Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm

@aysegulcee1

Ben hep seni beklemişim rutubet kaplı duvarların arkasında, senin için ölmemişim meğerse...


***


Yumuşak bir yerde yattığımı fark edince gözlerimi hafifçe araladım. Nerede olduğumu bilmiyordum. Merakla etrafıma bakındım. Hayatım birkaç gündür kum saati gibiydi durup başa dönüyordum.


Midemde şiddetli bir bulantı vardı. Kamptaki odamda olduğumu anladığımda büyük bir rahatlama hissi bedenime yavaşça yayıldı. Bir dakika ne? Yüzüme yayılan saçma gülümseme ile kendi kendime mırıldandım. "Şapşal herif beni odama getirmiş."


Öldürmemişti beni vahşi adam. Akşam yemeği olmadığım için kendimi şanslı hissediyordum. Alnıma dokunan sıcak bir el hissettiğimde irkildim. "Uyanıyor Damian!" Odada yalnız olmadığımı anladığımda elimi alnıma yapıştırdım.


Damian'ın sesini duyduğumda içimde müthiş bir can sıkıntısı gün yüzüne çıkmıştı. "Ova! Allah aşkına bizi çok korkuttun," diyen kıza kirpiklerimi kırpıştırdım. İnan ben daha fazla korktum demek istedim ama sustum.


Zira Damian denen adam pek insancıl bakmıyordu. Gözlerini kısmıştı. "Kim getirdi seni odana Ova?"


Orion ve Soya endişeli gözlerle bana bakarken Damian'ın yanındaki beyaz önlüklü adam koluma tansiyon aletinin manşonunu yavaşça sarmaya başladı. "Şey ben bilmiyorum." Gözlerimi kaçırdım. "Bir şey hatırladığım söylenemez."


"Bu halde çıkmış olmayı başarman beni etkiledi doğrusu." Bacak bacak üstüne atıp beni izlemeye devam etti.


Soya, dudaklarımı ıslatmam için bir bardak soğuk suyu yüzüme yaklaştırdı. "Biraz su içmelisin tatlım."


Birkaç yudum içtikten sonra Soya'ya gözlerimle teşekkür ettim. Bakışlarım Bay Damian'ın gözlerine değdiğinde başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. "Hiçbir şey hatırlamıyorum gerçekten. Gözlerimi açtığımda buradaydım," diyebildim. "Daha iyiyim şimdi." Sam'e gününü ben gösterecektim bu yüzden bir şey söylemeyi düşünmüyordum.


O dev adam bana büyük bir iyilik yapmıştı. Her ne kadar beni buraya nasıl getirdiğini anlamasamda onu da ele veremezdim. Minnettardım ve bir can borcum vardı. Karanlığın içinde parlayan gözleri ve güçlü görünen kolları her ne kadar zihnimi terk etmemiş olsa da o ormanda yaşayan vahşi bir adamdı nitekim.


Damian doktorun verdiği ağrı kesicileri yatağın kenarındaki ejeterin üzerine bıraktı. "O halde daha dikkatli olmalısın. Geçmiş olsun." Bakışları oldukça şüpheliydi.


Damian odadan çıktıktan sonra içimdeki öfke ayyuka çıkmıştı. Sinirden üzerimdeki pikeyi sıkarken dakikalardır sessiz ve hareketsiz bekleyen Orion yatağa oturdu. "Neler oldu Ova? Seni kimin çıkardığını gerçekten görmedin mi? Bu ayakla çıkmış olman imkansız. Bütün gece gelmeni bekledik. Seni aramak için ekip bile göndermediler. Bunu düşünebiliyor musun?"


Şaşırmamıştım. Bunu zaten ilk gün söylemişlerdi. Damian, bizim için kılını bile kıpırdatmayacağını üzerine basa basa vurgulamıştı ve biz bu acımasız yarışmanın bir parçası olmuştuk. Hem de kendi rızamızla. "Gerçekten." Omzumu kaldırdım. "Ama yarışmacılardan biri değildi. Başımı kötü çarptığım için hiçbir şey hatırlamıyorum."


