Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

 

 

Yeni bölüm sizlerle💕

 

 

***

 

Ay ışığı altındaki ağlamalarımızı güneşli bir günde gülüşerek unuturuz sevgilim. Yağmurdan sonra gelmedi mi o gökkuşağı?

 

🎶

 

"Sevgilim," diye mırıldandım. Saat sabahın sekizini gösteriyordu. Uyuyalı ne kadar olmuştu bilmiyordum. Yanan gözlerime bakacak olursak çokta olmamıştı. Gece elimden tutup deniz kenarına götürmüştü. Sabaha kadar dalgaların ayaklarımıza çarpışını seyredip durmuştuk.

 

Telefonuma bakındım ama göremedim. Belki de evde bırakmıştım. Babamla konuşursam dayanamaz giderdim. Onu bırakıp gitmek gelmiyordu içimden. Ne zaman göreve gideceği belli olmazdı. Ona doyamamıştım henüz.

 

Öyle derin uyuyordu ki beni duymuyordu bile. Kedi gibi kıvrıldım olduğum yerde. Bir yandan da sevdiğim adamı seyrediyordum. Hangi manzara daha güzeldi karar veremiyordum ve rüya olmasından korktuğum bir anın içindeydim.

 

Tatlı bir yorgunluğun ve özlemin huzurlu izlerini hissediyordum. Uyansın ve benimle ilgilensin istiyordum. "Peşrev!" Bana arkasını dönünce gözlerim irileşti. "Hödük," diye mırıldandım. "Gidiyorum ben Kıbrıs'a."

 

Yanından kalkacağım sırada bileğimden yakalayıp üzerine düşmeme sebep oldu. Dudaklarımdan dökülen çığlık uyku mahmuru gözlerinin kısılmasına yetmişti. Fena halde uykuya ihtiyacı olduğunu görünce utanç ve pişmanlıkla dudağımı ısırdım. "Uykuya ihtiyacın var," dedim. "Özür dilerim bebeğim."

 

"Bebeğim," dedi uykulu bir sesle. "Sana da ihtiyacım var."

 

***

 

Burnuma dolan muhteşem koku güzel ve derin uykumdan uyandırmıştı. Genişçe gülümserken kirpiklerimi keyifle kırpıştırdım. Eve döndükten sonra kendimi odaya atıp birkaç saat uyumuştum.

 

Dolaptan rastgele aldığım tişörtü öylece üzerime geçirirken heyecandan elim ayağıma dolanıyordu. Bu manzarayı kaçıramazdım. Hızla odadan çıktım ve mutfağa doğru ilerledim. Sessizce yaklaştım ve sırtımı kapıya yavaşça yasladım. Kalbim eriyerek izlediğim bu manzarayı ölümsüzleştirmek istedim.

 

Yaşadığı onca şeye rağmen hayata sıkıca tutunuşuna hayran olmamak elde değildi. Gençliğinin en güzel yıllarını ülkesi uğruna feda eden adamın omuzlarındaki yükü görebiliyordum. Bir de sevdasının yükü eklenmişti sırtına. Babama neden anlattığını soramamıştım henüz. Bu içimde gizemini hala koruyordu.

 

Baştan ayağa siyahlara bürünmüş ve beline beyaz mutfak önlüğü takmıştı. Ayağında Vera'nın pufuduk terliklerini görünce dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Önlük takıp mutfağa girecek halim yok ya. Hah daha neler!"

 

Böyle söylemişti değil mi? Hatırladıklarımla genişçe gülümserken anahtar sesi işittim. Çocuklar gelmiş olmalıydı. Kapının açılma sesini duyunca beni de fark etti. "Günaydın gönül kuşum," dedi gözleri içimde bir şey olmayan tişörtümde dolaşırken. Kaşları hafifçe çatıldı.

 

Soya ve Maksut içeri girerken bizi farkedince donup kaldılar. Soya anında kıkırdarken Maksut üzerimdeki tişörte baktı ve kaşlarını çattı. Yanlış anladığına emindim. Zira gözleri beni öldürecek gibiydi. Omuzları dikleşirken Peşrev'in üzerindeki önlüğü gördü. Baktı baktı ve hunharca kahkaha atmaya başladı. Bakışları önlük ve terlik arasında gidip geliyordu. Soya da Maksut'a katılınca kendimi daha fazla tutamadım.

 

Peşrev şaşkın bir ifade ile Maksut'a bakarken elindeki kepçeyi kafasına vurdu. "Ulan," dedi Maksut karnını tutarken. "Esip gürleyecekken güldürdün beni." Hemen arkalarından Vera, Damian ve Leo içeri girdi. Asena yoktu yanlarında. Utançtan olduğum yerde kalırken Maksut'un attığı şen kahkahası ortamı yumuşatmıştı.

 

Peşrev'i fark eden gülme krizine giriyordu. Onlar yediğimizi düşündükleri naneyi dile getirmeden odaya sıvışsam hiç fena olmayacaktı. "Kesin sesinizi!" diye gürlerken Maksut Peşrev'in yanağından makas aldı.

