Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm

@aysegulcee1

Güneş yükselmiş hafiften yağmur atıştırmaya başlamıştı. Üzerimdeki kıyafetler ıslandığı için yürürken titriyordum. Çantamdaki eşofman üzerini giydim ve fermuarını boğazıma kadar çektim.


Dinlenmeden devam etmeye karar verdiğimde dönüş yolunda olup olmadığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Geyik tam arkamdan sıçrayarak önümde durduğunda gözlerim kocaman açıldı. Sessizce ona doğru yaklaşırken ilerliyor duruyor ve dönüp arkasına bakıyordu. Bir sonraki yarış için antrenman olabilirdi.


Gönül kuşumu, elinde bebeğini tutan anne edasıyla sımsıkı kavrarken zihnimin içinden binlerce kanlı senaryo geçiyordu. Kaptanın mektubu aklımda dönüp dururken onu bir an önce sahibine ulaştırmak istiyordum. Amansızca etrafıma bakınıp günlerdir gördüğüm o adamı aradım. "Neredesin koca adam?"


Kaptanın oğlu kesinlikle oydu. Bana yalan söylemiş olamaz mıydı? Ondan başka bana gelen kimse olmamıştı çünkü. Bugünkü eğitim en azından bir işe yarasındı. Mektubunu vermek için neden beni seçtiğini bilmiyordum. Belki de sadece bir tesadüftü. Çağıldayan su sesi işitiyordum. Yakınlarda şelale filan olmalıydı. Kara, heybetli ve dikenli yapraklı ağaçların arasına dikkatle baktım lakin görünürlerde bir tek canlı yoktu.


Hava her an boşalırcasına tekrar yağacak gibiyken simsiyah bulutlar tam tepemde toplanmıştı. Bense aklını kaybetmiş gibi hala onun peşindeydim. Dikkatle ağaçların arasına bakarken ufak bir geyiğin ağaçların arasından fırladığını gördüm. Yerdeki çamurları üzerime sıçratarak önümden geçip giderken az ileride durdu. Derdi neydi bu hayvanın?


Kendi izimi de bulamayıp kaybolacaktım ve geceyi ormanda geçirmek istemiyordum. Hele ki en son gördüğüm adamlardan sonra bu mümkün değildi.


Aramızdaki mesafenin yeterli olduğunu düşündüğümde yavaşça durdum. Sanki benim kokumu alıyor ve ona yaklaşmama izin vermiyor gibi kıpırdanıyordu. Şu anda yapacağım en ufak bir hareket onun ürkmesine sebep olabilirdi.


Sekerek ağaçların arasında kayboluşunu izlerken atış yapmak için yayımı gerdim.


'Kalp atışını bile durdurmalısın,' derdi rahmetli dedeciğim. 'Bedeninde hissettiğin en ufak kırpıntı, hedefin su misali akmasına sebep olur,' diye sürekli nasihatte bulunurdu.


Bedenimi hedef tahtası yapar kafamın üzerine koyduğu şeyleri tam on ikiden vururdu. Av olmaktan korkmuyordum. İçimden üçe kadar sayarken tek gözüm istemsiz kapandı ve keskin nişancı gibi hedefe odaklandım. Ben okumu serbest bırakamadan nişan aldığım ağaca bana ait olmadığına emin olduğum bir ok hızla saplandı. Üstelik kulağıma o kadar yakın geçmişti ki rüzgarını bile hissetmiştim.


Benden önce hedefime nişan alan kişiyi görmek için başımı sağa sola çevirdim lakin kimseyi göremedim. Tek bir yaprak kıpırtısı bile yoktu ormanda. Gülme sesi işittiğimde kaşlarım çatıldı. Oldukça yakınımdan geliyordu. Tam arkama birinin düştüğünü hissettim. Ağaçtan atlayan kişiyi göremiyordum lakin kim olduğunu biliyordum.


