Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Okurken şarkıyı açınnnnn🥲

Yıldıza basmayı unutmayın canlarım❤️

 

***

 

O davete gidişim, Farhan'dan broşürü alışım, yarışmaya başvuruşum ve heyecanla yola düşüşüm...

 

Yaşadığım, yaşadığımız onca şeye rağmen iyi ki dökülüyordu dudaklarımdan. Keşke değil... Canımı çok yaksa da kalpsiz vahşi koca adam kalbimin en merkezsindeydi hala. Onsuz avuçlarımda kalan alt ayı düşündüm.

 

Dile kolaydı. Kokusundan ayrı kaldığım altı ay. Hayatından haber alamadığım koskoca altı asır... Güzel gözlüm. Dönüp gelmen için canımın mı çıkması gerek aslanım? Hasret ne demekti? Hasret ne demek ben bu zamana kadar hiç tatmamışım meğer. İçim çıka çıka dört bir yerde kokusunu sesini arıyordum. Sokak sokak koşup bağıra bağıra ismini haykırıyordum.

 

Zaman geçiyordu. Saatler doluyordu ama ben donmuştum. Ben, beni bıraktığı o yerde kalmıştım. Ben Ova değildim. Ben artık sadece oğulları için nefes almaya çalışan bir anneydim. İstanbul'daydım. Kendi evimizde. Annem, babam, Firuze anne, Zeliş, Maksut ve Soya. Hepsi buradaydı. Birlikte yaşıyorduk.

 

Damian düzenli olarak ziyaretime geliyordu. Zeliş'le aralarında bir şeyler vardı. Görüyordum. Nasıl başladığını sormamıştım. Zeliş utangaç bir kızdı. Kendi anlatmadığı sürece onu sıkıştıracak değildim. Peşrev'in buna fena halde delireceği doğruydu.

 

Hepsi etrafımda pervaneydi. Babam Kıbrıs'taki evi satıp bu sokaktan ev almıştı. Canım babam. Kahroluyordu beni gördükçe. Ne yapabilirdim ki? Çaresizdim.

 

Hasret öyle bir vurmuştu ki göğsüme ağırlığı ile altında kalmıştım. Elimden bir şey gelmiyordu. Vera ve Leo'yu o günden beri görmemiştim.

Çok aramak istemiş ama yapamamıştım. Soya'yı arayıp nasıl olduğumu sorduğunu biliyordum. Leo ve Maksut Peşrev'le Farhan'ı arıyordu. Yer yarılmış ve hepsi içine girmişti sanki.

 

Arama artık yurt dışında devam ediyordu. Türkiye'de olmadıkları belliydi. Örgüt Peşrev'i yurt dışına kaçırmış olmalıydı. Farhan Peşrev'le miydi? Yakalanmış mıydı bilmiyorduk. Ümidimdi o. Kocamı bana getireceğini beklediğim ümit... Elimi karnımın üzerine koydum. "Canlarım." Elimi hissettiklerinde kıpır kıpır oluyorlardı. Ağlayarak güldüm. "Babanıza benzemezseniz kulaklarınızı çekeceğim."

 

Telefonu elime aldım ve altı ayda her gün yaptığım gibi bir sesli mesaj bıraktım. Her gün aynı sesi duymama rağmen. "Bebeğim," dedim. "Bugün sekiz aylık olduk biz. İsimlerini koydum ben. Kızmazsın değil mi? Onlara başka bir isim düşünemedim. Çok özledim. Hasretin dayanılamayacak boyutlara ulaştı." Burnumu çektim. "Doğuma çok az kaldı ve ben çok korkuyorum."

 

Burnumu çekip telefonu bir köşeye fırlattım. Yerden destek alarak ayağa kalktım ve odadan çıktım. Öyle ağırdı karnım sanki koca bir dünyayı taşıyordum. Aşağıda hareketlilik vardı. Annemler masayı kurarken Maksut pencere siliyordu. Canım Maksut'um. Bir ağabey gibi sarıp sarmalamıştı yaramı. Biliyordum. Peşrev beni ona emanet etmeseydi de aynısını yapardı.

