Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.Bölüm

@aysegulcee1


Genç adam odasına uyumak için çıktığında huzursuzca pencereden dışarı bakıyordu. Terliydi ve yorucu bir günü ardında bırakmış olmasının huzuru içindeydi.


Geç saat olmasına rağmen atış yapmaya devam eden adama bakarken kaşları çatıldı. Damian'ın bu aralar kendine ve ekibe fazla yüklendiğini düşünüyordu.


Daha sıkı çalışıyordu son zamanlarda. Teşkilata bağlandığından bu yana onu ilk kez böyle hırslı görüyordu. Perdeyi yavaşça araladı ve başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Gülümsedi. Gökyüzü oldukça açıktı bu gece. Tertemizdi. Tek bir bulut bile yoktu.


Parmaklarını yavaşça nefesinden buğulanan cama dokundurdu. "İyi geceler anne! Koynunda uyuyamadığım 4.381. gün..."


Yıllardır anlayamadığı tek şey neden kimsesiz olduğuydu. Zor olmuştu ama görevine alışmıştı. Buradan başka bir yuvası yoktu. Anneannesinin çiftliğinden kaçtığında henüz on altısındaydı. Yolunu kaybettiğinde karşısına çıkan genç bir adam elinden tutmuş ve bu narkotikle mücadele eden gizli bir istihbarata üye yapmıştı.


O günden beri eğitimler alıyor ve teşkilat güçlerine sadakatle hizmet ediyordu. En büyük hayali asker veya polis olmaktı. Eğitimini bir şekilde tamamlayıp gizli bir teşkilatta özel kuvvet olmayı başarmıştı.


Buradaki herkes onun kimsesiydi. Güçlü bir adamdı Peşrev. Öyle olmaktan başka bir şansı yoktu. Güçsüz olma şansı ona verilmemişti. Yaşadığı çetin ve hırs kokan hayat ona güçlü olmaktan başka bir seçenek sunmamıştı. Şimdi omuzlarına bir yük daha eklenmişti. Yaptığı hatanın pişmanlığı. Ellerini sıktı acıyla. "Yapmamalıydım affet gönül kuşu."


Dolmaya çalışan gözlerini hızlıca kırpıştırdıktan sonra tekrar geceye baktı. "Sana iyi geceler demiyorum baba! Sana iyi geceler demeden uyuyacağım 4.381. gün bugün."


Yüreğindeki hırs sevginin üzerine örümcek ağı gibi örtülmüştü. Pencerede o körpe ceylanın gözlerini gördüğünü sandı bir an için. Omuzunda hissettiği bir el yüzünden irkildi. "Ne var Maksut?"


Maksut, Peşrev'in bu serkeş hallerinden pek hoşnut olmadı. Bir şeylerden şüphe ediyordu. Arkadaşının aklı ormanda gördüğü körpe ceylanda mı kalmıştı? İmkansızdı bu. Böyle şeyler hissetmek onlara bahşedilmemiş tek duyguydu. Sevgiyi, sevmeyi bilmiyorlardı. Bir kadına karşı nasıl hissedeceklerini öğrenememişlerdi.


Onlara tek öğretilen savaşmak ve mücadele etmekti. Kadının hayatlarında yeri yoktu. Sadece ilk kez bir kadına bu kadar yakın olmuş olmasının verdiği heyecanı olduğunu düşündü arkadaşının üzerinde. "Nereye daldın oğlum öyle?"


Peşrev, Maksut'un gözlerine çekingen baktı ilk kez. Yıllardır her şeyini bilen tek dostuydu. Ondan iki yıl sonra ekibe katıldığı zaman nasıl çelimsiz ve ürkek olduğunu hatırladı. Aralarında üç yaş olmasına rağmen Peşrev onun hem ağabeyi hem babası olmuştu. Kimsesiz oldukları için dışarıda olmak yerine teşkilatta kalmaya devam etmişlerdi.


