Yeni Üyelik
44.
Bölüm

43.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

El ele gülüşerek çıktığımız Rum balıkçısına son bir kez dönüp baktım. Bir hayli uzaklaşmıştık. Saat gece yarısına merdiven dayamıştı lakin biz sahil boyu yalın ayak yürüyerek dönüyorduk eve.

 

Omzumun üzerinden ona baktım. Birkaç adım geride kalmıştı. Durmuş keyifli bir ifade ile beni izliyordu. Hayatımın en güzel yemeği olmuştu. Birlikte sirtaki yapmıştık. Böyle marifetlerinin olduğunu bilmiyordum. Bir kez daha aşık etmişti beni kendine. Asla unutamayacağım bir gece daha yaşatmıştı vahşi aslanım. "Sevgilim," dedi gülerek. "Sarhoş olmadığına emin misin?"

 

Ona doğru yaklaştım ve hızla kollarımı boynuna sardım. "Bir damla bile içmeden sarhoş olan bir kadınım sayende," dedim. Alkolü de sigarayı da bu gece itibari ile bıraktığını söylemişti. Mutluydum. Bu benim ve kendi için bugüne dek yaptığı en güzel şeydi. "Çok aşığım ben onu ne yapacağız?" Elimi havaya kaldırıp bağırdım. "Söyle seni daha nasıl sevebilirim?"

 

Kulağımın arkasından öpünce gözlerimi huşuyla kapadım. Nefesi nefes alma sebebimdi sanki. "Seni eve bırakmamak için birçok sebebim var yavrum," dedi. "Yenilerini eklemesen mi?"

 

Dudağımı yalayıp yüzünü okşadım. Yağmurlu havada çıkan gökkuşağımdı o. "Kocam beni mi özlemiş?"

 

Sahil bugün biraz daha hareketliydi. Sağda solda oturan çiftler görüyordum. Bazıları yaktıkları ateşin başında şarkı söylüyor gitar çalıyordu. Elimi tuttu ve yürümeye devam ettik. Geciktiğimiz için babam bir hayli kızacaktı. Günce ve Ümit eve yakın bir yerde beni bekliyordu. "Özlemek uzun zamandır ayrılmaz bir parçam oldu hatun," dedi. Başını kaldırdı ve gökyüzüne baktı. "Artık hayatımdan söküp atmak istiyorum bu hissi."

 

"Az kaldı," dedim gözlerindeki hüznü silmek istercesine. "Benden bıkacağın günler yakın."

 

Deli misin der gibi baktı yüzüme. Sonra gülerek başını sağa sola salladı. "Deldirmişsin," dedi. "Böyle düşündüğüne göre aklını kaybetmişsin yavrum. Çünkü seni sevmek nefes almak gibi. İnsan nefes almaktan bıkar mı hiç?"

 

Yarım saatlik yürüyüşün ardından evimizin önüne gelmiştik. Günce bana el sallıyordu acele etmem için. Ümit kollarını göğsünde birleştirmiş kıskanç bakışlarla bizi izliyordu. Benimse ondan ayrılmaya pek niyetim yoktu. Elini belime yerleştirdi. "Gece geleceksin değil mi?" Fazla mı arsız olmuştu?

 

Çok yorgun ve uykusuzdum lakin onun için her zaman enerjim vardı. "Bilmiyorum," deyince kaşlarını çattı. "Her gece gelemeyebilirim sevgilim."'

 

Bunu pek kabul edecek gibi değildi. Zira bakışları ile bunu gayet iyi belli ediyordu. "Ne demek gelemeyebilirim?" Nefesini hızla bıraktı. "Karımsın hatun! Yaktırma bana mahalleyi."

 

Kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. "İyice maço oldun sen?" Parmakları tenime batıyordu. "Rus kanı taşıdığından emin misin sen?" 100%100 halis Muhlis Türk erkeğiydi.

 

Öksürerek duruşunu dikleştirdi. "Ben hep maçoydum kızım." Elini ensesine götürürken bakışlarını kaçırdı. "Belki sana pek göstermemiş olabilirim."

 

Yoo gayette göstermişti vahşi. Bana kampta yaptıklarını hatırlayınca kaşlarım çatıldı. "Gösterdin gösterdin," dedim burnunu iki parmağımın arasına alıp sıkarken. "Gayet güzel okudun canıma."

 

Kendine çekip bir kez daha sarıldı. Kokusunu içime çektim uzunca. Yokluğunda lazım oluyordu. "Sıcak denizlere inip Güney'i fetheden tek Rus olabilirim," dedi. Elini kalbimin üzerine koydu. "Akdeniz'in en güzel kızını aldım." Eliyle ardında duran denizi işaret etti. "Buralar artık benim hakimiyetimde."

 

"Talha Bey sizi denize dökmeden gidin bence," dedim keyifle.

