Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm

@aysegulcee1

Önünde durduğumuz bina çok büyük ve oldukça ürkütücüydü. Bahçesinde büyük bir parkur vardı. Oldukça uzun koridorları içeriye girdiğim anda bambaşka hislere sürüklerken serinliği bütün bedenimin ürpermesine yetmişti.


Orta katta yemekhane ve birlikte vakit geçirebileceğimiz odalar varken en üst kat yatak odalarına ayrılmıştı.


Damian yarışma kurallarını kabaca anlattıktan sonra dinlenmemiz için odalarımıza göndermişti. Ormanın büyük bir bölgesine kurulan ve zorlu engelleri olan parkuru en kısa sürede bitiren ve kamp alanına ulaşmayı başaran kişi turu kazanmış sayılacaktı. Damian'ın sözleri hoşuma gitmesede buradan dönemeyeceğimi biliyordum.


Engellerin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyordum. Damian denen adamın konuşmaları keyfimizi kaçırmaya yetmişti. Soya ile kalacağım odanın kapısının önünde durdum. Yan odanın Orion ve Sam'e ait olduğunu biliyordum. Sam, benimle birlikte odasının kapısında durdu ve elini benimle aynı anda kapının kulpuna götürdü. Bu adamdan hoşlanmıyordum.


Bana rahatsız edecek kadar dikkatle bakarken elini aşağıya götürüp pantolonunun önünü aşağıya doğru çekiştirdi. Hayvanlar yerine bunu avlamak daha adaletli olurdu. Erkekliği iki bacak arasında zanneden budalanın teki olduğuna karar vermiştim.


Yüzümü tiksinti ile buruşturup başımı kapıya doğru çevirdim. Bakışlarının hala üzerimde olduğuna adım kadar emindim. Kıkırdadığını işittiğimde elimi yumruk yaptım. "Yoksa utandın mı yavru?" diye fısıldadı. Kapı kulpunu elinde hareket ettirmeye başlamıştı. "Utangaç kadınlar ilgi alanıma giriyor."


Karaktersiz adamlarda benim ilgi alanıma giriyordu. Biri bunu şu sulu herife söylemeliydi.


Ellerimi yumruk yaparken o sinsice gülümseyip, "Hadi ama yavru, bana tiksindiğini söyleme!" diye zırvalamaya devam etti. "Bence ilk geceyi beraber geçirebiliriz."


Sert kayaya çarptığının farkında değildi. Dişlerimi sıktım ve ona doğru yavaşça dönüp ayağımı bacaklarının arasına geçirdim. Acıyla ikiye bükülürken hala gülüyordu hayvan herif. Yavaşça yutkundum. Sakin kalmaya çalışıyordum. İlk gün bir olaya karışmak istemiyordum hem de bu adam yüzünden.


Derin bir nefes alıp, "O karga sesini hemen kesmezsen elime makas alıp gece odanı ziyaret ederim ve ikimiz içinde gerçekten güzel bir ilk gece olur," diye fısıldadım.


Gözleri kocaman açıldı ve yavaşça yutkundu. Zor da olsa doğrulabilmişti. "İyi dinlenmeler yavru!" dedi ve beni öfkeden deliye döndürüp kapıyı sertçe kapattı.


Onu korkuttuğuma emindim ve bu rahat bir nefes almama yetmişti. Bir süre benimle uğraşmayacağını biliyordum. Bütün dişlerimi sıkıp çenemde müthiş bir ağrı bırakmasını umursamadan odaya girdim. Çoraplarımı çıkarıp ayaklarımı buz gibi suda yıkadıktan sonra beyazlarla donatılmış tek kişilik yatağa baktım.


İki yatağın ortasında bir adet komodin ve kapının hemen yanında beyaz bir gardırop vardı. Ayağa kalkıp ormana bakmak için pencerenin önünde durduğumda ucu bucağı görünmeyen yeşillik beni ürpertmişti. Ağaçların esintiden dans etmesine bakarken içimde büyük bir huzursuzluk peyda olmuştu.


Taş binanın çaprazındaki uzunca bir ağacın dalları arasında bir kıpırtı gördüm ve daha iyi görebilmek adına gözlerimi kıstım. Dalların arasında biri mi vardı? Gözlerimi kapatıp açtım. Evet Ova tarzanını buldun! Yorgunluktan halüsinasyon görmeye başlamıştım muhtemelen. Perdeyi sıkan tırnaklarım tenimle buluştuğunda hızla kapattım ve kendimi yatağa bıraktım.