Derin derin nefes alıp verirken birinin birkaç adım atıp tam arkamda durduğunu hissettim. Yavaş ve güçlü aldığı nefesinin sesini dinledim. Ne yapmam gerektiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Attığı adımlarla çatırdayan kuru dalların sesi gözlerimi kapamam sebep olmuştu. Ne oluyor bana böyle?


Bana doğru yaklaşırken güldüğünü işittim. Tuttuğum nefesimi bırakırken omuzlarım gevşemişti. Ben onu ararken o beni mi takip ediyordu? Beni etkiliyor ve kafamı karıştırıyordu. Bu adamdan uzak durmam gerektiğine emindim.


Silkelenip içine daldığım düşüncelerden sıyrıldım ve kendime geldim. "Benden ne istiyorsun? Allah aşkına söyle artık!"


Parmağını saçıma dokundurdu ve ağır ağır aşağıya doğru kaydırdı. Yapacağı yanlış bir harekete karşın elim tetikte bekliyordum. Parmağını aşağıya indirdikçe bütün tellerim diken diken olmuştu.


Katil olmak için doğru bir anda değilim.


Küçük bir kıvılcım, kalbimde ürkekçe parıldayıp büyük bir aleve dönüşüyordu. Alnını saçlarıma değdirdiğinde ne yapmaya çalıştığını anlamak için bekledim. Saçımda gezdirdiği parmaklarını yakalayıp tek tek kırmamak için zorluyordum kendimi. Ona gücüm yeterdi elbette lakin sakin olmakta fayda vardı. Ne diye beni takip ediyordu ki?


"Ceylan," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Cık cık cık! Körpe bir ceylanın aslanların ininde ne işi var?" Kalın sesi, ağaçların arasından sıyrılıp gökyüzüne yayılırken ürperdim. Bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama kalbimi allak bullak etmeyi büyük bir ustalıkla başarıyordu. Yavaşça yutkundum. Sesi bütün ormanda yankılanmıştı.


Titriyordum ama bu titreme yağmurdan değildi. Tam kulağımın dibinde gerdiği yayını serbest bırakırken oku karşımdaki ağaca saplandı. "Bir daha bu bölgeye girersen seni sırtladığım gibi götürürüm gönül kuşu. Aylar sonra gözümüzün gördüğü ilk kadınsın ve tehlikeli sularda yüzüyorsun!" Burnunu çekti. "Kokun," dedi. "Çorap ve ter kokusundan sonra insanı yanlışa sürüklüyor."


Çorap mı, ter mi? İlk kadın mı dedi az önce o? Kimdi bunlar? Mağarada yaşayan bir kabile mi? Benden daha usta bir nişancıydı orası kesindi. Issız bir ormanda böylesine hoş bir adamla karşılaşmak oldukça ilginç geliyordu, hala alışamamıştım.


Konuşmadan hareket etmeye başladı ve tam önümde durdu. "Ben!" Bakışlarım hayretle yüz hatlarında dolaşırken sesli bir şekilde yutkundum.


Yüzüme kısık gözlerle bakarken güldü. "Çok güzelsin," dedi. "Bu güzelliğin benim olmasını isterdim."


Neler söylüyordu böyle? Tanımıyordu bile beni. Aklınımı kaybetmişti. Büyülenmiş gibi ona bakarken cebimdeki mektubu çıkartmak için yeltendim. Emaneti sahibine versem iyi olacaktı. "Sensin," dedim sesimin titremesine engel olarak. Kendi sesimi ben bile zar zor duyuyordum. "Sen kaptanın oğlusun biliyorum. Neden yalan söylüyorsun?"


Peki ama oğlunun beni görünce bana geleceğini nereden biliyordu bu adam? Tüm bu soruların cevabının karşımdaki adam da olduğunu biliyordum.


Altında yeşil kahverengi karışımı bir pantolon vardı. Üzerine yine yeşil bir tişört giymişti. Bu havada böyle gezdiğine göre kafayı sıyırmış olmalıydı. Gözlerimi gözlerinden çekip derin derin nefes alıp verdi. Gözlerime kısa kısa ve sık sık bakıyordu. Altındaki pantolonda askeri bir logo vardı. Gizli bir örgüt olabilirler miydi? Asker miydi yoksa eşkiya mı?