 

Omzumdan öptü ve geri çekildi. "Bekliyorum yavrum," dedi. "Sensiz uyuyamıyorum. Bir saate teknede ol."

 

Derin bir nefes çektim içime. "Umarım." Arkama bakmadan kapıya doğru yürüdüm. Hala olduğu yerde bana baktığını hissedebiliyordum. Kapıyı açmadan önce döndüm ve ona baktım. Öpücük attı ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Yanı başımdan gelen derin bir iç çekişle bakışlarımı kocamdan çektim. Ümit, Peşrev'in ardından alık alık bakıyordu. Ensesine sertçe vurdum. "Bana bak sen çok oldun!" Ensesine tırnaklarımı geçirerek içeri soktum. Günce sessizce kıkırdayarak peşimizden geliyordu.

 

"Tırnak değil mübarek pençe! Kocasına bak karısını al." Eliyle ensesini ovuşturarak odaya çıkıyordu. "Ailecek vahşi bunlar!"

 

"Söylenme!" diye bağırdım. "Onu kocama hallenmeden önce düşünecektin."

 

Gülmeye devam eden Günce'ye döndüğümde dudaklarına hayali fermuar çekti ve o da merdivenlere doğru yürüdü. Peşinden gideceğim sırada babamı odadan çıkarken gördüm. Yarı uykulu yarı öfkeli bir ifade ile bize bakıyordu. "Saat kaç kızım?"

 

"Uyandırmamak için uğraştık ama çok mu ses yaptık babacığım?"

 

Gözlerini ovuşturup başını iki yana salladı. "Çıkın uyuyun. Sabaha görüşceğiz sizinle." Banyoya girdi ve kapıyı sertçe kapattı.

 

Odaya çıktığımızda saat bire on vardı. Öyle uykum vardı ki yatağımla bir süre bakışmak zorunda kalmıştım. Günce yerine yerleşip yorganı omuzlarına çekti. "Gidip kocanın koynunda uyusana kızım. Ne kurbanlık koyun gibi yatağa bakıyorsun?"

 

Güldüm. Haklıydı. Gidip kokusuyla mest olup derin uyku çekebilirdim. "Babam uyusun hemen çıkacağım." Yatağa uzandım ve telefonu elime aldım. Bir insan bu denli özlenir mi?

 

"Kociş?"

 

Güldüm. La havle çektiğine emindim.

 

"He avrat?"

 

Kahkaha atmamak için elimi dudaklarıma bastırdım. Dağ ayım benim. Eee böyle mesaja böyle yanıt. Çokta şey etmemek lazım.

 

"Avradın kurban olsun sana. Birazdan yanındayım."

 

"Gelmezsen sabah beni donmuş bir halde bulabilirsin. Kıçım buz kristaline dönüşmek üzere. Çok soğuk kızım. İnsan yorgan filan koyar şuraya. Çabuk ol!"

 

"Bir otelde mi kalsan sevgilim? Hasta olacaksın bu gidişle ve beni de hasta edeceksin."

 

"Cık! Baktım sizin eve en yakın otel yirmi dakika. Sana o kadar uzak kalamam."

 

Kocaman gülümsetmişti. Ne diyebilirim ki varlığına binlerce kez şükrettim.

 

"Isıtmaya geliyorum bebeğim."

 

Babamın uyumuş olduğunu ümit ederek yataktan kalktım. Yakalanma ihtimalini düşündüğümden balkondan inmeye karar verdim. Gece gece düşüp bir yerimi kırmamayı umarak kapıyı açmaya çalıştım lakin balkon kapısı kilitliydi. "Nasıl ya?" Bıkın bir nefes koyverdim. "Ah baba ya..."

 

Diğer duvardaki pencereye yaklaştım. Çok yüksekti. Oradan aşağıya inemezdim. Odadan çıktım ve sessizce merdivenlerden indim. Kapının açık olduğunu sanmıyordum ama yine de bir umut denemek istiyordum. Kilitliydi! Babam beni Peşrev'den uzak tutmakta epey kararlıydı anlaşılan. Alt kattaki balkona giderken duyduğum sesle irkildim. "Ova odana çık!"

 

Babam uyumamıştı. "Baba en azından battaniye götüreyim hava soğuk."

 

"Odana," dedi sert bir sesle. Babam böyle acımasız bir adam değildi aslında. Onu tanıyamıyordum. "Utanmadan bir de battaniye götüreyim diyorsun! Biz babamızın yüzüne bakamazdık sevdiğimiz var diye. Beni hayal kırıklığına uğrattın Ova."

 

Yavaşça yutkundum. Babam ilk kez bana böyle söylemişti. Sahiden onu hayal kırıklığına mı uğratmıştım? "Özür dilerim baba," dedim yukarı çıkarken. "Aşık olduğum için..."