Soya elindeki telefonu nihayet yastığının altına bırakırken ekrana bakmaktan kamaşan gözlerini ovuşturuyordu. Birbirimize dönük uzandığımız için gülüşerek gözlerimizi kapadık. Fazla yorgundum. Akşam yemeğini kaçırmamak için Soya'yı sıkı sıkı tembihlemiştim. Geç kalmamak için alarm kurduğunu söylediği için huzurla kapamıştım gözlerimi.


***


Midemdeki ekşi tat boğazımdan yukarı yakarak ilerlerken gözlerimi güçlükle araladım. Uykumu almış hissediyordum. Ağzımın içi kupkuru olmuş midemde davul zurnalar çalmaya başlamıştı.


"Sabah olmuş!" Üzerimdeki örtüyü hızla itip yatakta doğruldum. Soya, boğazımdan kopan çığlığımla yataktan fırlarken yarı uykulu gözlerle etrafına bakındı. "Ne, ne oldu, neredeler?"


Bedeni korkuyla titrediğini görünce onu korkuttuğum için kendime çok kızdım. Yanına gidip yatağa oturdum ve omuzlarından tuttum. "Sakin ol Soya. Sadece sabah olmuş."


Gözlerini ovuştururken perdeyi aralayıp dışarı baktı. "Sahi! Akşam yemeğini kaçırmışız. Bari kahvaltıyı kaçırmayalım. Bugün ilk gün. Korkuyor musun Ova?"


Aceleyle metal kapaklı dolabı açarken kahvaltının şu anda daha mühim olduğunu hissediyordum. "Korkuyorum elbette Soya. Hiç tanımadığımız bir yerde ne kadar tehlikeli olduğunu bilmediğimiz engelleri aşıp en hızlı olmaya çalışarak yarışacağız." Yeşil renkli tişörtü ve siyah eşofman altını hızlıca giyindim. "Ayrıca rakibiz unuttun mu?" Saçlarımı açık bırakıp kapıya yöneldim. "Kahvaltıya ilk inen ilk kazanan olsun."


Yarışırcasına merdivenlerden indiğimizde istikametimiz yemekhane oldu. Küçük kızlar gibi attığımız şen kahkahalarımız koridorda yankılanırken Sam yemekhanenin kapısından çıktı ve yanımdan geçerken iğneleyici bir bakış atmayı ihmal etmedi. "Afiyet olsun yavrular."


Ya sabır...


Ona sadece gözlerimi devirdikten sonra Soya'nın peşinden içeriye girdim. Orion'u bulmuş ve yanındaki sandalyeye ilişmişti. Genç adama bakıp kur yaparken uzun kirpiklerini kırpıştırdı. Bir parça peynir ve birkaç tane zeytin koyduğum tabağımdan başımı kaldırmazken konuşmalarına gayriihtiyari kulak kesildim.


"Bugün ilk tur ve ben tam arkanda olacağım," diyordu Orion. Sözcükler tane tane dökülürken dilinden Soya'ya oldukça sevecen baktı. "Yarışma filan umurumda değil. Bu vahşi doğaya seni kaptırmaya hiç niyetim yok!" Soya'nın ve Orion'un da benim gibi polis olmak için girdikleri mülakat ve sınavlardan geçemediğini öğrenmiştim. Bu çok tuhaf bir tesadüftü.


Özellikle seçilmiş olamayız değil mi?


"Saçmalıyorsun Orion! Burası pekte vahşi sayılmaz. Amazon Ormanında değiliz sonuçta değil mi?"


Tabaklara vuran çatal bıçak sesleri kulağımda çınlamaya sebep olurken, "Sen," dedi Orion. "Sen korkuyor musun Ova?"


"Bilmem," dedim. "Vahşi yerliler yoksa korkmam herhalde." Yüzümü tabağıma çevirdim ve gülüştük. Bir şeyi ne kadar dillendirirseniz başınıza gelme ihtimali o kadar yüksekti. Soya, beni başıyla onaylarken önündeki etli taze fasulye konservesini kaşıklıyordu.

Evrene neden negatif enerji gönderecektim ki?