 

Gayriihtiyari güldüm. Aylar sonra ilk gülüşümdü bu. Herkes aynı anda bana bakarken annemin ve Firuze annenin gözlerinin içi gülmüştü benimle birlikte. "Koskoca adama cam mı sildiriyorsunuz siz?" Dikkatlice merdivenlerden indim. Zeliş bana doğru koştu ve elimi tuttu. Bir bebek muamelesi görüyordum bu evde. "Karizman yerlerde Maksut'um." Yavaşça masaya oturdum.

 

Maksut elindeki bezi havada sallayarak göz kırptı. "Konuş güzelim. Kadınların elinde kaldım. Uzunuz diye bütün işleri bana kilitlediler." Yüzünü ekşitti. "Kendimi kullanılmış gibi hissediyorum."

 

Soya elini beline yerleştirdi. Babam gazetesinin üzerinden Maksut'a gülerek bakıyordu. "Aşk olsun aşkım," dedi Soya. "Ben mi çıkayım ta oralara? Ya düşersem?" Soya hamileydi. Henüz çok başlardaydı. Bir buçuk aylık olduğunu dün öğrenmiştik. Maksut ikimize de bir iş yaptırmıyordu.

 

Evde Peşrev'in adı hiç geçmiyordu. Sanki ölmüş gibi davranmalarına katlanamıyordum. Firuze anne iyi değildi. Belli etmiyordu ama içi yanıyordu. Nasıl yanmasın ki? İki evladından bir haber yoktu.

 

Annem önümdeki tabağa masadaki her şeyden azar azar koyarken Firuze anne yanıma oturup karnıma dokundu. "Bugün nasıllar benim minik aslanlarım?"

 

Gülümsedim. Gözlerimin dolmasını engellemeye çalışırken, "Çok hareketliler," dedim. "Doğunca canımıza okuyacaklar."

 

"Canını yerim onların," dedi Maksut merdivenden inerken. Sandalyesini çekti ve Soya'nın yanına oturdu. "Hele bi hayırlısıyla doğsunlarda..."

 

Masada amin sesleri yükselirken ayağa kalktım ve bahçeye çıkmak için ağır ağır yürümeye başladım. 'Penguene döndün gönül kuşum,' derdi beni görseydi. 'Benim seksi penguenim.' İkiz olduklarını öğrendiğimde ağlama krizine girmiştim. En az dört çocuk dediği anı hatırlayıp saatlerce kendimi odaya kapatmıştım.

 

"Nereye gidiyorsun yavrum?"

 

Omuzlarımın üzerinden anneme baktım. Etrafımda pervane olmaları çok üzüyordu. Çok yoruluyorlardı. "Bahçede oturacağım anne," dedim.

 

Maksut ve Soya çay alıp ayağa kalktılar. İkisi bahçeye doğru çıkarken babam da masadan kalktı. "Bahçeye çay getirin hanım."

 

Yalnız kalıp ağlayamayacak mıydım ben artık? Peşrev burada olsaydı isyan bayrağını çoktan çekerdi. 'Bir orduyla yaşayamam gönül kuşum.' Sesi kulaklarımda çınlamıyordu artık. Sesini unutmak yüzünü yalnızca resimlere bakarak anımsamak... Bu çok korkunçtu.

 

***

 

Genç kadın elindeki çay tepsinini masaya bırakıp dışarı çıktı. Dünden beri eve birtakım adamlar gelip gidiyordu eve.

 

Amcası stresliydi. Yemek yiyor ve sigara içmek içim devamlı kendini bahçeye atıyordu. Uyku uyumuyordu günlerdir. Bir sıkıntısı vardı. Bazen gidiyor ve günlerce gelmiyordu. Oya kendini bildi bileli amcasıyla birlikteydi. Karanlık bir adamdı Timuçin Bey. Ne yaptığını bilmese de doğru olmayan şeylerin peşinde olduğunu biliyordu Oya.

