Yeni Üyelik
48.
Bölüm

47.BÖLÜM

@aysegulcee1

 

 

Özgürlük senin gönül kafesinin içinde yaşam sürmekmiş sokak sokak dolaşırken anladım.

 

 

 

 

 

Oya, dakikalardır karşılarında duran boş binayı dürbünle gözetleyen adama baktı. "Sonuç ne Farhan?"

 

Farhan dürbünü indirmeden yanındaki kadına cevap verdi. "Dayım çıktı." Derin bir nefes aldı ardından. Dikkat çekmemek için Sıraç binanın girişine fazla adam dikmemişti. İki kişi vardı kapıda. Onları alt etmek zor değildi. "İçeri gireceğiz."

 

Oya gözlerini devirdi. "Tabii. Onlarda hoş geldiniz. Buyurun girin esirimizi kaçırın. Çekinmeyin canım kendi esiriniz gibi kaçırabilirsiniz mi diyecekti?"

 

Farhan kaşlarını çatarak onunla alay kadına baktı. İçeri gireceğiz derken şaka yapmıyordu. "Zehir gibi aklın var hatun lakin benimle dalga geçmemen gerektiğini bir türlü öğrenemedin."

 

Oya, Farhan'a doğru yavaşça sokuldu ve parmağını dudağına bastırdı. "Sana istediğimi yaparım ve bu konuda ne kadar yetenekli olduğumu bilirsin."

 

Farhan'ın göğsü heyecanla yavaşça inip kalktı. Yutkundu ve devamında kaşlarını çatması uzun sürmedi. "Rahat dur yoksa bütün planımı mahvedeceksin."

 

Oya dudağını yavaşça Farhan'ın dudağına sürtüp geri çekildi. "Kardeşinin yaşayıp yaşamadığını da bilmiyoruz. Umarım doğru yoldasındır."

 

"İçeride olmasa buraya bu kadar gidip gelmezdi Sıraç."

 

Oya şaşkınlıkla baktı. "İçeri nasıl gireceksin?"

 

"Çatıdan," dedi Farhan ciddi bir sesle.

 

Oya oturduğu yerden hiddetle ayağa kalktı. Karşılarında duran binaya bakarken kalbi sıkışıyordu. "Kafayı mı sıyırdın sen? 40 katlı bir binaya 40 katlı bir binadan uçarak mı geçmeyi planlıyorsun?"

 

"Bir sus be kadın! İş yapıyoruz şurada. Dağıtma dikkatimi?" Yüzünü buruşturdu. "Neyine aşık oldum ben senin yahu? Dır dır dır vır vır vır..."

 

Oya kollarını göğsüne birleştirip ayağını yere vurmaya başladı. Onu bulduğundan beri birliktelerdi. Tuhaf bir ilişkileri vardı. Ani gelişmiş ve çılgınca devam etmişti. Seviyordu. Farhan'ın da kendisini sevdiğini biliyordu.

 

Farhan ayağa kalktı ve somurtan kadına sokuldu. "Asma suratını hemen. Şaka yaptığımı biliyorsun." Kendine çekti ve alnından öptü. "Onu kurtarmak zorundayım Oya. Yeğenlerimin babasız büyümesine göz yumamam."

 

Oya oflayıp kollarını Farhan'ın beline sardı. "Oraya girersen çıkamazsin. Peki bizim geleceğimiz?" Gözlerini devirdi. "Tabii benimle bir gelecek düşlüyorsan..."

 

Burun kemerini parmaklarının arasına aldı Farhan. Genç kızın gözlerindeki korkuyu görebiliyordu. Onu buraya getirmek istememişti. "Yakalanırsam koordinatları kullanacağım," dedi. Kollarını yavaşça beline sarıp daha fazla çekti kendine. "Bilgilere ulaşmak için beni sağ tutacaklar. Ben onları oyalarken de ekipler binaya çoktan sızmış olacaklar."

 

Oya'nın içine sinmeyen bir şeyler vardı. Onu kaybetme korkusu tüm hücrelerine nüfus etmişken içtenlikle tamam diyemiyordu. "Bana dönmek zorundasın," diye mırıldandı. "Oradan çıkamazsan ben girer ve seni öldürürüm."