Grup lideri Damian elindeki av aletleri ile tam karşımızda durdu. Altına giydiği gri renkli şortu ve beyaz tişörtü ile sıkı kasları gün yüzüne çıkmıştı. Bu adam tam bir güreşçi gibi görünüyordu. İri yarı cüssesiyle bu iş için biçilmiş bir kaftan gibiydi. Sırtıma astığım kendi gönül kuşum ve yayım dışında bir şey kullanmaya hiç niyetim yoktu.


Sırayla malzemeleri diğerlerine dağıtırken tam önümde durdu. Koyu harelerini sırtımdaki ok ve yayda gezdirdi. "Bunları mı kullanacaksın?" Bunlar ormanda karşılaşacağımız olası tehlikeler içindi.


Duruşum ve ses tonum oldukça kendinden emindi. "Evet, sizin için bir mahsuru yoksa?"


Başıyla onayladı ve beni es geçip Soya'nın önünde durdu. "Hayır elbette bir sakıncası yok."


Soya'nın da malzemelerini teslim ettikten sonra kuralları bir kez daha üzerine basa basa anlattı. Buraya kendi isteğimizle geldiğimizi ve yarışma ekibinin belirlediği güvenli bölgeyi geçip herhangi bir zarara maruz kaldığımızda sorumluluğun tamamiyle kendimize ait olduğunu söyleyip durdu.


İkişerli gruplar halinde yarışacaktık. İlk turu geçen on beş kişi ikinci tura çıkmak için başka bir kampa üç ay sürecek bir eğitime gönderilecekti.


Çantalarımızda yeterli ilk yardım malzemesi vardı. Engeller ciddiydi ve bize bu önceden anlatılmamıştı. İyi ki de anlatılmamıştı. Bu şartlarda ailem beni bu kampa asla göndermezdi. Sırtımızdaki çantalara ekstra bir paket bisküvi, matara ve el feneri koydular.


Parkuru bitirdikten sonra daha geniş bölgeye geçeceğimiz için sınır dışına çıkma ihtimalimizi de hatırlatmayı ihmal etmemişti. Kaybolduğumuzda yerimizi belli eden cihaz vardı üzerimizde. Damian elindeki torbadan iki tane kağıt çekti ve çıkan isimleri sesli bir şekilde okudu. "Orion ve Sam." "Soya ve Yiğit" "Ova ve Vera..."


Heyecanla birbirimize bakarken kenarda dizilmeye başlamıştık. Otuz kişiyi ikişerli gruplara ayırana kadar seçmeye devam etti. Eşleşme bittiğinde bana ve yanımdaki kızıl saçlı kıza baktı. İlk yarışacak olanlar biz olmalıydık. "Ova ve Vera! Gong sesinden sonra sürenizi başlatacağım. Şans sizinle olsun!"


Ailem, böyle bir anlaşmaya imza attığımı bilmiyordu. Buraya getirilene kadar ben de bilmiyordum. Akademi uğruna hayatını hiçe saymış bir kadındım artık. İkimiz parkurun başlangıç noktasına doğru yürürken ellerim heyecandan terlemeye başlamıştı.


Yerimize yerleştiğimizde kızıl saçlı genç kız bana baktı ve "Bol şans!" diye bağırdı. İki parkur arasında epey mesafe vardı.


Parkurun başında on adet görevli bekliyordu bizi. Ellerimi pantolonuma silerken Sam'in sesini işittim. Epey uzakta izliyorlardı bizi. "Dikkat et! Ava giderken av olma. O bebek yüzünü bir kez daha görmek istiyorum yavru," diye bağırdığını işitince ellerimi sıktım.


"Ova!" diye bağırdım. "İsmim bu!"


Derin bir nefes aldım. Büyük bir çukurun üzerindeki ince bir tahtanın üzerinden karşıya geçmemiz gerekiyordu. Gong sesi duyulurken vakit kaybetmeden harekete geçtim. Süremiz başlamış olmalıydı.


Kuyuya düştüğümde çıkmama yardımcı olacaklar mıydı bilmiyordum. Başımı kaldırdım ve parkurun üstlerinde duran kameraları gördüm. Yılanlar beni midesine indirmeden yetişirlerdi umarım. Düştüğümüzde yılanlardan nasıl kurtulacağımız da yarışma süresine dahildi.


