Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@aysegulcee1

Yeni bölüm sizlerle💕

Keyif versin🙈❤️


***


Ava giderken av olmak.


Şu an tam da onu yaşıyordum. İçinde bulunduğum durumu daha iyi özetleyecek bir cümle yoktu. Bir av gibi ağa yakalanmış olmamızın dışında benim hiç tanımadığım bu adama ip yumağı gibi bağlanmış olmam yeterince öfkelendiriyordu.


Başıma daha ne kadar bela gelebilirdi bilmiyorum. Başımı göğsünden çekmeye çalışırken düştüm ve yüzüm göğsüyle yeniden bütünleşti. "Allah aşkına yardım etsene bana koca adam!" Güldüğü için karnına yumruğumu geçirdim. "Ceylan diye diye sonunda avlattın beni!"


Benim aksime o oldukça keyifliydi. Sesim ağlamaklı çıktığı için daha da keyiflendi. "Kabul ettin yani ceylan olduğunu?" Ensemden kavrayıp başımı kaldırdığında burunlarımız neredeyse birbirine çarpacaktı. "Korkunca daha bir güzel oldun sen."


Sıkkın bir nefes çekti içine. Kaşlarını yalandan çatarken bileğime vurdu ve yeniden göğsüne düşmeme sebep oldu. Bana yukarından bakıyordu şimdi. "Keşke yanımızda biraz erzak olsaydı."


"O niye?" diye sordum hala göğsünde yattığımı fark ederken. Otağına kurulan oba beyleri gibi yerleşmişti yerine. Kokusunu solumamaya çalışmaktan boğulacaktım. Babam beni görse kalp krizi geçirirdi heralde. Daha bir adamın elini tutturmamıştı. Sırtımdaki elleri hareketimi daha da engelliyordu. "Burada mı yaşamayı düşünüyorsun vahşi?"


"Vahşi aslan!" dedi. Sesli bir kahkaha attı ardından. "Harika olmaz mıydı?"


Yanaklarımı şişirdim. Dalga mı geçiyordu benimle? Saçlarım birbirine girmiş olmalıydı. Yüzümün her yeri buraya geldiğimizden beri çamurdan kurtulamıyordu. Bu halimle beni beğendiğine inanamıyorum. O hala keyifli bir gülümseme ile bakmaya devam ederken etrafımızı saran ağa korkuyla baktım. "Peşrev biz farkındaysan..."


"Avlandık gönül kuşu!"


Peki Allah'ın cezası adam neden bu kadar mutluydu? Zor da olsa aşağıya bakmaya çalıştım. Yerden yüksekliğimiz başımı döndürmeye yetmişti. Ellerimle mecburen kollarından destek aldım. Adamla dip dibe oturuyordum ve bu hiçte iyi hissettirmiyordu.


Adeta ikiye bükülen bedeni ağın tamamını kaplamıştı. Zor da olsa düzgün bir pozisyon aldığımızda başı boynumun hemen yanında duruyordu. Hala bana tersten bakıyordu. Aldığı her nefes tenime çarptığı için huylanıyordum. Tikim vardı ama bunu bu mağara adamına anlatamazdım.


Kendimi bir anda çehresini incelerken buldum çünkü görüş açımda yüzünden başka bir şey yoktu. Ne ince ne de kalındı dudakları. Kalemle çizilmiş gibi kıvrımlıydı. Burnu ufak sayılırdı. Gözlerinin renginin tonu benimkilerden biraz daha farklıydı. Bu açıdan biraz daha yeşile dönüyordu. Belki de ağaçların yansımasıydı bilmiyordum. Saçları koyu sarı ve kıvırcıktı.


O bana böyle baktıkça utancımdan yerin dibine girmek istiyordum. "Ne diye gülüyorsun be adam? Buradan nasıl kurtulacağız? Kesici alet filan yok mu üzerinde?"


"Maalesef gönül kuşu," dedi. Hala niye güldüğünü anlayamıyordum. "Düşürmüşüm. Yoksa bende sana temas etmeye bayılmıyorum."