Soya, Orion'un koluna dokununca genç adam ayağa kalktı. "Onu biraz yalnız bırakalım da sabaha kadar toparlansın. Aksi halde yarışmadan diskalifiye olacak."


Bir gün bile olmamıştı demek ki! Gidecekken bir anda arkasını döndü Orion. "Yiğit! Vera ve sen ilk oyundan berabere çıkınca ikinci ekip yarışa dahil oldu. İlk kazanan o oldu senin anlayacağın. Bugün onun için eğlence var. Yarın ikinci turun yapılacağı eğitim kampına gidiyor."


Üzülmüştüm. Lakin pes etmeye niyetim yoktu. Sonradan fark ettiğim şeyin etkisi ile başımı zor da olsa yataktan kaldırdım. "Hala bir şansım var değil mi?"


Soya, hafifçe omuzlarımdan bastırırken, "Elbette öyle. Şimdi dinlenmeye başlasan iyi edersin. Bir şeye ihtiyacın olursa ben buralarda olacağım," dedi. "Aşağıda kamp ateşi yakacaklar. Kendini iyi hissedersen gel."


Aslında bileğim daha iyiydi. Başımdaki ağrı dışında kendimi iyi hissediyordum. Ya da bedenim elenmenin korkusu ile böyle hissetmek istiyordu. İçimdeki korku hissi ayyuka çıkarken ben buradan elim boş dönmek istemiyordum.


Üstelik şu Yiğit'i de görmek istiyordum. Başarısı gerçekten takdire şayandı. Bükemediğin eli öp derdi atalarımız. Gerekirse öpecektim. Soya, omuzlarının üzerinden bana son kez baktığında ona gözlerimle iyi olduğumu belirttim. Biraz tereddüt etse de beni odada yalnız bıraktı.


***


Soya ve Orion yanımdan ayrıldığından bu yana iki saat geçmiş artık vakit gece yarısını bulmuştu. Burası gündüzleri oldukça sıcakken akşam sert bir esintinin etkisi altına giriyordu. Kıbrıs'ın o bunaltıcı sıcağından sonra buraya alışmanın bir hayli zaman alacağını biliyordum.


Açlık ve merak beni yatağımdan kaldırmıştı. Ayaklarımı yavaşça sarkıtıp yere bakmadan kalkmaya çalıştım. Ayaklarımın yere sağlam basması devamını getirebilmem için bana cesaret vermişti.


Yavaşça perdeyi araladığımda bahçede büyük bir ateşin yandığını gördüm. Aşağıya inmek için müthiş bir istek duydum içimde ama Sam'i görüp kontrolümü kaybetmek istemiyordum. Başımın dönmediğine emin olduktan sonra üzerime bedenimi örten uzun bir hırka alıp odadan çıktım.


Beni alaşağı edip aklı sıra yarışmadan diskalifiye ettirecekti. Kuş beyinli! Ona olan öfkemin yanlış bir şeyler yaptırmasına izin vermeyecektim. Korkmuyordum. Ona pabuç bırakacak değildim elbette. Doğru anı bekleyecektim.


Derin bir nefes aldıktan sonra binanın büyük kapısını açıp serin havayı ciğerlerime doldurdum. Serindi dışarısı. İleride yanan ateşin ışığına doğru ilerlerken aklıma kaptanın oğlu gelmişti birden. Burada ne yapıyordu merak ediyordum. Büyük bir kamp ateşi yakılmış ekip ve Damian etrafına sıralanmıştı. Ateşin üzerinde ise kızaran etler vardı.


Etten gelen leziz koku açlığımı gün yüzüne çıkarmıştı bir kez daha. Saatlerdir mideme bir şey girmemiş olması ve bedenimdeki acılar kendimi berbat hissettiriyordu. Üzerine bastığım birkaç kuru yaprak diğerlerinin bana dönmesine sebep oldu. Bakışların ayağımdaki sargıya kaydığını fark edince kendimi fazlasıyla rahatsız hissettim.


Ortada gururla konuşan kişi Yiğit olmalıydı. Omuzları dik burnu havadaydı. Ellerini sürekli olarak hareket ettiriyor ve nasıl avlandığını anlatıyordu.