 

Yatağa girdim ve tuttuğum göz yaşlarımı serbest bıraktım. Günce uyumamıştı. Sesli bıraktığı nefesini işitiyordum. Benim için üzülüyordu. "Talha amca vicdansız bir adam değil Ova," dedi. "Bence bir bildiği var. Sen onun göz bebeğisin. Kıyamaz ki sana."

 

"Bilmiyorum," dedim güçlükle. "Tek bildiğim babamın Peşrev'e karşı ne kadar kinli olduğu."

 

Telefonumu alıp mesaj atmak yerine doğrudan aradım. Sesini duymaya ihtiyacım vardı. İlk çalışda açtı. "Ova," dedi birden. "Ağlıyor musun yavrum?"

 

Yutkundum. Boğazımda düğümlenen nefesim canımı yaktı. Nereden anlamıştı ağladığımı? "Nereden anladın?"

 

Sesli nefes alışını dinledim. "Arka bahçedeyim," dedi. "Önüne gelmek için yürüdüm. Balkona çıkmak için bekledin ama çıkmadın. Sonra alt katın ışığı yandı söndü. Bekledim. Çıkmayınca anladım. Babana mı yakalandın?"

 

"Hı hım," diyebildim. Konuşursam ağlayacaktım.

 

"Özür dilerim," dedi. "Seni zor durumda bıraktım gönül kuşum. Çıkma bir daha. Ben gelirim seni görmeye. Kovsada gelirim. Kapıdan gönderse bacadan düşerim odana."

Güldüm. "Tek damla gözyaşına dünyayı yakarım yavrum. Buradayım, yanındayım. Asla bırakmam seni." Bunu bilmek kuvvet veriyordu. "Dağ gibi kocan var senin. Sana deliler gibi aşık..."

 

"Otele git," dedim. "Teknede uyuyamazsın."

 

"Cık," dedi. "Bahçede bile uyurum. Yeterki sen ağlama." Yürümeye başlamıştı. Uyurken üşüyeceğini düşününce ağlamam daha da hızlandı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ağladığımı duysun istemiyordum. "Hadi uyu gönül kuşum. Yarın o gözlerini kırmızı görmek istemiyorum."

 

Burnumu çektim hızla. "Hani en sevdiğin renk kırmızıydı?"

 

"Evet en sevdiğim renk kırmızı ama gözlerindeyken değil yavrum." Telefonu kalbime bastırdım gülerek. "Yattım ben," dedi. Uzandığını anladığım sesler geliyordu. "İyi geceler meleğim. Yarın görüşürüz."

 

"İyi geceler aslanım."

 

Telefonu kapatıp ekrandaki resmine bakarak gözlerimin ağırlaşmasını bekledim. Günce uyumuştu. Onu daha fazla rahatsız etmemek için telefonu kapatıp ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Onunla mutlu günlere kavuşmak için dua ederken gözlerimi kapadım.

 

***

 

Uyandığımda saat dokuz buçuktu. Gözlerimi açar açmaz telefonuma baktım. Gelen mesajı açtım. Kocam beydendi.

 

Bana gönderdiği fotoğrafa bakıp kocaman gülümsedim. Battaniye vardı üzerinde keyifle gülümsüyordu. Battaniye bizimdi. Annemlerin battaniyesiydi. Canım babam yine içi rahat etmemiş ona battaniye götürmüştü. Resmin üzerine düşünce balonu koymuş ve içine benim resmimi eklemişti. Sanki rüyasında beni görüyordu.

 

 

 

"Ya bu nee?"

 

Kendi kendime fotoğrafa baktıkça kahkaha atıyordum.

 

"Rüyamın en güzel yerinde uyandırdın kızım."

 

"Ha anca rüyamda görürüm mü diyorsun :)"

 

"Baban getirdi. Başımdaki bereyi de. Seviyor beni🥲"

 

Yataktan kalktım ve banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağıya indim. Mis gibi kokular evin her yerini sarmıştı. Aslanımda yeseydi bunlardan diye düşünürken mesaj geldi.

 

"Yavrum ben otele geldim. Duş almam gerek. Sonra hemen yanındayım."

 

Mesajdan sonra attığı fotoğrafla gözlerim irileşti. Çıplaktı ve belden aşağısında havlu sarılıydı.

 

 

 

Bu nasıl bir fotoğraf vicdansız? Özlediğim kaslarını gözüme gözüme sokmuştu. Kıskançlık hormonlarım yükselirken ayağım birbirine dolaştı ve kocama yükselirken büyük bir gürültü ile merdivenlerden yuvarlandım. Annem ve Günce mutfaktan telaşla çıkarken ben hızla toparlandım ve titreyen parmaklarımla cevap yazmaya çalıştım.

 

"İyi misin Ova?" Günce gülerek bana bakarken annem başını iki yana sallayıp mutfağa girdi.

 

"İyiyim." Elimle popumu ovuşturuyordum. "Görünmez kaza!"

 

Elindeki tabakları masaya bırakmak için yürüdü. Telefonu elime alıp hızla cevap yazdım.