Yüreğine çöken bu hissin ne olduğunu o da bilmiyordu. O kadını düşündü bir kez daha. Çok benziyor diye mırıldandı. İkizi gibi. "Damian ne zaman çıkıyor?"


Maksut, alnına düşen buklesini geriye attı. Çoğunlukla saçları uzundu. Operasyonlarda görev gereği sakallarını ve saçlarını tanınmamak için uzatıyorlardı. "Bitirmesini söyledim Damian'a. Birazdan yukarı çıkarlar. Neden sordun?"


Tekrar başını pencereye çevirdi. "Benim kampa gitmem gerek Maksut. O körpe ceylan buradan gitmeli. Yoksa ben kendimi kaybedeceğim."


Kaşlarını çattı Maksut. "İyi ama bundan neden bu kadar endişe duyuyorsun Peşrev?"


Buradaki erkeklerin ona art niyetli baktığını hayal ettiğinde çenesi kasıldı. "Olmaz Maksut! O yarışmayı kaybetmek zorunda." İçinde hissettiği sıcaklık bir kez daha gün yüzüne çıkmıştı. Adını düşünmesi bunları hissetmesine yetiyordu. "Bunun için elimden geleni yapıyorum."


Maksut, anlamış gibi bakışlarını ayaklarına çevirdi. "Yoksa aşık mı oldun?"


Adını bile ilk kez duyduğu bu şeyi hissedip hissetmediğini anlayamadı. "Bizim aşık olmak için bir kalbimiz var mı Maksut? Bir kadına karşı böyle şeyler hissedeceğimi sanmıyorum." "O," dedi. "O çok benziyor. İkizi gibi kardeşim. Aklım almıyor sanki Allah sesimi duymuş ve özlemimi gidermem için o körpe ceylanı karşıma çıkarmış gibi."


Maksut gülümsedi. "Özlemini daha fazla giderebilirdi. Neden bunu kullanmıyorsun? Korursun sen. Ona yakın olursan kim yan gözle bakabilir?"


Bunu hiç düşünmemişti Peşrev. Başını olumsuz anlamda salladı. "Bizim gönül işlerine ayıracak bir hayatımız yok. Aile kuracak bir konumda değilim. Bütün hayatımız buradan ibaretken bir yuva kurmak delice geliyor. Kendi ihtiyaçlarım için bir kadını kullanacak değilim üstelik. Ne onu ne de bir başkasını."


"Haklısın," dedi genç adam kömür karası kaşlarını çatarken. "Sen de haklısın." Öte yandan da ziyadesiyle hoşnut oluyordu. Arkadaşının bunu elinin tersi ile hiç düşünmeden itmesini anlıyordu. "Kaçta çıkacağız? Leo'ya haber vermem gerek."


Peşrev, hiç düşünmeden, "Yarın sabah kapının önünde olun," dedi. "Damian itine görünmeyin Maksut. Onu çekecek halim yok."


Maksut, başını olumlu anlamda sallayıp arkadaşının yanından uzaklaştı. Sabahın ilk ışıkları ile uyandığında gizlice çıkacak olması onu tedirgin etmiyordu. Aksine, kalbine baş edemediği bir heyecan bahşediyordu. Saat 05.00'i gösterirken yanına Leo ve Maksut'u alarak kamptan çıkmayı başarmıştı. Uzun yolları vardı ve o attığı her adımda farklı şeyler hissediyordu. Ona doğru yürürken fazla kararlıydı.


Hava kararmış saat gece yarısına merdiven dayamıştı. Taş bina, gözlerinin önünde dururken odasının kaçıncı katta bulunduğunu ve hangi pencerenin ona ait olduğunu bulması gerektiğini düşündü. Damian burada değildi ve bunu öğrenmesi uzun sürmeyecekti.


Leo, öğrenmek için bekçi kulübesine giderken Maksut arkadaşına eğlenerek baktı. "Sen şimdi o kadının yanına girecek ve sadece uyuyacaksın öyle mi?" Kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. "Duy da inanma!" Peşrev'i deniyordu. Böyle bir hareketi engelleyecek ilk kişi Maksut'tu. Onun yetişme tarzı biraz daha muhafazakardı.


