "Sen kızlarla burada kal Leo. Biz içeri gidip bakalım. Bu pek normal değil." Cebinden kulaklığını çıkardı ve kulağına taktı. "Kulaklığın açık olsun."

 

O içeri girerken burada dönmesini beklemeyecektim. Bu hatayı daha önce yapmıştım. Bir kez daha ardından gözyaşı dökmek istemiyordum. Diğerleri araçların ardına doğru yürürken Leo peşlerinden gittiğimi görünce seslendi. "Ova sen nereye gidiyorsun?"

 

Onu duymazdan gelip içeriye doğru koştum. "Peşrev!"

 

Sesimi işitince durdu ve omuzlarının üzerinden öfkeyle baktı. "Diğerlerinin yanına dön Ova! Delirtme beni."

 

"Hayır," dedim adımlarımı ona doğru hızlandırırken. "Dönmeyeceğim."

 

Dişlerini sıktı. Ellerini saçlarından geçirdi ve nefesini gökyüzüne bıraktı. "Sına," dedi aksi bir sesle. "Sına kadın beni sına!"

 

Elimi sertçe tutup bedenimi kendine doğru çekince bakışlarımı kaçırdım. Homurdanarak saçlarımı öptü ve yürümeye başlarken Damian ve Maksut'a baktı. "Siz önden yürüyün." Bana döndü sonra. Kaşları çatıktı. İlk kez kardeşlerini öne sürüyor oluşu öfkeden delirtiyordu. "Yanımdan ayrılma!" Ayrılanın gözü kör olsun aslanım. Saçıma bıraktığı öpücükle sarhoş olurken uslu uslu takip ettim.

 

"Öyle yapıyorum zaten."

 

Karanlığa ve sessizliğe gömülmüş binanın içine girdik. Sadece elektrikler kesilmemişti. İçerisi buz gibiydi. Üzerimdeki incecik elbise ile titriyordum. Üşüdüğümü görünce homurdanmaya başladı. Üzerindeki oduncu gömleğini çıkardı ve omuzlarıma bıraktı. "İncecik elbise giyersen kuş gibi titrersin."

 

Gömleği giyerken burnuma dolan kokusunu içime çektim. Onu özlemiştim. Bir an önce onunla baş başa kalmak istiyordum lakin önce içinde bulunduğumuz bu karanlığın sebebini öğrenmemiz gerekiyordu. Maksut ve Damian önden ilerlerken tek tek kapıları açıp kontrol ediyordu. "Ne haltlar dönüyor burada?"

 

"Tek tek odalara bakmak imkansız. Zaten burada kimsenin olduğunu sanmıyorum." Damian, cebindeki telefonu çıkardı ve kulağına götürdü. Birkaç saniye sonra telefona bakıp homurdandı. "Farhan ve Başkan'ın telefonunun kapalı olması tesadüf mü?"

 

Peşrev, ayağını yere vurdu ve elini duvara yasladı. "Dalga mı geçiyorlar bizimle bunlar?"

 

Aramızdaki sessizliği gelen mesaj sesi bölünce kime geldiğini anlamaya çalıştık. Peşrev, cebindeki telefonu çıkardı ve ekranına bakınca kaşları çatıldı. "Yabancı bir numara," dedi. "Başkanın odasında benim için bir hediye varmış."

 

Maksut, küfür ederken ayağını duvara vurdu. "Ne dönüyor burada?"

 

Endişeyle ona bakarken başkanın odasına gidip gitmeyeceğini merak ediyordum. Bu açıkça bir tuzaktı ve umarım buradan bir an önce çıkabiliriz. "Çıkalım," dedim sesimin titremesine engel olamazken. "Tuzak bu görmüyor musunuz?"

 

"Siz Ova'yı buradan çıkarın! Ben odaya bakacağım."

 

Hiddetle bağırdım. Nasıl kendini tehlikeye atardı? "Ne diyorsun sen be? Hiçbir yere bakmıyorsun ve şimdi bu yerden beraber çıkıyoruz."

 

"Bana bak," dedi öfkeyle. "Müstakbel kocana karşı mı geliyorsun sen?"

 

"Birincisi buradan hemen çıkıyoruz. İkincisi teklifine evet dediğimi hatırlamıyorum aslanım."