 

Farhan genişçe güldü. Biliyordu yapardı. Zira bu deli kız altı ayda anasından emdiği sütü burnundan getirmişti. "Her şekilde can güvenliğim yok gibi."

 

Oya omzuna sertçe vurdu. "Dalga geçme."

 

Farhan genç kızın dudaklarına minik bir öpücük bıraktı ve ondan ayrılıp karşı binaya geçeceği mesafeye baktı. Atlayabilirdi. Atlamak zorundaydı. Bir ucunu demire bağladığı halatı beline sardı ve Oya'ya son bir kez daha bakıp gerileyerek hızla koşmaya başladı.

 

Oya gözlerini sımsıkı kapadı. Gözlerini açtığında Farhan'ın karşı binanın demir korkuluklarına tutunduğunu gördü. Derin bir nefes koyverirken Farhan'a baktı ve onları bekleyeceği yere geçip gizlendi.

 

Dakikalar sonra silah sesleri ile dolmaya başlamıştı şehrin sokakları. Siren sesleri ile... Oya tuttuğu nefesini bırakırken gözlerini kapadı. "Allah'ım sen onları koru!"

 

***

 

Firuze Hanım gözlerini yavaşça araladı ve kirpiklerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. Rüya olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Sandalyeye oturtulmuştu. Zeliş bileklerini kolonya ile ovarken Ayşe Hanım dünürünün tansiyonunu ölçüyordu. "Oğlum..." Sessizce sayıklıyordu. "Allah'ından bul emi Sıraç!"

 

Gözleri kararmadan önce gördüklerini hatırladı. Farhan'ı gördüğünü hatırladı. Farhan arkasını dönmüş ve onlara doğru yürüyen Peşrev'e bakmıştı.

 

"Yavrum," diye feryat ederken sandalyenin önünde diz çöküp bekleyen oğullarına baktı. Hangisine sarılsa diğeri yarım kalacaktı. "Peşrev'im!"

 

Peşrev doğruldu ve annesini kollarının arasına aldı. "Anne..."

 

Firuze Hanım oğlunun ona anne dediğini duyar duymaz hıçkırıklara boğulmuştu. Kendini durduramıyordu. "Şştt," dedi Peşrev sırtını okşarken. "Bu kez de fırlayacak tansiyonun."

 

Firuze Hanım oğlunun yara bere ve morlukla dolu zayıflamış yüzüne baktı. Baktıkça daha da şiddetleniyordu gözyaşları. "Ellerin kırılsın senin kardeş gibi." Oğlunun yüzünü öptü. "İnleyerek can veresin Sıraç."

 

Zeliş ve Farhan onu sakinleştirmeye çalışsa da pek başarılı olamamışlardı. Firuze Hanım birden oğlundan ayrılıp ayağa kalktı. Pusetlerden birini kucağına aldı ve oğlunun yanına döndü. Peşrev pusetin içinde ağzından baloncuklar çıkaran oğluna baktı. Uzunca baktı. Konuşamıyor hiçbir tepki veremiyordu. Sarsak birkaç adımla pusete sokuldu. Gözleri şaşkınlıktan irileşmişti.

 

Titreyen elleriyle oğlunu kavradı ve yavaşça kucağına aldı. Gözlerinin dolduğundan habersizdi. Kalbi titriyordu özlemle. Kokusunu alınca kendinden geçti. Esir olduğu günlerde gelen tek bir fotoğrafla hayata tutunmuştu. Gönül kuşunun karnı burnunda fotoğrafını göstermişti Sıraç. Acı çeksin diye yapmıştı bunu.

 

"Maksut bu çok güzel."'

 

Maksut arkadaşının yanına yaklaştı. Elini omzuna koydu yavaşça. "İyi iş çıkarmışsınız kardeşim."

 

Peşrev güldü. Şoktaydı. "Maksut bu benim oğlum mu?" Oğluna özlemle bakarken kucağında mızmızlanmaya başlayan ufaklık elleriyle babasının yüzünü yoluyor ve burnunu ağzına almaya çalışıyordu. Acıkmıştı. "Ufaklık," dedi titreyen sesiyle. "O benim burnum. Hadi anneye gidelim."

