Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39.BÖLÜM

@aysegulcee1

Hellüüü ben geldim🙃

Yeni bölüm sizlerle...

💕🙈Beğenmeyi unutmayın gönül kuşlarım🤩

 

***

 

Kaptan Lucas, arabasını teşkilatın yirmi kilometre gerisinde durdurdu ve stresle beklemeye başladı. Gergindi. Gözü sürekli saatine kayarken bıkkın bir nefes koyverdi. Geçen her saniyede oğlunu görecek olmasının stresi ve özlemi ile doluyordu.

 

Yıllar önce yaptığı hata yüzünden elinde oğlundan ayrı geçirdiği yıllar kalmıştı. Baba diye boynuna sarılmayacağını biliyordu. Peşrev o yaşlarını çoktan gerisinde bırakmıştı. Motoru göründüğünde arabadan yavaşça indi. Babasını tanıyınca ani bir frenle durdu.

 

Kaskını çıkardı ve ekibe eliyle devam etmeleri gerektiğinin işaretini verdi. Kaptan Lucas oğlunun yüzünde bir şeyler aradı. Nefret, öfke, özlem, sevgi... Yoktu. Oğlunun yüzünde hiçbirinin esamesi okunmuyordu. Peşrev babasının kırışmış yüzüne ve ağarmış saçlarına bakarken yüreğinde hissetmemesi gereken bir sızı buldu. Yutkundu ve motordan indi. Ağır adımlarla kaptana doğru ilerlerken öfkesini bastırmaya çalıştı.

 

Aralarında birkaç adım mesafesi kalmışken durdu. "Ne istiyorsun?"

 

Kaptan Lucas derin bir nefes aldı. Mecbur kalmasaydı oğlunun karşısına çıkıp onu öfkelendirerek acı hatıralarını canlandırmak istemezdi. Elinden tutup sokağa bıraktığı ilk günü anımsadı. Peşrev'in ardından baba gitme diye feryat edişi hala kulaklarındaydı. Elindeki kağıdı yavaşça oğluna uzattı.

 

Peşrev'in bakışları sorgulayıcıydı. "Ne bu? Yine nasıl bir mektupla hayatımı mahvetmeye geldin?"

 

"Bu sabah," dedi. "Postayla geldi."

 

Peşrev, elindeki beyaz zarfı evirip çevirdi ve hızla yırtıp açtı. İçinde yazanları okuduğunda gözlerini kapatıp başını gökyüzüne kaldırdı. "Örgüt hala seninle iletişime mi geçiyor?" Başını gülerek iki yana salladı. Yıkıp dökmek istiyorken gülüyordu. Belli etmesede sinir sistemi iyi bir durumda değildi. "Hala seni hayatta tutmalarına şaşırmamak gerek. İletişim aracı olarak kullanıyorlar belli ki."

 

"Öldürmelerini çok istedim evlat," dedi. "Ama onlar beni öldürerek ödüllendirmek istemediler. Bana bundan daha iyi ceza olmadığını düşünmüş olmalılar."

 

Peşrev babasına ifadesizce bakarken elindeki kağıdı sıktı. "Siktiğimin herifi," diye bağırdı yerdeki taşa tekme atarken.

 

"Ne yazıyor?" diye sorduğunda oğlunun yüzünün geldiği halden endişe etmişti. "Ne istiyor senden?"

 

Burun kemerini sinirle sıktı. Elleri titriyordu öfkesinden. "Ova'nın," dedi sesi titrerken. Kalbi böylesine yanmamıştı. "Ailesine yaptığım her şeyi anlatmamı istiyor. Kim olduğumu, ailemi... Tüm sikik geçmişimi..." Parmaklarını gergince saçlarına daldırdı. "Yapmazsam bir şekilde öğrenmelerini sağlayacak."

 

Yapsa da yapmasada Ova'yı kaybetme ihtimali olduğunu biliyordu. Babasının bunları ondan duyması şansının olduğunun umudunu artırıyordu. Ova yıkılacaktı. Kırılacaktı, dağılacaktı, kızacaktı ve belki de onu terk edecekti. Oysa nasıl da sevinçle kapamıştı telefonu. Onu bir kez daha yıkan hayal kırıklığına uğratan adam o olacaktı.

 

"Şerefsiz," diye mırıldandı. "Bugünün intikamını alıyor!" Başarıyla sonuçlanan operasyonlarla yer altı ameliyathanelerine büyük bir darbe vurmuştu Peşrev ve komutasındaki ekip. Teşkilat uyuşturucu tacirlerine göz açtırmıyordu ve tamamen kör olana kadar durmaya niyetleri yoktu.