 

"Allah seni bildiği gibi yapsın vahşi! O nasıl resim öyle? Merdivenlerden yuvarlandım vicdansız."

 

Koltuğa doğru yürürken elimdeki telefonun titrediğini hissettim. Vahşi aslanım arıyordu. "Efendim..."

 

"Ciddi misin yavrum sen? Gerçekten yuvarlandın mı merdivenlerden?"

 

"Düştüm tabii. Düştüm de fotoğrafa mı yere mi bilmiyorum." Derin bir iç çektim. "İyiyim ama başımı çarpmadım merak etme."

 

"Oh... Aynı fotoğraftan senden de bekliyorum hatun. Özledim."

 

Genişçe gülümserken babam elinde gazete ile balkondan çıktı. "Sonra görüşürüz." Telefonu yüzüne kapatıp babama doğru yürüdüm ve kollarını boynuna sardım. "Teşekkür ederim," dedim boynundan öperken. "Seni çok seviyorum Talha Kaptan!"

 

Boğazını temizleyip beni kendinden uzaklaştırdı ve masaya oturdu. İfadesi ciddiydi. Güldüm ve gülerek mutfağa doğru ilerledim. Annem elime çay tepsisini tutuştururken, "Baban akşam halanlara gidecek. Söyle oğluma yemeğe gelsin," dedi sessizce.

 

Başımı olumlu anlamda sallarken, "Oğlun hep buralarda zaten," dedim. "Beni almadan gitmeyecek."

 

Kafama vurdu usulca. "Edepsiz. Hadi soğutma çayları."

 

Hep birlikte kahvaltı sofrasına oturmuştuk. Günce bana bakıp kıkırdıyor masanın altan bacağımı dürtüp duruyordu. Hala merdivenlerden düşüşüme güldüğüne emindim. Çalan zille Günce ile birbirimize baktık. Gelenin Peşrev olduğuna emindim. Kalkacakken babam benden evvel davrandı.

 

Tam da tahmin ettiğim gibi gelen Peşrev'di. Birkaç saniye babamla bakıştılar. Elini ensesine götürdü ve mahcup bir sesle, "Günaydın efendim," dedi. "Rahatsız etmiyorum umarım."

 

Masadan onu göreceğim diye şekilden şekile girerken nihayet beni gördü ve gülümsedi. "Ettin," dedi ve çat diye kapıyı kocamın yüzüne kapadı. Allah'ım nasıl bir sınav bu? Dolan gözlerimle babama bakıp masadan kalktım. Tam karşımda durdu. "Masaya geç."

 

Ona evlendiğimizi söylemek dilimin ucuna kadar gelmişti. Ellerimi yumruk yaptım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Doktorun söyledikleri aklıma gelince bundan vazgeçtim ve mecburen yerime oturdum. Kahvaltı boyunca kimseden çıt çıkmamıştı. Anneme yardım ettikten sonra kendimi odaya attım.

 

Mesaj atmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi gülüyordu ve bana bir yatak resmi göndermişti.

 

 

 

"Bu ne sevgilim?"

 

"Bugün geldiğim otel odası😎Seni atacağım yatağı gör istedim."

 

Gözlerimi silerken güldüm. Edepsiz...

 

"Neredesin şimdi?"

 

"Evin önündeki parktayım."

 

"Annem akşam yemeğine bekliyor seni. Babam evde olmayacakmış."

 

"Tamam gülüm." Mesajın altına yüzünüm asık olduğu bir fotoğraf daha eklemişti.

 

 

 

"Bu da yatağı gördükten sonra yanımda senin olmadığını fark ettikten sonraki ben😤"

 

Hızlıca cevap yazdım. "Kurt bakışlarında hayat bulduğum yarim❤️"

 

"Hırrr!"

 

Fotoğrafa uzun uzun bakıp kendimi sırt üstü yatağa attım ve Soya'nın numarasında durdum. Epey zaman olmuştu sesini duymayalı. Özlemiştim.

 

***

 

Bugün Peşrev Kıbrıs'a geleli tam on beş gün oluyordu. Amir'in ona verdiği izin dolmuş olmasına rağmen o ücretsiz izin alıp burada kalmaya devam etmişti. Döndüğünde Amir'in ona bir ceza vereceğini biliyordum. Bunu Maksut söylemişti.

 

Pes etmiyordu. Her gün kapıya gelip babam tarafından kovuluyor ve ertesi gün yeniden geliyordu. Onu görmeme rağmen çok özlemiştim. Geceleri çıkamıyordum. Gündüzleri gördüğüm anların süresi bir saati geçmiyordu. Bekliyordum. Babamın inadının kırılmasını inatla bekliyordum.

 

Çalan zil artık duymaya alıştığım en güzel melodiye dönüşmüştü. Kapıyı açtığımda ellerinde kocaman kırmızı gül buketi ile bana bakıp gülümseyen kocamı buldum. Odam çiçeklerle dolmuştu. 21. çalışıydı zilimizi.