 

Damian, kaşlarını kaldırıp bıyık altından gülümserken Maksut asık suratla bakıyordu. "Birincisi," dedi fısıldayarak. Yalnız olmadığımızın farkında mıydı acaba? "Konu canınken bana itiraz ettiğini duymak istemiyorum. İkincisi ise seni alıp kaçacağım ve bunu yaparken sana sormayacağım bebeğim."

 

Küçük bir kız gibi yüzüne bakarken Damian öksürüğü ile aramızdaki çekimi dağıttı. "Hadi," dedi benden uzaklaşırken. "Dışarı çıkın."

 

Bu kez itiraz eden Maksut'tu. "Boş konuşma sarı," dedi. "Seni yalnız bırakmayacağız."

 

Damian, homurdanarak yere baktı. "Kendi adına konuş oğlum."

 

Maksut'la ona ters ters bakarken başkanın odasına doğru yürümeye başladık. Kötü şeyler olacaktı. İçimde büyük bir huzursuzluk vardı ve kızların yanında Leo olmasına rağmen içim rahat değildi. Odanın önünde durduğumuzda Peşrev öne geçti ve bize uzak durmamız için işaret etti.

 

"Açma," dedi Maksut. "Kapıya bağlı bomba düzeneği olabilir."

 

"Ne?" diye bağırdım. Böyle bir şey düşünmemiştim. Bu Goşa denen herif onca insanı nasıl kaçırabilirdi ki? Bu işte bir bit yeniği vardı.

 

Başını iki yana salladı. "Derdi beni öldürmek değil. En azından hemen öldürmek değil. Eğer herkesi götüren oysa burayı çoktan havaya uçururdu. Derdi başka. Benimle oynuyor adi herif benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor."

 

Kapıya doğru döndü ve tekmesiyle açılan kapı büyük bir gürültü ile arkasına çarptı. Karanlıktı. Düğmelere bastı lakin içerisi aydınlanmadı. "Peşrev," dedim yavaşça yaklaşırken. "Korkuyorum lütfen çıkalım."

 

Donuk bir ifade ile odaya bakarken açık pencereden içeri sızan ay ışığı az da olsa aydınlatmaya başlamıştı. Maksut ve Damian dolaplara ve masaya bakarken kulaklarımızı dolduran siren sesi nefesimi kesmişti. Kalp atışlarım artarken Peşrev, bileğimden yakalayıp arkasına çekti.

 

Siren sesi kesilir kesilmez içerisi aydınlandı. Koridorların tek tek yanan ışıklarının sesi gerginliğimizi artırırken bir yerlerden, 'İyi ki doğdunuz!' diye bağıran insanlar çıkacak gibi hissediyordum.

 

Masanın üzerinde kocaman siyah bir dosya vardı. Peşrev, dosyaya bakarken yanından ayrılmıyordum. Baktığı her sayfada gözleri dehşetle büyürken dişlerini sıkıyordu. "Bu da ne?" diye bağırdı. "Tüm bunlar ne demek?" Maksut ve Damian dosyaya baktılar. Aynı ifade onlarında yüzlerindeydi şimdi.

 

"Ulan," dedi Maksut. "Kamera şakasıysa çok pis döverim."

 

Damian, ellerini sakallarının üzerinde gezdirdi. "Son beş yıldır teşkilata gönderilen çocuklar Goşa için mi çalıştırılmış?"

 

"Ne?" diye bağırdım. Bu doğru olamazdı. "Ne dediğinin farkında mısın sen?"

 

Peşrev, sayfaları hızlı hızlı çevirmeye devam ederken inanamıyor gibiydi. "Olamaz," diye mırıldandı. "Bu doğru olamaz."

 

Dosyayı eline aldı ve duvara sırtını yaslayıp çöktü. Yüzü bembeyaz olmuş elleri öfkeden titremeye başlamıştı. Yanına oturdum ve elindeki dosyaya baktım. Bir sürü rakam ve imza vardı. Hepsi de başkana aitti. "Bunca zaman," dedi başını iki yana sallarken. "Bir sürü çocuk yetiştirdim. Lakin bir çoğu teşkilata yerleşememiş Ova! En acısı da ne biliyor musun? Ben onları vatana hizmet etsin diye yetiştirirken onlar gençlerimizi zehirlemek için köprü olarak kullanılmış." Ay ışığı yüzüne vuruyordu. Büyük bir sessizlik çökmüştü üzerimize. Gözlerinin kıpkırmızı olduğunu görebiliyordum. "Bunca zaman verdiğim emek onca mücadele boşunaymış."