 

Soya'nın arkasından sıvışıyordum ki Maksut tişörtümün yakasına parmağını geçirip beni yakaladı. "Gel bakalım sen şöyle." Soya'ya bakıp başını iki yana salladı. "Sevgilim biz bu kız için balayımızı heba etmedik mi?"

 

Ne? 

 

Soya başını usul usul sallarken dudağını büktü. "Evet hayatım öyle ettik."

 

Yavaşça yutkundum. "Biz kederli kederli uyurken birileri bakın ne haltlar yemiş!"

 

Peşrev'in geldiğini haber vermediğim için bütün suç bendeydi. Bunda onun payı büyüktü tabii. Sesimi çıkaramamıştım. Akıl mı bırakmıştı ki bende? "Yok öyle bir şey," dedim kızaran yüzümü Peşrev'e çevirirken. Bana destek çıkması gerekiyordu değil mi? Peki alçak herif ne yapıyordu? Elini ensesine götürmüş havalı havalı gülümsüyordu.

 

Maksut ağzını açıp bir şey söyleyecekken Peşrev bir anda onu kendine çekip sımsıkı sarıldı. Onu susturmanın en iyi yolu sanırım buydu. "Kardeşim," dedi Peşrev sımsıkı sarılmaya devam ederken. Eliyle bana git işareti yapınca hızla odaya koştum. "Evlendin yine rahat yok senden!"

 

Kahkaha atarken odanın kapısını kapattım. Üzerime kendi kıyafetlerimi giydikten sonra yanlarına döndüm. Dördü Peşrev'in hazırladığı sofraya oturmuşken Soya bir şeyler hazırlamaya başlamıştı. Peşrev'in yüzünden düşen bin parçaydı. "Harika ya!" dedi Leo masadaki yiyeceklere bakarken. "Sende ne cevherler varmış amirim." Damian'ınla bakıp gülüştüler.

 

Peşrev, başını gerginlikle sallarken elinin üzerine elimi koydum. Gerçekten de çok güzel görünüyordu hazırladıkları. Baş başa kahvaltı planı suya düştüğü için masadakilere öldürecek gibi bakıyordu. "Bir gün şöyle bir sofra kurmadın bize!" diye isyan etti Maksut. "Hani hem annem hem babam olacaktın benim?"

 

Ne? Hepimiz kahkaha atarken Peşrev sinirle yükseldi. "Ne zaman dedim lan ben onu?" Gözümde canlandırınca istemsiz kaçtı kahkaham. Çok tatlılardı.

 

"Gelişimden iki yıl sonra filandı. Nereden bileyim lan? Söyledin işte." Küçük bir çocuk gibi dudağını büzüşü filmin kopuşu olmuştu.

 

Peşrev homurdanarak başını iki yana salladı. "Yeni evli değil misiniz siz? Ne işiniz var lan burada? Kurtuluş yok mu senden?"

 

"Cık," dedi Maksut Soya'ya bakıp göz kırparken. "Söz verdin oğlum bana yanımdan ayırmayacağım diye!"

 

Herkes yeniden kahkahalara boğulurken Peşrev sandalyesini itip elimden tuttu ve ayağa kaldırdı. "En kısa zamanda," dedi bana bakarken. "Başka bir ev alacağım." Maksut'a bakıp parmağını salladı. "1+1 hem de!"

 

Maksut tıkınırken cevap vermeyi ihmal etmemişti. "Banyoda yatarım yine gelirim oğlum. Benden kurtulamazsın." Ayağındaki terliği çıkarıp Maksut'a atarken kendi yaptığına homurdanmaya devam etti. Şapşal sevgilim benim. Kapıya doğru giderken aklına bir şey gelmişti ki bir anda durdu ve Damian'a döndü. "Asena nerede?"

 

Damian çayından bir yudum aldı. "Bizimleydi. Eve gelirken babasını görmek için gitmek istediğini söyleyince teşkilata gönderdik."

 

Başını salladı. "Aldırmaya birini gönder. Yalnız dönmesin. Bizim biraz işimiz var. Birkaç saate döneriz. Ova'yı Kıbrıs'a bırakacağım sonra."

 

Vera ve Soya merakla bana baktı. "Hemen gidiyor musun?" diye sordu Vera. "Daha hasret gideremedik ki."

 

Başımı üzgünüm anlamında eğdim. "Babamın durumunu biliyorsunuz. Birkaç gün için izin almaya çalışacağım. O zaman uzun uzun konuşuruz."

 

Maksut sandalyesini itti ve yanımıza geldi. Bakışları ciddiydi. "Amir aradı dün," dedi. "Sana ulaşamamış. Epey öfkeliydi. Yüzlerce kaçak mal çıkarılırken yakalanmış. Sınırlar şu sıra hareketli. Geneli yakalanmış ve bir çoğu Goşa'nın örgütüne aitmiş. Dikkatli olun."

