Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

 

 

Yeni bölüm sizlerle💕

Keyif versin🙈

Bölüm sonu yorumlarınızı bekliyor olacağım❤️

 

***

 

Canımın acısı kalp acımın yanında devede kulak kalıyordu. Yine de biliyordum. Bizim için güneş bir kez daha doğacaktı. Bizim hikayemiz yarım kalmayacaktı. Böyle dua etmekten başka şansım yoktu.

 

Yüksekteydim hem de çok yüksekte... Yine de bu hızla yere çakılmadığım için kendimi şanslı hissediyordum. Oldukça yüksek bir ağacın en tepesindeki dalında asılı kalmıştım. Canım çok yanıyordu. Bu azımsanamayacak bir acıydı.

 

Kollarımda ve bacaklarımda derin kesiler vardı. Sızısı dayanılamayacak boyutlara ulaşıyordu geçen her saniyede. Kendimi tam karşımda duran dala atmayı başarabilirsem bir şekilde aşağıya inebilirdim. Bunun için sırtımdaki paraşütü takılı kaldığım daldan kurtarmam gerekiyordu. Dakikalarca uğraşmalarımın sonucu başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Hava tamamen karardığında ormanın içine yayılan sesler vahşi hayvanlara aitti.

 

Korkuyla altımdaki dallara baktım.

Bunu yapmaktan başka şansım yoktu. Sabaha kadar bu şekilde kalamazdım.

Üzerimdeki kazağın eteklerini tuttum. Eğer altımdaki dallardan birine tutunmayı başarabilirsem ağır yara almadan buradan kurtulabilirdim. "Allah'ım bana yardım et."

 

Gözlerimi sımsıkı kapadım. Kollarımı güçlükle kaldırdım. Kuruyan dudaklarımdan çıkan çığlık ağaçlardaki kuşların havalanmasına sebep olurken hıçkırıklarımı artırmıştı beraberinde. "Ahh!"

 

Kazağı güçlükle çıkardığımda boşluğa doğru hızla çekildim. Tutunmaya çalıştığım dallar kanın ıslaklığı ile elimin altından kayınca kendimi sert bir şekilde sırt üstü yerde buldum. Daha büyük çığlık ormanda yankılanırken hala nefes alıyor olduğumu hissedince derin bir nefes aldım.

 

Aklım ondaydı. Kalbim cayır cayır yanarken dilimden onun ismi döküldü. "Peşrev," diye inledim. "Sakın bırakma beni." Onsuz ne yapardım bilmiyordum. "Öldüyse benim de al canımı yarabbim." Başka türlüsüne dayanamazdım. O benim hayata tutunduğum en sağlam dalımdı. O benim elim kolum kanadımdı. Onsuz uçamazdım.

 

Ben onun gönlünün yaralı kuşuydum. Ondan başka diyarım yoktu göç edeceğim. Gözlerimin önü kararırken yüreğimde dayanılmaz bir korku kendini hissettirmeye başlamıştı. Ölüm korkusu. Onsuz devam etmenin korkusu... Kaç saat geçmişti bilmiyordum. Olduğum yerde kıpırtısızca beklemekten başka bir şey yapamadan ölümü beklemek sınavların en büyüğünü yaşatmıştı. Yaşama dair umutlarım yavaş yavaş tükenirken bana doğru gelen adım sesine doğru dönmeye çalıştım.

 

Gözlerim kararırken kocaman bir boşluğa çekildim. Bedenimdeki acıları son kez hissettim. Kalbimde ölen sözcükler dudaklarımın arasında can buldu. "Şayet öldüysen sevgilim ben de peşinden geleceğim..."

 

 

***

 

Tahminen dört gündür filan yatıyordum. Kendime geldiğimde tanımadığım bir köy evinde olduğumu görmüştüm. Beni kim kurtarmıştı, bizim çocuklara kim haber vermişti bilmiyordum. Tek hatırladığım gözlerim kararmadan önce gördüğüm siyah askeri botlardı.

 

Ben iyiydim. Ölmemiştim, kurtulmuştum lakin Peşrev'den bir haber yoktu hala. Teşkilat ve jandarma ormanda arama başlatmış lakin bir sonuca ulaşamayınca aramayı bırakmışlardı. Civar köyler aranmış ve hastanelere tek tek bakılmıştı.

 

Böyle söylemişti Maksut. Eğer bana doğruları söylüyorsa öldüğüne dair de bir ipucu yoktu. Ağrılarım daha da azalmıştı bugün. Daha az canım yanıyordu. Bedenimdeki acı geçmişti lakin kalbimdeki gün geçtikçe büyüyordu. Annem ve babam kafamı dinlemek için amcamın yanına gittiğimi zannediyorlardı. Peşrev yüzünden başıma gelen kazayı öğrenselerdi bu kez babamı kalp krizi bile durduramazdı.