 

Damian yanına oturdu ve elini omzuna koydu. "Boşuna değil Peşrev," dedi. "Yıllarca en ağır darbeleri vurduk! İlk geldiğim zamanı hatırlıyor musun?"

 

Maksut, dizlerinin üzerine çöktü. Perişan olmuştu. Dosyada daha ne yazıyordu bilmiyorum. Hallerinden ne denli kötü olduğunu anlayabiliyordum. Peşrev, başını dosyadan kaldırdı ve Damian'a gülümseyerek baktı. Sinir bozukluğu ile dolu bir gülüştü bu. "Hatırlıyorum," dedi çatallı bir sesle. "Kaçmak için uğraşırken az dayak yemedin benden."

 

Damian, Peşrev'den küçük olmalıydı. Kahkaha attı. Üçü de burada geçirdikleri zamanları anlatıp kahkaha atarlarken ağlayarak onları dinliyordum. İyi değillerdi. Üçü de çıldırmanın eşiğindeydi. "O zamandan beri sevmiyorum oğlum seni."

 

Peşrev, Damian'ın kafasına vurdu. "Bende seni oğlum. Farhan'la seni göndermek için kırk takla attım ama başıma kaldınız gevşek herifler."

 

Sonra yine sessizlik oldu aramızda. Peşrev, hıçkırıklarımı fark edince bana doğru döndü. "Güzelim." Yüzümü ellerinin arasına aldı. Gözyaşlarımı baş parmağıyla silerken derin bir nefes çekti içine. "Ağlama!"

 

"Şimdi," dedim güçlükle. "Şimdi ne yapacağız?"

 

Damian ayağa kalktı. "Yolumuz uzun ve engelli. Sorulacak hesabımız kurtarılacak adamlarımız var. Kızları dağ evine bırakalım Peşrev. Onlar bizimleyken İstanbul'a gitmemiz tehlikeli. Önce teşkilata ulaşmamız gerek."

 

"Bütün hatlar kesik. Telefonlarımızın şarjı yok."

 

Dosya ile birlikte telaşlı adımlarla çıkışa doğru koşarken Peşrev elimi bir an olsun bırakmıyordu. Koridorun diğer ucundan Leo'nun ve kızların sesini işittim. Epey korkmuş olmalılar. "Maksut," diye bağırdı Soya. İçerisi yeniden karanlığa gömülmüştü. Önümüzü zor görüyorduk.

 

"Buradayız!" diye bağırdı Maksut. "Gülüm korkma şimdi yanına geliyorum."

 

Peşrev, elimi sımsıkı tutup beni yanına çekerken sesleri bizden uzaklaşıyordu. Yatakhanelerin olduğu koridorda olmalıydık. "Peşrev," diye bağıran Asenaydı. "Korkuyorum nerdesin?"

 

Homurdanarak gözlerimi devirdim. Bu kız fazla olmaya başladı ama. Sesleri yakından geliyordu. Güçlü bir siren sesi yeniden kulaklarımızı sağır ederken durduk ve ellerimizi kulaklarımıza bastırdık.

 

"Oğlum," dedi Maksut. "Bu ne biçim bir ses?"

 

Siren sesinden sonra kırılan camlardan içeri düşen bombalar hızla siyah bir duman yaymaya başladı. Büyük bir sarsıntı ile diğer camlar kırılırken panikle hepimiz bir yerlere dağıldık. Peşrev'i ve diğerlerini göremiyordum. Nereye koştuğumu da göremiyordum. Bu canavar herifler burayı patlatacaktı. "Ova!" diye bağırdığını işittim. "Neredesin güzelim?"

 

Sesi yakından geliyordu. "Buradayım," dedim elimi öne doğru uzatırken. "Peşrev buradayım."

 

Bileğimi yakaladığında sımsıkı tuttu. "Maksut! Çıkmamız gerek. Ormana ulaşmayı başaran ana yola kadar durmasın. Orada buluşuruz."

 

"Dikkat edin!" diye bağırdı Leo.

 

Önümüzdeki pencereden içeriye düşen bomba ciğerlerimi yakmıştı. Öksürerek ilerlerken onlarla aramıza düşen bomba çıkıştan uzaklaşmamıza sebep olmuştu. "Çıkmamız gerek yoksa zehirleneceğiz."