 

Yüzü salya içinde kalan adam mutluluktan kendinden geçmişti. Herkes onlara bakarken Peşrev kucağında oğlu ile onlara döndü. "Ben şoktayım. Lütfen beni mazur görün." Annesi dışında kimseye sarılamamıştı henüz. Kalbi gönül kuşunu gördüğü ilk andaki gibi hızlı atıyordu. Güney babasını tanıyormuş gibi durdu ve dikkatle yüzüne bakmaya başladı.

 

Dudaklarından çıkardığı salya ve anlamsız mırıltılarla babasını sarhoş ediyordu. "Oğlum." Saçlarını uzunca kokladı. "Hadi gidelim." Arkasını dönüp gidecekken ağlama sesi olmuştu onu durduran. Olduğu yerde hareketsizce beklerken yavaşça arkasını döndü. Maksut'un kucağındaki bebeğe bakarken kaşları çatılmıştı.

 

Kucağındaki bebek oğlunun aynısıydı. Kaşları gevşedi ve gülüşü genişledi. "Bizi unuttun babası."

 

Peşrev şaşkınlıkla Maksut'a bakarken "Ne bu?" diyebildi. "Maksut bu..."

 

"Promosyonu lan," dedi Maksut. Kocaman kahkaha attı. Diğeleri gibi... "Bir alana bir bedava vardı aldık geldik bizde."

 

Maksut Kuzey'i de babasının kucağına fırlatırken Peşrev ikisine sıkıca sarıldı. Düşürmekten ödü kopuyordu çünkü minik aslanları kıpır kıpırdı. "Maksut tut!"

 

Kuzey'i Firuze Hanım Güney'i Ayşe Hanım alırken Peşrev annelerinin kucağındaki aslanlarını öpüp kokladı defalarca. Yetmedi. Yetmeyeceğini biliyordu. Güzel kokuyorlardı. Onun için dünyanın en güzel kokusu gönül kuşunun saçlarının kokusuydu. Öyle sanırdı. Ta ki oğullarının saçlarını koklayana dek. "Bu-bunlar benim mi gerçekten?"

 

"Bizim tabii yavrum," dedi Ayşe Hanım. Torununun saçını kokladı. "Bizim ciğerlerimiz."

 

Peşrev evlatlarından ayrılamıyordu lakin karısının hasreti canına tak etmişti. Daha fazla bekleyemeyecekti. "Ova nerede anne?"

 

"Uyuyor," dedi Firuze Hanım. "Oğlum istersen uyansın. Alıştıra alıştıra söyleyelim."

 

Peşrev eve doğru döndü. Beklemesi mümkün değildi. Eve doğru yürürken Ayşe Hanım ardından seslendi. "Yüreğine iner yavrum. Aklını alma çocuğumun." Güldü sonra.

 

Peşrev merdivenleri üçer beşer çıkarken kalbi ondan önce koşuyordu sanki. Yatak odalarının önünde durdu. Kokusunu alabiliyordu. Kapıyı yavaşça açtı ve yatağın içinde beyaz bir gecelikle uyuyan karısını gördü. Gözlerini kapatıp açtı. Yine gördüğü rüyalardan birinde olduğunu düşününce aklını kaybedeceğini sandı. Bir yıl ayrı kalmıştı. Nasıl geçmişti günler bilmiyordu.

 

Yavaşça yatağa doğru yürüdü. Yatağın yanında büyükçe bir beşik vardı. Oda buram buram bebek kokuyordu. Komodinleri üzeri bez ve boş biberonlarla doluydu. Hayatı öyle değişmişti ki. Birkaç yıl öncesine kadar soğuk ve karanlık odalarda uyuyordu. "Yavrum," dedi sessizce. "Sihirli bir değnek değdirdin hayatıma." Burada olduğuna inanamıyordu. Aylardır rüyalarında yaşıyordu sevdasını. Özlemekten aklını kaçırabilirdi.

 

Yatağa oturdu yavaşça. Bir bacağı yorganın dışına çıkmıştı. Karnına kadar açılmış geceliğine bakarken kampta odasına tırmandığı o gece düştü aklına. Güldü. Eğildi ve baldırına hafif bir öpücük bıraktı. Bedeni kasıldı. Kokusunu unutmuştu karısının neredeyse. "Aklımı kaybetmek üzereyim gönül kuşum."