Harika! "Peki ne yapacağız?" diye sordum ağlamaklı bir sesle. Durduğum pozisyondan dolayı boynum felç geçirmeye başlamıştı. Ona dokunmamak için girdiğim mücadelede bütün kaslarımı kaybedebilirdim.


"Saçlarını ağzımdan çekersen daha sağlıklı düşünebilirim."


Cümlesine karşın gözlerimi kocaman açtım. "Nereye çekebilirim? Sen öte kay asıl!" Kafayı sıyırmıştık. İkimizin de milim oynayacak yeri yoktu.


Kaç dakika onunla ip yumağı gibi durduğumuzu bilmiyordum. Artık kan dolaşımım boynumdan geçip beynime ulaşamıyordu. "Pe-Peşrev," dedim. Ona adeta yalvarıyordum. Lütfen ipleri kemir!" Sonunda bana da mantığımı kaybettirmeyi başarmıştı bu koca adam.


Elini, kalçamın altından kurtardığında onun orada ne işinin olduğunu sorgulamıyordum çünkü hangi uzuvların bana ait olduğunun idrakını kaybetmiştim. "Vahşi olabilirim ama bu kalınlıkta bir ipi benim dişlerim kesmez."


Dalga mı geçiyordu gerçek miydi anlamıyordum artık. Kemir derken ciddi değildim. Bu adamın akıl denen şeyden haberi var mıydı? Elimi yüzüme doğru salladım. "Ölmek üzereyim."


Başını çevirmeye çalıştı ama başaramadığında burnu burnuma çarptı. İkimiz de şaşkınlıkla yüzümüze bakarken, "Gönül kuşu," dedi. "Kollarını boynuma sar."


"Ne?"


Yutkundu. "Tamam belime de sarsan olur."


Donuk bir ifade ile suratına bakmaya devam ettim. Benden istediklerini anlayamıyordum. Sonunda onun da beynine giden kan kesilmişti değil mi?


"Ne diyorsun sen be?" Güldüm. "Ecelin mi yakın?"


Nefes alamıyor gibiydi. Alnından dökülen terleri silmeye çalıştı. Burnundan soludu ve kaşlarını çattı. "Dediğimi yap ceylan. İpi keseceğim. Epey yüksekteyiz. Düştüğümde altımda kalmayı istemezsin değil mi?"


Asım benim ecelim gelmiş olmalıydı. Bu adam beni öldürecekti. "Hani kesici bir aletin yoktu senin domuz herif?" Yumruğumu kaya gibi sert göğsüne indirdim. Benimle oyun oynamak için daha mükemmel bir an seçemezdi. "Dalga mı geçiyorsun benimle?"


Güldü. "Vahşi aslanı tercih ederim."


Dediğini yapıp kollarımı beline sarıp yüzümü tişörtüne yasladım. Ağlamak üzereydim. Bu yaptığıma inanamıyordum. Hayatımda babamdan sonra ilk kez bir erkeğe sarılıyordum. Utancımdan yerin dibine girerken onun kalbimin hızlanması bütün bedenimin titremesine sebep olmuştu.


Bu durumda bile benden etkileniyor olması korkunçtu. "Hazır mısın?" diye sorduğunda yüksekliğe bakıp dudağımı ısırdım.


"Peki sen, ya sana bir şey olursa?" Sırt üstü düştüğünde iç kanama geçirmesi olağandı. Vahşi de olsa ona bir şey olmasını istemezdim. İkidir hayatımı kurtarıyordu. Ona borçluyken bu yükün altında kalmak istediğim son şey bile değildi.


"Arkamdan ağlar mısın gönül kuşu?" diye sordu. Gözleri dolu dolu bakıyordu gözlerime. "Arkamdan ağlayan birilerinin olacağını sanmıyorum."


Bir eli belimi eğreti bir tutuşla kavradı. Yüzümü tişörtünün örttüğü kısmına bastırdığımda cebinden ufak bir bıçak çıkardı. Bacaklarını yukarıya doğru uzattığında artık üzerinde yatıyordum. "Peşrev," dedim. "Ölebilirsin."


Gözlerinde zerre korku yoktu. "Öleceğim körpe ceylan," dedi. "Ama bu düşmekten olmayacak."