 

Geceleri konuşma sesleri ile uyanıyordu. Ne zaman uyansa amcası gizli gizli birileri ile telefonda konuşuyor oluyordu. Çoğunlukla umursamıyordu. Gerisin geri odasına dönüp uyuyordu. Ama bu kez farklı bir şeyler dönüyordu. Amcasının halleri hal değildi. Yüzündeki korkunun sebebini öğrenmeyi kafasına koymuştu.

 

Bahçeye çıktı. Dayısı yanında bir adamla orman yoluna doğru yürüyordu. Onlara yaklaşmadan takip etmeye başladı. "İki gün önce limanda yakalandı," dedi amcası. "Balık deposunun içinde."

 

"Nihayet," dedi yanındaki sarışın adam. "Kardeşini konuşturamadık. Belki bunu öttürürüz ha ne dersin?"

 

Kimden bahsettiklerini anlamak için sabırla dinlemeye ve takip etmeye devam etti. "Neredeymiş onca zaman? Adam hayalet olmuştu sanki."

 

Timuçin omuzlarını kaldırıp indirdi. Belini kaşırken kıyafetinin altına gizlediği silahı görünmüştü. Alışkındı amcasının emanetlerle gezmesine. Yadırgamadı. "Biri yardım etmiş. Ülkeye Azerbaycan'dan girmiş. Sıraç'ın en büyük rakiplerinden olan bir örgüt saklamış. Adamın devasa bir dehlizde kurduğu ufak şehri var neredeyse."

 

"Koordinatların yerini o örgütle paylaştıysa bittik biz Timuçin," dedi adam. Elini saçlarına daldırdı. "Sıraç bizim tek bir parçamızı bırakmaz. O koordinatlarda öyle kimyasallar öyle uyuşturucular var ki. Canımızla bile affettiremeyiz."

 

Oya amcasının yüzündeki korkuyla dehşete kapıldı. Öyle ki hiçbir şeyden korkmayan adam şimdi zangır zangır titriyordu. Epey yürüdükten sonra kullanılmayan su deposunun önünde durdular. Depo amcasına aitti. "İçeride mi?"

 

Amcası, adama bakıp başını salladı. "Kendine gelmesini bekliyoruz sorgu için." Oya onlar çıkana kadar orada bekledi. İçeride kimi tuttuklarını bilmiyordu lakin kurtarılmaya ihtiyacı olan biri olduğuna emindi. Hiç düşünmeden 155'i tuşlarken çalıların arasına iyice gizlendi.

 

Yaklaşık yarım saat sonra polis sirenleri koruda yankılanmaya başlarken Oya başını yavaşça dışarı çıkardı. Deponun önündeki adamlar hızla içeri girdikten birkaç saniye sonra Timuçin telaşla dışarı çıktı. Ona doğru gelen askerlere ve polislere şaşkınlıkla baktı. "Kaldır ellerini," diye bağırdı jandarmalardan biri. "Elini başının üstüne koy ve dizlerinin üzerine çök!"

 

Timuçin ve diğer adamlar askerlerin söylediklerini yaparken Polis özel Hareket ekibi deponun içine girmişti. Çok geçmeden yaralı bir adam kollarında dışarıya çıkarılırken Oya beklediği yerde kımıldandı. Adama bakarken gözleri kısıldı ve hemen ardından kaşları çatıldı. Bu adamı bir yerden tanıyordu. Dikkatle baktı ve dudaklarını şaşkınlıkla araladı. "Sen," dedi kendi kendine. "Seni tanıdım."

 

Adamlar askeri araçlara zorla bindirilirken yaralı olan adamın götürüldüğü araca doğru koştu. Amcası camdan Oya'yı görünce ağza alınmayacak küfürler etmeye başlamıştı. Askerlerden biri ensesine silahla vurunca kendinden geçti.

 

Polisler Oya'yı fark edince genç kızı durdurdular. "Sen kimsin, burada ne arıyorsun?"

 

Oya araca bindirilen yaralıya bakarken bakışlarını polislere çevirmişti. "İhbarı yapan benim," dedi. "Yakaladığınız adamlar biri benim amcam."