 

Elim kolum bağlı ondan gelecek en ufak bir habere açtım. Yattığım odanın kapısı açılırken gözlerimi hızla araladım. Gelen Soya'ydı. Elinde üzerinde çorba olan bir tepsi vardı. Günlerdir ısrarla bir şeyler yemem için uğraşıyordu lakin benim içim hiçbir şey almıyordu. Göz altı torbaları uykusuzluğunun en büyük kanıtıydı.

 

"Ova," dedi tepsiyi yanımdaki masaya bırakırken. "Aç kalarak Peşrev'e bir faydan olmuyor biliyorsun değil mi?"

 

Gözümden akan yaşı umursamadan ona döndüm. Benim yüzümden onlar da günlerdir perişandı. "Biliyorum," dedim. "Ama aksi gelmiyor içimden."

 

Yanıma oturdu ve elimi ellerinin arasına aldı. "Biliyorum," dedi. "Ne söylersem söyleyeyim acını dindirmeyecek. Tek bildiğim güçlü olman gerektiği."

 

"Tek bildiğim," dedim acıyan ayağımı umursamadan kalkarken. "Burada hiçbir şey yapmadan beklememem gerektiği." Aklımdaki tek şey o ormanı günlerce sürse de didik didik aramaktı.

 

Bana engel olmak için hızla ayağa kalktı. "Ova yapma!"

 

Ayakkabımı telaşla giydikten sonra kapıya doğru atılacağım sırada kapı hızla açıldı. Gelen Maksut'tu, çatık kaşlarla önümde durdu. Bana öfkeyle bakarken başını iki yana salladı. "Nereye?"

 

"Peşrev'e," dedim yanından geçmeye çalışırken. "Burada nefes alamıyorum." Sesim titremişti. Günden güne öldüğümü görmüyorlar mıydı?

 

Yavaşça uzandı ve bileğimden tuttu. "Biliyorum," dedi. Gözleri kızarıktı. "Çünkü bende günlerdir boğuluyorum kardeşim." Usul usul bileğimi okşarken bedenimi yavaşça göğsüne çekti. "Ama saldırıdan sonra seni bu evden çıkarmamak kardeşime boynumun borcu Ova."

 

"Daha büyük bir arama başlat o zaman," dedim. "Maksut siz yeterli gelmiyorsunuz. Bulamadın kardeşini." Göğsüne hızla vurdum.

 

"Ova," dedi kısık bir sesle. "Goşa'nın eline düştüğünü düşünüyoruz. Bu onu bulamayışımızı açıklıyor." Elini ensesine götürdü. "Seni de mi kaybedeyim? Size bu saldırıyı yapan kim sanıyorsun?"

 

"Ya biri bulduysa, ya oradaki köylerden birindeyse?" Kapıya doğru yürüdüm. Omuzlarımın üzerinden onlara baktım. "Yanımda olup bana destek olmayacaksanız engel de olmayın."

 

Başını iki yana salladı. "Kocaman bölge orası," dedi. "Çocuk oyuncağı mı bu?" Umurumda değildi. Belki de kıyıda köşede yaralı bizi bekliyordu. Ekip aramayı bıraksa bile ben bırakmayacaktım. "Bir gün," dedi. "Bir gün daha ver bana."

 

Soya'ya döndüm. Korkuyla bakıyordu gözleri. "Pekala," dedim. "Bir gün daha. Ama bugün de bulamazsan burada bir dakika bile tutamazsın beni Maksut."

 

***

 

Dört gün önce...

 

Genç adam, onu izleyen adamları ile düşen helikopterin enkazına ulaşmak için adımlarını hızlı hızlı atıyordu. Yüreğindeki korku ona bir şey olmasından kaynaklıydı. Avuçlarını sıkıp tırnaklarının tenine batmasına izin verdi.

 

Canı yanıyordu. Canı en çokta onları vaktinde uyaramamış olmasından kaynaklanıyordu. Yanındaki adamlara bir şey belli etmeden yürümeye devam etti. Teşkilat fark etmeden onu oradan alıp kaybolmalıydı. Emniyet güçlerinin eline düşmesi demek kardeşinin ömür boyu hayatının tehlikede olması demekti.

 

O goşaydı ve şu sıralar aranan en çok isim onunkiydi. Dayısından alacağı intikam varken yakalanması söz konusu bile değildi. Paramparça olan helikoptere bakınca kalbi sıkıştı. "Şimdi değil," diye mırıldandı kendi kendine. "Şimdi değil kardeşim. Daha değil..." Yıllarca dayısının habis düşünceleri yüzünden kardeşleri ve annesi ile arasına uçurumlar dağlar koymuştu. "Bana ağabeylik yapmadan ölemezsin."

 

Adamlar, helikopterin enkazına doğru ilerlerken birkaç adım geride bekliyordu Farhan. Kardeşinin ona sağ salim gelmesi için ilk kez dua ediyordu. Adamların elli boş döndüğünü gördüğünde yavaşça yutkundu. Yutkunduğu diken misali kesmişti boğazını.

 

"Neredesin kardeşim?"