 

***

 

Telefonumun titrediğini hissedince uzandığım rahatsız edici yerden doğruldum. Peşrev gittiğinden bu yana 24 saat geçmişti. Gece yarısı olduğu için hastane koridoru ıssızdı. Ekranda ismini görmesemde o olduğuna emindim. İki gün olmasına rağmen öyle çok özlemiştim ki kalbim hızla çarpmaya başlamıştı.

 

Açtım ve yavaşça kulağıma götürdüm. Ona kızgın olsamda sesini duymaya muhtaçtım. "Alo!"

 

Bir cevap vermesini bekledim. Onun sesinden duyduğum şarkının sözleri gözlerimin dolmasına sebep olmuştu. İlk kez bana bir şeyler söylüyordu. İlk kez şarkı söylerken duyuyordum onu. Hem ağlıyor hem dinliyordum.

 

Gün yoktur ki seni düşünmediğim

Hançer gibi göğsüme sokmadığım

Gün yoktur ki tetik çekip kafama

Seni mermi gibi sıkmadığım...

 

Mayın tarlasına döndü yüreğim

Ne gelinir ne gidilir yerdeyim

Bir dokunsan volkan gibi patlarım

Ne tutulur ne sevilir ellerim.

 

Bitirdiğinde sesi kulağıma doldu bir kez daha. "Gönül kuşum," dedi fısıltıyla. "Bir gün gidersem peşimden gelme olur mu?"

 

Öfkeyle soludum. Saatlerdir sesini duymamıştım şimdi ondan duymak istediğim sözler bunlar değildi. "Ne demek bu?"

 

Bir şeyler vardı. Yolunda gitmeyen bir şeyler...

 

"Yaşamaktan vazgeçme. Beni tanımadan önce nasılsan öyle devam et. Yıkılma! Dimdik ayakta durmaya devam et!"

 

"Kes sesini," diye bağırdım. Koridorun sonundaki pencerenin önünde bekleyen genç adam bana doğru döndü. "Ne saçmalıyorsun? Kalamam anladın mı? Bir kez daha benden gidersen eskisi gibi olamam!" Derin bir nefes çektim içime. "Ve evet koca adam peşinden gelmem."

 

Babama söylediklerinden sonra benden gitmesini affedemezdim. Sinirle kapadım telefonu yüzüne. Bilemezdim son kez sesini duyduğumu...

 

Yedi gün sonra...

 

"Kızım," dedi annem saçlarımı usul usul okşarken. "Peşrev Pare'min emaneti öyle mi?" Gözünü başındaki örtünün kenarı ile usulca sildi.

 

Hala inanamıyordu. Tıpkı benim tüm olanlara inanamamam gibi... Bir hafta olmuştu. Kafayı sıyırmak üzereydim. Bir hafta boyunca ne telefonlarıma çıkmış ne de telefonunu açmıştı. En son konuşmamızdan beri telefonu kapalıydı. Kimi arasam bir bahane bulup her seferinde telefonu ona vermeden kapatıyordu. Yüreğimi köz gibi yakmış sonrasında kayıplara karışmıştı.

 

Bir şey olmuştu. Hissedebiliyordum. Bana söyleyemedikleri bir şey... Benim Peşrev'im iki eli kanda olsa bana gelirdi. Sana gelmediysem nefesim kesilmiştir demişti. Bunu düşünmek bile istemiyordum.

 

Ne yapmaya çalışıyordu amacı derdi neydi bilmiyordum. Gidemiyordum. Gururum öfkem babamın sağlığı beni Kıbrıs'a zincirlemişti. Odadan çıkmıyor penceremin önünden ayrılamıyordum. Babam kalp krizi geçirdiğinden beri Peşrev'le ilgili tek kelime konuşulmuyordu evde. Doktor anjio yapıp daha ağır bir ameliyat için vakit geçmesini söylemişti.

 

Elimi kolumu öyle bağlamıştı ki. İçimde fırtınalar kopsa dışımda yaprak kıpırdamıyordu. Canimin içi güzel gözlü sevdiğim. Özleminle kavruldu yüreğim çıkıp gelmek için ölmem mi gerekli?

 

"Evet anne. Peşrev Pare'nin büyüttüğü çocuk." Burnumu çektim. Olanları bir kez daha benden dinlemişti. Kızmış öfkelenmiş ve en sonunda benim dizlerimde ağlamıştı.