 

"Yaralı adamı tanıyor musun?" diye sordular. Oya yavaşça başını salladı. "Ha-hayır tanımıyorum." Polisler genç kıza dikkatle baktıktan sonra ayrıntılı ifadesini almak için yaralı adamın yanına bindirmişlerdi.

 

Merkeze ulaştıklarında Oya amcası ve iş birliği içinde olduğu örgüt ile ilgili tüm bildiklerini anlatmıştı. İfadesi alındıktan sonra serbest kalan kız binaya baktı endişeyle. Şimdi nereye gidecekti? Yeniden merkeze girdi ve o yaralı adamı hangi hastaneye götürdüklerini öğrendi. Adamın uzun süre Milli İstihbarata çalışmış bir asker olduğunu öğrenmişti.

 

Hastaneye girdi ve kaldığı odayı buldu. Ziyaret saatine kadar koridorda bekledi ve ziyaret saati gelince 405 numaralı odanın kapısını yavaşça açtı. Yaraları adam, gözleri açık pencereye bakıyordu. Kapının açıldığını görünce başını yavaşça çevirdi yaralı adam. Yüzü yara bere içindeydi. Masmavi gözleri Oya'yı bulunca genç kız kocaman gülümsedi. "Merhaba!"

 

Karşısında gördüğü genç kızı tanıyınca doğruldu ve kaşlarını çattı. "Sen," dedi güçlükle. Yaralarından dolayı çok acı çekiyordu. "Sen nereden çıktın yine?"

 

Oya yavaşça yatağa doğru yaklaştı. Adamın yara bere içinde olan yüzüne bakıp yüzünü buruşturdu. "Bence beni gördüğüne sevinmelisin." Oya yatağın yanındaki koltuğa yavaşça oturdu. "Benim sayemde kurtuldun."

 

Genç adam kaşlarını yukarı kaldırdı. "Nasıl?"

 

"Amcam," dedi. "Seni yakalayan ve depoya tıkan adam."

 

"Sen Timuçin itinin yeğeni misin?" Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. "Nasıl kurtardın beni?"

 

Genç kız omuzlarını oynatıp dudağını büktü. "Üzümünü ye bağını sorma."

 

"Buradan çıkmam gerek," dedi adam yataktan kalkarken. Kalkar kalmaz sendeledi. Oya ayağa kalktı ve genç adamın kolunun altına girdi. "Kardeşim ellerinde. Yerini öğrendim. Teşkilata ulaşmam gerek." Duraksadı. "Tabii hala yaşıyorsa?"

 

"Neden kaçacaksın? Asker olduğunu sanıyordum."

 

Genç adam kolunun altındaki ufak tefek kadına baktı. "Türkiye'den kaçtığımda bir örgüte sığındım. Örgüt üyesi olarak arama başlatılmıştı. Kimliğim açığa çıkmadan buradan çıkmam gerek."

 

"Nerede olduğunu polislere söyleyelim. Neden yalnız başına gideceksin anlamadım. Amcamın adamları sağa sola dağılmıştır çoktan." Genç adamı göğsünden itip yatağa oturttu. "Bu şekilde yürümen zor. Tekerlekli sandalye bulup geliyorum."

 

Adam başını usulca sallarken odadan çıkan kadının arkasından baktı bir süre. Şaşkındı. Öte yandan memnun. Bu can sıkıcı kadının günün birinde işe yarayacağını düşünmemişti.

 

Yaklaşık on dakika sonra Oya yeniden odaya döndüğünde elinde bir sandalye vardı. "Buna otur ve bekle. Birazdan hasta bakıcı gelecek seni almaya. Bu iş epey pahalıya mal oldu bana haberin olsun."

 

Genç adam kıza bakıp başını sağa sola salladı. "Çıkayım da şuradan. Öderim neyse borcum."

 

Oya gülerek odadan çıkarken söylediği gibi beş dakika sonra hasta bakıcı genç bir kadın odaya girdi. "Röntgene ineceğiz," dedi. Adam başını sallayınca kadın arkasından ittirerek odadan çıkardı. Nöbet devrim saati olduğu için hemşireler hasta odalarında vizit geziyorlardı.