Kuyuda duran yılanlara bakınca midem bulandı. O kadar korkunç sesler çıkarıyorlardı ki korkmamak elde değildi. Dikkatle tahtanın ucuna basıp dengemi sağlamak için odaklandım. Denge konusunda başarılıydım ve bu engelde takılacağımı sanmıyordum. En zoru odak noktası bulmaktı. Hafifçe sendeleyip dengemi yeniden sağlayınca gözlerim büyümüştü.


Hay ben böyle işin! Yılanlara yem olmak istemiyordum.


Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapatıp dua ettim. Bir sonraki adımımı attığımda kalbim de hızlanmıştı. Yavaş hareket edersem dengemi yeniden kaybetmem muhtemeldi. Bacaklarımın uyuştuğunu hissettiğimde hızla kendimi diğer tarafa attım. Damağım kupkuru olmuştu. Kalp hızımı kontrol altına alınca arkama baktım bir kez.


Bir sonraki engele doğru koşmaya başladım. Devasa bir tırmanma tahtasının üzerindeydim. On dakika, tam on dakikadır tırmandığıma emindim. En tepeye ulaştığımda bu tarafının devasa bir kaydırak olduğunu gördüm. Kaydırak büyük bir havuza doğru uzuyordu.


Önümde uzanan ucu bucağı görünmeyen yeşilliğe bakarken çığlık attım. "Burası harika!" Kızıl saçlı kız hala bir önceki engeldeydi.


Gözlerimi kapatıp kendimi havuza doğru bıraktığımda dudaklarımdan kopan çığlığa engel olamadım. Hızla suya girdiğimde dudaklarımdan istemsiz çığlık kaçtı. Su çok soğuktu. Nazi kampına mı düştük biz? Güçlükle kıçım titreyerek havuzdan çıkarken dişlerim birbirine çarpıyordu.


Ayağa kalktım ve gücümü toplamaya çalışarak vakit kaybetmeden diğer engele doğru yürüdüm.


Yarım saat sonra...


Bütün engelleri yaralanmadan bitirdikten sonra önüme çıkan düzlüğe baktım. Yan taraftan gelen ayak sesine doğru döndüm. Vera parkuru bitirmiş ve geri dönmek için kullanacağımız istikamete benden hemen sonra gelmişti.


İkinci bir gong sesiyle dönüş süremizin başladığını anlamıştık. Okumu ve yayımı elime alırken ağaçların birbirine girmiş dallarının kıpırdandığını gördüm. Bu dağ başında neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Bu yüzden bir hayli stresliydim.


İkimiz de farklı yönlerde ilerledik. Birbirimizin bölgesine geçmemiz yasaktı ve burada ağaçların hepsi birbirine benziyordu. Biraz daha ilerlediğimde yerlere dikilmiş küçük kırmızı bayrakları gördüm. Sanırım bunlar yönümüzü bulmak ve sınırı geçmememiz içindi.


Fazla geniş bir bölge olduğu için endişe etmem yerindeydi. Duyduğum her sese kulak kabartırken ilerlemeye devam ettim. Tıslama sesleri, tuhaf ötüşler ve yaprak kıpırtıları! Beni harekete geçiren hepsiydi. Kırmızı bayrakların belirlediği sınırların içerisinde ilerlemeye özen gösterdim. Bastığım her yer çatırdıyor ve beni ürkütüyordu.


Adımlarımı tersine çevirdiğimde kalp atışlarımı kontrol altına alamamıştım. Yönümü panik halimden bulamıyordum. Böyle devam edersem heyecanım beni başarısızlığa götürecekti doğrudan. Tuzakları görememekten korkuyordum. Hızlandığım esnada çatırtı sesi önümde dümdüz ilerlemeye başlamıştı.


Yönümü değiştirmemeye özen gösteriyordum. Ağaçların arasından hızla fırlayarak bana sert bir şekilde omuz atan kişiyi görünce dişlerim öfkeden birbirine geçmişti. "Adi herif!" Benimle uğraşacaktı belli ki.


"Hey Ova," dedi. "Önüne bak yavru." Yumruklarımı sıkarak önüme döndüğümde yüzüme çarpan dalla dengem bozuldu. İlk gün kendime bu kadar zarar vermek planlarımın arasında yoktu. Alnımdan çeneme kadar sıyırdığına emindim.