 

"Ah kuzum," dedi şefkat dolu bir sesle. "Nasıl da baktı giderken sana öyle." Bunlar annemden duymayı beklemediğim sözlerdi. İç çekti. "Öyle sevdi öyle bastı ki bağrına Pare'm Peşrev'i. Görsen kendi evladından ayırt edemezdin. Pare'm ölünce yıkıldım. Peşrev'i bile unuttum. Şimdi düşündükçe kahroluyorum. Biz o çocuğun dünyasını başına yıktık kızım. Onu sahipsiz bırakarak hayatını mahvettik. Şimdi geçmiş karşısına olanlardan onu suçlu tutuyoruz."

 

Ağlayarak sarıldım boynuna. "Annem!" Peşrev babamın tepkisini bile bile neden bu konuşmayı yapmıştı bilmiyordum. İşte bu bilinmezlik beni kahrediyordu. "Dayanamıyorum. Benim onu görmem gerek."

 

Sırtımı usul usul okşadı. "Biraz daha," dedi ağlarken. "Biraz daha dayan yavrum." Babama bir şey olmasından ödü kopuyordu. Onu anlıyordum. Onu çok iyi anlıyordum. Onu benden daha iyi kimse anlayamazdı.

 

***

 

Telefonum elimdeydi. Pencerenin önünde dışarıya bakıyordum dakikalardır. Sokağın başında görünen her siyah araba her motor kalbimi yerle bir ediyordu. Gelmiyordu. Çok kırılmıştı. Belki de vazgeçmişti yine benden. Her gün bana söylediği o şarkıyı dinliyordum.

 

Korkuyordum. Onu kaybetmekten deli gibi korkuyordum. Yüzüğü avuçlarına bıraktığım için kırgındı belki de bana. Ben onun sesine bile muhtaçken o nasıl bensiz durabilmişti bu kadar zaman aklım almıyordu. Yanağımdan süzülen yaşı silerken telefonum titredi. Heyecanla gözlerim büyürken ekranda Maksut'un ismini görünce derin bir nefes aldım.

 

"Güzelim." Ah onun sesini bile duymak yetiyordu yanan kalbimin ferahlamasına.

 

"Maksut," dedim ağlamaklı. "Peşrev yanında mı?"

 

"Hayır," dedi. "Birkaç gündür kayıp. Ama iyidir merak etme."

 

"Nasıl etmem," dedim. Meraktan ölüyordum. "Günlerdir benimle konuşmak istemediğini söylüyorsun. Yalan söylüyorsun Maksut. Benden sakladığın bir şey var. Benden vazgeçtiğine inanmıyorum. Bir kez olsun konuşsaydı benimle. Bana söyleseydi benden vazgeçtiğini. Neden konuşmuyor?"

 

"Ova," dedi Maksut. "İkinizin de biraz zamana ihtiyacı var kardeşim. Neden yaptı bilmiyorum lakin mutlaka bir sebebi vardır. Peşrev bu tepkiyle karşılaşacağını bile bile babana her şeyi anlattıysa haklı bir nedeni olmalı. Bırak yalnız kalsın biraz. Damian'da kayıp. Birlikte olduklarını düşünüyorum. Eninde sonunda sana dönecektir. Dönmezse ben kafasına vura vura getiririm."

 

Güldüm. Hem ağlıyor hem gülüyordum. Benden vazgeçtiğine inanmıyordum. Lakin kalbimin bir köşesinde bunun olabilme ihtimaline inanan yanım canımı çok yakıyordu. Üç gün sonra Soya ile nikahları vardı lakin onlar bizim yüzümüzden bunun sevincini bile yaşayamıyorlardı. "Canım Maksut'um," dedim. Sesim daha sakindi. "İyi ki varsın."

 

Gözlerimi kapadım. "Soya'ya onu çok öptüğümü söyle."

 

"Söylerim," dedi. "Dikkat et kendine."

 

***

 

Bir hafta önce...

 

"Nereye gidiyorsunuz?"