 

"Arsız," diye çıkışarak gelen babamdı. "Kocaman adamsın dövemiyorumda. Polise şikayet etmeden git buradan."

 

Peşrev hiç istifini bozmadan gülümsedi. "Nasılsınız efendim?"

 

Babam la havle çekip içeri geçti ve "Ova kapat kapıyı!" diye bağırdı.

 

Peşrev'e dönüp dudaklarımı büzdüm. "Üzgünüm bebeğim."

 

Kısır bir döngüye girmiş gibi bu böyle günlerce devam etti. Babam söylediğini yapmış ve polis bile çağırmıştı. Peşrev'in kim olduğunu öğrenen polisler gülerek onu kelepçelemişlerdi. Çalan zille kapıya giderken burnumdan bıkkın bir nefes koyverdim. Bohçamı alıp kaçmama ramak kalmıştı. Bugün tam bir ay oluyordu. Babam arka bahçede balık ağını tamir ediyordu.

 

Elindeki ağı bırakıp peşimden gelmeye başladı. Kapıyı açtığımda yine aynı manzara karşılamıştı beni. Peşrev babamı görünce bir adım geri çekildi. "İçeri gel!" dedi gayet sakin bir sesle. İlk önce hangimize dediğini idrak edememiştik tabii. Peşrev'le birbirimize bakarken babamın sesi duyuldu yeniden. "Gelsene evlat içeri! Buz gibi ettin evi."

 

Ben hala şaşkınlığımı üzerimden atabilmiş değildim. Peşrev sanki bunu biliyormuşçasına rahattı. Ayakkabılarını çıkardı ve içeri girdi. Birlikte babamı takip ediyorduk. Arka kapıdan arka bahçeye çıktı ve tamir ettiği ağın başına oturdu. "Yaman çıktın evlat," dedi hafifçe gülümserken. İçim içime sığmıyordu. Öyle büyük bir mutluluk yayılıyordu bedenime. "Sanırım sana kızımı emanet edebilirim. Sınavı geçtin."

 

Annemle Günce kapıda bize bakıyorlardı. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Nutkum tutulmuştu. Babam ikimize bakıp elini uzattı. İlk önce Peşrev elini öptükten sonra boynuna sarıldım sımsıkı. "Bana dünyaları verdin," dedim. "Seni çok seviyorum baba."

 

Şefkatle sırtımı sıvazlarken annem Peşrev'e sarılmıştı mutlulukla. Neredeyse umudumu kaybetmiştim. Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmıştı. Onlardan evliliğimi gizlediğim her an büyük bir azapla kıvranıyordum. Peşrev'le göz göze gelip gülümsedik.

 

"En kısa zamanda ailenle bekliyoruz," dedi anneme dönerken. "Öyle değil mi Ayşe'm?"

 

Annem gülümseyerek babama yaklaştı ve kollarını beline sardı. "Kızımıza sorsak mı bey?" dedi gülerek. "Adettendir."

 

Omuzlarını oynattı babam. Oldukça keyifli bir ifade vardı yüzünde. "Neyini sorayım hatun," dedi. "Biraz daha vermezsem bohçasını alıp kaçacaktı eşşek sıpası."

 

Yanaklarım ateş gibi yanarken dudağımı ısırdım. Günce yanıma sokulup sarılırken ben utancımdan yerin dibine geçmek istiyordum. Peşrev bana bakıp keyifle gülümsüyordu. Babam ağını eline aldı ve tekneye doğru yürümeye başladı. "Gel bakalım evlat. Kızımı alacaksan ilk önce balık tutmayı öğren bakalım."

 

Elimi göğsüme sürttüm. Oh olsundu. "Oh canım değsin," dedim. "Eğlenir misin benimle?" Babam çok aksi bir kaptandı ve Peşrev'in bundan haberi yoktu.

 

Peşrev bana bakıp göz kırptı ve, "Babam kaptan efendim. Sizin kadar olmasada o da işinde iyidir. Balık tutmayı öğretmişti," dedi.

 

Babam döndü ve burnunun ucundaki gözlüğünün altından ters ters baktı. "Çok konuşma," dedi. "Her kaptan iyi bir balıkçı değildir."

 

Peşrev gülerek peşinden giderken omuzlarının üzerinden bana baktı ve işaret diliyle "seni seviyorum" dedi. Bende karşılık verirken babam seslendi bir kez daha. "Akşama balık ızgara yapacağız Ayşe. Hazırlığını ona göre yaparsın."

 

Hep birlikte içeri girerken eteklerim zil çalıyordu. Babam damadına balık ziyafeti çekecekti. Tabii aslanım buraya tek parça dönebilirse. Bunu bizimkilere haber vermem gerekiyordu. Maksut ısrarla aramalarımı meşgule atıyordu. İnadım tutmuştu bu haberi hemen vermeliydim. Beşincide açtı lakin sesi hem uykulu hem öfkeli geliyordu.