 

Hasta bakıcı asansöre binip zemin kata bastı. Asansörün kapısı açılırken karanlık bir koridora girdiler. Kapısında morg yazan odayı görünce genç adam kaşlarını çattı. Hasta bakıcı çoktan gitmişti. Çok geçmeden Oya göründüğünde genç adam sinirle soludu. "Ne?" diye sordu Oya. "Başka nasıl çıkaracağım? Ya dışarıda pusudalarsa?"

 

Bıkkın bir nefes koyverdi adam. "Pekala planın ne?"

 

"Seni öldürmek!"

 

Genç adam gözlerini kısarak baktı Oya'ya. "Şaka kaldıracak bir adama mı benziyorum oradan bakıldığında?"

 

"Şaka yaptığımı kim söyledi."

Tekerlekli sandalyeyi ittirmeye başladı ve morg yazan kapıdan içeri girdi. "Ölülerden birinin yerine geçeceksin başka şansın yok."

 

Adam gözleri iri iri kadına bakarken yavaşça yutkundu. "O şeyin içine mi gireceğim?"

 

Oya yavaşça başını salladı. "Üzgünüm." Asla üzgün değildi.

 

Adam dediğini yapıp tabutun içine girince Oya gözlüğünü ve baş örtüsünü çıkarıp taktı. Morg kapısından çıktı ve cenaze aracının arkasında beklemeye başladı. Beş on dakika sonra adamların kollarında çıkan tabutu görünce gülümsedi. "Gömmeden kaçabilirsek iyi." Kendi kendine güldü.

 

Tabutu araca yüklediler ve ön tarafa geçip oturdular. Oya hızla arkaya binerken neyse ki gören olmamıştı. Adamlar tabutu araca yüklediler ve ön tarafa geçip oturdular. Oya hızla arkaya binerken neyse ki gören olmamıştı. Sevilmeyen biri olduğunu düşündü ölen kişinin. Kimsesi yoktu çünkü. Araba hastaneden yeterince uzaklaştığında tabutun kapağı açıldı.

 

Genç adam doğruldu ve üzerindeki kefene sarıldı. Zira anadan üryan bir haldeydi. "İyi sar çarşafı," dedi Oya muzipçe. Yüzünü buruşturdu sonra. "Malum yerlerini görmeyi istemem!"

 

Adam kıza bakıp göz kırptı. "Can atmıyorum," dedi. Ayağa kalktı ve kızı beklemeden arabadan atladı. Oya arkasından şaşkınlıkla bakarken o da peşinden atladı. Adama yetişti ve kolundan tuttu. "Adın ne senin?"

 

Adam kıza baktı ve acıyla inledi. "Sana neden adımı söyleyeyim?"

 

Oya başını iki yana sallayarak yerde yatan adama bakarken bıkkın bir nefes koyverdi. "Kırık ayakla atlamak!" Elini beline yerleştirdi. "Delisin sen!" Muhtemelen diğer ayağıda kırılmıştı. Sağa sola baktı ve cebinden telefonunu çıkardı. Güvendiği bir arkadaşını aramış ve adamın koca cüssesini sürükleyerek çalıların arkasına çekmişti.

 

Onları almaya gelecek kişiyi beklerken didişip durmuşlardı. Yaklaşık yirmi dakika sonra kırmızı bir pikap yol üzerinde durdu. Araçtan inen kovboy şapkalı genç bir adam telefonunu çıkartıp Oya'yı aradı. Meraklı bakışları etrafta dolanıyordu.

 

"Çalıların arasındayız," dedi Oya başını çıkartırken.

 

Adam, arkadaşını görünce o yöne doğru hızlı adımlarla yürüdü. Çalıların arasındaki adamı görünce kaşlarını çattı. "Kim bu herif Oya?"

 

Beraber kollarının altına girerken Oya yaralı adama bakıp dudak büktü. "Bilmiyorum. Lakin önemli biri. Bizi güvenli bir yere götür."

 

Birlikte araca bindikten sonra adam arkadaşına baktı. "Dedemin bağ evine götüreceğim. Sonra bana şu mevzuyu uzunca bir anlat bakalım." Yaralı adama şüpheyle bakıp önüne döndü.