 

Peşrev, kaskını eline aldı ve motora yerleşirken Maksut'a baktı. "Gebze'ye 20 km uzaklıkta terk edilmiş bir mezbahane var. Gelen notta oranın adresi yazıyor. Mezbahaneye on dakika uzaklıktaki boş arazide Motofest festivali hazırlıkları yapılıyor. Biz oraya giderken destek ekip festivalde olacak." Elindeki kağıdı sıktı. "Annem ve kız kardeşimin tutulduğu yerin adresi olabilir. Gitmekten başka şansım yok Maksut. Endişe etme ve geleceğine odaklan kardeşim. Nikah'ın da orada olacağım. Ova'yı oyalamak zorundasın. Buraya gelmemeli. Gerekiyorsa gitti de ama onu Kıbrıs'ta tut."

 

"Bunu şimdi yapmak istediğine emin misin?" Peşrev'in ruh halinin iyi olmadığını biliyordu Maksut. Dün sabahtan beri ağzını bıçak açmamıştı. Maksut'a sarıldı ve motoruna bindi. Maksut arkadaşına endişeyle baktı. "En azından bir kez görseydin."

 

"Babası benim yüzünden ölebilirdi Maksut. İyileşmeden onu görmeye gitmeyeceğim." Ekibe işaret verdikten sonra motorunu çalıştırdı. "Goşa'ya bu kadar yaklaşmışken eve tıkılıp depresyona da girmeyeceğim," dedi. Leo ve Damian Peşrev'e eşlik edecekti. Maksut, nikah için hazırlık yapacağı için operasyonda görevlendirilmemişti. "Eğer çıkıp gelirse gönül kuşum sana emanet." Durdu. En son yaptığı konuşmadan sonra geleceğini sanmıyordu.

 

Maksut, uzaklaşan arkadaşına bakarken oldukça stresliydi. Arkadaşı bu haldeyken evlenmek istemiyordu lakin Soya'nın ailesi düşündüğünden daha inatçı çıkmıştı. "Senin canın benim canım kardeşim," diye mırıldandı arkalarından bakarken.

 

Peşrev, motorunu ağaçların arasına bırakıp kaskını çıkardı. Mezbahaneye gittiğinde görüşecekleri gizemli kişiyi bulamamıştı ama büyük bir örgütü suç üzerindeyken basmıştı notun sahibi sayesinde. Kimdi neden onlara yardım etmişti bilmiyordu. Oradan aldığı ağır yarası yüzünden bir hafta hastanede kalmıştı. Ova'nın ona ulaşmaya çalışmalarını içi yana yana geri çevirmişti.

 

Şimdi aldığı yeni bir notla Rize'deydi. Boş deponun kapısına doğru ağır ağır yürürken içinde büyük bir korku vardı. Korkusu orada ne ile karşılaşacağından değildi. Ölürse ardında yüreği yaralı bir ceylan bırakacak olmasındandı. Eli telefonuna gitti. Yedi gün olmuştu. Günlerdir yollardaydı. Annesinin ve kız kardeşinin olduğu şehirdeydi. Bir yanı sevinç dolu diğer yanı ise kırık döküktü.

 

Günlerdir kapalı olan telefonunu açınca yüzlerce mesaj ve çağrı ile karşılaştı. Burnunda tütüyordu sevdiği kadın. Mesajları sitem doluydu.

 

Sesini duymaya ihtiyacım var.

 

Özledim aç şu telefonunu.

 

Domuz herif! Geber inşallah!

 

Canimin içi güzel gözlü sevdiğim. Özleminle kavruldu yüreğim çıkıp gelmek için ölmem mi gerekli?

 

Gelme! Ben de gelmeyeceğim. Gidiyorum. Bulamayacaksın beni.

 

Seni seviyorum.

 

Kalbini de mi söküp attın giderken? Nasıl dayanıyorsun bensizliğe?

 

Gelme sakın seni görünce kafana sıkacağım çünkü!

 

Mesajları okurken içi titredi. Ağaçların arasına girdi ve yavaşça yere oturdu. Sırtını irice bir ağaca yaslarken resmini çıkardı. Telefonunda çalan şarkının sözlerini mırıldanırken birasının kapağını açtı. "Az kaldı yavrum," diye mırıldandı resmine bakarken. "Öldürdü özlemin."

 

Ayağa kalktı. Çakır keyifti. Sendeledi. Sarsak adımlarla depoya doğru yürüdü. Deponun kapısını yavaşça açtı. İçerisi karanlıktı. Gözleri karanlığa alıştıkça daha iyi görmeye başlamıştı. "Kimsin?" diye bağırdı. "Günlerdir peşinden sürüklüyorsun. Çık artık karşıma!"

 

Etrafına bakındı. "Farhan," diye bağırdı öfkeyle. "Sen olduğunu biliyorum. Kardeşim!"