 

"Ne var?"

 

Iyyyyy! Gözlerimi devirdim. Koca öküz ne olacak.

 

"Maksutcuğummm."

 

Homurdandığını duyuyordum. "Maksutcuğummuş! Kızım milyon kere meşgule atıyorsam açmak istemiyorumdur. Bıktım yemin ederim ya! Sevgilin bütün nöbetlerini bana yıkar. Sen uyutmazsın. Sizi bana sayıyla mı verdiler lan?"

 

"Aman iyi! Ne söyleniyorsun? Güzel bir şey için uğraşıyor benim sevgilim burada. Küstüm sana. Yeğenin olursa sevdirmeyeceğim gör bak."

 

Bıkkın bir nefes koyverdi. Arkadan Soya'nın sesi geliyordu. "Yeğen mi? Ulan olmadı şimdi. Çok pis yerden vurdun kızım." Sustu birkaç saniye. "Lan! Hamile misin kızım yoksa?"

 

Soya'nın çığlığını duyunca gözlerimi devirdim. "Ne? Hamile mi Ova?" Bir yandan da mutfağa girdim. Kocama ilk kez ellerimle bir şeyler hazırlamak istiyordum. Tatlı malzemelerini tezgaha koydum sırayla. Telefonu Maksut'un elinden almaya çalıştığını gelen hışırtı sesinden anlıyordum. "Hayin domdom! Nasıl benden önce hamile kalırsın?"

 

Başımı sinirle iki yana salladım. "At mı koşturuyoruz kızım? Hem yok öyle bir şey. Hamile filan değilim."

 

"Ya," dedi üzgün bir sesle. "Teyze olacağım diye yükselmiştim." Az önce kızan o değil miydi?"

 

"İnşallah bir gün," dedim. "Ama önce ben teyze olmak istiyorum."

 

"Hala," diye bağırdı Maksut arkadan. "Hala olacaksın kızım sen."

 

"Tamam," dedim gülerek. "Hem hala hem teyze olurum bende."

 

Uzun uzun konuştuktan sonra hızla Kıbrıs tatlısından yapmaya başlamıştım. Annem ve günce yaprak sarması yaparken Ümit hazırlananlardan tırtıklayıp salona kaçıyordu.

 

Babam ve Peşrev elleri dolu dolu saat sekize gelirken dönmüşlerdi. Güzel bir akşam yemeğinden sonra yaptığım tatlıyı servis etmiş ve kocamdan on puan almıştım. Tabii ki karısı olduğum için torpil yapmadı. Gerçekten güzel olmuştu. Ve en nihayetinde o hiç istemediğim ayrılık vakti gelmişti. Bugün İstanbul'a dönmesi gerekiyordu. Ertuğrul Bey dönmesi gerektiğini çok sert bir dille söylemişti.

 

"Efendim," dedi Peşrev babam bakıp. "İzniniz olursa İstanbul'a Ova ile beraber dönmek istiyoruz."

Kim ben mi?

 

Babama döndüm heyecanla. Birkaç saniye düşündü ve anneme döndü. Klasik bir Türk erkeği olarak hatunundan onaylayan bakışı aldıktan sonra bize baktı. "Sana emanet," dedi ciddi bir sesle. "Burnu dahi kanarsa çıkma karşıma sakın. Çabuk dönün."

 

Sevinçle elini öptükten sonra hızlıca minik bir valizle aşağıya indim. Günce ayrılmak istemiyor gibi bakıyordu. Ona sarıldım ve "Döneceğim," dedim. "Seni Soya ve Vera ile tanıştırmak istiyorum." Başını olumlu anlamda sallarken birbirimizden ayrıldık.

 

***

 

Kapının önünde durduğumuzda Peşrev cebinden anahtarı çıkartırken homurdanıyordu. Bana resmini gönderdiği otele gitmediğim ve doğrudan eve geldiğim için dakikalardır huysuzdu.

 

Biz de yanıyorduk ama arkadaşlarımı da çok özlemiştim. "Neden bin kişinin yaşadığı eve geldiğimizi sorabilir miyim yavrum?" Kapıyı açtı ve geçmem için kenara çekildi. "Düz duvara mı tırmanayım? Onu mu istiyorsun?"

 

İçeri girerken ona doğru döndüm ve genişçe gülümsedim. "Sanki yapmadığın şey." Saat gece yarısını geçmişti. Salondan loş ışık geliyordu. Televizyonun kısık sesinden birilerinin film keyfi yaptığını anlamam uzun sürmedi. Geleceğimizi haber vermemiştik. Sürpriz yapmak istemiştim. Lakin Maksut'un ve Soya'nın da burada olduğunu tahmin etmiyordum.

 

"Hah," dedi ellerini iki yana açarken. "Maksut'ta burada. Rahat vermez artık sabaha kadar."