Yakınlığımız beni fazlasıyla öfkelendirirken sözleri ile öldürmeyi amaçladığı her halinden belli oluyordu. İpi bir anda kestiğinde yere sertçe düştük. İkimizin de dudaklarında canhıraş bir çığlık yükseldi. Kötü düşmüştü ve benim bacağım onun altında kalmıştı. Lanet olsun canım çok yanıyordu. Yine de yere çakılmadığım için ona minnettardım.


Başını kaldırıp acı dolu bir ifade ile bana baktı. Gözleri, bedenimin her yerindeydi. Kaşları çatıktı bana bakarken. Canı yanıyordu bu her halinden belliydi. Gözlerini yavaşça araladı ve iyi olup olmadığımı kontrol etmeye başladı. "Bacağım." Acıdan inliyordum artık. "Altında kaldı."


Karnını yukarı doğru kaldırınca bacağımı altından çektim ve sırtımı yere bıraktım. Bileğim fena halde sızlıyordu ve sanırım çukurda incittiğim bileğimdi. Bu kez kesin kırılmış olmalıydı. Başını yere sertçe bırakan adama korkuyla baktım. Ölmüş olabilir miydi?


Başımı yavaşça kaldırdım ve Peşrev'in yaşayıp yaşamadığına baktım. Kıpırtısızca sırt üstü yatmaya devam ediyordu. "Peşrev." Öldüyse burada yırtıcılara yem olup ben de arkasından giderdim. "Öldün mü?"


Bu halde bile gülebiliyordu. "Öldüğümü düşünüyorsan nasıl bir cevap bekliyorsun körpe ceylan?"


Ona doğru sürünürken sessizce gülüyordum. Düşmenin etkisi kalan son beyin hücrelerimizi de öldürmüş olmalıydı. Bir kısmını yukarıdayken bırakmıştım çünkü. Çok sert düşmüştüm üzerine. Acaba çocuğu olur muydu? "Peşrev," dedim gülmeye devam ederken. Kendime gelemiyordum bir türlü. "İyi misin?"


Yavaşça doğruldu ve yüzünü acıyla buruşturdu. "Sanırım."


Ayağa kalktı ve beni bileğimden yakaladı. Ayağımın üzerine batıkça ağrıyordu. Mecburen kolunun altına girerek destek oldum. Bu durumda desteksiz yürüyemezdik. Kollarının epey çizilmiş olduğunu görünce içim ezildi. Canı yanıyor olmalıydı ama o yine de bana destek olmaya çalışıyordu. "Annem bana oradan tek parça dön demişti." İlk kez annemi dinleyemeyecektim. "Sanırım dönemeyeceğim!"


Hala nasıl bu kadar rahat yürüdüğüne hayret ederken o, "Tek parça dönmek senin elinde," dedi. "O kampta kalmaya devam etmezsen evine dönersin hepsi bu."


Asla. "Dönemem," diye bağırdığımda sesimi kısmak zorunda kaldım. Av gibi adamın kolları arasında olduğumu unutmuştum. "Bu-bu benim çocukluk hayalim. İki sıyrık yüzünden kaçamam Peşrev!"


İsmi ile hitap ettiğim için bir anda durdu. Sesli aldığı nefeslerini dinlerken, "Sessiz ol," dedi. Beni yavaşça arkasına aldı ve belindeki silahı çıkardı. "Arkamda dur!"


Neler oluyordu?


Bize doğru yaklaşan bir şey olduğu belliydi ve bu ses tehlikeli bir hayvanın hırlamasına benziyordu. Hırlama sesi pek hoşuma gitmemişti. Elime okumu aldım ve hazır bir şekilde arkasında beklemeye başladım. Peşrev bir anda öne doğru atıldı.


Ellerim titrerken hedefi şaşırmaktan korkuyordum. Yalnız bir kurt bize doğru hızla gelirken tek gözümü kapatıp hayvanın boynunu hedef aldığımda tam karşıdan bir tane daha koşmaya başladı. Peşrev, can havliyle hayvanı üzerinden atarken okumu boynuna sapladım.