 

Deponun içi aydınlandı. Gözleri ani açılan ışığa tepki verirken meraklı gözlerle etrafına bakındı. Çıt çıkmıyordu. O kadar sessizdi ki kendi ayak sesinden başka bir şey duymamıştı. Bir sürü kapı vardı. Hepsine tek tek baktı. Girdiği ilk odada sandalyeye bağlı iki adam oturuyordu. Yüzleri kan içinde de olsa Peşrev bu iki adamın kim olduğunu aranan suçlu dosyasından hatırlamıştı.

 

Telefonunu çıkarıp 155'i tuşladı. Birkaç dakikaya kadar emniyet güçleri depoya dolardı. Karşısında en azılı uyuşturucu baronlarından ikisi oturuyordu. Ona korkuyla bakan iki adama bakıp gülümsedi. Kim dövdüyse iyi iş çıkarmıştı. Adamlardan birinin kucağında duran kağıdı aldı. Kağıtta yazan adrese gitmek üzere depodan hızla çıktı.

 

Kim yardım ediyordu ona? Emin olmasada örgüte ihanet edip kendilerine yardım eden kişinin kim olduğunu tahmin ediyordu.

 

Saatler sonra etrafında sanki sokaktan biri gibi dolaşan adamlar olan eski bir barakanın önünde durdu. Evin bahçesindeki ipe çamaşır asan genç kız güzel bir türkü mırıldanıyordu. "Görünce aşık oldum. O güzel gözlerine. Başkasını istemem benim gözüm sende." 18 veya 20 yaşında olmalı diye düşündü. Upuzun siyah saçları neredeyse beline uzanıyordu.

 

Yüzündeki tanıdık sima genç kızın kim olduğunu anlamasına yetmişti.

İstemsiz gülümsedi. "Zeliş!" diye pencereden seslenen kadını görünce afalladı. Bir süre tepkisizce izledi. "Bitmedi mi anneciğim." Gözlerinin dolmaya başladığını görünce dudaklarını birbirine bastırıp şimdilik oradan uzaklaştı.

 

***

 

Aynadan son kez yüzüme bakıp elbisemi düzelttim. Bugün Soya ve Maksut'un nikahı vardı. Gelemeyeceğimi söylemiştim. Babamı ikna etmem çok zor olmuştu. Geleceğimi bilmiyorlardı. Sürpriz yapacaktım. Hem mutlu hem öfkeliydim. Orada olacağını biliyordum. Kardeşini bu mutlu gününde yalnız bırakmayacağına emindim.

 

Onu öldüreceğim. Bu kez elimden fena çekeceği var! Çantamı alıp aşağıya indiğimde babamın gazete okuduğunu gördüm. Beni görünce burnunun üzerindeki gözlüğü yukarı doğru itti. "İlk uçakla geri döneceksin Ova."

 

Burnumdan bıkkın bir nefes bıraktım. "Döneceğim baba."

 

Gazetesini yeniden yüzüne çekince anneme bakıp evden çıktım. Kapının önünde bekleyen taksiye bindiğimde Türkiye'ye ilk gidişim geldi aklıma. Öyle bir yere savrulmuştu ki hayatım olanlara inanmak beni bile zorluyordu. Taksi havalanına yaklaştıkça içimdeki heyecanda büyüyordu. Çok özlemiştim. Özlemiyle içimde koca bir boşluk açılmıştı.

 

Ancak onunla dolardı. Yalnız onunla tamamlanabilirdim. Taksiden indim ve havaalanının önünde durdum. Giremedim. Bekledim birkaç dakika. Sanki ilk kez karşılaşacaktık. Öyle amansız bir hasret vardı içimde.

 

Bir buçuk saat sonra yeniden İstanbul'daydım. Teşkilatı, eğittiğim çocukları çoktan unutmuştum. Yerime bir başkasını bulmaları zor olmamıştır. Hayallerim başka yaşadıklarım bambaşka şeylerdi. Taksi nikahın yapılacağı binanın önünde durduğunda kalbim deli gibi çarpmaya başladı. "Hanımefendi inecek misiniz?"

 

Taksi şoförünün sesi ile kendime geldim ve yavaşça başımı salladım. Ücreti uzattıktan sonra üstünü beklemeden hızla indim. Sarsak adımlarla düşmemek için yürürken girişte sigara içen Leo ve Damian'ı gördüm. Beni fark ettiklerinde şaşkınlıkla elindeki sigaraları söndürüp çöpe attılar.