 

"Birkaç güne kadar," dedi Peşrev. Gergin değildi. Aksine oldukça rahattı. "Annemi almak için gideceğiz. Daha da kuduracak. Sen şu sıra bir yerlere kaybolma. Bir arada kalın."

 

Dışarı çıktığımızda kapıdaki korumalar teşkilata ait arabalardan birinin anahtarını Peşrev'e fırlattı. Ona döndüm merakla. "Nereye gidiyoruz?"

 

Arabanın kapısını açarken ondan önce bindim yolcu koltuğuna. Arabayı çalıştırdı ve bana bakıp göz kırptı. "Anneanneme," dedi. "Dakikalardır başımın etini yiyor." Direksiyona vurdu hafifçe. "Mesaj yazmayı öğretmişler sen uyuduğundan beri bin tane filan yazdı her halde. Tek tek gönderiyor birde kelimeleri." Güldü. Bende güldüm. "Senin geldiğini ve geceyi benimle geçirdiğini öğrenmiş."

 

Maksut'un işi olmalıydı. Başımı iki yana salladım. Kırmızı ışık yanınca durdu ve bana baktı. "Fena halde işime geldi. Yoksa elimden çekeceği vardı."

 

"Ne oldu peki? Sağlığı iyi değil mi?" O geceden sonra onu görmek bana da iyi gelecekti. "Bana kırgın mı?"

 

Başını iki yana salladı. Eli elimin hemen üzerindeydi. "Aksine," dedi. "Nikahlanmamız gerektiğini düşünüyor." Derin bir nefes çekti. "Daha doğrusu emrediyor gönül kuşu."

 

Babamın rızası olmadan bir hata daha yapamazdım. Gizlice evlendiğimi öğrenirse kahrolurdu. "Peşrev ben..."

 

Çenemi okşadı usulca. "Sana söz yavrum." Ellerini saçlarından geçirdi. "Nasıl bozduysam öyle yapacağım gönül kuşum. Aylarca kapında yatmam gerekse bile. Babanın ne olursa olsun yumuşayacağına inanıyor." Ona inanıyordum. Lakin babamın inadı beni korkutuyordu. "Birbirinize yazıldınız siz deyip durdu. Rüyasında görmüş." Kahkaha attı. Merakla dinliyordum. "Evlenmişiz ve beş tane çocuğumuz olmuş."

 

Şaşkınlıktan dudaklarım bir karış açık kalmıştı. "Beş mi?" diye bağırdım istemsiz. Bu çok korkunçtu. "Ben mi doğurmuşum?" Aslında düşündükçe aşkla çoğalmamız olağanüstü bir şeymiş gibi geliyordu. Düşündükçe güzelleşmesi normal miydi? Hayır hayır hayır düşünmemeliyim.

 

Önüme döndüm. Bu çok zor bir karardı. Lakin dün geceden sonra bunu kolayca reddedemiyordum. "Bunu," dedim ellerimi sıkarken. "Üçümüzden başka kimse bilmeyecek Peşrev." Bu çok büyük bir sorumluluktu. Babam rızası ile evlenmemize izin vermeden nikahı duymamalıydı. "Söz mü?"

 

"Söz," dedi muzipçe. "Kartal sözü." Gülerek başımı yasladım. Kartal aşkı göz yaşartan cinstendi. "İki saate," dedi. "İşlemler bitmiş olur. Kuzenim nikah memuru gönül kuşu."

 

Şaşkınlıkla kaldırdım kaşlarımı. "Öyle mi? Bunu neden şimdi öğreniyorum ben?" Kayıp olduğu süre içinde bunlarla ilgilenmişti değil mi?

 

"Unutmuşum. Akıl mı kaldı bende Güney'in kızı?"

 

***

 

Elimde tuttuğum nikah cüzdanını kalbime bastırıp sırt çantama koydum. Yıldırım nikahı ile evlenmemizin üzerinden yaklaşık bir saat geçmişti. Aklıma gelince kocaman kahkaha attım bir kez daha. Elimdeki nüfus cüzdanına baktıkça ardı arkası kesilmiyordu kahkahalarımın. Gerçekten bunu yapmıştı!

 

"Gülme," dedi bozulmuş bir yüzle. "Bokunu çıkardın hatun."

 

"Özür dilerim," dedim hıçkırıklarımın arasından. Kendimi durduramıyordum. "Uyruğuna da Hanım Köylü yazdırsaydın ya!"

 

Gözlerimden yaşlar gelene dek gülmeme sebep olan şey Peşrev'in soyadını değiştirmesiydi. Sorun Soyadını değiştirmesinde değildi elbet. Sorun Soyadındaydı. "Peşrev Ovalı!" Evet, gerçekten bunu yapmıştı koca adam. "Aşkım," dedim nefes nefese. "Ovalı nedir ama? Maksut görmesin bunu." Yıllarca dilinden kurtulamazdı.

 

Ellerini cebine atıp keyifle gülümsedi. "Süper oldu yavrum. Vahşi aslanın değil miyim? Tescilledim işte fena mı oldu?" Dudağını ısırdı. "Sana o adamın soyadını veremezdim gönül kuşu. Bunu yapmakta geç bile kaldım."