"Daha önce bir kadınla tecrübesi yok ki oğlum." Leo kahkaha attı. "Nikah kıymadan el sürmez bakir prensimiz. Bilirsin işte farklı adetleri var bu şanslı piçin."


Maksut, Leo'ya bakarken kaşlarını çattı. "Benim de yok. Hem bende sürmem lan. Biz gavur muyuz senin gibi? Komik mi şimdi bu?"


Peşrev, arkadaşının ensesine okkalı bir Osmanlı tokatı yerleştirdi. "Altıncı kat," dedi Leo Peşrev'e gülmemek için kendini zorlarken. "Ortadaki altıncı pencere oluyor yani."


Peşrev, bir tane de onun ensesine vurduktan sonra binaya doğru ilerledi ve hızlı bir şekilde tırmanmaya başladı. Omuzlarının üzerinden ona kahkahalarla gülen arkadaşlarına öfke ile baktı. "Yukarı tırmanmaya çalışanı acımam kıçından vururum."


İkisi de ona el sallarken orta parmaklarını havaya kaldırıp kalçalarını kahkahalarla salladılar. Peşrev, aşağıda bekleyen iki şaşkına bakarken onlar olmasaydı ne yapardı ilk kez bunu düşündü.


Onlara gülümseyip tırmanmaya devam etti. Leo ve Maksut ona kalçalarını sallamaya devam ederken sigaralarını yaktılar ve kendilerine uyumak için bir yer düşünmeye başladılar.


***


Kaç dakikadır kendime gelmeye çalıştığımı bilmiyordum. Rüya mı görüyordum acaba? O adamın etkisinde kalmış olmalıyım. Tabii o da hiç vakit kaybetmeyip rüyama girmişti. Zira gözlerimin önünde keyifle gülümseyen bu silüetin başka bir anlamı olamazdı.


Yanaklarımı şişirirken güçlü bir nefes koyverdim. Sinir bozucu gülümsemesi ile bana bakarken ay ışığı ikimizin üzerine düşüyor ve yüzünü daha net görmemi sağlıyordu. Onun burada ne işi vardı? Belki de mektubu almaya gelmişti. Mektubu ona vermem gerekiyordu. Belki de hayati bir meseleydi ve ben haddim olmayarak onu alıkoyuyordum.


Parmağını pencereye yavaçça vurdu. Bense büyülenmiş gibi adama bakıyordum. Bana bir şeyler anlatmak için şekilden şekile giren bu dev adamı izlemek güldürmüştü. Ne söylemeye çalışıyordu? Ağzıyla cama üfledi ve buğu oluşmasını sağladı. Parmağı ile bir şeyler yazarken sesli bir şekilde güldüm. "Aç! Yoksa kıracağım."


Ne? Ondan bana zarar gelmezdi biliyordum. İstese bunu dağ başında çok rahat yapardı. Kahkaha atmaya devam ederken pencereyi açtım. Ağaçta bir av gibi sallandığımız anlar gözümün önünden bir türlü gitmiyordu.


Kolları ile pervazlardan destek alarak başını içeriye doğru uzattı. Orada nasıl durabildiğine hayretle bakarken kaşlarım yukarıda ve elim belimde bu edep nedir bilmeyen adama bakıyordum.


"Bu saatte bir kadının penceresinde ne işinin olduğunu öğrenebilir miyim?"


Bakışlarını, gözlerime sabitlerken elleri ile saçlarını kaşıdı. Uzun zamandır banyo yapmadığını düşününce onun için üzülmüştüm. O uzun saçlarının arasında kim bilir ne haşereler saklıydı?


"Bir kadının odasına böyle izinsizce tırmanamazsın."