 

"Ova!"

 

"Şimdi," dedi Damian bana doğru yürürken. "Faka bastık." Leo'ya endişe ile baktı. Leo önümde durup bana sarılırken, "Neler oluyor?" diye sordum. İçimde palazlanan korkunun sebebi bu iki adamın yüzündeki endişeden kaynaklanıyordu.

 

"Özledik," dedi Damian sarılırken. "İyi ki geldin." Leo, ağzının içinden mırıldanırken dikkatle ona baktım.

 

"Bir şey mi oldu?" diye sordum bir kez daha. "O koca öküz nerede?"

 

Birbirlerine baktıktan sonra gözlerini benden kaçırdıklarında ters giden bir şeyler olduğunu anladım. Hızlı adımlarla içeri doğru yürürken peşimden geldiklerini biliyordum. Maksut ve Soya nikah masasına doğru yürürken bakışlarım nikah salonunun her yerinde Peşrev'i aradı. Yoktu. Domuz herif burada değildi. İkisi de beni fark edince durdu. Maksut kocaman gülümsedi lakin gülümsemesi uzun sürmedi.

 

Ne o gelebildi ne ben bir adım atabildim. Birkaç saniye göz göze geldik. Gözlerini kapatıp açınca hıçkırıklarıma engel olamadım. Ona doğru koştum ve kendimi kollarının arasına bıraktım. Yüzümü göğsüne gömdüm. "Şşşt," dedi sırtımı sıvazlarken. "Ağlama güzelim."

 

"O," dedim hıçkırıklarımın arasından. "O nerede?" Bir şey olmuştu. Hissedebiliyordum. "Maksut ona bir şey oldu ve sen benden sakladın."

 

Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Nerede olduğunu bilmiyorum. Operasyona çıktığında yara aldı." Gözlerim kocaman oldu. "Sana söyleyemedik. Söyleyemezdim Ova. Gelemeyecektin ve perişan olacaktın."

 

"Oldum zaten," dedim göğsüne vururken. "Benden gittiğini sandığımda daha da öldüm Maksut."

 

"Biliyorum," dedi. "Hastaneden çıktığında annesi ve kız kardeşinden bir iz olduğunu söyledi. Bir haftaya yakındır onu görmedik. Haber alamıyoruz. Telefonu da kapalı."

 

Dudaklarım titriyordu. Konuşamıyordum. Bu gerçek olamazdı. "Na-nasıl?" dedim. "O senin bu gününü kaçırmaz." Başımı iki yana salladım. "Bir şey olsaydı bilirdin değil mi? Haberini alırdık değil mi?"

 

Saçlarımdan öptü yavaşça. "İyi midir bilmem ama sağ olduğundan eminim." Öyle olduğuna inanmak istiyordum. "Ama döndüğünde elimden çekeceği var. Nikah şahidim olacaktı hayvan herif."

 

Sesindeki endişeyi gizlemeye çalışıyordu lakin pekte başarılı olduğu söylenemez. Gözlerindeki endişeyi görebiliyordum. "Burada olduğunun kokusunu alır almaz gelecektir," dedi. "Onu çok iyi tanıyorum. Burnu çok iyi koku alır."

 

Zoraki gülümsetmişti sözleri. "Umarım," dedim. "Umarım dediğin gibi olur."

 

Soya'ya döndüğümde gözlerim doldu bir kez daha. Gelinlik çok yakışmıştı. Onları böyle görmek acıyan yanıma rağmen gülümsetiyordu. "İyi ki geldin kardeşim," dedi ve sımsıkı sarıldı.

 

"Çok güzel olmuşsun." Sade bir topuzu vardı ve kabarık olmayan bir gelinlik giymişti. "Soya peri gibi görünüyorsun."

 

"Sende öyle," dedi. Üzerimde dizlerimin biraz yukarısında biten sırt ve göğüs dekolteli siyah bir elbise vardı.

 

Nikah memuru öksürerek bizi uyarırken ondan uzaklaştım. İkisi yerlerine yerleşirken Vera ve Asena yanıma geldi. Onlarla da hasret giderdikten sonra yuvarlak masalardan birine oturduk. Gözlerim Maksut ve Soya'da aklımsa Peşrev'deydi. Gelmeliydi. Hangi cehennemdeyse çıkıp bana gelmek zorundaydı. Onu görmeden gidemezdim.