 

Kolları başının üzerindeydi. Darmadağın yatan kadına bakarken içi titriyordu. Dağınık yatardı Ova. Uyurken eli ayağı rahat durmazdı. "Ah benim körpe ceylanım," diye mırıldandı yastığa yayılmış saçlarını okşarken. "Ah benim sevda bakışlım bülbül seslim, misk kokulum." Eğildi ve alnından öptü. "Benim güneşim, ayım, gecem, gündüzüm, yarınım, bütün ömrüm..."

 

Kulağına eğildi. Uyandırmaya kıyamıyordu lakin uyanması gerekiyordu. Hem de hemen... "Gönül kuşum," diye mırıldandı. "Ben geldim yavrum. Sana geldim. Size geldim." Yanağını öptü. Dudaklarını dudaklarıyla mühürlemek için can atıyordu.

 

Mırıldandı ve homurdanarak arkasını döndü Ova. Peşrev genişçe gülümseyerek yatağa uzandı ve kollarını karısının beline sarıp kendine çekti. "Fenayım yavrum," diye mırıldandı. "Uyanman gereken mevzular var." Geceliğinin açıkta bıraktığı omuzuna sesli bir öpücük bıraktı.

 

***

 

Kulağıma gelen ses gözlerimi güçlükle aralamamı sağlamıştı. Günlerdir öyle uykusuzdum ki aralıksız haftalarca uyuyabilirmişim gibi bir uyku açlığı vardı bedenimde.

 

Rüyada olduğumu düşündüm önce. Peşrev'in sesi kokusu sanki odadaydı. Bedenimde hissettiğim dokunuşlarla gözlerimi sonuna kadar açtım. Göğsüm hızla inip kalkmaya başlamıştı. Karnımdaki kollara baktım. Gözlerimi korkuyla kaparken kalbim deli gibi çarpıyordu.

 

Yavaşça döndüğümde gördüğüm yüz kalbimin durduracaktı neredeyse. Yutkundum. Düğüm düğüm olmuştu boğazım. Rüya mı? Allah'ım yine tatlı bir rüyanın içinde miyim?

 

Gözlerimi kapadım hızla. "Rüya mısın gerçek mi?"

 

Elleri yüzüme dokundu. "Aç gözlerini gönül kuşum."

 

Başımı iki yana salladım. "Ya kaybolursan?"

 

"Cık," dedi sessizce. "Kaybolmam."

 

Ellerimi göğsüne dokundurdum önce. Sonra yüzüne çıkardım. Allah'ım fazla gerçek! Gözlerimi yavaşça aralarken yüzünün hala burada olduğunu gördüm ve tamamının. "Peşrev," dedim birden. "Aman Allah'ım bu sensin!" Aklımı yitirmediysem o buradaydı. Yanımdaydı. Yaşıyordu. "Peşrev buradasın."

 

Bedenimi sertçe kendine çekti. "İspat edebilirim yavrum," dedi tutku dolu bir sesle. Üzerindeki tişörtü bir çırpıda çıkardı. "Gerçek miyim hayal mi?" Eli geceliğimin altına sızıp kalçalarıma ulaştı. Etimi avuçlarının arası alırken yüzünü ellerimin arasına aldım.

 

"Aklımı kaybetmedim değil mi? Delirmedim değil mi?" Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başlayınca kaşlarını çattı.

 

"Özledim," dedi sessizce. Dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Aklımı kaybettim özleyerek."

 

Dudağımı dişlerinin arasına alınca dudaklarının arasına doğru yavaşça inledim. İçimdeki hasret daha da büyümüş ve baş edilemez boyutlara ulaşmıştı. Dudaklarıma sertçe kapanırken eli göğüslerime ulaşmıştı. "Ah," dedi sessizce. Yavaşça çekildi ve üzerime geçti. "Özledim hatun çok özledim..."