Kaşlarını yukarı kaldırırken utanıyor gibi başını yere eğdi. "Üzgünüm," dedi eliyle çenesini kaşırken. "Uzun kalmayacağım."


Bu adamı buradan aşağıya atsam ormanda kimse benden hesap sormazdı. İşte şu arka bahçeye de gömerdim. Temiz iş! Tepemde yanan ampule gülümsedim ve muzipçe ona baktım. Şu anda onu nasıl öldüreceğimin planlarını yaptığımı bilse beni şuracıkta midesine indirirdi.


O keyifle gülümsemeye devam ederken sarı saçlarını tek tek koparmak istiyordum. "Ne istiyorsun?" diye sordum dişlerimin arasından. "Peşrev bu saatte burada ne işin var?"


Ben ona sormaktan yorulmuştum o ise susmaktan sıkılmamıştı. Parmaklarını pervaza vurmaya başladı. "Ova buraya sana veda etmek için geldim."


Bunun için ne kadar uzaktan geldiğini bilmiyordum lakin bu umurumda değildi. Kendi kendime kızıp dişlerimi birbirine geçirdim. Umurumdaydı. Kaç saattir onu düşünmekten uyuyamıyordum. Başımı hafifçe sağa doğru eğdim. "Bir yere mi gidiyorsun?" Neden üzülmüştüm ki? Bu oldukça saçmaydı.


Başını iki yana sallarken açık bıraktığım pencereden içeriye doğru süzülüyordu perde. "Ben gitmiyorum," dedi. Ciddi anlamda problemliydi. Ne vedasıydı bu o halde? "Sen gidiyorsun?"


Durduğum yerde sıçradım ve parmağımla aşağıyı işaret ettim. "Sen kimsin de benim yarışmadan çekilmem gerektiğine karar veriyorsun? Hemen git buradan." Ayağımı sinirle yere vurdum.


Bağırmaya hazırlandığımı fark ettiğinde parmağını dudağına bastırdı. "Bağırma lütfen gönül kuşu." Hayretle ona bakarken durduğum yerde sinir küpüne dönmüştüm. "Sakin ol Ova. Yarışmadan çekil mi dedim ben sana?"


Gecenin bir körü bana kafayı sıyırttıracaktı bu kaçık herif. Kollarımı göğsüme bağlarken sakinleşmiş gibi yaptım. "Yarın avlanmana yardım edeceğim," dedi. "Tabii bunun için bir şartım var!"


Bir şeyi de karşılıksız yapamaz mıydı bu insanlar? Başımı hızlıca salladım. Ona inanmıyordum üstelik bunu kendim halledebilirdim. Yardımla o parayı almak aklımın ucundan bile geçmiyordu.


Burnumu havaya kaldırdım. "Senin yardımına ihtiyacım yok. Üstelik bana buradan gitmem gerektiğini söylemiştin. Ne değişti şimdi?" Çocuk gibi başını omzuna yatırınca güldüm. "Yapma şunu beni bu şekilde kandıramazsın."


Kocaman kahkaha attı. Bu kadar keyif almasına elimde olmadan öfkeleniyordum. "Sabaha kadar pencerende kalabilirim ve çok ciddiyim." Gözlerim büyürken söylediklerini dehşetle dinledim. Kaşlarımı çatıp bir süre konuşmadan yere baktığımda yüzümü öfke ile kırıştırdım.


Az önce söylediklerini anımsayınca kızardım. "Sen ölmeyi bayılmak zannediyorsun."


Küçük bir çocuk gibi dudağını büktü. "Kalbimi kırdın gönül kuşu. Neden öldürmek istiyorsun beni bu kadar? Çamur Buraya seni görmek için uzun yoldan geldim." Boynuna sarılmamı mı bekliyordu?


Gücenmiş miydi? Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Anlamıyordum. Bazen vahşi bir aslan gibiyken çoğu zaman da ilgiye aç bir çocuk gibiydi. Şu an içinde bulunduğumuz durum pek normal değildi. Gerçekten burada sabaha kadar kalabilirmiş gibi bakıyordu.