Sızısı dikkatimi dağıtırken ayağımın boşlukta kaymasıyla nevrim döndü. Yere sarkan dallardan tutunmaya çalışsamda sırtımın sert zeminle buluşmasını engelleyememiştim.


"Hay ben böyle işin!" Başımı sertçe çarpınca kısa süreli bir bilinç kaybı yaşadım. "Kahretsin!" Elimi sertçe toprağa çarptım. "Allah belanı versin!" Derin derin nefes alıp verirken beni tutmayan ve çukura düşmemi sağlayan dallar ellerimi oldukça derinden çizmişti. "Bu ne saçma bir iş!" Ellerime baktıkça ağlama hissi beni esir alıyordu. "Sana bunun hesabını sormazsam ben de Ova değilim adi herif!"


İlk günden yaralanmış olmam hiç iyi olmamıştı. Üstelik süre ilerliyordu. Acıyla inlerken doğrulmak için kendimi zorladım. Sırtımı toprağa yaslarken bileğimde müthiş bir sızı vardı. Başımı yan tarafa çevirdiğimde gördüğüm şey bütün bedenimin buz kesmesine sebep oldu.


Tam ortaya düşmüş olsaydım yerde duran devasa kazığa saplanıp korkunç bir şekilde ölecektim. Allah aşkına bunlar kafayımı sıyırmıştı? İlk günden kendimi yaralamamı sağlayan Sam'e küfürler yağdırırken akademi hayali gözlerimin önünden peyderpey silinmeye başlamıştı.


İçimden bir ses, bu çukurun senin de mezarın olmasını istemiyorsan bir an önce buradan çıkmaya bak diyordu. İç sesimi dinleyip yavaşça doğrulmaya çalıştım bir kez daha ama elimin altından kayan ıslak toprak başımı büyük bir taşa ikinci kez çarpmamı sağlamıştı. Başımı kaldıramıyordum.


Yüzüme toprak parçaları düşüyordu. Birkaçı ağzıma dolduğu için öğürdüm. Derin bir nefes alıp zor da olsa ayağa kalktığımda üzerine bir süre basamadım. Bileğim canımı çok yakıyordu fakat burada kalırsam kazanma şansım yavaş yavaş azalacaktı. Belki de kızıl saçlı kız çoktan yönünü bulmuştu. Bu da yaşadığım şeylerin boşuna gitmesi demek oluyordu. Dizime giren küçük taşları çıkarırken acı dolu bir nida koptu boğazımdan.


"Sesimi duyan var mı?"


Kaç dakika geçmişti çukura düştüğümden bu yana bilmiyordum. İlk turda kaybettiğime emindim. Yardım istemem anlamsızdı çünkü buradan kendim çıkmam gerekiyordu. Çukurdan aşağıya doğru sarkan dallara ulaşıp onlardan tırmanmaya çalışma çabalarım başarısızlıkla sonuçlanırken ümitlerim yavaş yavaş azalmaya başlamıştı.


Sırtımdaki çantam aklıma geldiğinde güçlükle omuzlarımdan sıyırdım ve içindeki minik çekici çıkardım. Sanırım çekiç bunun için konulmuştu. Çekici toprağa saplamaya çalışıp tekrar tırmanmaya başladığımda incinen bileğim buna da izin vermedi. Sanki biri benim yönümü değiştirmiş ve bu çukura çekmişti. "Kaybettin Ova!"


"Üzülme," dedi tepemden duyduğum ses. "Kızıl saçlı kız senden önce yaralandı. Hala bir şansın var yani." Yüzümü duyduğum sese çevirdiğimde sinir kat sayımı artıran o renkli gözlerle karşılaştım.


"Çıkmana yardım edebilirim," dedi. Belki de biraz eğlenmeden seni oradan çıkarmamalıyım. Sınırı geçtiğin için seni kurtarmak için kimse gelmeyecek. İstersen aşağıya gelebilirim. Eminim ikimiz daha çok eğleneceğiz."


Başlangıç noktasına dönmediğimde beni kurtarmak için birileri gelirdi. Ne kadar sürer bilmiyordum yine de bu adamdan yardım istemektense geceyi burada geçirmeyi yeğlerdim. "Defol buradan!" Dişlerimi sıktım. "Ve sen ucube! Kıçını kollasan iyi edersin artık. Zira bu yaptığını unutacağımı hiç sanmıyorum."