Dudakları keyifle yukarı kıvrıldı. Onu böyle hayranlıkla izlememden hoşlanmış olmalıydı. Her an üzerime atlayacak ve beni sırtlayıp kaçıracak gibi bakıyordu üstelik. Islanan saçları yüzüne düşerken yağmur hızını daha da artırdı.


Sular, ayaklarımızın altında göllenirken bir kez daha çoraplarıma kadar ıslanmıştım. Omuz kasları filmlerdeki savaşçıları andırıyordu. Uzun boyu yüzünden yüzüne bakmaktan boynum tutulacaktı. İşaret parmağını ağaçtası okuna doğru uzattı. "Okum senin gönül kuşu!"


Gönül kuşu...


Sürekli aynı şekilde bana hitap etmesi hoşuma gidiyordu. Okuma verdiğim ismi nereden bildiğini bilmiyordum. Beni takip ederken duymuş olmalıydı. Kendi kendime okumla konuştuğum zamanlar pek sık olurdu. Bunu başka türlü öğrenmesine imkan yoktu çünkü.


"Teşekkür ederim."


Ellerini beline yerleştirdi. Beni başka bir evrene sürükleyen kahkahası ile tekrar sesi yankılandı. Başını iki yana salladı. "Teşekkür etmene gerek yok," dedi. "Sapık gibi seni takip ettiğim için üzgünüm. Gitme ve seni diğerleri gelmeden biraz daha izlememe izin ver."


Beni daha ne kadar şaşırtacaktı bilmiyorum. Sürprizlerle doluydu. Yanaklarım öfkeden yanarken üşüdüğümü fark ettim. Karanlık bastırmıştı ve artık dönmem gerekiyordu. Ağaçlardan duyduğum seslere kulak kabarttım. "Neden beni izleyecekmişsin? İlk kez mi kadın görüyorsun?" diye sordum hayretler içinde ona bakmaya devam ederken. "Sana ait olmayan bir kadını izleyemezsin bayım. Nesiniz siz mağara adamı filan mı?"


Cevabını beklerken ağaçlardaki kıpırtı arttı. Gözlerinin altına simsiyah boyalar sürmüş dört kişi yan yana duran ağacın dalından gülümseyerek bana bakıyordu. "Mağarada denebilir güzel kız!" Durdu ve dişlerini gösterdi. "Ve evet uzun zamandır ilk kez kadın görüyoruz."


Daha önce bu kadar ürkütücü erkeği bir arada görmemiştim üstelik beşi de birbirinin aynıydı lakin karşımda duran adam onlardan farklıydı. Çünkü yüzünde o siyah boyalardan yoktu ve kesinlikle çok güzel bakıyordu.


"Peşrev! Ne diye büyülenmiş gibi kıza bakıyorsun? Bir av bulmuşsun. Şu çıtırı al da götürüp gece güzel bir ziyafet çekelim. Bereketli bir av partisi oldu." Dilini, iştahla dudağının etrafında gezdirdi ve öfkelenmeme sebep oldu.


Bu adamların ormanda ne işi olduğunu anlamıştım. Serseri avcılardan başka bir şey değillerdi. Ben de neler kurmuştum kafamda. Bana en yakın ağaçtaki adama bakarken kaşlarım çatıldı. Ben den mi bahsediyordu bu adi? Öfkeden tir tir titriyordum. Elim sırtımdaki okuma gitti.


Kısa saçlı ve oldukça ürkütücü görüntüsü olan adam bana doğru yaklaştı. Göğsünün üzerinde kocaman bir dövme vardı. Anka kuşu. Tek bir kulağında minik halka küpe sallanıyordu. Omuzlarının üzerinde silah takılan yelekten vardı. Onun da giydiği aynı renk pantolonun üzerinde o logodan vardı.