 

Bunu hiç düşünmemiştim. Asılan yüzünü yeniden güldürmek istedim. "Bence," dedim başımı iki yana sallarken. "Tescillenen tek şey Hanım Köylülüğün oldu aslanım ama sen bilirsin."

 

Boynuma doğru uzanırken derin bir nefes aldı. "Benim evim de yerim de yurdum da ülkem de şehrim de köyüm de sensin güzelim. Hanım Köylüyüm bir itirazın mı var?"

 

Durdum ve kollarımı boynuna sardım. "Yok kocacağım," dedim. "Hiç olur mu?"

 

Ses tonum kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Hatun," dedi. "Yeni evlenenler ne yapar?"

 

Utanacak değildim. Arsızlığı ondan öğrenmiştik çok şükür. "Gidelim Peşrev Ovalı!" Bu kez ikimiz de kahkaha attık. "Ama bana yazık değil mi? Hiç acımadan harcadın beni."

 

Elimden tutup yürürken omuzlarının üzerinden gülerek baktı. "O niyeymiş?"

 

"Ova Hünerli Ovalı! İsme bak! İntihar sebebi ama. En garip soyada sahip oldum sayende."

 

Hemen önümüzde çalışan helikoptere bakarken uçuşan saçlarımı yüzümden çekmeye çalışıyordum. Peşrev elimi tuttu ve helikoptere doğru çekiştirdi. "Bence harika oldu hatun. Hiç mızmızlanma."

 

Yaklaştıkça ses ve esinti arttığı için sesimi ona ulaştıramıyordum. Nikah salonundan çıkar çıkmaz kendimizi teşkilatta bulmuştuk. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Helikoptere neden geldiğimizi bilmiyordum. "Peşrev," diye bağırdım elini sıkarken.

 

Sesimi güçlükle ulaştırıyordum. Yürümeye devam ederken omuzlarının üzerinden bana baktı. "Söyle yavrum!"

 

"Nereye gidiyoruz biz? Söylemeyecek misin?"

 

"Kampa," dedi. "Almam gereken şeyler var. Orada bırakamam."

 

Oraya gitmek ne kadar güvenliydi bilmiyordum. Oradan ayrıldığımızdan beri örgüte verilen zararın haddi hesabı yoktu. Teşkilattan uzakta kendimizi güvende hissetmiyordum. "Tamamen yandıysa?"

 

"Cık," dedi. "Tamamen yandığını sanmıyorum. En azından doğu kanadı sağlam olmalı." Helikoptere çıktı ve elimden kavrayıp içeri çekti. "Umarım."

 

Etrafıma bakındım ama kimseyi göremedim. Şaşkın bakışlarımı ona çevirirken pilot koltuğuna oturduğunu ve kulaklık taktığını gördüm. "Bir dakika?" dedim. "Bu şeyi sen mi uçuracaksın?"

 

Emniyet kemerini takarken genişçe gülümsedi. "Benden daha iyi bir pilot bulamazsın gönül kuşum." Elini bana doğru uzattı.

 

Heyecandan ve korkudan gözlerim iri iri olmuştu. Tereddüt etmeden yanına oturdum. Ona güvenim sonsuzdu lakin ilk kez deneyimleyeceğim için heyecanlıydım. "Korkma," dedi bir yerlere dokunurken. Yavaş yavaş yerden havalandığımızı hissedince helikopteri çalıştırdığını anlamam zor olmadı. "Askeri eğitmen senin kocan yavrum," dedi. "Eğitim uçuşlarında çok kullandım bunu." Güneş gözlüğünü takıp muzipçe gülümsedi.

 

Kulaklığı takarken kaşlarımı çattım. Bir anda hızlanınca dudaklarımdan ufak bir çığlık yükseldi. "Peşrev," diye bağırdım. "Korkuyorum!"

 

***

 

Korku yerini tarifsiz bir heyecana bırakırken binaları geçip İstanbuldan artık uzaklaşmıştık. Altımızdaki uçsuz bucaksız yeşilliğe bakarken buraya ilk geldiğim zamanı hatırlamıştım gayriihtiyari. En büyük pişmanlığım şimdi en büyük iyikimdi. Peşrev benim yağmurdan sonra çıkan gökkuşağımdı.

 

Yaşadığım şeyler gözlerimin önünden film şeridi gibi akıp giderken gözlerimi doldurmuştu. Bazen taşlı bir yolda yürümenin büyük bir ceza olduğunu düşünürsünüz. Bilmezsiniz ki o taşlı yol sizi çiçek bahçesine de götürebilir. O zamanlar bunu ben de bilmiyordum.