 

"Elimden kaçtı," dedi dayısının hemen arkasından gelen sesi. "Ama bulmam an meselesi. Civardaki bütün köylere adamlarımı sızdırdım."

 

Farhan, dişlerini sıktı dayısının sözlerine karşın. Ondan önce kardeşini bulması için gizlice adamlarını görevlendirmişti. "Öyle mi?" Sesi titremişti.

 

Dayısı gözlerini kısarak bakıyordu. "Sen neden buradasın yeğenim?"

 

Bakışlarını kaçırdı Farhan. Annesi ve Zeliş elini kolunu bağlıyordu. Zira belindeki silahın şarjörünü yüzüne boşaltması an meselesiydi. Bunun için kendini zor tutuyordu.

 

"İzini kaybettiğinden haberim vardı. Sadece ne kadar hasar aldığına bakmak istedim."

 

Sıraç, başını usul usul salladıktan sonra yeğenine dikkatle baktı. Farkındaydı. Yeğeninin kalbinin yumuşadığını biliyordu.

 

***

 

Canım yanıyordu. Nereye bakmam gerektiğini onu nerede aramam gerektiğini bilmiyordum. Kayboluşunun üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti.

 

Sabah telefonuma gelen mesaj yüzünden yollara düşmüş bir başıma Kaza yaptığımız civarlardaki bir kampa gidiyordum. İki gündür yoldaydım ve yanımda telefonum bile yoktu. Evden nasıl çıktığımı bile bilmiyordum. Gelen Mesaj Goşa'ya aitti. Mesajda Peşrev'in elinde olduğunu yazmıştı. Tek gelmem gerektiğini özellikle vurguladığı için sabah ezanı ile birlikte evden gizlice çıkmıştım.

 

Başka çarem yoktu. Tuzağa da gidiyor olabilirdim lakin bu umurumda bile olmamıştı çıkarken. Arabayı saatler sonra ormana en yakın yolun kenarında durdurdum. Buradan sonrasını yayan devam etmem gerekiyordu. Sırt çantamı taktıktan sonra vakit kaybetmeden ağaçların arasına usulca daldım.

 

Sırtımı irice bir ağaca yaslayıp alnımdaki terleri sildim. Hava soğuk olmasına karşın bedenim cayır cayır yanıyordu. Sanırım ateşim çıkmıştı. Pantolonumu sıyırdım ve kan sızan bandajı yavaşça açtım. Gördüğüm manzara pekte iç açıcı değildi. Dikişler açılmıştı ve iki gündür pansumanı değiştirmediğim için enfeksiyon kapmıştı. "Bir bu eksikti!"

 

Bandajı kapatıp ayağa kalktım. Güçlükle üzerine basarak yürümeye devam ettim. Geçtiğim köydeki adamların tarifine göre on beş dakikalık yolum kalmıştı kamp alanına. Bu adamın kampta ne işi vardı?

 

Yarım saat sonra kendimi büyük bir bağın girişinde buldum. Kampa yakın bir köy olduğunu söylemişlerdi, yaklaşmış olmalıydım. Bağın içindeki üzümler açlığımı fark etmemi sağlayınca bir salkım koparıp büyük bir ağaç gölgesine geçtim. Sırtımı yaslayacağım sırada yanıma düşen taş irkilmeme sebep oldu.

 

Ayağa kalkıp etrafa dikkatle bakındım. "Kim var orada?" Ayak sesleri işittim. Birden fazla kişiye aitti. "Silahlıyım!"

 

Tam tepemden gülme sesi işittim. Canlanan hatıralarım kalbime büyük bir sancı bahşederken başımı kaldıramadan ağzıma bir el kapandı. "Ciddiymişsin güzelim," dedi yabancı bir ses. Eli belimdeydi. "Gerçekten silahın varmış."

 

Dirseğimi karnına geçirdim ve tekmemi bacak arasına vurduktan sonra iki büklüm olmasını fırsat bilip yine dirseğimi sırtına geçirdim. Önümde kıvranan adama bakarken arkamdan gelen gülme seslerine doğru hızla döndüm. Üç genç adam ve bir genç kız yerde yatan sarışın adama gülüyorlardı. Kamptan geliyor olabilirler miydi? Gençlerin avlanıp bütün hünerlerini sergilediği, zengin bir iş adamının düzenlediği festivale ait bir kampmış. Kamplar son zamanlarda güven vermiyordu.

 

"Umut," dedi aralarından biri. "Bu sefer sert kaya çarptın aslanım. Av olarak sayılır mı bu güzellik?"

 

Yerde yatan sarışın gence bakarken dişlerimi gösterdim. Aslanım mı dedi o? "Uzak durun," diye bağırdım. "Yaklaşana acımam."

 

Genç kız bana doğru yavaşça yaklaştı. Saçları en tepeden toplanmış ve örülmüştü. "Kimsin?" diye sordu. "Seni tanımıyoruz. Neden girdin bağa? Neden silahlısın?"