 

Ona kınayarak bakıp yerdeki vazoyu devirdim. Konuşma sesleri bir anda kesilirken ayaklandıklarını işittik. Kapının arkasına çektim ve ses çıkarmaması için ellerimi dudaklarına bastırdım. Gözlerini devirmişti bu hareketime.

 

"Hırsız mı girdi lan eve?" Önden gelen Damian'dı.

 

"Bir sürü teşkilat polisinin olduğu eve mi?" Maksut'un ciddiye almadığı kesindi. "Ecellerine susamış olmalılar."

 

Bencede!

 

İkisi koridora çıkınca ışığı açıp, "Bööö!" diye bağırdım. İkisi de bana sakince bakarken bozulmuş yüz ifademle homurdandım. "Korkmadınız mı be?"

 

Damian gülerken Maksut parmağıyla kıçını gösterdi. "Hem de ne korktuk. Bak korkudan altıma ettim."

 

Omzuna vurdum ve kollarımı boynuna sardım. "Gıcık! Çok özlemişim."

 

Ellerini sırtımda gezdirdi şefkatle. "Ben de özledim deli kız. Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım."

 

Peşrev'e sarıldıktan sonra hep beraber salona geçtik. Vera ve Soya koltukta uyuya kalmışlardı. Uyandırmaya kıyamadığımızdan balkonda bir saat oturup teşkilatta olanları konuşmuştuk. Peşrev istemese de mülakatlara ve sınavlara girip narkotikte olmak istiyordum. İkna etmem epey zaman alacak olsada... Peşrev bana bakıp kaşıyla gözüyle gidelim deyip duruyordu.

 

"Sabah annemi ve Zeliş'i almaya gideceğiz," dedi. "Adamları Farhan halledecek." Heyecanlıydım. Bir an önce onlarla tanışmak istiyordum. Canımdan çok sevdiğim adamı doğuran kadının ellerinden öpmek istiyordum.

 

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordum dizindeki eline uzanırken. "Her şey çok güzel olacak biliyorsun değil mi?"

 

Uzanıp yanağımı usulca okşadı. "Biliyorum yavrum," dedi. "Varlığınla güzelleşen hayatım şimdi mükemmelleşecek." Güldü. "Kalbim bunu kaldırabilir mi bilmiyorum." Kollarımı beline sarıp göğsüne sokuldum. Kulağıma çarpan nefesi gözlerimi kapamama sebep olmuştu. "Gidelim gönül kuşum. Çok özledim..."

 

Başımı iki yana sallayıp gitmek için ayağa kalktım. Maksut ayakta uyuyordu zaten. Onu atlatmak zor olmayacaktı. "Uyuyalım geç oldu," dedim. Uykulu uykulu ayağa kalktı ve Leo'nun koluna girip odasına doğru yürüdü. Damian bize muzipçe bakarken kapıyı yavaşça açıp evden kaçar gibi uzaklaştık.

 

Otel odasının önüne gelince kendimi bir anda kucağında buldum. Kollarımı boynuna sararken keyifle hırladı boynuma doğru. "Yarın ev bakacağız," dedi. "Kendi evimizi." Kalbim heyecanla çarparken kapıyı açtı ve ayağıyla örttü. "Her köşesinde bize ait anılar olacak olan evimizi."

 

"Peşrev," dedim yatağa bakarken. "Rüya görmüyorum değil mi?" Elimi sakallarının üzerinde gezdirdim. "Gerçeksin değil mi aslanım?"

 

Kazağını bir çırpıda çıkarıp atarken belimden yakaladı ve dudaklarını boynuma sürttü. "Birazdan anlarsın," dedi nefes nefese. "Gerçek miyim değil miyim?"

 

Utanarak göğsüne vurdum. "Vahşisin ve bunu hiçbir şey değiştiremez." Kıyafetlerimden vakit kaybetmeden kurtulduğunda simsiyah nevresimlerin üzerine birlikte düştük.

 

Dudaklarımı usulca öperken bacaklarımın arasına yerleşti. Tenime değen teni onu ne kadar özlediğimi anlamama yetmişti. "Nasıl özlediğimi bilsen böyle söylemezdin," dedi tenimde can bulan sözleri kalbime işlerken. "Az bile yaptın derdin."

 

Kahkaha attım. Özlemle kabul ederken sessiz soluklarımızın yankısı odanın dört bir yanına dağılmıştı. "Ölmüşüm ağlayanım yok hatun." Dokunuşları sızılarımı daha da körüklerken dudaklarımdan dökülen çığlığı bastıramamış olmanın utangaçlığı ile yüzümü göğsüne gömdüm.

 

***

 

Tek katlı boyası yer yer dökülmüş olan eski bir evin önünde durduk. Arkamızdaki arabada diğerleri vardı. Ona baktım. İfadesizce karşıya bakıyordu.