Peşrev, arkadaşına çatık kaşlarla bakarken ben sırtımdaki okuma atıldım ama bileğimi sertçe yakalayan el ona uzanmama izin vermedi. "Şşşt uslu dur körpe ceylan!" Vahşice, hayatındaki en değerli şeye bakar gibi beni incelemeye başladı.


Gözlerime bakan kapkara gözlerinden gözlerimi çekmedim. Ondan korktuğumu düşünmesini istemiyordum. Bileğimi, elinden kurtarmaya çalıştım ama o daha sıkı tuttu. "Leo," diye bağırdı Peşrev dişlerinin arasından. "O benim dedim nesini anlamadın?"


Adının Leo olduğunu anladığım adam omuzlarının üzerinden Peşrev'e baktı. "O benim de ne lan? Götürelim işte!"


Dizimi, bacak arasına vuracakken bacaklarını ani bir hareketle kapadı ve kollarımdan yakalayıp ters çevirdi. Bileğini tüm gücümle ısırıp bileğini ters çevirince küfür ederek bileğini tuttu. "Nesin kızım sen? Güreşçi filan mı?"


Burnumu havaya kaldırdım. "Bir daha o edepsiz gözlerinin ve sözlerinin muhattabı olursam yapabileceklerim bundan daha fazla olur."


"Ooo!" Nidaları yükselirken dışarıya nefesini üfledi. "O günü sabırsızlıkla bekleyeceğim körpe ceylan." Bana av muamelesi yapmaları gerçekten berbattı.


Ani bir hızla ayağa kalkarken kendimi Peşrev'in geniş sırtıyla bakışırken buldum. Bu adam iyi birine benziyordu. Ya da bencil herifin tekiydi. Beni gerçekten de kendine saklıyordu. Arkadaşı olduğunu düşündüğüm adama yumruk attı birden. Dudaklarımdan kopan çığlık istemsizdi. Adı Leo olan adam güldü ve karşılık vermedi.


"Peşrev," dedi burnunu tutup ayağa kalkarken. "Şanslı piç seni!"


Bir dakika bunlar kafayı mı yedi?Adı Peşrev olan güzel gülüşlü adamın tek kaşı havaya kalktı. "Hadi siz defolun ben birazdan geliyorum."


"Ulan!" diye bağırdım yürek yemiş gibi. Bir de elimi havaya kaldırmış iki katım adamlara kafa tuttum. "Kim şanslı, kim kimin hayvan herifler?"


Leo ağaçtakilere işaret etti ve geyiğe yaklaşıp onu sırtlandığı gibi diğerlerini de peşine takıp yanımızdan uzaklaştı. Giderken bana göz kırpmayı ihmal etmedi. "La havle!" Göğsüm öfkenin etkisiyle inip kalkarken yüzümdeki saçları çekmek istedi.


Yüzümü çevirdiğimde elini yumruk yaptı ve geri çekildi. "Sakin ol ceylan!"


Benden böyle bahsetmeleri sinirlerimi bozarken karşımdaki adam bana pekte zarar verecek gibi bakmıyordu. "Kimmiş ceylan?" Korktuğumu daha fazla belli etmemeliydim öyle değil mi?


Kollarımı göğsümde birleştirip azgın bir savaşçı gibi duran adama baş kaldırdım. Bana gülerek bakarken ellerini beline yerleştirdi. "Nasıl bir güç bu böyle? Dev gibi adamın bileğini kıracaktın." Başını iki yana salladı. "Haklısın senden ceylan olmaz. Vahşi bir kurtsun," dedi. Beyaz dişlerini göstererek gülümsedi. "Dişi ve alfa olanından! Asena seni."


Keyifle gülerken kaşlarımı çattım. Bu sinir bozucu gülüşüne daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. "Bir kadına göre fazla güçlüsün!"


Sinirle güldüm. Bir yandan da başımı dik tutmaya çalışıyordum. "Gördüğün ilk kadının ben olduğumu sanıyordum."