Öte yandan Sam, Yiğit'i dudak bükerek dinliyordu. Çukurda can çekişirken tepemden bana sarfettiği sözler bir bir yankılandı her adımımda. Onunla bakışmamızı Soya böldü. Diğerleri uğraşlarına geri dönerken Soya ayağa kalkıp bana doğru koştu. "Ova! İyisin, kalkmışsın."


Başımı yavaşça öne doğru hareket ettirdim. "Hı-hım. Daha iyiyim."


Kolumdan tuttu ve beni ateşin başına doğru çekiştirdi. Ona bakıp güldüm istemsizce. Saçlarını tepeden sıkıca toplamıştı. Yakışmıştı. Soya güzel bir kadındı. "Kendim yürüyebilirim."


Gülerek koluma daha sıkı sarılınca omzunu oynattı. "Biliyorum."


Ateşin başına geldiğimizde Soya Orion'un yanındaki yerine tekrar oturdu ve ben de yanındaki boş mindere dikkatle yerleştim. Orion, başını Soya'nın bedeninden yavaşça ileriye doğru uzattı. "Hoş geldin yorgun savaşçı! Daha iyi misin?"


Ona cevap verecekken gözlerim tam karşımda oturan ve pişkin pişkin gülümseyen Sam'i buldu. Keyifle ortaya çıkardığı dişlerini avuç içlerine dolduracağım günü düşledim sabırla. Sabırlı bir kadındım ve intikam soğuk yenen bir yemekti. "Teşekkür ederim Orion," diyebildim. "Daha iyiyim."


Önümüzde çatırtıyla yanan kocaman ateşin alevleri yüzümüze düşerken herkes ilk günün yorgunluğunu taşıyordu. "Tam karşımdaydı," diye atıldı Yiğit. Herkesin adını henüz öğrenememiştim ilgilenmiyordum da açıkçası. Karşısına vahşi bir hayvan çıkmıştı. Heyecanla yaptığı kahramanlığı anlatıyordu. "Hedefim asla şaşmaz." Anlatırken omuzları gururla yükseldi bir kez daha.


***


Gece boyunca herkes sırayla bir şeyler anlatıp durmuştu. Şarkı söyleyenler ateşin üzerinden atlayanlar. Onları sadece izlemekle yetinmiştim. Soya, başını Orion'un omzuna yaslamış esmer bir çocuğun söylediği şarkıya eşlik ediyordu.


Onları izlerken bulmuştum kendimi. Güzel bir görüntüydü. Ay ışığı tam yüzlerine düşüyor yıldızlı gece onları bağrına basıyordu. Orion, halinden oldukça memnundu. Bense onlara bakıp nasıl bu kadar hızlı ilerleyebildiklerine bir anlam vermeye çalışıyordum.


Bana uzak duygulardı bunlar. Sanırım bu yüzden anlayamayacaktım. Onlar mutluydu. Gözlerinin içi parlıyordu ikisinin de. Ateş yavaş yavaş azalırken üzerindeki etleri çevirmeye devam ettiler. Sıkılmıştım sessizce ateşi izlemekten. Oturmaktan da belim ağrımıştı.


Ağrılarım artmaya başladığında oturduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. Ayağa kalktığımda Soya başını Orion'un omzundan kaldırdı. "Gidiyor musun Ova?" Kahverengi gözlerini merakla kırpıştırdı.


Elimle uyuşan bacaklarımı işaret ettim. O sıra da Sam'in ayağa kalktığını gördüm. Neyse ki ateşin başına yaklaşmış pişen etle ilgilenmeye başlamıştı. "Biraz dolaşacağım. Siz kalkmadan gelirim. Bacaklarım çok ağrıyor. Hatta belki de içeri geçerim. Benim için endişe etme olur mu?"


Soya, başını olumlu anlamda sallarken Orion Soya'nın ağzına haşhaşlı ay çöreğinden tıkıyordu. Onların bu haline tebessüm ederken ormanın içine girmeden yürümeye başladım. Fazla açılmamaya özen gösterirken onlardan biraz uzaklaştığımda sırtımı büyükçe bir ağacın gövdesine yasladım.