Başını iki yana salladı. "Ah! Asi ve güzel kızım. Bu halin beni seni ilk gördüğüm andan beri çıldırtıyor. Hep bu kadar vahşi misin yaralı ceylan?"


Yerdeki taşı hızla yukarı doğru savurdum. Hedefim hiçbir zaman şaşmazdı. Asla ıskalamazdım. Alnının ortasına yediği taşın etkisi ile aşağıya doğru akan salyaları ne kadar öfkelendiğinin göstergesiydi.


"Ne kadar vahşi olduğumu umarım gösterebildim!"


"Bunu ödeyeceksin!" dedi. "Oradan çıktığında pişman edeceğim seni." Alnından damlayan kanlar toprağa karıştı. Parmaklarını dudaklarının arasına aldığında güçlü bir ıslık sesi doldu kulağıma. Ne yapıyordu bu lanet olası?


"Ne yapıyorsun?"


"Eğlence başlasın bakalım," dedi. "Birazdan bütün aç kurtlar buraya toplanır!" Uzaklaşan adım seslerini dinlerken beni arkasında öfkeyle bıraktı.


Ciddi miydi bu aşağılık herif? Korkuyla beklediğim birkaç saniye oturduğum yerde okum ve yayım elimde hazırdı. Sam'in söyledikleri pek hoşuma gitmemişti çünkü bu çukurda savunmasız bir avdım. Dakikalardır korkuyla beklememe rağmen ne bir hayvan ne de bir insan gelmişti.


"Merhaba körpe ceylan!"


Başımı hafifçe sesin geldiği yöne doğru kaldırdım. Şehir merkezinde gördüğüm o sarı saçlı adam şimdi bana yukarıdan bakıyordu. Onun burada ne işi vardı? Kurtarma ekibinden olabilir miydi? Masmavi gözlerini kısmış dikkatle bana bakıyordu. "Sakin ol. Şimdi seni oradan çıkaracağım güzelim!"


Güzelim mi dedi o? Sarmaşıklardan tırmanarak aşağıya ineceğini düşünürken o hiç vakit kaybetmeden çukurun içine kalın bir halat sarkıttı. Uzun sarı saçları omuzlarından aşağı doğru sarkarken üzerinde yeşil bir tişört vardı.


"Kimsin sen, ne işin var burada? Ekipten biri misin?"


Kimse kim dedi bir ses. Seni kurtarıyor. Aşağıya doğru sarkıttığı ipin ucuna tereddütle tuttum. İpi iki elimle kavrayınca elimdeki yara daha da açıldı ve canhıraş bir çığlık koptu dudaklarımdan. "Olamaz! Çok acıyor..."


Beni yavaş yavaş çekmeye başlamıştı ama ben ipi daha fazla tutamayacaktım. "Dayan körpe ceylan!"


Körpe mi? Ceylan mı? Pekala dağlarda yaşayan bir eşkiya olabilirdi. Kalın sesi kulağımda güzel bir tınıya dönüşürken, "Benimle böyle konuşmaya devam edersen bir yaralı da sen olacaksın. Yaralı bir domuz!" diye gereksiz yere çıkıştım. Sadece bana yardım etmek istiyor olabilirdi.


Güldü! Ona yaptığım hakarete sadece güldü. Sinirlenmeyeceğim. İpten aşağıya akan kanlar ipi kayganlaştırdığı için başımda bekleyen adam beni tutamadan sert bir şekilde gerisin geri çukura düştüm.


"Elini si..." Kesin kaçık! Kendine mi küfür etmişti?


Gözlerim düşmenin etkisi ile kapanmadan hemen önce yukarıdaki adamın bir maymun gibi aşağıya doğru kaydığını gördüm. "Yardım et!"


"Az önce öyle söylemiyordun ama körpe ceylan!"


Pekala gurur yapacak durumda değildim. Yalancı bir tebessümle dudaklarımı süslerken, "Çabuk ol lütfen!" diye haykırdım.


Güldü. Gülmekten başka bir şey yapmıyordu. Kolumdan yakalayıp kolunun altına aldı. Bana dokunuşu eğreti ve dikkatliydi. Hafifçe eğdi başını. "Rahatsız olmazsan sırtıma almam gerek seni." Yukarıya baktı. "Başka türlü çıkman pek mümkün değil."