 

Odalardan birine girdi ve kapıyı kilitledi. Burası bizim odamızdı. Öksürmekten konuşamıyordum. Sis yüzünden görüşümde çok net değildi. "Döl israfı," dedi odanın penceresini kırarken. "Elimden çekeceğin var aşağılık herif!"

 

Kırılan pencereye bakarken gözleri elbisemi buldu. Homurdanıyordu. Elbiseme küfür ettiğine emindim. Başım öyle dönüyordu ki birden Peşrev'den dört tane olmuştu. Güldüm. Peşrev'den harika bir şey daha varsa o da Peşrev'den dört tane olmasıydı. Dolap kapaklarını açarken bulduğu sırt çantasına eline gelen elbiseyi doldurdu ve sırtına taktı. Bana döndü. "Ne gülüyorsun sen öyle? Duman kafa mı yaptı?"

 

Ona doğru yaklaştım. Dengemi sağlayamıyordum. Diğerleri de benim gibiyse buradan çıkmamız epey zor olacaktı. "Dört tane Peşrev," dedim fısıldayarak. "Cennete düştüm sanırım." Elim tişörtüne asılınca homurdandı.

 

"Elleşme," dedi dişlerinin arasından. "Uslu dur zaten sinirliyim sana." Yeterince canımıza okumamıştı sanki.

Muzipçe güldü sonra. "Bunları dağ evine vardığımızda söyle yavrum." Göz kırpınca güldüm. "Basacağım nikahı orada bilesin."

 

"Söylerim," dedim Leyla Leyla. "Geç bile kaldın aslanım."

 

Başını sinir bozukluğu ile iki yana salladı. "Sabır..." Düşecekken kolumdan tuttu ve yatağa oturttu. Elbisemi hızla çıkarırken hem gülüyor hem de elindeki pantolonu hızla bacaklarımdan geçiriyordu. Tüm bunları yaparken gözlerini bir kere açmamasına ölmüştüm. "Dişi terminatör," dedi. Ayağa kaldırdı ve pantolonu kalçalarımdan güçlükle geçirdi. "Kilo mı aldın sen?" Sarstığı için yüzüm göğsüne çarptı.

 

Eğildi ve fermuarıma dokundu. "Al işte," dedi nefesi göbeğime çarparken. "Fermuar sıkıştı."

 

"Peşrev bayılacağım sanırım." Bu adam neden dumandan etkilenmemişti? Elimi güçlükle düğmeye dokundurdum ve fermuarı çekmeden iliklemeyi başardım.

 

Ayağa kalktı ve yüzüme dikkatle baktı. "İyi misin güzelim?" Kaşları çatıktı. "Sorduğun için sağ ol ben hiç iyi değilim."

 

İkinci bir patlama sesinden sonra beni omzuna attı ve kırık camdan dışarı çıktı. Temiz havayı içime çektim tüm gücümle. Ciğerlerim ağrıyordu. Kulaklarımıza dolan helikopter sesi içimdeki korkuyu azaltmıştı. Helikopter binanın patlayan yerlerinde başlayan yangın için geliyor olmalıydı. "Araçlara ulaşmamız gerek!"

 

"Yürüyebilirim," dedim. "Temiz hava iyi geldi."

 

Ayaklarım yere basarken önümüzdeki ağaca çarpan kurşun çığlık atmama sebep oldu. Elimden tuttu ve eğilerek çıkışa doğru koşmaya başladı. "Çocuklar," dedim. "Sence onlar çıkmayı başardı mı?"

 

Arkamızda bıraktığımız bina dev alevlerin esiri olmuştu artık. Bu çok korkunçtu. Hayatının büyük çoğunluğunu geçirdiği bina acımasızca kundaklanmıştı. Ulaşabildiğimiz ilk ağacın arkasına gizlendik. Belinden silah çıkardı ve bana uzattı. "Sahaların oradan ateş ediyorlar!"

 

Elindeki silahı aldım ve gizlendiği yerden çıkan bir adamı vurdum. Gördüğü hedefe ateş ederken güldü. "Nişancılığın da dişiliğin kadar olağanüstü terminatörüm!"

 

"Bana bak," dedim gizlenerek. "Gevşeme kıçın menzilimde ona göre."