 

Ellerimiz birbirimizin bedenine kavuşmanın tadını çıkartırken dudakları her yerimdeydi. Öptü kokladı uzun uzun. Doyulmaz bir arzunun kollarına atmıştı ikimizi. Eli çamaşırımı kavrayacakken kapı çaldı. Küfür ederken başı boynumun yanına düşmüştü. "Böyle ölmem ki ben! Tepeme yıkın dünyayı kurtulayım..."

 

Elimi dudaklarına bastırdım. İkimiz de doğrulurken elbisemi düzelttim. Kapı açıldı ve Zeliş kucağında ikizlerle birlikte odaya girdi. Abisine baktı ve güldü. Peşrev homurdanıyordu hala. Dirseğimle koluna vurdum. "Üzgünüm. Daha fazla oyalayamıyorum. Mama da içtiler ama seni özlediler belli ki. Acıktı bu oburlar yenge," dedi.

 

Korkuyla bana baktı. Bir an önce odadan kaçarak gitmek istiyordu. Abisi fena bakıyordu çünkü. Güldüm. Kucağından ikisini sırayla aldım ve dizlerime yatırdım.

 

"Sağol halası. Uyutup geliriz biz." Peşrev ağzının içinde bir şeyler geveledi ama anlamamıştım. Zeliş kaçarak odadan çıkarken Peşrev eğildi ve kucağımda kıpırdanan miniklere baktı. Göğsüme ulaşmaya çalışıyorlardı.

 

"Ova bunlar çok fena." İkisinin de kafasından öptü. "Kıpır kıpırlar."

 

Hala burada olduğuna inanamıyordum. Güldüm ve geceliği kollarımdan indirdim. Göğüslerim ortaya çıkarken şimdi bana aç bakan üç aslan vardı. Sesli bir kahkaha attım. İkisini de kollarımın altına ters alıp emzirmeye başladığımda Peşrev kaşları yukarıda ağzı açık bana bakıyordu. Ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi. "Bu... Bu çok güzel."

 

Değerli bir hazineye bakıyor gibiydi. Gözleri ışıl ışıldı. "Yavrum," dedi saçlarımı öperken. "Bensiz tek başına göğüsledin her şeyi." Kokumu içine çekti uzunca. "Yanında olamadım. Elini tutamadım." Başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Gözleri kıpkırmızıydı.

 

Dudaklarına öpücük bıraktım. "Geldin ya, şimdi yanımdasın ya hepsi geçti."

 

"Geldim," dedi iç çekerek. "Yanınızdayım artık."

 

İkizleri kucağımdan yatağın üzerine yatırdım. İkimiz yanlarına uzanıp başımızı elimizin üzerine yaslayıp onları izlemeye başladık. Onları böyle saatlerce izler yanımda Peşrev'in olduğunu hayal ederdim. Hayalim gerçek olmuştu. "İsimleri," dedi onlara hayran hayran bakarken. "Çok güzel yavrum. Peki onları nasıl ayıracağım?"

 

Güldüm. Güney'i işaret ettim. Ondan tarafta olan Güney'di. "Zamanla bebeğim," dedim. "Yanındaki Güney."

 

Kafasını öptü ve elini ellerinin arasına aldı. "Küçücüksün," dedi sessizce. "Çok güzelsin Güney'im."

 

Güney'in boyu biraz daha uzundu. Zamanla fark kapanır mıydı bilmiyorum lakin onun dışında her şeyleri aynıydı. Gözleri burunları dudakları aynıydı. Eğildi ve Kuzey'in ayağını öptü. "Size doyamıyorum ki ben." Sonra bana baktı. Kaşları çatılmıştı. "Annenize de doyamadım. Biraz uyusanız mı?"

 

Kuzey anlamışçasına ağlamaya başlayınca Peşrev panikle doğruldu. Yüzü düşmüştü. O da ağlayacak diye korkuyordum. "Ova niye ağlıyor şimdi?"

 

Kuzey'i kucağıma aldım. Gazı olabilirdi. Kuzey'in ağlaması Güney'i de ağlatmıştı. "Ova!" İkisi ciyak ciyak ağlarken Peşrev bağırıp duruyordu. Ee buyurun yurttan sesler korosuna.

 

"Sevgilim sakin ol! Onlar genelde böyle." Güldüm. "Hadi al Güney'i pış pış yap."