Sesleri, uzaktan fısıltı gibi geliyordu. Binanın ışıkları yanmıyordu artık. Girişin ışığı, ağaçların arasına kadar uzanıyor dolunayın ışığına destek veriyordu. Gecenin sinsi yüzüne daldığımda ardında sakladıkları kötülükleri düşündüm.


Gözlerimi kapadığım bir anda yüzümün tam yanında hissettiğim sıcaklık hareketsiz kalmama sebep oldu. Yüzümü çeviremiyordum. Nefes alışverişlerinin sesi kulağıma dolarken nefesinin kokusu tüylerimi harekete geçirmişti.


Yanağıma bir anda konan öpücük yüzünden sırtımı yasladığım yerden hızla çektim. Gözlerimi kısıp ağacın dallarına baktım. Bir maymun gibi ağacın dalından sarkmış muzipçe gülüyordu.


Aman Allah'ım bu adam tam bir kaçık!


"Bana bak," dedim ellerimi belime yerleştirirken. "Ben den uzak dur kaçık herif!"


Ayaklarının üzerine atladı ve ellerini birbirine sürttü. "İşte bu dediğin çok güç gönül kuşu." Gözlerimi devirdim. Neden bana böyle hitap ediyor bilmiyordum. "Kendimi buraya gelmekten alıkoyamıyorum."


Başımı iki yana sallarken gitmek için arkamı döndüm. Bir adım attıktan sonra ona bir şey sormak için arkamı döndüğümde gitmiş olduğunu gördüm. "Hayalet misin be adam? Ne bu hız?" Sağıma soluma bakınırken karanlığın orta yerinde olduğumu fark ettim.


Bu da neydi şimdi? Elim, öptüğü yanağımı silerken bakışlarım o vahşi adamı arıyordu. Başımı hızla iki yana salladım. Unut onu Ova!


Kendimi zorlamadan ormanın kenarında yürümeye devam ettim usul usul. Annemi ve babamı şimdiden çok özlemiştim. Zihnimi başka şeylerle meşgul etmeye çalışsamda pekte başarılı olamıyordum.


Yanağımda dudaklarının hissi dururken ağaçların arasında dolaştı durdu bakışlarım. Gitmişti. Gerçekten bir hayalet olabilir miydi? Ormanın Araf'ında hapis kalmış bir hayalet. Dalgın bir halde yürümeye devam ederken yeniden ağaçların arasına girdiğimi fark ettim. Afallamış bir halde etrafıma bakınırken adımlarım temkinliydi.


O adamın yeniden gelebileceği düşüncesi beni yolumdan saptırmıştı. Onu bir kez daha görmek istediğime gerçekten inanamıyordum. Kim olduğunu doğru düzgün bilmediğim bir adam için gecenin kör karanlığında ormana girmem pek akıllıca bir hareket değildi üstelik.


Duyduğum seslere kulak kabartırken en az üç kişinin etrafımda dolandığını fark ettim. O aptal Sam, kendine örgüt kurup beni köşeye mi kıstırmaya çalışıyordu? Olduğum yerden ayrılmamaya özen gösterirken derin derin nefes alıp verdim. Gecenin ürpertisi tüylerimi diken diken ederken duyduğum sesler adımlarımı harekete geçirmişti.


Dümdüz ileriye baktığım sırada ağaçların arasında oldukça uzun ve iri üç silüetin bana doğru baktığını fark ettim. Hareketsizce duruyorlar ve doğrudan bu tarafa bakıyorlardı. Bunlardan biri o adamdı buna emindim. Ortada duran yanındaki en az onun kadar iri olan adamın kolunu tuttu.


"Sakin ol Maksut," diyordu ortadaki. "Ceylanı ürkütmeyelim." Ceylan mı? Allah aşkına bu heriflerin derdi ne böyle? Oydu değil mi? Sesi, mesafeye rağmen oldukça net geliyordu. Bir adım geriye attım çünkü benden bir avmışım gibi bahsetmeleri pek hoşuma gitmemişti.