 

Kahkaha attı. "Hiçbir şeyi de unutma," dedi. Arkasına baktı ve beni duvarın ardına çekiştirdi. Kurşun önümüzdeki duvarı sıyırırken sırtımızı yasladık. "Araçlar eksilmiş Ova. Bizimkiler çıkmayı başarmış."

 

"Ya öyle düşünmemizi istedilerse?"

 

Eğilerek araca doğru ilerledik. Birkaç kişinin bize ateş ederek geldiğini görünce hızlandı ve bedenimi kucağına alıp araca atladı. "Ahh!" Canı yanmıştı.

 

Kucağındayken motoru çalıştırdı ve arazi yolunda son sürat ilerlemeye başladı. Yaralanmış mıydı? "Peşrev," dedim düşmemek için beline sarılırken. "Vuruldun mu?"

 

"Sıyrık," dedi. "Sol omzumda mühim değil."

 

Nasıl mühim değildi. "Vuruldun!" dedim ağlamaklı bir sesle. Başımı kaldırdım ve zorlukla düzgün bir pozisyon aldım. Önündeydim ve yönüm ona dönüktü. Konuşurken nefesim yüzüne çarpıyordu. "Kanıyor!"

 

"Gönül kuşum," dedi kısık bir sesle. "Sus!" Dudaklarıma bakıp gülümsedi. "Şimdi durup seni öpeceğim! Bence bu hoşuna gidecek ama benim gitmeyecek."

 

Yüzümü göğsüne gömdüm. "Peşrev," dedim kısık bir sesle. "Elin işte gözün oynaşta!"

 

Attığı kahkahayı aracın sesinden bile işittim.

 

***

 

Bir saat o aracın üzerinde yolculuk etmek hiçte kolay olmamıştı. Yaralıydı. Yol bitmemişti bir türlü. Peşrev'in hatırladığı oduncu kulübesine ulaşana kadar yarasına baktıkça yüreğim hop oturup hop kalkmıştı.

 

Kulübenin önüne vardığımızda Maksut ve Damian'ı araçlara binerken bulmuştuk. Epey korkmuşlar ve bizim için bir hayli endişe etmişlerdi. Maksut bizi görünce uzun bir süre sarılmış ve ayrılamamıştı. Uzandığı yatağa oturdum. Kurşun sıyırmıştı. İçeride kalsaydı ne yapardım düşünmek bile istemiyordum. En yakın köye bile bir hayli mesafe vardı.

 

Koluna bandaj yapıp çantadan temiz bir tişört çıkarıp giydirdim. Elimi ellerinin arasına aldı ve uzunca öptü. "Hırçın kuşum," dedi. "Sen olmasan ben ne yapardım? Tüm bunlara kafayı sıyırmadan nasıl dayanırdım?"

 

Birbirine giren saçlarının arasından çok güzel görünüyordu. "Kader," dedim su dolu kaseyi yere bırakırken. Kulübe terk edilmiş gibi görünsede ihtiyacımız olan birçok şeyi temin edebilmiştik. "Seni bulmam kader Peşrev."

 

"Yandı," dedi yüzü acıyla harmanlanırken. "Tıpkı yüreğim gibi bütün emeklerim gözlerimin önünde yandı gönül kuşum."

 

Başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Az da olsa temizlenebilmiştik. "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum. "Bir planın var mı?"

 

"İlk önce teşkilata ulaşmamız gerek güzelim. Şimdilik tek planım bu. Sonrası için ne yapacağımı bilmiyorum. Önce seni, sizi güvenli bir yere bırakmam gerek. Sonra annemi bulmam lazım."

 

Zihnimin tamamı bununla meşguldu zaten. Annesi neredeydi? Nasıl bulacaktı? Ona bir şey olursa ben de ölürdüm. Sustum. Konuşursam onu üzerdim. Kapı çalınınca toparlandım. "Hayret," dedi gülümserken. "Maksut değil sanırım. O bodoslama girerdi odaya."

 

"Gel," dedim gülerken. "Bence Soya."

 

Soya, kapıyı açıp başını içeriye doğru uzattı. "Yiyecek bir şey yok. Bayılmadan önce ne yapabiliriz?"