Sevimli görünmeye çalışarak, "Buraya nereden geldin, neden buradasın?" diye sordum. Gerçekten artık burada ne yaptığını söylemesi gerekiyordu. "Diğerleri de seninle mi yaşıyor?"


"Benimle birlikte yaşıyorlar," dedi. "Neden burada olduğum önemli değil gönül kuşu ne için burada olduğum. Senin burada olmaman gerek!"


Yine aynı şeyi yapıyordu. Bakışlarını odanın içinde dolaştırdı. "İçeri girsem," dedi. "Fazla yatak var mı odanda?"


La havle...


Gecenin bir yarısı ne kadar vahşi olduğunu bilmediğim bir adamla yaptığım bu muhabbet kesinlikle Güneyin kızının yapacağı bir şey değildi. Üstelik odama girmek istiyordu. Onu öldürmem için sebepler artıyorken elimi kana bulamadan sabah edebilirdim umarım. Gitmeyecekti değil mi? Pes ederek kollarımı iki yana açtım. "Benden ne istiyorsun Peşrev, neden buradan gitmemi istiyorsun?"


Üşüyor gibi titredi bedeni. "Boş ver," dedi aklımı Arap saçına döndürürken. "Lütfen soru sorma. Gidecek misin, yoksa kazanma şansını elinden ben mi alayım?"


Başımı sinirle iki yana salladım. "Elinden geleni ardına koyma Peşrev. Odama giremezsin. Şimdi seni keklik gibi avlamadan inine dön."


İnmesini beklerken ayağa kalktım. Pencereyi kapatmak için uzandım. Rüzgar şiddetini artırmıştı. Odanın içi haddinden fazla serinlemişti. "Güle güle Peşrev."


Eliyle pencereyi ittirdi. "Bir dakika bekle Ova."


Pencereyi geri çekerken aşağıda bekleyen iki adamı fark ettim. Beni gördüler ve kahkaha atmaya başladılar. Birde el sallıyorlardı. Adamlardan birini tanıdığımda kan beynine ani bir hızla çıktı. Bana iğrenç imalarda bulunan edepsiz vahşi adamdı bu. Yukarı doğru el salladı ve bağırdı. "İyi geceler körpe ceylan!"


Sinir bozucu herifler. Yakalanmaktan korkmuyor muydu bunlar? Göz ucuyla bana bakan adama çevirdim bakışlarımı. "Gitmek için neyi bekliyorsun?"


"Pekala hayırlı geceler."


Aşağıya doğru bir adım atınca aklıma mektup geldi. "Peşrev," diye seslendim. Durdu ve başını yukarı doğru kaldırdı. "Bende bir emanetin var."


Ne emaneti olduğunu anlamaya çalışırken tek kaşı yukarı kalkmıştı. "Ne emaneti?" Gözlerini merakla kıstı.


"Baban," dedim sakin bir ses tonuyla. "Kaptan Lucas baban değil mi?"


Başını olumlu anlamda sallarken konu ilgisini çekmiş gibi gözlerini açtı. "Babamdı!"


Ne demek dı?


"Bana bunu verdi." Önüne doğru uzattığım mektubu aldı ve üzerinde yazan isme baktı. "Senin beni doğrudan bulacağını söyledi ve bunu sana vermemi istedi."


Kaşları çatılırken, "Emanetlere saygılı mısın?" diye sordu.


Afallamıştım. "Elbette!" Elindeki mektubu tekrar bana uzattığında kaşlarım çatılmıştı. "Neden açıp okumuyorsun?"


Burukça güldü. "Onu benim için sakla," dedi. "Eğer bir gün yollarımız tekrar kesişirse onu bana verirsin gönül kuşu." Yani hiçbir zaman okumayacaktı öyle mi? Yollarımız bir daha nerede kesişecekti ki?