 

***

 

Başımı yana çevirip cihazdan gelen kalp atışlarının ekrana yansıyan görünüsüne baktım. Gece sancıyla uyanmıştım. Doktorun ameliyat için verdiği tarihe bir hafta vardı.

 

Çok korkmuştum. Panikti. Hastaneye geldiğimizde doktor acilde karşılamıştı bizi. O konuştukça panik halim azalmıştı. Yine de kalbim pır pırdı, korkuyordum. Odada yalnızdım ve heyecanla ameliyat saatini bekliyordum. Herkes buradaydı. Annemlere evde beklemelerini söylesem de dinletememiştim.

 

Hem buruk hem de heyecan içindeydim. Kime benzediklerini öyle merak ediyordum ki. Dakikalar geçtikçe içimdeki kavuşma arzusu da büyüyordu. Kapı açıldı ve Soya uykulu gözlerle içeri girdi. "Nasılmış bakalım taze anne?"

 

"Şişmiş bir burun elma gibi yanaklarla gayet iyiyim."

 

Soya yanıma oturdu ve cihazdan çıkan kağıda baktı. "Sancıların artmaya başlamış."

 

"Biraz daha beklersem burada doğurmam muhtemel."

 

Güldü. "Doktor birazdan almaya geleceklerini söyledi. Korkuyor musun hala?"

 

"Korkuyorum," dedim. Ağlamaya başladığımın farkında bile değildim. "Kördüğüm gibiyim Soya. Bütün düşüncelerim hislerim birbirine girmiş gibi."

 

"Şey," dedi saçlarını karıştırırken. Yüzünde garip bir ifade vardı. Gözlerini kaçırdı ve "Sana bir şey söylemem gerek ama şimdi mi söylesem çıktıktan sonra mı bilmiyorum. Maksut söylediğimi duyarsa çok kızar ama ben bunu içimde tutamam."

 

Nefes alışverişlerim hızlanırken kıpırdandım ve cihazdaki sesler artmaya başladı. "Kötü bir haber mi var?" Nabzım boğazımda atıyor gibiydi. "Soya ona bir şey mi..."

 

"Saçmalama," dedi. "Öyle bir şey olsa söyler miydim?"

 

Beklentiyle baktım gözlerine. "Ya ne?"

 

"Peşrev'i kaçıran örgütün yeriyle ilgili bir ihbar alınmış. Maksut bunun da asılsız olabileceğine karşın sana bir şey söylemememi tembihledi."

 

Gözyaşımlarımın ardından ortaya çıkan gülüşümle Soya'ya sarıldım. "Yaşıyor," dedim. "Hissedebiliyorum. Soya bize gelecek çünkü o hep gelir."

 

"Umarım," dedi. "Ama bu sefer ki ihbar oldukça sağlam bir kaynaktan."

 

Omzuna vurdum sertçe. "Bu şimdi mi söylenir?" Yeniden sarıldım. "Allah'ım sana şükürler olsun."

 

Odanın kapısı açıldığında geldiğimden beri benimle oldukça güler yüzle ilgilenen hemşire içeri girdi. Hemen ardından beni götürmek için bir sedye...

 

Ameliyathanenin kapısından girene kadar Zeliş elimi bırakmamıştı. Girişte durduğumda hepsine tek tek bakıp gülümsedim. Biliyordum. Bugün bizim için yeni bir gün olacaktı. Yeniden doğacaktı güneş. Hem de iki tane...

Annem ağlayarak alnımdan öperken babam homurdanıyordu. "Buradayız yavrum," dedi. "Korkma tamam mı? Yavrularımızla döneceğiz evimize."

 

Gözlerimi kapatıp açtım. Yaptıkları sakinleştiricinin etkisiyle oldukça gevşemiş durumdaydım. "Sizi seviyorum."

 

İçeri girerken onların da "Biz de seni çok seviyoruz gönül kuşu," diye bağırdıklarını işittim. Gözlerimi kapadığımda gözyaşlarım yanaklarıma doğru Firar etmişti.