Vakit kaybetmeden yerdeki silahı aldı ve bize doğru atlayan hayvanı tam üzerimdeyken yere yığdı. Gözlerim kocaman olmuş bir halde yerde yatan hayvana bakarken omzuma dokundu. "Nefes alabilirsin gönül kuşu."


Dokunuşuyla tuttuğum nefesimi sesli bir şekilde koyverdim. Allah aşkına az önce ne oldu öyle? "Öldürdün onları cani!"


Bana gülerek bakarken omzundan kan akıyordu. Canı yanmıyor muydu? "Önemli değil." Bir süre sakinleşmemi beklerken, "Bir tane daha gelsin istemiyorsan buradan gidelim," dedi. "Bir daha o sınırları geçme. Sınırdaki ağaçlarda onları uzak tutmak için zehirler var."


O bunu nereden biliyordu? "Neden bu kadar saldırganlar?" Üzerime doğru yürüdü ve beni bir hamlede omzuna attı. Elleri ayak bileğimden kavrayınca kızmaktan vazgeçtim. Bana dokunurken dikkat ediyor oluşu hoşuma gitmişti. Yaralıydı ve beni hiç gocunmadan omzunda taşıyordu. "Canın yanmıyor mu senin?"


Susuyordu. Aceleciydi adımları ve üst bedeni yağmurdan sırılsıklamdı. Normal şartlarda bir erkeğin bedenine hiçbir kuvvet beni dokunduramazdı ama bu adamda onu gördüğüm ilk andan beri etkileyen bir şeyler vardı. "Canım yanmayı bırakalı uzun zaman oldu."


Ne demekti bu? Sorsam da söylemeyecekti değil mi? Kampı bulmaya çalışırken bu kadar uzaklaştığımı fark etmemiştim. Ben geyiğin peşindeyken o benim peşimdeymiş meğerse.


Fırsatçı herif...


Gerçi o olmasaydı şimdi o hayvanlar beni akşam yemeği yapacaktı. Ona hem kızgın hem minnet duyuyordum. Kaçıncı kurtarışıydı beni? Uzaktan bu kadar hoş bir adam olduğunu fark edememiştim üstelik. Hoş olduğu kadar kabaydı. Hele ki o bana av gibi muamele eden arkadaşlarını düşündüğümde kaşlarım sinirle çatılıyordu hala.


Kampa yakın bir yerde beni omzundan hiç acımadan fırlattı. Popomun üzerine düşünce boğazımdan bir çığlık kaçtı. "Vahşi!" Evet. Tam anlamıyla fırlatmıştı. Önümde diz çökerken dikkatle gözlerime baktı.


Gökyüzü ile aynı tonda olan gözlerini gözlerimden ayırmaması gözlerimi kaçırmama yetmişti. "Ha şunu bileydin gönül kuşu!" diye fısıldadı. "Vahşi bir aslan ve o aslanın karşında taze bir ceylan. Uzak dur buradan hatta bence kaç git. Buralar sana göre değil."


Yağmur şiddetini artırırken üzerimde kuru tek bir nokta kalmamıştı. Kıyafetimden sular damlıyordu. Savrulan saçlarından gözlerimi uzunca bir süre alamadım. "Bir daha karşılaşmayacağımızı umuyorum." Kaşlarını kaldırdı. "Yaptıkların için teşekkür ederim. Buraya kimseye güvenerek gelmedim. Başımın çaresine bakabilirim. Yani kısaca uzak dur."


Alayla kıvrıldı dudakları.. "Bunu nasıl yapacağımı bana söyler misin körpe ceylan? Zira nasıl yapacağımı bilmiyorum da."


Kesinlikle onu ormanda ayılar filan büyütmüş olmalıydı. "Tam bir kaçıksın!"


Tekrar diz çöktü ve başını yere eğdi. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Yumruğunu hafifçe yere vurdu ve bana baktı. "Allah'a emanet ol o halde gönül kuşu. Bu beni son görüşündü."


Söylediği kendimi tuhaf hissettirmişti. Elimle yerden destek alırken bana doğru iki kişinin koştuğunu gördüm. Bunlar Soya ve Orion'du. Soya, yere eğildi ve endişeyle üzerimdeki yaralara baktı. "Ova! Neredeydin sen?" Berbat göründüğüme emindim.