 

Ne anlatacaktım onlara? Yerde yatan adam ayağa kalkarken gülüyordu. Ona bakarken diğerleri kollarımdan yakalayıp sırtımda. Hareketsiz kalınca sarışın genç bana doğru bir adım yaklaştı. "Silahını alın," dedi beni tutan arkadaşlarına. "Köye götürelim. Yarın sabah jandarmaya teslim ederiz."

 

"Bırakın beni," dedim. "Amacım zarar vermek değil. Beni evinizde tutamazsınız." Yutkundum. "Bırakmazsanız bu sizin zararınıza olur." Goşa'ya gitmediğimde onlara zarar vermesi kaçınılmazdı. "Bakın bana inanmak zorundasınız." Kollarımı tutan adamlar öne doğru iterek yürümemi sağladı.

 

Nefesini kulağımda hissedince irkildim. "Tabii tabii. İnandık." Beraberinde gelen gülme sesleri... Homurdanarak yürümeye devam ederken genç kız yanıma yaklaştı. Baştan aşağıya inceliyordu. "Nereden geldin buraya?"

 

"Ben," dedim. "Birini arıyordum."

 

Kaşları çatıldı. "Ki-kimi?"

 

Bakışları tedirginleşmişti. Yavaşça yutkundum. "Ben..."

 

"Kampa mı katılacaktın yoksa?"

 

Başımı yavaşça salladım. "E-evet."

 

Büyük bir samanlığın önünde durduk. Adının Umut olduğunu öğrendiğim adam kapısını açtı ve beni içeriye doğru hafifçe iteledi. Ahşap bir direğin önünde çökmemi sağlarken ellerimi direğe bağladı. "Üzgünüm," dedi. Yüzüme doğru eğilince başımı çevirdim. "Bir gece misafirimiz olacaksın."

 

Başımı iki yana salladım. "Uyarmadığımı söyleyemezsiniz."

 

"O halde gökten düştün," dedi Umut. "Peri misin?"

 

Kaşlarımı çattım. "Hevesini kırmak istemem lakin evliyim!"

 

Kaşları yukarı kalkarken hızla benden uzaklaştı. Genç kız bana hala öfkeyle bakıyordu. Birbirlerine baktıktan sonra gülüşerek beni samanlıkta bırakıp çıktılar. İçerisi karardığında başımı geriye yasladım. Üşümüyordum en azından. Ateşim düşmüş olmalıydı. Elimdeki ipleri direğe sürtmeye çalıştım. Lakin öyle sıkı bağlamışlardı ki hareket ettirdikçe canım yanıyordu.

 

Sabahı beklemekten başka çarem yoktu. Beni jandarmaya teslim etmek için çözdüklerinde bir şekilde kaçmam gerekiyordu. Saatler geçtikçe yorgunluğum giderek artıyordu. Hayvan herifler! En azından daha rahat bir yere kapatsalardı. Uzanmak istiyordum.

 

İçimin geçtiğini hissettiğimde kapının ardından gelen sesle sıçradım. Birisi kapıyı açmaya çalışıyordu. Gelen Umut denen o genç çocuk olabilir miydi? Belki de yiyecek getiriyordu. Saatler sonra ellerimin serbest kalacağı düşüncesi heyecanlandırmıştı. Kapı yavaşça açılırken içeriye sızan ışık gözlerimi acıtmıştı. Üzerine düşen gölgeden kim olduğunu göremiyordum. Kapıyı yavaşça kapatırken karanlık sülieti tam karşımdaydı. "Kimsin," dedim.

 

Diz çöktü yavaşça. "Merhaba," dedi tanıdık sesi. "Ben Goşa."

 

Gerçekten doğruymuş. Peşrev'in tahminleri doğruymuş. Acıyla yutkundum. Öfkeyle kabaran yüreğime zor sığdırıyordum nefesimi. "Sen," dedim titreyen sesimle. "Farhan sen..." Bunu nasıl yapmıştı?

 

"Üzgünüm," dedi kısık bir sesle. "Başka ne diyeceğimi bilemiyorum Ova."

 

"Beni buraya çağıran sen miydin?"

 

"Bendim," dedi. "Peşrev'in karşısına çıkmadan önce seninle konuşmak istedim."

 

"Neden?" Ne soracağımı bilmiyordum. Tek bir soru yetecekti. "Neden yaptın bunu ona?" Yıllarca ülkesine kardeşine ihanet etmesinin sebebi Peşrev'in doğmuş olması mıydı?

 

"Pişmanım Ova. Bunu bilsen yetmez mi?"

 

Başımı iki yana salladım. Ona nasıl güvenecektim ki? "Sana güvenmiyorum," dedim. "Peşrev'i bulup dayına teslim etmeyeceğini nereden bileceğim?"

 

"Bunu çok rahat yapardım," dedi. "Bir yanım ona düşmanken bilmediğim bambaşka yanım onu sevmiş Ova."