Sonra aralarında bir anlaşmazlık olduğunu hissettim. İkisi, onun dediğini dinliyor ve bana doğru bir adım bile atmıyorlardı. Aklıma Orion'un yemekhanede zırvaladıkları geldiğinde geldiğim yöne doğru yürümeye başladım. Yani en azından öyle umuyordum. Bu yön geldiğim yön olmalıydı.


Sağıma soluma bakınarak yürürken adım seslerini ve fısıltılarını işitmediğimi fark ettim. Sanırım onlardan yeterince uzaklaşmıştım.

Binanın ışıkları da artık görünmüyordu. Nasıl bir ormandı böyle? En ufak bir dalgınlığınızda kaybolmanız an meselesiydi.


Birkaç dakika yürüdükten sonra taş binanın ışıklarını görmeye başlamıştım. Rahat bir nefes koyverdim. Geceyi ormanda geçirmek pek cazip gelmemişti. Yavaşça odaya çıktım ve çantamdaki makası elime aldım. Benimle uğraşmaması gerektiğini öğretmem gereken biri vardı.


Yatağında uyuyan kadına baktıktan sonra sessizce odadan ayrıldım. Sam ve Orion'un kaldığı odanın önündeydim. Yavaşça kapıyı açtım ve içeri girdim. Şanslıydım çünkü Orion'un yatağı boştu. Sanırım odayı değiştirmişti. Diğer yatakta horlayarak uyuyan adama bakınca yüzümü tiksintiyle buruşturdum.


Yatağa yaklaştım ve elimi ağzına kapadım. Panikle gözlerini açınca üzerine çıktım ve elimdeki makası boynuna bastırdım. Gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. "Şimdi," dedim gülümserken. "Bana baktığında harekete geçecek bir uzvun olmayacak adi herif."


Ne yapacağımı anlayınca benden kurtulmaya çalıştı lakin kıskacımdan kurtulması imkansızdı çünkü elimdeki makas en değerli varlığının hemen üzerinde duruyordu. "Keseceğim," dedim. "Kurtuluşun yok!"


Korkudan nutku tutulmuştu. Öylece bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. "Benden uzak dur hayvan herif! Benimle uğraşma. İkinci kez geldiğimde onu senden alırım."


Kafasını yavaşça sallayınca üzerinden kalktım ve odadan çıktım. Aslında daha fazlasını hak ediyordu lakin ben onun gibi acımasız bir insan değildim.


***


Güneş ışığı rahatsız edince yavaşça doğruldum. Soya'nın yatağı boştu. Saat 08.30'u geçiyordu ve yarışma başlayalı neredeyse on dakika olmuştu.


Yataktan fırlayıp çantamı ve okumu sırtıma takıp sarsak adımlarla odadan çıktım. Telefonumu ormanda düşürmüş olmalıydım.


Taş binanın kapısını telaşla açıp kendimi dışarı attığımda Damian'ın çatılmış kaşları ile bana doğru yaklaştığını gördüm.

Kollarını göğsünde birleştirmiş ve başını alayla iki yana sallıyordu. Tam önümde durduğunda, "Sen," dedi oldukça lakayt bir tavırla. "Geç kaldın!"


O kadar hızlı konuşuyordu ki ne söylediğini zor zor anlamıştım. "Böyle devam edersen gerisin geri evine döneceksin. Aldığın hasarlarda yanına kar kalacak." Sinir bozucu herif! Haklıydı neden sinirleniyorum ki? Kolundaki saatini gösterdi. "Bugün eleme yok!" Bana doğru uzattığı telsize baktım. "Beş saatiniz var. Bu sürece içinde ormanda serbest dolaşıp yeniden kampa döneceksiniz. Bu iz konusundaki ilk eğitiminiz."


Sorgulamadım. Açıkçası neden böyle bir eğitime tabii tutulduğumuza dair en ufak bir fikrim yoktu. "Ta-tamam."


Arkama bile bakmadan ağaçların arasına girdiğimde durdum ve nefes aldım. Damian ardımdan bağırdı. "Kurtlara yem olmadan buraya dön Ova!"


Aptal herif. Söylediğinde ciddi miydi?


***


Hellü Peşrev tayfası🙈

Yıldıza basın❤️

Keyif versin😘😘

Loading...
0%