 

İmzalarını attıktan sonra nikah memuru evlilik cüzdanını Soya'ya uzattı. Alkış sesleri eşliğinde ayağa kalktılar. Gözlerim dolu dolu izledim bu hallerini. Ne kadar gülüyor olsalarda ardına gizledikleri endişeyi görebiliyordum.

 

Dans müziği eşliğinde ortaya geldiler.

Yabancı bir parça onlar için çalmaya başlarken Maksut, Soya'nın alnından öptü ve duvağını kaldırdı. Onlar dans ederken gözlerim kapıdaydı. Olabilir miydi gerçekten? Peşrev benden bir kez daha vazgeçmiş olabilir miydi? Beni bırakıp gitmiş olabilir miydi?

 

Dans bittiğinde misafirler ikramları yerken ikisi el ele masamıza geldi. "Gelmedi," dedim başımı omzuma yatırırken. "Gelmeyecek."

 

Soya elime uzanırken Vera başını omzuma koydu. Maksut öfkeli görünüyordu. "Sizi de böyle bir günde üzdük."

 

Ters ters baktı. "Bulurum," dedi. "Hangi deliğe girdiyse çıkartırım. Yalnız kalmaya ihtiyacını olduğunu düşündüm ve bunca zaman bekledim. Fazlasına müsade etmem."

 

Başımı iki yana salladım. "Gittiyse uzaklaşmayı tercih ettiyse istemem," dedim. "İsterse o bana gelir Maksut." Ellerime baktı. Titriyordu. "Bırak hangi delikteyse orada kalsın. Belki de bizim için en hayırlısı budur."

 

Soya ve Vera ağlamaklı bakıyordu yüzüme. "Hayır," dedi Soya gözleri dolu dolu. "Saçmalama böyle bitmez."

 

Gülümsedim. Başlatan da bitiren de o olmuştu ve hiçbirinde bana sormamıştı. İzinsiz destursuz girmişti kalbime hayatıma. Maksut ve Soya davetlilerle ilgilenmek için masadan kalkarken biten müziğin ardından kulağıma dolan şarkının sözleri hem gülümsetip hem gözyaşlarına boğmuştu.

 

Gün yoktur ki seni düşünmediğim.

Hançer gibi göğsüme sokmadığım.

Gün yoktur ki tetik çekip kafama

Seni mermi gibi sıkmadığım...

 

Mayın tarlasına döndü yüreğim.

Ne gelinir ne gidilir yerdeyim.

Bir dokunsan volkan gibi patlarım.

Ne tutulur ne sevilir ellerim.

 

Benden vazgeçmemişti. Gitmemişti. O benimdi. Hala benim Peşrev'imdi...

Buradaydı. Hızla ayağa kalktım ve girişe doğru koştum. Diğerleri de peşimden geliyordu. Dışarı çıktığımda serin hava tenimi bıçak gibi kesmişti. "Peşrev," diye bağırdım. "Neredesin Allah'ın cezası herif?"

 

Kalabalığın içinde onu aradım. Ama yoktu. Vera ve Leo nefes nefese bana yetiştiklerinde öfkeyle soludum. "Hayvan herif!" diye hırladı Leo. "Sen mi kızsın o mu belli değil."

 

Bıkkın bir nefes koyverdim. Beni deli etmeye yemin etmişti sanki. "Onu," dedim içeriyi doğru yürürken. En azından mutluluklarına ortak olmalıydım."Öldüreceğim!"

 

Bana yaşattıklarını burnundan fitil fitil getirmezsem rahat uyku yoktu. Ayağımı yere vurdum. Ne kadar öfkelensemde burada olduğunu bilmek dudaklarımda istemsiz gülüş peyda etmişti.

 

***

 

Maksut ve Soya Peşrev dönene kadar balayına gitmeyeceklerini söyledikleri için eve yakın bir otele geçerken diğerleri gece sahilde sabahlayacaklarını söylemişlerdi. Israrla beni de çağırsalarda bir adım atacak enerjim kalmadığı için kabul etmedim. Eve geçip duş alacağımı söyleyip bir taksi ile yanlarından ayrıldım.

 

Sıcak su bedenimden hızla akarken gözlerimi sımsıkı kapadım. Bekliyordum. Geleceğinden emindim. Saat gece yarısına geliyordu lakin yine de umudumu kaybetmemiştim. Sabaha karşı ilk uçakla geri dönecektim. Birkaç saati kalmıştı. Gelmek için yalnızca birkaç saat...