Şaşkınca saçımı karıştırırken o çoktan gitmişti. Aklıma mavi gözlerini ve sihirli sözlerini mühürlerken sersem bir halde bırakmıştı ardında. Elimde tuttuğum mektubu ona verememiş olmamın vicdanı şimdiden oturmuştu yüreğime.


Bakmayacaktım. Bundan vazgeçmiştim. Elim mektupta arkasından bakakaldım. "Kimsin sen Peşrev, ne işin var buralarda?" diye bağırdım beni duymayacağını bile bile. Elim mektubun üzerinde beklerken telaşla bir çığlık koptu boğazımdan. "Bende bir emanetin var lütfen bekle."


Gitmişti. Peşrev'in ardından sersem bir halde bakmaya devam ederken omzumun sarsıldığını hissettim. Soya kolumdan tutup beni ayağa kaldırdığında bağırdığım tarafa doğru gözlerini kısarak baktı. "Kime bağırıyorsun Allah aşkına sen? Hadi kalk Damian bizi sıraya dizdi ve bilgin olsun epey öfkeliydi."


Öfkesinin sebebi yine vaktinde kamp alanına dönememiş olmamdandı. "Benim yüzümden mi?"


Soya beni kolunun altına çekti ve seke seke taş binaya doğru yürümeye başladı. "Maalesef."


Taş binanın önündesıraya dizildiğimizde Damian'ın ayaklarının dibinde dört tane ölü hayvan durduğunu fark ettim. Kaşlarımı çattım. Bugün serbest olduğumuzu söylememiş miydi bu adam? Bu da ne demekti şimdi? Merakla Soya'ya baktım. Kolumdan sakin ol der gibi tutuyordu. "Biz de bilmiyorduk," dedi. "O hayvanları tesadüfen avladık ve buraya geldiğimizde öğrendik."


"Neyi?" diye sordum merakla. "Soya neler oluyor?"


Damian'ın bakışları beni bir böcek gibi eziyordu. Derdi neydi bu adamın benimle? Üstelik diğerlerinin de benden aşağı kalır yanı yoktu. Hepsinde ufak tefek yaralar ve sıyrıklar vardı. Sıranın başına baktığımda ayağında sargı olan biri bile vardı. Bu adam bana fena halde kafayı takmıştı.


Elindeki kağıtlara imza attı ve bakışlarını kağıttan ayırmadan, "Sam, Vera, Soya ve Orion. Bir adım öne çıkın." dedi. O anda başımdan aşağıya kaynar sular boşaldı. Yanımdaki dört kişi öne çıkarken beni Soya ve Orion'dan daha çok şaşırtan biri daha vardı. Sam ve Vera. Ne yapmış etmişler sonunda benden önce ikinci tura çıkmışlardı. Gözlerim kocaman olurken hayretle onlara bakıyordum.


Sinir bozucu herif! O olmasaydı ben de bir av yakalamış olacaktım. Düşününce midem bulandı. Bir canlıya kıyabilir miydim? İşte bunu bilmiyordum. Kızamıyordum. Bilerek mi engellemişti beni? Peki ama neden? Hayal kırıklığı ile omuzlarım düşerken yenilmiş olmak gardımı düşürmüştü.


Soya, kaşlarını çatarken bana üzgünüm diyordu. Evet onlar diğer kampa gönderildiklerinde ben burada yalnız kalacaktım.


Yarın mutlaka yanlarına katılmam gerekiyordu. Bunu hiç istemesemde.


Sırada bekleyenler kendi aralarında konuşurken Damian kollarını göğsünde bağladı ve çatık kaşlarla bize bakmaya devam etti. "Sessizlik!" Elini havaya kaldırdı ve hepsini susturdu. "Dört arkadaşımız daha aramızdan ayrılıyor. Onlarla son geceniz. Geride kalanlara bol şans." Son kez bana alaycı bir ifade ile bakıp taş binaya doğru ilerledi.