Başını salladı. "Gördüğüm değil! Kafamı karıştıran ilk kadınsın. Benimle böyle konuşmasına izin verdiğim ilk kadın sensin." Gözlerini anlık gözlerimden kaçırdı. "Kadınlar nahif olur gönül kuşu. Sen neden bu kadar güçlüsün?"


Hindi gibi kabarmaya devam ederken o gülerek yüzüme bakmaya devam etti. Dilini damağına sertçe vurdu. "Hadi seni kampa götüreyim. Daha fazla burada durursan seni koruyabileceğimi pek sanmıyorum. Hepsini avlatma bana. Aylardır kadın yüzü görmediler ve çoğu benim gibi değildir," dedi. "Ha birde bizden bahsetmeyeceğini umuyorum. Senin ve diğerlerinin güvenliği için."


Kimsiniz siz diye sorumu tekrarlamak istedim lakin bu düşünceden hızla vazgeçtim. Eliyle yürümem için işaret edince ona istemsiz itaat ettim. "Düş önüme!"


Kaba adam! Evet karar vermiştim. Bunlar kesinlikle mağara adamı filandı.

Ayaklarımı yere vura vura ona söylenmemden zerre etkilenmeyen bu adamın beni kampa götürdüğünden pekte emin değildim artık. Arkadaşını dinleyip beni mağarasına götürüyor da olabilirdi. Benim bu adamın yanından hemen uzaklaşmam gerekiyordu. "Beni takip etmene gerek yok. Kampı kendim bulabilirim. İşin yok mu senin? Bırak peşimi."


"Elbette gidebilirsin lakin işin zevki orada. Şanslısın gönül kuşu bu adamın takip ettiği ilk kadınsın." Aman ne büyük bir lütuf...


Adı Peşrev'di. Soyismine bakılırsa yarı yabancıydı. Burada ne işi olduğunu deli gibi merak etsem de soramadım. Diğerleri gibi Peşrev'de uzun yıllardır buradaydı o halde. Kendi de kadın yüzü görmediğine göre bana gayet kibar davranıyordu. Bana bir geyik muamelesi yapması dışında.


Söylenmeye devam ettiğim için, "Homurdanmaya devam edersen seni bağlayacağım," dedi.


"Ne?" diye bağırdım kendime hakim olamayarak. "Beni bağlayacak mısın?"


Bu herif kesinlikle kaçıktı. Ya da azılı bir katil. Yumruklarımı sıkmaya devam ederken hala arkamda olduğunu hissediyordum. "Bırak peşimi dedim sana!"


Sinir bozucu kahkahasından neden etkileniyordum ki? "Sessizce yürüyecek misin?"


"Beni izlediğin sürece hayır..."

Sözlerimden zerre etkilenmeden beni izlemeye devam ederken yavaşladım ve bana yetişmesine izin verdim. Benden daha inatçı birini bulmuş olmam şaşırtmıyordu. "Nesiniz siz, gizli örgüt filan mı?"


Sorumdan sonra dişlerini sertçe sıktı. Nefes alışverişleri hızlanırken neden bu kadar öfkelendiğine bir anlam verememiştim. Durdu ve kolumu tuttu. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Nasıl bir güç uyguladıklarından bir haberlerdi bu adamlar.


Burnundan soluyordu adeta. "O ismi bir daha anma sakın!" Sesi titremişti. "Yaşamak istiyorsan özellikle benim yanımda sakın anma." Kolumu hızla bırakırken önüne döndü ve hızla yürümeye başladı. Bu da neydi şimdi? Ayağındaki askeri sert çizmeler çalıların üzerinden hızlı hızlı geçerken gerisinde kalmak hoşuma gitmemişti.


"Hey bekle vahşi!"


Dik bir yokuşa geldiğimizde popsunu yere bıraktı. Tuhaf bir şekilde bana kibar davranıyordu yeniden. "Burada biraz dinlenelim." Yanımdaki kayaya oturdu. Su sesi daha yakından geliyordu. Oturduğumuz yeri ağaçlar bir duvar gibi çevrelemiş ve bizi taşlarla bezenmiş bir yuvarlağın içine hapsetmiş gibiydi.