 

Bornozu giydim ve banyodan çıktım. Saçlarımı kurutmak için odaya geçtiğimde kapı çaldı. Gülümsedim. Gelmişti. Heyecandan titreyen bacaklarımla kapıya doğru giderken yüzümdeki gülümsemeyi sildim. Bu kadar kolay affedemezdim. Aklımı almıştı. Günlerce gözyaşı dökmüştüm. Kaşlarımı çattım ve delikten baktım. Elini kapıya yaslamış ve başını aşağıya eğmişti.

 

Gözlerim doldu öyle gördüğümde. Yüreğim sızladı. Öyle özlemiştim ki özlemim kalp kırıklığımı daha da harlamıştı. Başımı kapıya yasladım. Kavuşmak için aramızda bir kapı vardı. Teni, nefesi, kokusu arasında yalnızca bir kapı. Elim kapı kulpuna gitti yavaşça. "Git buradan," diye fısıldadım.

 

"Gönül kuşum," dediğinde ağlamaya başladım. Durdurmam imkansızdı. "Sana geldim."

 

Burnumu çektim. Bir söz bu kadar çabuk etkilememeliydi. Oysa ben ona geleli saatler oluyordu. "Geç kaldın," dedim sitemle. "Gönül kuşunun kanadı kırıldı yokluğunla."

 

"Sana gelmediysem ya aklımı yitirmişimdir ya da nefesim kesilmiştir demiştim yavrum," dedi. "Aç şu kapıyı!" O halde hangisiydi bana getirmeyen?

 

Kalbim titredi. Canı çok yanmış mıydı? "Eğer," dedim. "Bana yaşattıklarının mantıklı bir açıklaması yoksa seni öldürürüm."

 

"Öldür," dedi. "Ama önce şu kapıyı aç!"

 

Kapıyı yavaşça açtığımda bakışları beni günler sonra karşısında görmesinin verdiği özlemle doldu.

 

İçeriye doğru girince bir adım geri çekildim. Bakışları haddinden fazla özlemiş gibiydi. Böyle baktıkça kalbim eriyerek kayboluyordu sanki. Ona kızgındım. Böyle olmamalıydı oysaki.

 

Derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. Kokumu deli gibi özlediğini biliyordum. Zira ondan farksızdım. "Yaşamadım," diye mırıldandı gözlerimin içine bakarken. "Senden ayrı geçen her anımda diri diri gömüldüm gönül kuşum."

 

Beni günlerce merakta koyuşunun iyi bir nedeni olduğunu biliyordum. Peşrev olgun bir adamdı. Sırf inat olsun diye ortalıktan yok olmazdı. Yine de sol göğsümün altına söz geçiremiyordum. Özlem kırgınlığımı körüklüyordu sanki.

 

Tepkisizce bakınca elini saçlarına daldırdı. "Neredeydin?" diye sordum. Eğer düşündüğüm gibi mantıklı bir açıklaması yoksa burada onu bu halde bırakacaktım. "Bunca zaman hangi cehennemdeydin?"

 

Aramızdaki mesafeyi azaltmadan fısıldadı. "Annemi buldum," dedi. "Annemi ve kız kardeşimi buldum."

 

Yüzümü yerden kaldırdım ve gevşeyen yüz ifademle gözlerinin içine baktım. Yelkenlerimin yavaşça indiğini anladı. "Neredeler? Neden getirmedin?" Kalbim hızla çarpıyordu.

 

"Yapamadım," dedi. "Goşa'nın adamları tarafından çevrilmiş eski bir barakadalardı. Şimdilik izliyorum. Bunu sensiz yapamam." Derin bir nefes aldı. "Yanımda olmana ihtiyacım var gönül kuşum."

 

"Gideceğim," dedim. "Saat beşte."

 

"Biliyorum," dedi kaşlarını derince çatarken. "Birlikte gideceğiz." Kocaman gülümsedim. Kalbime bıraktığı acılar tatlı bir sızıya dönüşüyordu.

 

Elimden kavrayıp hızla yanına çekerken adımları bahçe kapısına doğru ilerledi. "Adı," dedi nefes nefese. "Zeliha. Zeliş diyor annem ona." Kapıyı ayağıyla kapatırken ayaklarım yere temas etti. Yüreğim titriyordu anlattıklarıyla.

 

***

 

🙈ve birtakım kavuşmalar yaşandığına göre kaçabilirim💕

 

Yeni bölümde görüşmek üzere💕

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın please!

Loading...
0%