 

Gözlerine uzunca baktım. Yalan söylemiyordu. Usta bir oyuncu değilse gözlerindeki parıltı sahte olamayacak kadar gerçekti. Beni kurtaran da oydu değil mi? "Beni buraya neden çağırdın?"

 

Dudağını ısırırken elini ensesinde kaydırdı. "Seni buraya ben çağırmadım." Birkaç saniye durdu ve öfkeyle burnundan soludu. "Sıraç! Köye gelmesi an meselesi. Bir an önce buradan çıkmamız gerek Ova."

 

Cebinden çıkardığı bıçakla ellerimdeki ipi kesti. Ellerimi ovuştururken üzerimdeki samanları temizledim. "Peşrev'i bulmadan İstanbul'a dönmeyeceğim."

 

"Peşrev bu köyde." Ayağa kalkarken elimden tuttu. Bacağım ağrıyordu. Ondan destek alarak güçlükle ayağa kalktım. "Onu bulup bir an önce bu köyden çıkmalıyız."

 

Kalbim heyecandan gırtlağımda atarken yüzümde kocaman bir gülümseme peyda oldu. Kapıya doğru yürürken aklıma gelen detayla kaşlarımı çattım. Bir dakika Peşrev bu evdeydi. Buna emindim. O kız bana öyle tuhaf bakmıştı ki... Gözlerindeki kıskançlığı nerede olsa tanırdım. Kocam o kızın yanında mı yani?

 

***

 

Bir hafta önce...

 

Helikopterin dağlara çarpacağını anlayan genç adam kendini hiç düşünmeden boşluğa bıraktı. Ağaçlardan birinin dalına çarpıp hızı yavaşlarken kendini sırt üstü yerde buldu. Canı çok yanmıştı. "Ah!" Neyse ki hayattaydı. Dalların yarattığı yaralar dışında hissettiği tek acı kalbinin acısıydı. Gönlünün kuşu sağ salim inebilmiş miydi?

 

Başını yerden kaldırmaya çalışırken başı döndü ve sertçe yere çarptı bir kez daha. Dudaklarından istemsiz bir küfür kaçtı. Ona gitmeliydi. Onu bir an önce bulup güvenli bir yere götürmeliydi. Ağzına yayılan demir tadıyla birlikte midesine bulantı yayıldı. Başı fena halde dönüyordu. Bırak kalkmayı gözlerini bile açamıyordu.

 

Beyin kanaması mı geçiriyordu? Gözleri kararırken dudaklarından dökülen son sözler, "Ölmek istemiyorum," oldu.

 

Kulağına gelen seslerle gözlerini güçlükle araladı. Beyaz tavan gözlerinde daha da netleşti. Susuzdu. Kendini fazla susuz hissediyordu. Ölmemiş miydi? Neredeydi? Başını güçlükle çevirdi ve yanı başındaki sandalyede uyuklayan genç kızı gördü. "Sen de kimsin?"

 

Genç kız, bir anda gözlerini açtı ve genişçe gülümsedi. "Ah," dedi elini Peşrev'in alnına dokundururken. Genç adam kaşlarını çatıp başını geriye çekti. "Şükürler olsun ateşin düşmüş."

 

"Kimsin?" diye sorusunu yineledi Peşrev. "Neredeyim ben?"

 

Genç kız, duruşunu dikleştirdi. Yatakta yatan adama hayranlıka bakıyordu. "Bir hafta oldu," dedi. "Kamp alanına yakın bir yerde bulduk seni. Kendinde değildin. Sana ne oldu?"

 

Bir haftadır burada mıyım diye düşündü. Gönül kuşuna ne olmuştu? Başını yataktan kaldırdı. Karnının acısıyla başı yeniden yastığa düştü. "Neredeyim?"

 

"Seni bulduğum yere yakın bir köydesin. Asıl sen söyle kimsin, neden o haldeydin?"

 

Kuruyan dudağını yavaşça ıslattı. Buradan bir an önce çıkmalıydı. Ova'nın Goşa'nın eline düştüğünü düşününce öfkeden deliye döndü. "Askerim," dedi. "Eğitimdeyken yaralandım. Bir haftadır bana mı bakıyorsun?"

 

Genç kızın gözlerindeki ışıltı giderek artıyordu. Ona doğru yaklaştı. "Her gece," dedi. "Sabaha kadar başında bekledim. Gözlerinin rengini öyle merak etmiştim ki. Beklediğime değdi doğrusu."

 

Peşrev, kendini geriye çekti. "Sana minnettarım fakat... Bir dakika adın ne?"

 

"Oya," dedi kız. "Ya senin?"

 

"Siktir," dedi mırıldanarak. İsim benzerliği kötü bir şaka mıydı?

 

"Ben," dedi. Bir haftadır uyuyan adama aşık mı olmuştu? "Benim karımı bulmam gerek."

 

Genç kız hızla uzaklaşırken dudakları aralandı. Dudağını ısırırken kolları yana düşmüştü. "Evli misin sen?"