 

Yavaş yavaş alçaldığımızı hissedince dakikalardır tuttuğum nefesimi bıraktım. Unutamayacağım bir deneyim daha yaşatmıştı bana. Tamamen durduğumuzda kulaklığını çıkardı ve elimden tutup hızla kendine çekti. Nefesi yüzüme çarparken parmakları kulağımı örten saçlarımda takılı kaldı. "Şuraya bak," dedi gözleri muzipçe gözlerimi talan ederken. Ağaçların ortasında kalan kocaman bir boşluğun içindeydik. "Şimdi seninle burada balayımızı yapabiliriz..."

 

Elimi ağzına sertçe vurunca kahkaha attı. Aslında hiçte fena bir fikir değildi. Ne düşündüğümü anlamışçasına gülmeye devam etti. Bu ağaçların arasında onunla birkaç gün geçirmek için neler vermezdim. "Hoşuna gitti," dedi çıkışa doğru yürürken. "İtiraf et yavrum bunu istiyorsun."

 

Ağaçların arasında ağır ağır ilerlerken sessizdim. İçimde anlamsız bir sıkıntı vardı. Bu nikahın stresi olmalıydı. Kötü şeyler getirmek istemiyordum aklıma. Bugün bizim en mutlu günümüzde neticede. Hava bozmuştu bir anda. Hafiften çiseleyen yağmur saçlarımı nemlendirmişti. Elimden tutup hızını artırdığında ağaçların arasından sıyrıldık.

 

Yarısı yanmış bina gözlerimizin önünde dururken binlerce an film şeridi gibi akmaya başlamıştı. Kalbimi sızlatan Orion olmuştu. İçeriye doğru yürürken elini sıktım. "Orion," dedim. "Ailesine ne söylediniz?"

 

Bu cevabını deli gibi merak edip bir türlü soramadığım bir soruydu. "Annesi ve babası on yıl önce ölmüş. Halasına ulaştık. Kaza geçirdiğini sanıyor Ova."

 

Dişlerimi sıktım. Hiçbir pişmanlık geçmişi değiştiremiyordu. Hiçbir öfke onu geri getiremezdi. Taş tünele doğru yürüdük. Tamamen yıkılmıştı. Taş ev sağlamdı. Girişinde asılı perde rüzgarda havalanıyordu. Gözlerim dolmuştu burayı görünce. Yatağın kenarından sarkan örtüyü kaldırınca ahşap bir kapak çıktı karşımıza.

 

Kapağı açtı ve içinden beyaz bir ayakkabı kutusu çıkardı. "Kurtarabildiğim tüm çocukluğum burada gönül kuşum," dedi. "Çocukluğumun en güzel anları bunlar."

 

Kutunun kapağını açarken yanına çöktüm. İçinde bir sürü minik araba, kartpostal, zarflar ve fotoğraflar vardı. Hepsini tek tek çıkartırken alttan bir emzik göründü. Güldüm. "Bu senin mi?"

 

Gülerken başını iki yana salladı. "Senin," dedi. "Annem vermişti. Onun anı kutusunda bulmuştum. Çok uzaktaki yeğeninin emziği olduğunu söylemişti. Senin olduğunu bilseydim müzeye kapatırdım."

 

Burukça gülümsedim. Pare beni sevmişti. Benim teyzemdi. Hiç bilmediğim görmediğim göremeyeceğim teyzem... Fotoğraflara tek tek baktım. Peşrev'in her anını çekmişti Pare. Doğum günü, ilk adımı, bütün özel günleri hatta sünnet düğünü bile. Akan gözlerimi sildim. Pare Peşrev'i bir anne gibi basmıştı bağrına.

 

Pare'nin yalnız olduğu bir resmi dudaklarına götürdü. "Canım," dedi fotoğrafın olmayan kokusunu içine çekerken. Yüreğim titredi onunla birlikte. Özlemi bu ormandan bile büyüktü. "Umarım huzur içindesindir."

 

İntikamını alamadığı her an sırtında kambur oluşturuyordu. Bunu görmek canımı çok yakıyordu. Onu kaybetmekten delicesine korkuyordum. Sımsıkı sarılmaktan başka bir şey gelmedi elimden. Kutuda başka bir resim daha vardı. Bu resmi hatırlamıştım. İlk geldiğim zamanlar Peşrev'in yatağının altındaydı. Öz annesi ve Kaptan Lucas'ın olduğu resimdi. Öz annesi çok güzeldi. Işıl ışıl parıldayan gözleri şimdi kim bilir nasıl kararmıştı?

 

"Adı," dedi. "Firuze."

 

"Çok güzelmiş," diye mırıldandım. "Gülüşünüz aynı."

 

Bana döndü birden. Gözleri ışıldamıştı. "Gerçekten mi?"

 

Yüzünü avuçlarıma aldım. O kalbi hala çocuk kalmış bir adamdı. "Seni seviyorum," dedim. "Peşrev seni çok seviyorum."

 

Sakallarını yüzüme sürterken yanağındaki ıslaklık yanağıma bulaşmıştı. Eli ensemin üzerine kapandı ve dudaklarımızı yıllardır bu anı bekliyormuşçasına br özlemle kavuşturdu. Saniyeler içinde kucağında ne varsa yerlere saçılmış ve yerini bedenim almıştı. Dilini dudaklarımın içinde hissetmek bedenime yabancı olan o hissi yaymıştı. "Ova," dedi dudaklarımın arasına doğru. "Sabrım tükendi gidelim."