Aramıza mesafe bırakarak oturmuştum. Bakışlarım onun üzerindeydi. "Allah aşkına kaçık filan mısın sen?"


Cebinden çıkardığı tuhaf kokulu kremi eline sürmeye başladı. "Sana bunu düşündüren şey seni takip ediyor olmamsa evet ben bir kaçığım." Burnundan nefes verdi. "Başını belaya sokmakta çok ustasın ve bana ihtiyacın olduğunu itiraf et."


İnsanın kendini bilmesi de güzel şeydi. En azından olduğundan farklı davranıp beni etkilemeye çalışmıyordu. İhtiyacı da yoktu ki. Her hareketi beni dumura uğratıyordu. Öyle derin bir nefes çekti ki ormandaki bütün oksijeni içine çekmiş gibiydi. Zira nefessiz kalmamın başka bir anlamı olamazdı değil mi?


"Gözler," dedi sözcüklerin yarısı boğazında takılı kaldı. "Yıllar oldu. Yıllardır bu gözleri arıyorum ben." Ne demek şimdi bu? Babası da bu adam da kesinlikle normal değildi. Birisi sınırları belli olmayan bir ormanda oğluna mektup vermemi istemiş oğlu ise bana kafayı takmış bir tazı gibi izimi sürüyordu.


Birden bana doğru döndü ve kaşlarını çattı. Gözlerimi, gözlerimden çekemezken gözyaşı pınarında bir damla beklediğini gördüm. "Kimsin sen?" diye sordu bana büyülenmiş gibi bakmaya devam ederken. "Neden geldin ki sanki buraya, aklını mı kaçırdın?"


Bu soruları benim ona sormam gerekmiyor muydu? Hiçbir şey anlamıyordum. Elim gayriihtiyari mektuba gitti ama ona veremedim. Evet o mektupta ne yazdığını öğrenmem gerektiğini düşünüyordum artık. Yüzüne sersem bir halde bakmaya devam ettim. "Ne-ne demek bu?"


Göğsünü yavaşça şişirdi. Yıllarca uğraşsam çözemeyeceğim bir ifade vardı yüzünde. "Hadi devam edelim. Sen zaten kendini diskalifiye ettireceksin nasılsa!"


Ayağa kalkarken güldüğüne emindim. Bir dakika komik değildi bu? Ayağa kalkıp ona doğru bir adım atacağım sırada elimi yüzümü yıkamak istediğim geldi aklıma. Su sesi oldukça yakından geliyordu çünkü.


"Hey nereye?" diye bağırdı peşimden gelirken ama ben onu duymamış gibi yaparak sık ağaçların arasından kendimi kurtardım.


"Susuzluktan ölmeye niyetim yok!" Matarama su koymayı unutmuştum.


"Sana dur dedim." Kolumu sertçe kavradığında neye uğradığımı şaşırdım. Neredeyim, ne yapıyorum, neler oldu? Kısa bir bilinç kaybından sonra nerede olduğumu, daha doğrusu nerede olduğumuzu idrak etmem zor olmamıştı.


Beynimde çakan şimşekler yüzünden gözlerim görüş yetisini kaybetmişti.

Neden onunla kucak kucağa, sarmaş dolaş durduğumuzu anlamam uzun sürmedi. Bizi çepeçevre saran yeşilliğe bakarken dudaklarımdan ufak bir çığlık döküldü. "Biz..."


Gördüğüm o yeşil şeyin Peşrev'in tişörtü olduğunu anladığımda bütün ısı yanaklarıma hücum etti.

***

Peşrev: Peşrev: Azerbaycan ve İranlı âşıklar hikayede yer alan her bir türkünün ardından hikayedeki konuya uygun bir mani okurlar. Buna türkülerin peşrevi adı verilir.


yağlı güreşte,güreşçinin güreşmeye hazır oluşunu anlatan uyumlu devinimlerine, geleneksel pehlivan gösterisine verilen ad.


Yıldıza bas anacığım😋🤩🙃

Loading...
0%