 

"O nasıl yapılıyor ki?" diye sorarken Güney'i kucağına aldı. "Pış pış pış..." Kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. "Yavrum sırayla doğursaydın ya. Böyle zor olacak gibi."

 

"Eee iade edelim birini. Memnun kalmazsanız paramızı da alabileceğimizi söylemişlerdi."

 

Bir an ciddiye aldı ve kaşlarını çattı. "Deli deli konuşma kız! Ne iadesi?"

 

Gerçek miydi? Şu an gerçekten yaşanıyor muydu? Güney babasının sırtını okşamasıyla güçlü bir gaz çıkardı ve anında sustu. "Ova bu ses ondan mı çıktı?" Güney'in mayışmış yüzüne bakıp güldü. "Eşşek sıpası seni!"

 

Kuzey uyanıktı ama artık ağlamıyordu. "Alış buna bebeğim," dedim. "Daha beterlerini yaşadım." İkiz annesi olmak zordu ama bir o kadar da güzeldi.

 

İkisini beşiğe yatırdık ama bir türlü uyutamamıştık. Peşrev uyusunlar diye sabırsızlandıkça onlar inatla uyumuyorlardı sanki. "Oğlum şimdiden bozuşmayalım ama," dedi Peşrev isyanla. "Karımı özledim çok..." Babalarına şaşkınlıkla bakan iki miniğime bakıp gülümsedim. Sanki anlıyorlardı.

 

Peşrev onları azarladıkça onlar gülüyordu. "Aman Allah'ım Ova bunlar tıpkı ben!"

 

"Evet," dedim. "Arsızlar tıpkı sen!"

 

Bana doğru döndü ve gözlerini kıstı. "Hele bi uyusunlar arsız nasıl olurmuş o zaman göstereceğim ben sana."

 

"Hay hay," dedim muzipçe. Canıma minnetti. "Bence uyumayacaklar ama sen bilirsin."

 

"Uyutacağım," dedi kendinden emin bir sesle. "Senin kokunu aldıkları için uyumuyorlar." İksiini de aynı anda beşikten aldı ve ortalarına yattı. Yatağın bariyerlerini kaldırıp onlara tebessümle baktım. "Hadi sen çık. Bak nasıl uyutuyorum ben onları."

 

Telefonumdan ninni açıp komodine bıraktım. "Pekala. Yarım saat veriyorum sana."

 

Odadan çıkarken gözlerime öyle bakışı vardı ki kalbimi heyecanla titretmişti. Odadan çıktım ve alt kata indim. Soya beni görünce ayağa fırladı. Yüzünde güller açıyordu onun da benim gibi. "Soya!" Birbirimize sımsıkı sarılırken içim içime sığmıyordu. "Soya bitti. Her şey bitti."

 

Benden ayrıldı ve yüzüme tebessümle baktı. "Çok şükür. Çok şükür canım benim." Doğumuna iki haftadan az bir zaman kalmıştı. Kız bebek bekliyorlardı. Maksut'um baba olacaktı.

 

Maksut'a döndüm ve ona da sarıldım. "Gelir dememiş miydim sana?"

 

Başımı yavaşça salladım. "Demiştin." Desteğini hiçbir zaman unutmayacaktım. "Canım Maksut'um."

 

"Sen niye indin?" Muzipçe güldü. "Ben bir haftalık erzak gönderiyordum odaya." Eh! Bazı şeyler hiç değişmiyordu. Maksut aynı Maksut'tu işte.

 

Dirseğimi karnına geçirdim. "Deli deli konuşma! İki aslanım daha var benim bilmiyor musun? Uyumadılar. Peşrev yarım saate uyutacağını söyleyip beni odadan kovdu."

 

Maksut Soya'ya bakıp kahkaha attı. İkisine bakarken kaşlarım çatıktı. "Yandık desene," dedi Maksut. Durum vahim! Bu gece evimize geçelim gülüm. Mazallah ev tepemize çöker filan." Çenesiyle beni işaret etti. "Baksana şunun gözlerine. Kocasızlık başına vurdu iyice."

 

"Eşşek!" Terliğimi kafasına fırlatırken Soya yanından kaçtı. Terlik kıçına çarparken gülerek mutfağa döndüm.