 

Saçlarım yüzünü tamamen örtmüştü. "Gidelim koca adam," diye fısıldadım. "Beni kucağına al ve helikoptere kadar taşı."

 

Yerdeki kutuyu doldurdu ve eline aldı. Boştaki eli ile ayaklarımı yerden kesti.

"Helikopter helikopter olalı böyle bir eziyet çekmedi." İçinden kahkaha atmak geçsede durdurdum. Zira tutku dolu bakışları yüzünden nutkum tutulmuştu.

 

O uslanmaz bir aşıktı. Kalbimi aşkıyla doldurmuş koca budala bir aşık...

 

***

 

Helikopterin önüne geldiğimizde binmeme yardım etti. Hiç beklemeden üzerimdeki montu çıkardı. Saçımdaki tokayı çıkardım ve onun bileğine taktım.

 

Dudakları dudaklarıma yavaşça yaklaştı. Öpüp geri çekilirken kalçamdan kavrayıp kucağına aldı ve arkadaki boşluğa geçip yere oturdu. Tişörtümü ağır ağır çıkardım ve geriye doğru savurdum.

 

Kalçamın altında hissettiğim baskı ile dudağımı ısırdım. Onu çoktan uyandırmıştım değil mi? Kıkırdadım. Eğildim ve dudağını ısırarak bana yaptığı gibi çekiştirdim. "Off," diye inledi. "Bu nasıl bir eziyettir hatun?"

 

Gömleğinin düğmelerini açmaya çalışırken dudakları dudaklarımı tüy gibi öpüp geri çekiliyordu. Bacaklarım titriyordu heyecandan. Bayılabilirdim. Parmakları titrediği için gömleğinin düğmelerini açamıyordu. "Açılmıyor ula bu gömlek!"

 

Güldüm. Karadeniz frekansı karıştı yine aslanıma. "Ben nasıl açılacağını biliyorum."

 

🔥🔥🔥🔥Burada birazçık yetişkin içerik olabilir😬 17 yaş ve altı yavaşça aşağıya kaydır. Hadi anacığım❤️🤪

 

İç çamaşırımın kancasını yavaşça açtım ve omuzlarımdan yavaşça düşürdüm. Bedenimde takılı kalan bakışları kocamandı.. "Böyle ölmem," dedi nefes nefese. "Füze at yavrum füze!"

 

Gömleğinin kopan düğmeleri sağa sola fırlarken ona doğru atıldım ve atletini çıkarmasına yardım ettim. "Nasıl çıkacağını biliyorum demiştim." Bu ses tonu bana ait değildi.

 

Gözleri gözlerimde kenetlendi bir süre. Pantolonunu bir köşeye fırlatıp atarken pekte sevecen bakmıyordu artık. Belimden kavradı ve bedenimi kendine bastırdı. Çıplak tenine temas eden göğüs uçlarım gözlerini kapamasına sebep omuştu. "Yavrum," dedi huşu ile çıkan sesi. "Bu geceyi unutmayacaksın." Göğüslerime uzananan dudakları yüzünden dudaklarımı ısırdım. "Unutturmayacağım."

 

Aksi mümkün değildi. Kalçalarımdan kavrayıp yavaşça yer değiştirirken kalbim tekledi. Alnında biriken terler ne kadar zorda olduğunun kanıtıydı. Onun olmak için sabırsızlansamda utançtan ölmek üzereydim.

 

Dudakları göğüslerime kapanmadan önce, "Vahşi aslanla körpe bir ceylan çiftleşebiliyor mu göreceğiz!" dedi.

 

"Peşrev!" diye mırıldandım. Hayranlıkla bakışı yanaklarımın kızarmasına yetiyordu.

 

"Söyle," dedi dudağını göğsümde kaydırırken.

 

"Neyi?" diye sordum başımı kaldırırken.

 

"Beni istediğini," dedi kısık bir sesle. "Beni istediğini söyle."

 

Dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Seni," dedim arzulu bir sesle. "İstiyorum."

 

Nefesini giderek tenimde daha da yoğun hissederken hissetmeyi beklemediğim dilinin sıcaklığıydı. "Kokun," dedi. "Kokunu aldım!"

 

"Bu," dedim nefes nefese. "Çok fena!"

 

"Sabaha kadar," dedi dudaklarını tenimden çekmeden. "Adımı sayıklayacaksın böyle."

 

Bir elim kolunu sıkarken diğer elim saçlarına asıldı. Onu istemsiz daha da kendime bastırırken homurdandığını işittim. Göbeğime doğru ilerlerken tenimde bıraktığı sızı varlığını daha da yoğun hissettiriyordu artık. "Bu saatten sonra," dedi. "Maksut bile gelse duramam."