Sam gitmeden önce beni delirtmek için yanıma uğramıştı. "Selam güzellik. Yarın lütfen kampta ol. Sensiz oraya katlanabileceğimi sanmıyorum. Buraya birlikte veda edebiliriz ha ne dersin?"


Orion, Sam'in yakasından tuttu ve sertçe itekledi. "Ne diyorsun sen hayvan herif? Yıkıl karşımdan elimden bir kaza çıkacak." İkisi de birbirine kızgın birer boğa gibi bakarken ben Sam'i, Soya'da Orion'u çekmişti.


Sam, arkasından elini kaldırarak taş binaya doğru koştu. Herkes yaralı ve üşümüştü. Ben de öyle. Diğerleri binaya girerken Soya elini omzuma koydu. "Üzülme Ova. Yarın yanımızda olacağından hiç şüphem yok."


Bu bilekle ben aynı şeyi düşünmüyordum ya neyse. Elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışacaktım. Umudum tükeniyordu. Bu şansızlık yakamı bırakmadığı sürece buradan sağ çıkmamda zordu. Uğursuz bir şansızlık benimleydi buraya geldiğimizden beri. Sonra aklıma düşen şeyle gözlerim dehşetle büyüdü. O adam! O adam karşıma bilerek çıkıp önüme engel koyuyordu. Tabii ya! Bunu daha önce nasıl fark edemedim?


"Üzülme lütfen. Zaten seni burada yalnız bırakacak olmak beni çok üzüyor. Yarın gelmezsen öldürürüm seni Ova."


Soya'ya minnetle baktım. Sevincini doyasıya yaşamak hakkıydı. Bu kadar bencil bir insan değildim. "Size iyi eğlenceler," dedim ve ellerini birleştirdim. "Galibiyetinizi kutlayın. Ben biraz uyuyacağım. İtiraz istemiyorum."


O vahşi adama içimde büyüttüğüm öfkemle yürürken dönüp onlara baktım.


Birbirlerine bakıp gülümsediler. "İyi geceler Ova." İkisi de kamp ateşinin yakıldığı tarafa doğru ilerlerken, "Soya," diye bağırdım. "Dün gece ormanda kaybolduğumda beni siz mi getirdiniz odaya?"


Orion'un kaşları çatılırken, "Sen dün kayıp mı oldun?" diye sordu. Soya'da bunu ilk kez duyuyor gibi endişe ile baktı bana. "Hayır biz sabaha karşı girdik taş binaya."


Beni oradan kurtaran yine Peşrev'di değil mi? Bu adamın benimle derdi neydi? Onu düşünmek istemsiz öfkelendirmişti yeniden. Kaçık herif! "Anladım," dedim arkamı dönerken. "İyi geceler!"


Merdivenleri öfke ile çıkarken yarın ne yapacağımı düşünüyordum. Son şansımdı. Buradaki son günüm olabilirdi. Altı kişi, sadece altı kişilik yer kalmıştı. Odaya çıkıp hızlıca duş almış ve vakit kaybetmeden kendimi yatağa bırakmıştım. Ağrılar dayanılmayacak boyuttaydı. Neyse ki ağrı kesiciler etkisini göstermiş yarım saat sonra uyku bastırmaya başlamıştı.


***


Uykumun en tatlı yerinde pencereden gelen sesler yüzünden uyanmak zorunda kalınca yorgana bir tekme savurdum. Susuzluktan ağzımın içi kupkuru olmuştu. Odaya uyku sersemi bakınırken bakışlarım ardında karartı oluşan pencerede takılı kaldı.


İrkildim ve bir anda doğruldum. Okumu nereye koyduğuma bakarken Sam olabileceğini düşününce öfkem ayyuka çıktı. Sakince pencereye bakarken karartının kocaman olduğunu görmek istemsizce kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. "Yine mi sen?"


Yavaşça pencereye yaklaştım ve perdeyi kenara sıyırdım. O dev adam yine karşımda duruyordu. Başımı iki yana sallarken güçlü bir nefes koyverdim.


"Allah'ım sen bana sabır ver!"


***


🙈🙈🙈


Keyifli okumalar...

Loading...
0%