 

Dişlerini sıkmıştı. Koluna dokundum yavaşça. Yola çıktığımızdan beri sessizdi. Farhan adamları halletmiş ve onları götürmemiz için bizi beklediğini bildirmişti. Korkuyordu. Onu anlıyordum. Annesinin onu sevememesinden, annesini sevememekten ona alışamamaktan korkuyordu.

 

Onu doğuran kadını hiç görmemişti. Kolay değildi. Bu onun için çok zor bir yüzleşmeydi. "Canım," dedim sessizce. "İyi misin? İnelim mi hazırsan?"

 

Bana doğru döndü ve yüzüme yaklaştı. Dudaklarını alnıma bastırınca gözlerimi kapadım. "İyi ki buradasın," dedi. "Varlığın bana kuvvet veriyor canımın içi."

 

Yanağından öptüm hafifçe. "Her zaman yanındayım sevgilim," dedim. "Ömrüm boyunca destekçinim." Bir kez daha öptü ve kapısını açıp arabandan indi. Maksut ve diğerleri de arabadan inip bize yaklaşmadan izlemeye başladılar. Peşrev önden gidiyordu. Gerisinde kaldığımı hissedince elini arkasına uzatıp birkaç kez açıp kapadı. Elini tutmamı istiyordu. Yürüdüm ve elini tuttum.

 

Genç bir kız evin önünde çamaşır asıyordu şarkı söyleyerek. O Zeliş olmalıydı. Bütün hayatını bu eve kapalı yaşamış birine göre oldukça neşeli görünüyordu. Upuzun simsiyah saçlarını iki yandan örmüştü. Yirmili yaşlarının başında olmalıydı. Boyu ağabeyleri gibi çok uzun değildi. Bembeyazdı teni. Çok güzeldi Zeliş.

 

Peşrev bahçenin önünde durunca bir adım geri çekildim. Zeliş elindeki çamaşırı astı ve onu izleyen ağabeyini gördü. Birkaç saniye ifadesizce baktı ve bir anda gülmeye başladı. Nefes alışı hızlanırken, "Abi!" diye bağırdı. Onu tanımıştı ama nasıl? Peşrev olduğu yerde taş kesilirken gözlerim dolmaya başlamıştı. "Anne abim geldi!"

 

Elindeki sepeti yere öyle bir fırlatışı vardı ki sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibiydi. Peşrev'in önünde durdu ve ışıl ışıl parıldayan gözleriyle ağabeyine uzun uzun baktı. Peşrev'in hızla inip kalkan göğsünden heyecanlandığını görebiliyordum. "Geldin," dedi nefes nefese. "Abi geldin sonunda." Parmak uçlarında yükselip kollarını ağabeyinin boynuna sardı. Peşrev ona yetişmek için eğilmişti. Ağlıyordu Zeliş. Hem de feryat figan. "Bizi kurtarmaya geldin." Boynundan öptü. "Güzel abim benim."

 

Peşrev havada kalan ellerini usulca kardeşinin sırtına indirdi ve tedirgince okşamaya başladı. Sanki ona zarar verirmiş gibi. Kapıda beliren kadına bakınca gözlerim daha da doldu. Firuze hanım oğluna ve kızına bakakalmıştı. Elleri titriyordu. "Anne," dedi Zeliş annesine dönerken. "Bak abime. Resimlerinden daha da yakışıklı."

 

"Oğlum," dedi titreyen sesiyle. Elini kalbinin üzerine doğru götürdü. Peşrev annesine doğru yürümeye başlamıştı. "Ya yine rüyaysa bu Zeliş?"

 

Karşı karşıya geldiler. Firuze Hanım elini kaldırdı ve "Dokunabilir miyim?" diye sordu. Bir annenin yaşamayı hiç hak etmediği şeyi yaşamıştı. Dokunmak için bile izin alıyordu. Bu acının tarifi mümkün değildi. Peşrev başını salladı yavaşça. Firuze oğluna ağlayarak sarılırken kendimi daha fazla tutamamıştım. Soya ve Vera yanıma gelmişti. Birbirimize sarıldık ağlayarak.

 

"Kokun," dedi annesi titreyen sesiyle. Ayakta zor duruyor gibiydi. "Patiğin gibi kokuyorsun." Zeliş bize baktı ve bakışı bende durdu. Gözlerini sildi ve kocaman gülümseyip bana doğru yürümeye başladı. "Bitti mi azabım? Sen benim minik bebeğim misin?" Annesinin Peşrev'in kollarına yığıldığını görünce onlara doğru koştum. Peşrev annesini kucağına aldı ve hızla arabaya doğru yürüdü.

 

***

 

Peşrev Sonunda annesine kavuştu💕🫠🤧🥹

 

Bölüm nasıldı?

Yıldıza basmayı ve beni takip etmeyi unutmayın💕

 

İyi geceler herkese☘️

Loading...
0%