 

Bana eziyet ediyordu. Eziyet eden ben olmalıydım oysaki. Gözlerimi sımsıkı kapatırken tenini tenimde hissettim."İyi misin?" Eli yüzümdeydi. Nefes alamıyordum. Sakinleşmemi bekledi. "Bana iyi olduğunu söyle çünkü sabaha kadar," dedi. "Tenim teninde soluklanacak."

 

"Üç saat sonra gideceğiz," dedim. "Bir sonraki için beklemen gerekecek."

 

"Cık," dedi. "Sabaha kadar benimsin."

 

"Bugün, yarın ve sonsuza dek seninim," dedim ellerimi göğüslerinden karın boşluğuna doğru yavaşça kaydırırken. "Kalbim ellerinde esir sevgilim."

 

Yüzünü kaldırıp gözlerimin içine uzunca bakarken dudakları aralandı. Her sözüne düşüyordum her sözüne esirdi kalbim. "Gönül kuşum. Gözlerine ömrümü feda ettiğim yarenim. Hatunum, sevgilim, canımın içi, güzel karım."

 

"Bak sen," dedim keyiften dört köşe olurken. "Neler de bilirmiş benim vahşi aslanım."

 

Beklemediğim anda yeniden içimde hissederken tenini dudaklarımdan ufak bir çığlık koptu. "Vahşisin gerçekten," dedim. "Eğitemem ben seni."

 

"İşin bu değil mi?" diye fısıldadı boynuma doğru nefes nefese. "Eğitmen değil misin yavrum?"

 

Onun yüzünden bir işim kalmamıştı ve üzgün olduğunu sanmıyordum. "Geç dalganı bakalım sen. Elbet bir iş bulurum kendime."

 

Başını kaldırdı. Kıpkırmızı bir yüzle ne kadar tatlı göründüğünün farkında mıydı? "Ne gerek var kızım," dedi. "Zenginim ben. Çok param var benim." Ne kadar kazanmış olabilirdi ki? Elleri göğsümü sertçe sıktı.

 

"Bak sen," dedim ellerimi saçlarına daldırırken. "Banka hesabını ele geçirmeliyim."

 

Kendini bir kez daha iterken, "Her şeyim senin," dedi. "Malım, mülküm, param pulum hatta canım bile..."

 

Ellerim yoğun zevkten gayriihtiyari kalçalarına gidince tırnaklarımı tenine geçirdim. "Peşrev," diye fısıldadım. Nefesini yoğun bir şekilde yüzüme bırakırken benimkinin de ondan bir farkı yoktu. "Aslanım. Benim vahşi aslanım..."

 

İtiraz etmek istedim lakin bir olurken kuruyan dudaklarımdan dökülmedi o sözcükler. Yükseldiğim yerden düşmemek için kollarımı beline sardım. Kavuşmanın heyecanı ile çıkan sık soluklarımız birbirine çarparken terli bedenlerimiz daha da kenetlenmişti.

 

"Seni ilk gördüğümde biliyordum," diye fısıldadı. "Benimdin. Hep benim oldun. Dün böyleydi bugün de böyle yarın da değişmeyecek." Göğsümü avuçlarına hapsetti. "Aklımı kaybediyorum severken seni." Kendimi bir anda kucağında bulurken kollarımı boynuna sardım.

 

Saçlarımı çekmeye devam etti. Başımı geriye doğru attım. Dudaklarımız birbirine çarpıyordu her yükselişimde. "On kalbim olsa yetmeyecek seni sevmeye," dedim saçlarını çekerken. "Yüz olsa bin olsa az gelecek." Terli alnından öptüm. Gözlerinden, yanaklarından. Doya doya öptüm hasretimi çıkartarak.

 

"Aşkım," dedi yüzümü ellerinin arasına alırken. "Varlığın çok tehlikeli kalbimde canımın içi."

 

Gülümsedim. "Bebeğim," dedim. "Sana çok aşığım." Son kez yükselirken sırt üstü yattı ve beni de üzerine düşürdü. Bir süre nefes alışverişlerimizin düzene girmesini bekledik. Alnımdan öptü ve kollarını bedenime sımsıkı sardı. "Dinlenmen için," diye fısıldadı. "Yarım saat veriyorum."

 

🔥🔥Sahne sonu!🔥🔥

 

Elimi yanağına koydum. "O söylediğin şarkıyı bir kez daha dinlemek istiyorum." Göğsüne sokuldum. Terli göğsüne... Benim dünyam buradan ibaretti.

 

Güldü. Başımı göğsüne yaslarken sesinin huzuruna bıraktım ruhumu. "Gün yoktur seni düşünmediğim hançer gibi göğsüme sokmadığım gün yoktur tetik çekip kafama seni mermi gibi sıkmadığım."

 

Usulca sızdı tenime bir kez daha. "Her istediğimde bana bunu söyler misin?"

 

Alnımı uzunca öpüp sımsıkı sarıldı. "Yalnızca senin gözlerin bana türkü söylettirebilirdi Güney'in kızı."