 

Genç kıza cevap verecekken duyduğu çığlıkla yorganı üzerinden fırlattı. Duyduğu çığlık gönül kuşuna aitti. "Ova," dedi kendini kaybederken. "Ova'nın burada ne işi var?"

 

Genç kız Peşrev'in arkasından koşarken, "O kız senin karın mı?" diye sordu lakin genç adam çoktan mahzenden çıkmıştı.

 

Ova ve Farhan samanlığın kapısından çıkacağı sırada önlerine siper olan bedene şaşkınlıkla baktılar. Umut denen genç ellerini beline yerleştirmiş ikisine alayla bakıyordu.

 

"Bak sen," dedi gülerken. "Kimler firar ediyormuş?" Başını iki yana salladı. "Hem de bir hoşça kal demeden."

 

Farhan, Ova'yı ardına çekti. "Bana bak birader. Olay çıkartmak değil derdimiz. Kardeşimi almaya geldim. Şelalenin orada buluşacaktık. Yolu şaşırmış. Onu samanlığa bağladığın için seni bir güzel benzetmem gerekirken gördüğün üzere gayet sakinim."

 

Umut bir adım atıp Farhan'la burun buruna geldi. "Silahı vardı. Doğru söylediğini nereden bileceğim?"

 

Öfleyle derin bir nefes çekti burnundan. "Kardeşim," dedi. "Çekil önümden!"

 

"İçeri dönün!" diye bağırdı Umut. Cebinden ufak bir bıçak çıkardı. "Yarın derdini jandarmaya anlatırsın."

 

Farhan, genç adamın elindeki bıçağa bakıp yutkundu. Buradan olaysız uzaklaşması gerekiyordu. Sıraç ve adamlarına Ova ile görünmesi demek her şeyin bitmesi demekti. Dişlerini sıktı. "Çekil önümden dedim," diyerek göğsünden itti. "Bela aramıyoruz." Bela bütün hayatıydı oysaki.

 

Umut'un arkasında beş genç belirdi. Hepsi de belanın ta kendisi gibiydi. Tekin olmadıkları her hallerinden belliydi. "Farhan," dedi Ova. "Bence halledebiliriz." Kollarını yavaşça sıvadı. Farhan Ova'ya bakarken içinden homurdandı.

 

Umut ve arkadaşları kahkaha attı. "Bak sen! Peri kızı bizimle kavga edecek." Arkadaşlarına doğru döndü. "Duydunuz mu lan?"

 

Ova, küfür ederek Farhan'ın ardından çıktı ve Umut'un yüzüne yumruğunu indirdi. Diğerleri Farhan'a saldırırken Ova sırtına aldığı darbe ile yere yüz üstü düştü. Taşa gelen yanağında müthiş bir acı hissetti.

 

"Siktiğimin şerefsizleri," diye kükredi Farhan üç adamla birlikte dövüşürken. "Uzak durun lan ondan!"

 

İki kişi Ova'nın kollarından tutup ayağa kaldırırken Farhan'a bıçak çeken genci fark etti. Tüm gücüyle çığlık atarken kendini tutan gençlerden birinin bacak arasına güçlü bir tekme attı. Bir el kollarından yakalayıp boğazına bıçak dayadığı için kıpırtısızca beklemek zorunda kalmıştı.

 

Neyse ki Farhan yara almadan genci etkisiz hale getirdiği için derin bir nefes aldı. "Kaldır ellerini!"

 

Farhan, Ova'yı rehin alan adama bakınca dişlerinin arasından hırladı. Dudağının kenarı usulca kıvrılırken parmağını ona doğru kaldırdı. "Az önce," dedi. "O kolundaki ceylan senin ölüm fermanını imzaladı çığlığıyla."

 

Ova şaşkınlıkla Farhan'a bakıyordu. "Ne saçmalıyorsun sen? Sensin ceylan!"

 

"Kes sesini," diye bağırdı genç dirseğini Ova'nın sırtına bastırırken. Farhan'a öfkeyle baktı. "Ne diyorsun sen be?"

 

"Öldün oğlum sen." Farhan Kollarını büyük bir keyifle göğsünde bağladı.

 

***

 

Saniyeler sonra bedenimi hapseden kollardan kurtulurken adamın kaç metre savrulduğuna gözlerim iri iri bakıyordum. Peşrev, kendine gelen adamları delirmişçesine döverken Farhan bir köşeye oturmuş sigarasını yakmıştı. Kocaman gözlerle sevdiğim adama bakarken sevinçten ağlamaya başlamıştım.

 

Onu ilk kez böyle görüyordum. Şimdi gerçek anlamda vahşi bir aslan gibi kükrüyordu. Ev köyün dışında olduğu için henüz kimse toplanmamıştı başımıza. "Sevgilim," diye bağırdım. Lakin Peşrev beni asla duymuyordu.

 

Gençlerden biri ayaklarımın dibine düşünce Farhan keyifle dumanı havaya üfledi. Hayretle sigara içen adama baktım. "Sıra sana da gelecek biliyorsun değil mi?"