 

Annemler hararetli bir hazırlığın içine girmişlerdi. Beni görünce ikisi de ağlamaya başladı. Zeliş isyan ederek mutfaktan kaçarken bana göz kırptı. Gözlerimi baş örtülerine silerken ikisine de aynı anda sarıldım. "Ben de ağlarım ama!"

 

"Ağlama" dedi annem. Başından öptüm. "Rabbime şükürler olsun ki sildi gözyaşlarını yavrum."

 

"Çok şükür."

 

"Ne yaptınız? Bütün evi koku sarmış."

 

Firuze anne ballandıra ballandıra yaptıklarını anlatırken balkon kapısı açıldı ve Farhan içeri girdi. Hayretle ona bakarken o bana doğru yaklaştı ve bir anda sarıldı. Kollarım iki yanda asılı kalmıştı şaşkınlıktan. "Farhan!" Şükürler olsun ki sağdı. "Sen neredeydin bunca zaman?"

 

"Uzun hikaye," dedi tebessümle. "Sana kocanı getirdim. Bir teşekkür yok mu?"

 

Güldüm ve sarıldım. "Farhan," dedim sadece. Gerisi gelmemişti. Nutkum tutulmuştu. Hala korkuyordum yukarı çıktığımda onu görememekten. "Hoş geldin."

 

Elini ensesine götürüp kaşıdı. "Şey," dedi gözlerini kaçırarak. "Akşam sizle tanıştırmam gereken biri var."

 

Merakla baktım yüzüne. Neden kıvranıyordu? Bir şeyler geliyordu ama aklıma... "Elti mi geliyor bana?" Kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Bana bak bana layık bir elti getir! Oyarım seni yoksa."

 

"O-Oyarsın," dedi kem küm ederek. "Tam sana layık bir elti tabii. Aksi mümkün mü?"

 

"Haa," dedim kollarımı göğsümde bağlarken. "Ayağını denk al!"

 

Annemler bana bakıp gülerken kahve yapmak için cezve ve fincan çıkardım. Hep birlikte kahve içerken aslanıma verdiğim süre dolmuştu. Fincanı masaya bırakıp ayağa kalktım. "Sesleri çıkmıyor. Sanırım uyuttu."

 

Hepsi bana gülerken mutfaktan çıktım. Odanın kapısını yavaşça açtım. Gördüğüm manzara kalbimde çiçekler açtırmıştı. Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Uyuyan birileri vardı lakin ikizlerim değildi. Peşrev ikisinin ortasında ağzı açık uyurken Güney babasının saçlarıyla oynuyor ve burnunu kemiriyordu. Kim bilir ne zamandır uyumuyordu?

 

Kuzey'se babasının göbüşünü açmış üzerinde davul çalıyordu. Dudaklarından çıkan balonlara bakıp güldüm. Salyası babasının göbeğine akmıştı. Telefonumu aldım ve fotoğraflarını çekip bu anı ölümsüzleştirdim. Diğerlerine göstermek için aşağıya indim. "Çabuk benimle gelin."

 

Hep birlikte odaya çıktığımızda manzarayı gördüklerinde sesli bir kahkaha attılar. Güney'in kafası babasının yüzüne düştü bir zaman sonra. Saatlerdir uyanıklardı. Kuzey'inse uyumaya pek niyeti yok gibiydi. "Kurban olurum sizi verene," dedi Firuze anne ağlayarak.

 

"Allah'ım şunların tipine bak." Soya hayranlıkla bakıyordu üçüne.

 

"Eşşek sıpaları," dedi Farhan. "Koskoca adamı ne hale getirmişler." Güldük.

 

Maksut Kuzey'i omzuna aldı ve zıplatarak kapıya doğru yürüdü. "Çocuk uyutacakmış. Kendi uyumuş hayvan herif!"

 

***

 

Güney ve Peşrev iki saat uyumuşlardı koyun koyuna. Uyanmalarını sabırsızlıkla beklemiş sürekli odaya çıkmıştım kontrol etmek için. Çok özlemiştim. Onu görmeden duramıyordum. Onu odada bulamamaktan deli gibi korkuyordum. Sanki kontrol etmezsem kaçacakmış gibi geliyordu.