 

***

 

Kirpiklerimi keyifle kırpıştırırken kocaman esnedim. Kara bulutlar dağılmış ve gökyüzü kızıla boyanmıştı. İlk uçakla Kıbrıs'a dönmem gerekiyordu artık. "Peşrev Ovalı," dedim kıkırdayarak. "Dönelim mi artık?"

 

Helikopterde birlikte olduktan sonra Akdeniz'e gelmiştik. Kısa bir duş aldıktan sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Hayatım boyunca unutamayacağım bir gezi olmuştu. Ona minnettardım. "Gitmesen," dedi. Sımsıkı sarıldı. Kıyafetlerimi giymek için kalkmaya çalışıyordum. "Nasıl kalacağım sensiz?"

 

Cevabını bilmediğim sorular sorduğunun farkında mıydı? "Her fırsatta," dedi. "Yanında olacağım." Avuç içimi koklayarak öptü. "Her sabah yanımda uyanman için elimden ne gelirse fazlasını yaparım gönül kuşum."

 

Biliyordum. Kazağını başından geçirdim ve yanağından öptüm. "Biliyorum sevgilim. Çünkü ben de öyle yapacağım."

 

Hızlıca giyindikten sonra yerlerimize yerleşmiştik. Peşrev helikopteri uçuşa geçirirken derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Büyük bir koyun tepesindeydik. Oldukça yüksekte oluşumuz korkmama sebep olsada onun tecrübesine olan güvenim stresimi azaltıyordu.

 

Havalanmıştık. Birkaç dakika uçtuktan sonra helikopterden tuhaf sesler gelmeye başlayınca omuzları dikleşti. Önündeki ekrana öfkeyle baktı. Kaşları çatılırken küfretti. "Bu da ne şimdi lan?"

 

"Ne?" Omuzları kasılmıştı. "Peşrev ne oldu?" Sorun vardı.

 

"Yakıtın full olduğuna eminim," dedi. "Şimdi boş gösteriyor."

 

"Düşecek mi?" diye sordum panikle.

 

"Hayır," dedi. "Otomatik Rotasyonu devreye sokacağım."

 

Alçalmaya başladığımızı hissediyordum. Sarsılmaya başladığı için yerimden kıpırdandım. "Ulan," dedi. "Motor arızası veriyor şimdi de."

Elini sertçe vurdu. "Ova," dedi kemerimi hızla çözerken. "Yavaş indiremeyebilirim. Bunu göze alamam."

 

Tepemizde duran paraşütü aldı ve beni kaldırdı. Ayakta güçlükle duruyordum. "Giy şunu."

 

"Sen," dedim ellerim titrerken. "Yalnız yapamam." Kalbim haddinden fazla atıyordu.

 

"Başka yok! Motora ve yakıta bunu kim yaptıysa yedek paraşütü yok etmiş olmalı."

 

Yavaşça savrulmaya devam ediyorduk. Karşımızda duran dağlara korkuyla baktım. "Ya çakılırsan," dedim. "Ya sana bir şey olursa? Olmaz inmeyeceğim."

 

Bir yerlere bastı ve helikopterin oldukça yavaşlamasını sağladı. "Bir süre idare eder," dedi. "Alçalmaya başladı zaten."

 

Dağlara az bir mesafe kalmıştı. "Hayır," dedim. "Atlamayacağım. Sensiz yapamam."

 

Kapısını açtı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. İçeriye giren soğuk hava titrememi artırmıştı. "Seni bulurum," dedi. "İndiğin yerde bekle beni."

 

"Hayır!"

 

Dudaklarımı öptü ve karnımdan ittirip boşluğa düşmeme sebep oldu. Ellerim kollarına tutunmaya çalışırken parmağı avuçlarımdan kayarak uzaklaştı. Çığlığım dağlara çarparak yankı yaparken helikopterden dumanlar çıktığını gördüm. "Peşrev!"

 

"Seni seviyorum Güney'in kızı!"

 

Hızla düşerken kolu çektim defalarca. "Kahretsin!"

 

Paraşüt açılmıyordu. Ağaçlara giderek yaklaşırken tüm gücümle çığlık attım. Kulağımı dolduran helikopterin dağlara çarpan sesiydi. "Hayır!" Defalarca çektim ama paraşüt açılmamakta ısrarcıydı. Gözlerimi kapadım. Düşecektim. Bunu engelleyemiyordum.

 

Ağaç dalları kollarımı jilet gibi keserken gözlerimi kapadım. "Yardım et," diye bağırdım. "Allah'ım bana yardım et!"

 

Bugün bizim en mutlu günümüzdü. Bugün bizim aile olduğumuz gündü. Bugün bizim bir kez daha ayrı ayrı yerlere savrulduğumuz gündü...

 

***

 

Yıldıza basmayı unutmayın canlar💕

 

Buraya hanım köylüleri etikeliyoruz👀😋

 

Yeni bölümde görüşmek üzere🙈

Adım adım finale doğru yaklaştığımızı da belirtmek istiyorum❤️

Loading...
0%