 

Onun verdiği tepki gülmek olmuştu. Sadece gülmek... Gençler burnundan soluyan adama bakarken tek tek kaçmaya başladılar. Peşrev ayaklarımın dibindeki adamın yakasından yakaladı. "Af dile lan karımdan!"

 

"Aslanım!" Beni duymuyor muydu bu adam? Ölüyordum hasretinden burada.

 

Yerde yatan genç dağılmış bir yüzle bana bakıyordu. "Affet abla!"

 

Gözlerim iri iri Peşrev'in pençelerinden adama bakıyordum. "Sensin abla! Henüz nefes alıyorken kaybol buradan!" Ablaymış...

 

Elinden kurtulunca tabanı yanık tazı gibi koşarak ağaçların arasından kayboldu. Belimden hızla kavrayan elleri göğsüne hapsederken dudaklarımı hızla dudaklarında buldum. "Ah," dedi dudaklarımın arasına doğru. "Geberdim kızım!"

 

Ona cevap veremiyordum çünkü dudaklarım dudakları tarafından talan ediliyordu. Eli bedenimin her yerindeydi. Ne Farhan'ın varlığı ne de bize ağlamaklı bakan genç kızın varlığı onu durdurmamıştı. Bir dakika ne? Belimi mengene gibi sıkan pençelerinden kurtulduğumda kaşlarımı çattım. "Nereden tanıyorsun sen bu kızı?"

 

Omuzlarının üzerinden genç kıza baktı. "Oya'yı mı?" Kırdığı potu anlayınca elini alnına vurdu. Yumruğumu karnına geçirdiğimde iki büklüm oldu. "Oya demek!" Adının Oya olduğunu öğrendiğim kız hızla yanımıza geldi ve Peşrev'in koluna girdi. Benim kocamın koluna! Benim, be-benim vahşi aslanımın...

 

"Acımasız kadın," diye çemkirdi. "Yarası var karnında! Ne yapıyorsun sen?"

 

"Tutmayın beni!" diye bağırdım. Allah'ım! Nasıl bir sınava tutuluyordum ben?

 

Farhan kahkaha attı. "Kim tutuyor kızım seni?"

 

Gözlerimden ateş fışkırtarak ikisine bakarken Peşrev kolunu kızdan kurtardı. Size bir tavsiye yakışıklı bir adamla asla evlenmeyin. Karnındaki yaraya kadar biliyordu bu kız. Ben baygınlık geçirirken ellerim istemsiz kızın saçlarına asıldı. Kocamı kurtarmıştı lakin bunu bir kadının kıskançlık hormonlarına anlatamazdınız.

 

"Bir daha kocama dokunursan seni yılanlarla dolu bir kuyuya atarım." Peşrev kınayan bakışlarla bana bakarken dudakları şaşkınlıktan bir karış açık kalmıştı. Tamam kabul ediyorum bu çok acımasızca oldu. Belimden yakalayıp kızdan uzaklaştırırken bu kez bacaklarının arasına bir tane geçirdim. Ne zaman böyle samimi olmuşlardı?

 

"Yavrum," dedi kulağıma doğru. "Hormonlarınla bizzat kendim alakadar olmak isterim. Öldüm hasretinden. Bir an önce buradan defolabilir miyiz?"

 

Yumuşayacakken hızla toparlandım. "Dua et sana bakmış. Dua et..." Dudaklarıma kapanan dudakları yelken filan dinlememiş alabora etmişti hormonlarımı. Tutkuyla öpüştükten sonra Farhan'ın öksürüğü ile ayrıldık. Peşrev Farhan'ı fark edince kaşları çatıldı ve soluğu sıklaştı. Yumruk olan ellerine bakınca bir adım uzaklaştım. İşte başlıyoruz...

 

Oya ile birbirimize öfke ile bakarken ellerimi sıktım. Bir bitmiyorlardı... Asena'dan kurtuldum derken yenileri sıraya giriyordu sanki. Dikkatimi yeniden ikisine verdim. Peşrev kükreyerek Farhan'ın üzerine atılırken Farhan ayağa kalktı. Peşrev sıktığı yumruğunu kardeşinin yüzüne indirirken çıkan ses benim canımı acıtmıştı sanki.

 

Bir an müdahale etmek istedim lakin bundan hızla vazgeçtim. Hesaplaşmaları gerekiyordu. Peşrev'in onu affetmesi için içindeki öfkeyi boşaltması gerekiyordu. Bunun için durdum. Farhan üst üste aldığı darbelere rağmen bir kez olsun Peşrev'e karşılık vermemişti. Tıpkı yaylada olduğu gibi.

 

Nefes nefese kalınca ikisi de dizlerinin üzerine düştü. Peşrev, Farhan'ın kan içinde kalan yüzünü ellerinin arasına aldı. Birkaç saniye sadece baktı. Yüreği yanıyordu bunu görebiliyordum. "Bu bana ve bize ihanet ettiğin içindi," dedi. Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Peşrev kardeşine sımsıkı sarıldı.