İstemiyor olsamda yaralıydım. Başımı hafifçe salladım. "Eğil lütfen." Buradan bir an önce çıkmak istiyordum.


Dizlerini kırıp bana sırtını dönerken gülüyordu. Çattık... Beni bırakınca gözlerim karardı ve sendeledim. Belimden yakaladığını hissediyordum. Dudağımdan çıkan inlemelere karşın dudaklarını kulağıma yakınlaştırdı. "Sakın," dedi belli belirsiz duyabildiğim sesi. "Sakın bayılma gönül kuşu."


Gönül kuşu. Okuma verdiğim isim hiç bu kadar güzel gelmemişti kulağıma. Hayal de olabilirdi duyduklarım, acıdan kendimden geçmişte olabilirdim. Emin olamıyordum. Belki de hala o çukurda yerde yatmaya devam ediyordum. "Ölmeyeceğim," diye mırıldandım. "Sam sana gününü göstermeden ölmeyeceğim!"


Ellerinin yüzümü kapatan saçlarımı geriye ittiğini hissettim. "Onu öldürmen için seni kurtarıyorum körpe ceylan!"


***


Başım şiddetle zonklarken korkuyla etrafımı incelemeye başladım. İçerisi karanlık ve soğuktu. Peki ama burası neresiydi, buraya nasıl gelmiştim? Tek hatırladığım güçlü kolların arasında çukurdan çıkarıldığımdı.


Bileğim şiddetle zonklarken yavaşça doğrulmaya çalıştım ama kalkar kalkmaz başım dönmüştü. Elimi nerede olduğumu anlamak için sağa sola değdirdiğimde tenime değen şey tahtadan başkası değildi. Boyumdan ötürü tavana çarpmıştım. Ufak ve tavanı basık bir kulübede olmalıydım.


Göğsüm hiddetle inip kalkarken bir merakın pençelerine düşmüştüm. Beni o çukurdan çıkaran vahşi şimdi neredeydi? Ekipten değildi buna emindim. Başımı biraz daha ileriye uzattığımda küçük bir ışık girişi fark etmeme yardımcı olmuştu.


Benim hemen kampa dönmem gerekiyordu. Yarışmadan diskalifiye olmak istediğim en son şey bile değildi. Bileğim yere temas ettiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım acıyla. Bileğim berbat bir haldeydi.


Girişte oluşan karartı bedenimi geriye çekmeme sebep oldu. Yavaşça eğildi ve önümde durdu. Oldukça iri yarıydı ve ikimizin bu daracık yer de yalnız olmamız pek hoşuma gitmemişti. Adamın, gövdesine değmesini engellemeye çalıştığım yüzümü olabildiğince sağ tarafıma çevirdim. Kendimi, cenin pozisyonuna getirmeye çalışırken ayak bileğimi yakaladı. "Çek elini!"


Sesli alıp verdiği nefesleri dışında hissedebildiğim ve görebildiğim bir şey yoktu. "Sana zarar vermem," dedi oldukça sakin bir sesle. "Lütfen benden korkma."


Tabii ya! Issız bir ormanda yaralı bir ceylan gibi kapana kısılmışken ondan korkmamam ne kadar mümkündü? "Kimsin? Seni en son İstanbul'da gördüm. Neden buradasın?" diye sorabildim nefesimin izin verdiği kadarıyla. "Ve beni fena halde kızdırıyorsun?"


Beni kurtarmış olması bu gerçeği değiştirmiyordu ne yazık ki. İlk gördüğümde gözlerime bıraktığı o bakışı unutabilmiş değildim. Bir dakika bu o olabilir mi? Kaptanın oğlu! Kaptanın söylediği gibi beni bulmuş olması şüphelenmeme sebep olmuştu.


"Bileğine bakmama izin ver." Yavaşça bana doğru eğilirken tüm gücüyle beni kokladığına yemin edebilirim. Tüylerim, diken diken olurken ne kadar tehlikeli olduğunu bilmediğim bu adama herhangi bir tepki veremiyordum. Üstelik sorduğum soruları duymazdan geliyordu. "Hey! Şehirdeyken daha insana benziyordun sen."