 

Kuzey Farhan'ın kucağında uyuya kalmıştı. Farhan'ın misafiri için ummalı bir hazırlık vardı evde. Farhan Kuzey'i kucağıma bıraktı ve balkona doğru yürürken çalan telefonunu açtı. İçeri döndüğünde, "Gelmiş," dedi. "Sen de biraz hazırlansan mı Ova?" Muzipçe gülünce kaşlarımı çattım. "Kız görünce kaçmasın."

 

Dudağımı büktüm alayla. "Hah! Kim bilir nasıl çirkin birini buldun. Kurban olsun o bana." Gözlerimin neden dolduğunu bilmiyordum. Kırgın baktım Farhan'a. Kirpiklerimi akmasın diye telaşla kırptım. "Anayım ben ana! İki çocuk doğurdum."

 

Üzülmüştü. Yanıma yaklaşmak isteyince elimle durdurdum. "Şaka yaptım Ova," dedi üzgün bir sesle. Elini saçlarının arasına daldırdı. "Anasın tabii. Hem de çok güzel bir ana..."

 

Kucağımda huzurla uyuyan oğlumun saçlarını öpüp Farhan'a arkamı döndüm. "Duy oğlum bunları. Bu hain adam senin amcan!"

 

"Ova!"

 

Merdivenlere doğru yürüdüm. "Ne Ova Ne!" Burnumu çektim. "Tanısın yavrum amcasını."

 

Firuze Hanım telaşla dolanırken ben Kuzey'i beşiğine yatırmak için yukarı çıktım. Odaya girdiğimde Peşrev'in uyanmış olduğunu gördüm. Güney'le oynuyordu. Beni görünce iç çekti. "Farhan'ın bizimle tanıştırmak istediği biri varmış," dedim Kuzey'i beşiğine yatırırken. "Hadi elini yüzünü yıkada inelim sevgilim."

 

Asık yüzüme bakınca kaşlarını çattı. "Ne oldu yavrum?" Bana doğru uzandı ve kollarını belime sardı. "Ağladın mı sen?"

 

"Mutluluktan delirdim sanırım. Her şeye ağlıyorum." Kollarımı boynuna sarıp uzunca öptüm köprücük kemiğinden. Öptüm kokladım ve bunu defalarca yaptım. "Çok özledim." Yüzünü ellerimin arasına aldım. Yüzündeki çürüklere bakmaya dayanamıyordum.

 

Başımı göğsüne yaslayıp saçlarımı kokladı. "Sensiz geçen bir yıl..." Sesli bir nefes aldı. "O adam nefes aldıkça bana uykular haram Ova."

 

Sıraç denen o pislik ölmeden huzura kavuşamayacaktık değil mi? "Korkuyorum," dedim. "Bir daha böyle bir ayrılığa dayanamam Peşrev."

 

"Bitti," dedi yüzüme bakarken. "Buradayım sevgilim." Dudaklarını alnıma bastırdı. "Sizi bırakmam mümkün değil artık."

 

Güney huzursuzlanmaya başlayınca Peşrev kucağına aldı ve bana baktı. "Biz inelim yavrum. Kuzeyi de uyandıracak. Sen de hazırlan hadi."

 

Başımı sallayınca Kuzey'le birlikte odadan ayrıldı. Saçlarımı taradım ve üzerime saten kolsun bir gömlekle kalem mini etek geçirdim altıma. Uzun zaman sonra ilk kez şık giyiniyordum. Aynadaki görüntü bana bile yabancı gelmişti. Güldüm. Saçlarımı at kuyruğu yaparken hafif bir makyaj yaptım.

 

Merdivenlerden inerken herkes ayaktaydı. Bakışlarım Farhan'ın yanındaki kadını bulunca kısıldı. Kadını tanıyınca adımlarım hızlanmıştı. Peşrev yanıma gelince Farhan yanındaki kadını işaret etti. "Ova tanıştırayım nişanlım Oya."

 

"Ni-nişanlın mı?"

 

***

 

Yıldıza basmayı unutmayın❤️

Keyifli okumalar...

Loading...
0%