 

***

 

Altı ay sonra...

 

Alınan ihbardan sonra büyük bir operasyon yapılmıştı. Ne var ki aylar geçmesine rağmen sevdiğim adamdan bir haber yoktu.

 

Ekipler ihbar edilen adrese gittiklerinde çoktan boşaltılmış meğerse. Ümidimi kaybetmiyordum çünkü babalarına benzeyen iki minik adamım vardı. Güçlü olmaktan başka şansım yoktu. Onsuz geçen bir yılı düşündükçe kalbimde baş edilmesi güç bir ağrı peyda oluyordu. Düşünmemeye çalışıyordum.

 

"Ah! Anneciğim neden ısırıyorsun ama sen? Yazık değil mi anneye?"

 

Güney'im. Alt damağında çıkan oldukça vakitsiz çıkan minik dişiyle ısırmayı öğrenmiş ve bunu her fırsatta uygulamalı olarak göğsümde deniyordu. Tek yumurta ikizleri oldukları için Kuzey'le birbirlerinden ayrılamayacak kadar benziyorlardı. Şimdilik onları ayıran tek şey Güney'imin erken çıkan dişiydi.

 

Kuzey, ayak parmağını ağzına alırken dudaklarında minik balonlar çıkarıyordu. Sanırım onun da dişi yakında bize merhaba diyecek. Parmakları devamlı ağzının içindeydi.

 

 

 

Firuze anne elinde yemek tepsisiyle içeri girince emzirmeyi sonlandırmıştım. Artık emmiyor bana işkence ediyordu. "Ver onları bana bahçeye çıkarayım yavrum sen de biraz uyu."

 

 

 

Güney'i pusetine bıraktıktan sonra ayağa kalktım. Tepsideki yemeklere bakınca iştahım kabarıyordu. Peşrev beni gördüğünde eskisi gibi çekici bulur muydu düşünmeden edemiyordum. Kocaman bir popom ve devasa iki memem vardı. Uzun boylu bir kadın olduğum için aslanlarım beni devasa bir kadına dönüştürmüşlerdi.

 

Firuze anne kendi kendime güldüğümü görünce o da güldü. "Anne sence nasıl görünüyorum?"

 

Popumu işaret ettim. Ne demek istediğimi anlayınca kıkırdadı. "Güzelliğine güzellik katılmış gibi."

 

Gözlerimi imayla kıstım. "Burnun uzadı anne."

 

Popoma bir tane yapıştırınca gözlerim büyüdü. "Anneler yalan söylemez."

 

Pusetlerle birlikte odadan çıkarken ikisini birden nasıl taşıdığına hayret ediyordum. Karnımı doyurduktan sonra hızlı bir duş aldım ve kendimi yatağa attım. Uykusuzluk göbek adım olmuşken gözlerimin kapanması zor olmamıştı.

 

***

 

Firuze Hanım pusetlerden birini yere bıraktıktan sonra diğeri ile bahçeye çıktı. Hava çok güzeldi. Eylül ayı olduğu için ılık bir esinti vardı.

 

Diğerlerinin oturduğu masaya doğru yürürken herkesin aynı anda ayağa kalktığını görünce birden durdu. Merakla onlara bakarken Zeliş sandalyeyi fırlatarak ona doğru koşmaya başlamıştı. "Ne oldu kızım?"

 

Zeliş yanından koşup giderken, "Abi!" diye bağırdı. Firuze Hanım elini kalbinin üzerine koydu. Hangi oğlunun geldiğine dönüp bakamıyordu lakin kalbinden geçen Peşrev'di. Bir anne sevgisini bölemezdi ama gelininin ve torunlarının babalarına ihtiyacı vardı.

 

Yavaşça arkasına döndüğünde bacakları titredi ve kalbine bıçak gibi kesen bir ağrı saplandı. Gözleri karardı ve dizlerinin bağı çözüldü.

 

***

 

Yıldıza basmayı unutma canımsu💕

 

Sizce hangi oğluş geldi? 👀

 

Yeni bölümde görüşmek üzere💕

Loading...
0%