Korkunç göründüğü su götürmez bir gerçekti. Gülüşünü hissettim. "Güzel kokuyorsun! Şey gibi..." Düşünüyor gibi sesler çıkardı. "Ananas!" Kesinlikle bu adam bir kaçıktı. Beni duymuyor kendi kendine konuşuyordu


Burada yaşayan birine göre bence fazla kibardı. Salatalık gibi koktuğumu da söyleyebilirdi değil mi? Şampuanım meyve karışımıydı. Lezzetli göründüğümü de söyleyebilirdi. En azından beni akşam yemeği olarak görmüyordu. Bunun için sevinmeliyim. "Teşekkür ederim. Çok kibarsın."


Tekrar güldü. Gülerken boğazından garip bir ses çıkarıyordu ve bu ses kendimi hiçte iyi hissettirmemişti. "Burada kimse kibar değildir. Neden buradasın?"


"Ne demek istiyorsun?"


"Bileğine bakmama izin verecek misin?" Yine aynı şeyi yapıyordu.


"Sorun değil daha iyi hissediyorum." Başımı olumsuz anlamda sallamıştım. "Teşekkür ederim."


"Pekala burada bekle beni ve üzerine basma." Çıkışa doğru yöneldi ve cevap vermediğim için tekrar konuştu. "Ağrına iyi gelecek bir şey biliyorum. Bekle beni gönül kuşu!"


Bu halde bir yere gidemezdim ki hem de bu saatte. "Gitme!" Kesinlikle ne söylediğimin farkında değildim. Adam belki de kaçıktı. Yine de burada yalnız kalmak istemiyordum.


"Hemen döneceğim."


Soya beni çok merak etmiş olmalıydı. Damian denen herifi düşündüğümde beni diskalifiye etmemiş olmasını ümit ederek başımı sert zemine bıraktım. Yorgundum, üşümüştüm ve fena halde acıkmıştım. Tek çare uyumaktı, uyursam ağrıyı hissetmezdim. Umarım ben uyuduğumda o herif gelene kadar yem olmazdım.


***


Omuzlarımdan sarsıldığımda göz kapaklarımı yavaşça araladım. Bir anda nerede olduğumu unuttuğum için ani bir refleksle adama yumruk attım. İşte şimdi derimden kendisine güzel bir kıyafet yapabilir.


"Yuh be kızım!" dedi inleyerek. "Elin ne kadar ağır senin? Neden dövdün şimdi beni?"


Gülecekken hızla kendime geldim. "Çok özür dilerim beyefendi." Beyefendi mi? "Sizi şey sandım. Tavşan!" Tavşan ne yahu? Dev gibi adamı benzetecek başka bir canlı kalmadı çünkü.


Bir insan bu kadar potu aynı anda kıramazdı. Ben kesinlikle bir ölüydüm artık. Öfkeden çehresinin kıpkırmızı olduğunu tahmin edebiliyordum. "Tavşan! Haklısın Ayı sanacak halin yoktu ya!"


"Bir şey sorabilir miyim?"


Oturdu ve bileğim için getirdiği merhemi elime doğru uzattı. Aldım ve soğuk merhemi bileğime sürmeye başladım. Masaj yaptıkça ağrı hafifliyordu.


"Sor!"


Yavaşça yutkundum. "Sen Kaptan Lucas'ın oğlusun değil mi?"


Bakışlarını yavaşça bana doğru kaldırdı. "Ben kimsenin oğlu değilim körpe ceylan. Neden sordun, birini mi arıyorsun?"


Onu tanımıyordum. Bu konuda bilgi vermem doğru muydu bilemiyordum. "Ha-hayır. Sadece buraya gelirken tanıştım. Oğlunun da buralarda olduğunu söylemişti."


Derin bir nefes aldı. "Uzan ve dinlen. Merak etme ben dışarıda olacağım." Sırtımı yere temas ettirdiğimde, "Rahat uyuyabilirsin gönül kuşu. Ben kapının önünde nöbette olacağım," diye fısıldadı.


Ona güvenmesemde göz kapaklarıma uzun süre direnemeyeceğimi biliyordum. İçimin geçtiğini hissettiğimde kendi kendine bir şeyler mırıldandığını işittim. "Geleceğini biliyordum körpe ceylan!"


Sözüyle afallasamda gözlerimi açmadım. Ne demek istemişti şimdi?


***


Yıldıza bas güzelim🙈


Keyif versin❤️

Loading...
0%