 

Farhan'ın havada kalan elleri kardeşinin sırtına düştü. Birbirlerinden ayrıldıklarında Peşrev, "Bu da binlerce örgütü çökertmeme yardım ettiğin içindi," dedi.

 

Güldü Farhan. Uzaktan bakıldığında birbirine hiç benzemeyen bu iki adamın yüreklerinin büyüklüğü kardeş olduklarının en büyük kanıtıydı. Bir adım atıp sessizliği bozdum. "Buradan bir an önce uzaklaşsak fena olmaz." Dayak yiyen çocukların buraya daha kalabalık gelmesi kaçınılmazdı. Ya da dayılarının...

 

Ayağa kalktı ve elimden tuttu. "Gidelim." Göz kırptı. Kalbim tekledi bir bakışıyla.

 

Birkaç adım atmıştık ki Peşrev'in kolunu sıyıran ok hızla yere saplandı. "Peşrev!" Bunlar örgüt olmalıydı.

 

Farhan belindeki silahı çıkartırken Oya, "Buraya gelin," diye bağırarak ağaçların arasına hızla daldı. Eğilerek onu takip ettik. Bizi nereye götürüyordu bilmiyordum. Lakin ona güvenmekten başka şansımız yoktu.

Bağın içine girdi ve ahşap tuvalete benzer barakanın kapısını açtı. Şaşkınlıkla ona bakarken o yerdeki ahşap kapağı Farhan'ın yardımıyla açtı. "Şarapları sakladığımız mahzen. Acele edin."

 

Önden Oya indikten sonra peşinden mahzene girdik. İçerisi hepimizin sığacağı kadar genişti. Kenardan aldığı el fenerini yakınca Peşrev'in koluna baktım. Neyse ki derin değildi sıyrık. Gömleğimden yırtıp koluna sardım. Beni kendine çekip saçlarımı koklayarak öptü. "Canım yanmıyor," dedi. Farhan ve Oya karşımıza oturmuştu. "Canım senin yokluğundan fazla yanmıyor gönül kuşum."

 

"Aklım çıktı," dedim. "Helikopteri öyle görünce öldüm." Şükürler olsun sağdı ve benimleydi. "Seni çok özledim."

 

Bir kez daha öptü saçlarımdan. "Dua edelim de bağa girmesinler."

 

"Cık," dedi Oya ayağa kalkarken. "Görmediler bizi. Buraya geleceklerini sanmıyorum."

 

"Umarım." Farhan oturduğu yere uzandı ve ellerini başının altına aldı.

 

Başımı Peşrev'in göğsüne yasladım ve kalp atışlarını dinleyerek gözlerimi kapadım. Elini yanağıma koyduğunu hissettim. "Kokunu özlemişim."

 

***

 

Sabahın alacakaranlığı ile mahzenin bağ evine çıkan diğer ucundan çıkıp oradan ayrılmıştık. Sıraç'ın adamlarına izimizi kaybettirmeyi başarmış olmanın rahatı ile mola vermeden yolda bıraktığım araca ulaşmayı başarmıştık.

 

Ormanın çıkışında Maksut ve ekibiyle karşılaşmış olmamız büyük bir şanstı. Dakikalarca benimle kavga etmiş sonra Farhan'la kapışmıştı. Acıyordum ona. Ekipteki herkesten dayak nasibini alacağa benziyordu tüm gün. Saatler sonra en yakın havalimanına ulaştığımızda girişte birbirimize baktık uzunca.

 

Ayrılık vakti gelip çatmıştı. Bir an önce babamı görmek istiyordum. Kollarını belime sardı ve burnunu boynuma sürttü. "En kısa zamanda," dedi. Uzun sürecek bir göreve gideceğini biliyordum. "Yanında olacağım."

 

Ne kadar sürecekti bu vedalar? "Sağ gel de," dedim ağlamaklı. Gözlerimin dolmasını güçlükle engelliyordum. Gözlerime böyle bakmamalıydı. "Bana gel de... Ne kadar sürdüğü önemli değil." Önemliydi!

 

Eli belimi sıktı. "Böyle ayrılmak..." Başını iki yana salladı. "Hiç olmadı gönül kuşu."

 

Artık güvenlikten geçmem gerekiyordu. Diğerleri güvenliğin arkasından bana bakarken onlara güldüm ve el salladım. Hepsi ailemden farksız olmuştu geçen bu zamanda. "Seni seviyorum," dedim ve beklemediği anda ondan ayrıldım. Ardıma bakmadım. Bakarsam gidemezdim.

 

"Hey!" diye bağırdı ardımdan. "Bana bakın şu giden güzel kız benim karım!" Güldüm. Aptal herif... Güvenlik ters ters bakıyordu. Kim olduğunu bilse sanırım arkasına bile bakmazdı. "Ona göre!"

 

 

***

 

Şapşal yaaaa buuu🙈🤣💕

 

Bölüm nasıldıııı❤️🙃

 

Yıldıza basmayı unutmayın😘

Loading...
0%