 

Araya giren midem Soya'ya hak verince güldüm. Peşrev ayağa kalktı ve yaralı kolunu tutarak odadan çıktı. Peşlerinden içeriye girdiğimde Maksut'un açlıktan baygınlık geçirdiğini gördüm. Elini alnına koymuştu. Soya ona bakarken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. "Hayırdır koca oğlan?" diye sordu Peşrev yanına uzanırken. Göbeğine sertçe vurdu. "Şekerin mi düştü?"

 

Damian, yerde oturmuş Maksut'un haline gülüyordu. Birbirleriyle uğraşsalarda ne kadar sevdiklerini daha iyi görmüştüm. "Kötüyüm kardeşim," dedi kısık bir sesle. "Az önce Soya'nın kolunu dişledim." Uzandı ve Soya'yı üzerine düşürdü. "Affet gülüm beni!"

 

En son yediğimiz yemeğin üzerinden saatler geçmişti ve aç mide ile ne kadar yol gidebilecektik bilmiyordum. "40 km sonra bir benzinlik var. Yanlış hatırlamıyorsam orada bir çorbacı vardı."

 

Maksut'u güçlükle ayağa kaldırdığımızda kulübeden çıkmıştık. Onun bu anormal iri bedenini bir çorba ile doyurmak imkansızdı ama başka çaremiz yoktu. Leo, araca tekme atarken homurdandı. Hiçbirinin yakıtı kalmamıştı çünkü. Maksut, öfkeden kendinden geçerken Peşrev yerdeki taşa tekme attı. "Hay ben böyle işin!"

 

Yürümekten başka şansımız yoktu. "Dinlenerek yürürüz," dedim. "Burada kalamayız. Ormanda arama ekibi dolaşıyordur. Kundaklamayı kimin yaptığını bulmak için vakit kaybedeceklerini sanmıyorum."

 

Maksut, Soya'nın elinden tutup yolun kenarından uzaklaşmadan ağaçlara doğru yürümeye başladı. "Yolda bir tavşan yerim ben! Yoksa birinizden başlayacağım." Soya, koluna vururken çığlık attı. "Maksut," dedi. "Çok canisin."

 

Gülerek Soya'ya baktı. "Aksini iddia etmedim ki gülüm?" Bileğinden yakaladı ve kolunun altına çekti.

 

Onları Leo ve Vera takip ederken Damian en öne geçmişti. Yanıma geldi ve yanağıma uzandı. "Hadi güzelim. Yorulduğunda söyle kucağımda taşırım."

 

Yürümeye başlarken başımı iki yana salladım. "Yaralısın. Daha uzun yürüdüğüm zamanlar olmuştu. Sıkma canını." Canını sevdiğim koca yürekli adamım benim. Neredeyse yarım günlük bir yolumuz vardı ve bu mesafeyi mola vermeden yürümemiz sağlığımız açısından sakıncalıydı.

 

Neredeyse ara vermeden iki saat yürümüştük. Saat gece yarısını geçmişti. Kamptan kaçmadan önce yanlarına aldıkları sırt çantasından çıkan fener bizi sabaha çıkarırdı.

 

Peşrev, "Dinlenelim," dediğinde herkes olduğu yere adeta şimşek hızıyla bayıldı. Dakikalardır bu komutu bekliyorlarmış gibi. "Sözümü bitirseydim bari." Güldü ve arkasını dönüp bana doğru gelirken birkaç adım atmıştı ki çıkan gürültü yüzünden herkes bir anda ayağa fırladı.

 

Leo ve Damian karınlarını tutarak gülerken kaşlarım çatık ağın içinde havada sallanan sözlüme bakıyordum. "Hale bak," diye gülen ağın içindeki koca adamdı. "Kendi kazdığım çukura düştüm yine."

 

"Beter ol," dedi Maksut yerde yatmaya devam ederken.

 

Bacağına vurdum. "Kalk ve kurtar onu!" Vicdansız...

 

"Ova," dedi sesinden keyfi yerinde olduğu anlaşılan adam. "Sensiz hiç keyifli değil güzelim."

 

"Daha önce tuzağa mı düştünüz siz?" diye sordu Vera. "Ne romantik."

 

Leo, şaşkınlıkla Vera'ya bakarken başını iki yana salladı. "Kesin oğlum şu ipi! Ne izliyorsunuz sinema izler gibi."

 

"Kolun acıyor mu?"

 

Maksut ayağa kalkıp kafama vurdu. "Ağla kızım istersen Peşrev Peşrev diye! Kalsın işte yukarıda. Sabaha kadar kafamız rahat eder."

 

"Peşrev," dedim yalancı bir kızgınlıkla. "Bensiz nasıl tuzağa düşersin?"

 

Yukarıdan yüzüme bakarken homurdandı. "Hadi be! Şu an seni aldatmış gibi hissetmem normal mi?"

 

Maksut, ağaca baktı ve kahkaha attı. "Gel gel sarışınım gel! Gel sana aşığım gel." Ayağa kalktı ve kolunu omzuma attı. "Eşlik et bana kız."

 

Başımı iki yana salladım. Issız bir ormanda ve açlıktan sersefil bir haldeyken bile bir şekilde gülebiliyorduk. Bazen rüyada olup olmadığımı sorgulayıp duruyordum. Söylediği şarkıya eşlik ederken işveyle ağaçta sallanan adama baktım. "Gel gel sarışınım gel, gel sana aşığım gel!"

 

"Aşkın mıyım Ova?" diye bağırdı.

 

Utanırken başımı salladım. "Aşkımsın."

 

"Gelmesem daha iyi," dedi homurdanırken. "Gelirsem..." Duraksadı. "Sen buraya gel güzelim."

 

Omuz silktim. "Sensiz uyuyamam."

 

"Çabuk indirin beni!" diye bağırdı. "Davay davay! Bekle güzelim geliyorum."

 

"Kudurdu yine Rus evladı!" diye söylenirken ipi bir anda kesti Maksut. Kalpsiz adam! Çığlık atarken yere o kadar sert düştü ki birkaç kemiğinin kırılmış olmasından korkmuştum.

 

Yanına koştum ve üzerindeki ağı kaldırdım. "İyi misin?"

 

"Ben iyiyim de birazdan bir cenaze çıkacak buradan." Bir anda ayağa kalkınca Maksut ağaçların arasına doğru koştu. Birlikte gözden kaybolurlarken endişe ile peşlerinden bağırdım.

 

"İçeri geçelim," dedi Leo. "Avlanıp gelir onlar."

 

***

 

Sabah erkenden yola çıktığımızda Peşrev'in söylediği çorbacıya öğlene doğru anca ulaşmıştık. İşkembe çorbasından başka bir seçenek olmadığı için midem hala bulanıyordu.

 

Yolda durdurduğumuz bir kamyonetin arkasında İstanbul'a kadar yolculuk etmek perişanlığımıza perişanlık katmıştı. Beş tane keçi ile samanların arasında geçirdiğimiz ultra konforlu seyahatimiz akşam saatlerinde Şile yolunda son bulmuştu. Yol boyu Asena'nın ağlamaları da üzerine tuz biber olmuştu. Henüz durumu anlamış değildi. Babasının kaçırıldığını düşünüyordu. Babasının onlarla iş birliği içinde olduğunu hala kabul etmiş değildi.

 

Peşrev, anneannesinin Şile- Ağva yolu üzerinde bulunan bungalovuna getirmişti bizi. Burada daha iyi bir yer bulana kadar kalacaktık. Hiçbiri banka hesaplarına erişim sağlayamıyordu. Tek kuruş paramız yokken ne yapacağımızı bilmiyordum.

 

Sırayla duş aldıktan sonra yaktığımız şöminenin önüne yayılmıştık. Odunların çatırtısını dinlerken dışarıdan gelen telsiz sesleri sessizliği bozmuştu. Çok geçmeden çalınan kapı hepimizi ayağa kaldırdı.

 

Peşrev, kapıyı açınca epey kalabalık bir polis ekibi ile karşılaştık. Polis memurlarından biri öne çıktı. Elinde bir kağıt vardı. "Peşrev İvanov, Maksut Töre, Damian Foy ve Leo Brown. Kundaklama suçundan tutuklusunuz."

 

Maksut, sinirle öne çıktı. "Memur bey," dedi. "Yanlış kişileri tutukluyorsunuz. Bizim kim olduğumuzu bilmiyor musunuz siz? Saldıra uğrayan biziz. İspatınız var mı?"

 

"Zorluk çıkarmayın," dedi esmer adam. "Kim olduğunuzu biliyoruz. Emniyette derdinizi anlatırsınız."

 

Birbirimize korkuyla bakarken bir şey söyleyemedik. Bu da onların işiydi. Bizi nasıl bulmuşlardı bilmiyordum. Kampın bahçesindeki kamera kayıtlarına ulaşmış olabilirlerdi. Her şey yanmadan elbette görüntüleri onlara ulaştıran Goşa'ydı.

 

Dördü ellerine takılan kelepçelerle arabalara bindirilirken ifademizi almak için başka bir araca yönlendirilmiştik. Dosyayı alabilseydik buna gerek kalmayacaktı lakin öyle yaka paça çıkarmışlardı ki kimsenin aklına gelmemişti. Saatler süren sorgunun ardından ben hariç hepsi tutuklanırken kızları onlara yardım ve yataklıktan dolayı suçlamışlardı.

 

Buna inanamıyordum. Benim yalnızca bungalovun sahibi olduğumu söyleyip ifademi aldıktan sonra serbest bırakmışlardı. Asena, bağırıp çağırıp ellerinden kurtulmaya çalışırken arabaya bindirilmekten kurtarılamamıştı. Babasının suçu ortaya çıktığında hiç şansı yoktu.

 

Peşrev, iki askerin kolunda bana doğru gelirken izin istedi ve tam önümde durdu. "Güzelim," dedi sesine yansıyan yorgunlukla. "Dosya! O evi bulmak zorundasın. Odamda gizli bir bölme var. O bölmede teşkilatın yerini gösteren koordinatlar var. Onları bulmak zorundasın. Farhan! Hangi cehennemde bilmiyorum."

 

Derin bir nefes aldı. "Dikkat et! Ne olur dikkat et Ova!"

 

Ağlamaktan başka bir şey söyleyemediğim adam ardından bağırdım. "Seni seviyorum." Başını çevirdi ve omuzlarının üzerinden bana baktı.

 

Kollarını tutan askerlerden kurtulup bana doğru bağırarak gelmeye başladı. Askerler yetişti ve kollarından çekiştirmeye başladılar. "Ova!" diye bağırdı. "Bırakın beni bir başına kalamaz!"

 

"Peşrev," dedim ona doğru koşarken. "Beni de alın ne olur!"

 

"Maksut," dedi arabaya doğru sürüklenirken. Daha fazla gidemedim. Gidersem gidemeyecekti. "Bizsiz ne yapacak Maksut? Bir şeyler yap!" Askerlerden birine omzunu çarptı. "Çıkarım," dedi. "Boşuna götürmeyin orayı yıkar yine çıkarım!"

 

"Kes sesini!" diye bağırdı askerlerden biri. "Gir içeri!"

 

Arabaya girmeden son kez dönüp bana baktı. "Gitme Ova," dedi. "Vazgeçtim hiçbir yere gitme!" Tüylerimi diken diken eden sesiyle bir kez daha bağırdı. "Ahh!" dedi nefes nefese. "Seni buraya getiren beynimi yerinden sökeyim!"

 

"Sevgilim!" diye bağırınca durdu bir anda. Maksut, oturduğu yerden donmuş bir ifade ile Soya'ya bakıyordu. Omuzları düşünce sakinleştiğini hissettim. "Bana bir şey olmayacak. Siz oradan çıkacaksınız çünkü biliyorsun koca adam. Orayı biz patlatmadık."

 

Bir kez daha değdi gözleri gözlerime. Gök gürledi. Gök gürültüsü bahçeye ölüm sessizliğini getirirken dudakları titredi. "Bütün ömrümsün gönül kuşu!"

 

Askerler, başını eğip araca tamamen girmesini sağlarken birkaç adım attım lakin yetişemedim. Arabanın kapısı kapanırken olduğum yere düştüm. "Peşrev!" Ayağa kalktım ve hareket eden aracın peşinden koştum. "Geleceğim koca adam! Sana geleceğim..."

 

Kabus değil mi? Birazdan uyanacağım. Ayağa kalktım ve etrafıma baktım. İstanbul'u tanımıyordum. Bu mahşeri kalabalığın içine karışarak o evi nasıl bulacaktım?

 

Arkamda duran binaya baktım. O dosyayı onlardan önce almaktan başka şansım yoktu. Teşkilata ulaşmaktan başka çarem yoktu. Gözlerim kararırken sendeledim. Düşüyordum ve yanımda tutunacak bir dalım yoktu.

 

***

 

🙈🙈ben masumum...

 

Keyifli okumalar❤️

 

Beğeni ve yorum yapmadan geçmeyin💕

Loading...
0%