O, pencereden aşağıya doğru inerken peşlerinden hayretle bakmakla yetinmiştim. Ne oluyordu yüreğime, neden onu bir daha görmeyecek olma düşüncesi keyfimi kaçırıyordu?

Elimdeki mektubu sırt çantama koyduktan sonra okumu ve yayımı alıp odadan ayrıldım.


***


Kazanan dört yarışmacı sabaha doğru binecekleri araca yaklaştı. Etrafa bakarken heyecanları yüzlerinden okunuyordu. Kazanmak güzel bir duyguydu ve şimdi onlara düşen bu duyguyu doyasıya yaşamaktı.


Soya, Orion'un koluna sokuldu. "Sence Ova başaracak mı?"


Dudak büktü genç adam. "Azimli ve hırslı bir kadın. Güçlü de. Biraz şansa ihtiyacı var o da geldiğinden beri ona uğramıyor sanki." Soya, üzülmüştü. Ova'yı çok sevmişti. Kamp boyunca onunla geçireceği günleri düşlerken aracın içine bindiklerinde gözlerinin ağırlaştığını fark etti. Neden bu kadar uykusu gelmişti?


Orion panikle Soya'ya yaklaştı. "Buradan hemen çıkmamız gerek!" Kamyonetin kapağı büyük bir gürültü ile kapandığında geç kaldıklarını anladılar. Üçü de uyuşmuştu adeta, kollarını bile kıpırdatamıyorlardı.


"Orion," diye inledi genç kadın. "Sanırım bayılacağım."


Kendilerine geldiklerinde üçü de zorla yürütülüyordu. Gözlerindeki bant yüzünden hiçbir yeri göremiyorlardı. "Bizi neden böyle götürüyorsunuz?" diye feryat eden Soya meraktan ölmek üzereydi.


Onları çekiştiren adamlar sessizdi. Üçü de ışığa alışmaya çalışan gözlerini korkuyla kırpıştırırken askeri tesise benzer bir yere yaklaştıklarını gördüler. Ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Final için eğitim alacakları yer daha korkutucuydu.


Kocaman duvarların ortasında, epey büyük gri renki bir bina duruyordu. Büyük penceleri ürkütücü görünüyordu. Bahçesinde bir sürü parkur vardı. Herkes, pencereden hayretle bakarken araç kamp alanının bahçesinde durdu. Soya, meraklı bir halde Orion'a bakarken etrafı korkuyla incelemeye devam etti. Koyu kahverengi gözleri hayretle kırpıştı birkaç kez.


Araçtan indiklerinde onlara doğru yaklaşan kişinin yüzü oldukça tanıdıktı. Damian'ın hemen yanında, epey uzun ve sarışın bir adam yürüyordu. Üzerinde hiçbir şey yoktu ve altında yeşil renkli bir pantolon vardı. İki adam, gençlerin önlerinde durdu. "Hoş geldiniz çocuklar," dedi Damian. "Bu Amiriniz Peşrev, Peşrev İvanov. Size eğitimleri ekibiyle o verecek."


Sam öne doğru atıldı. "Yavru ceylan elendi mi Damian?" Sam sözünü bitiremeden Peşrev'in yumruğuna maruz kaldı. Damian Peşrev'e öfkeyle bakıyordu. Peşrev zaten hırs beslediği Sam'i tek hareketi ile kenara savurdu. Yumruklarını Sam'in yüzüne ardı ardına indirmek istiyordu ama diğerlerini durduk yere korkutmak istemedi.


Ova'nın adını ağzında duymak içinde durduramadığı bir öfke var etmişti. Kendisi de şaşkındı.

Korkudan titreyen genç kadına baktı. Yaptığına pişman olup elini Sam'e uzatıp ayağa kaldırdı. "Öncelikle," dedi bakışları Orion ve Soya arasında gidip gelirken. "Anlatacaklarım için benimle gelin."


Dört genç, merakla Peşrev'i takip ederken büyük ve ürkütücü binanın içine girmişlerdi. Giriş oldukça büyük ve etrafı koridorlarla çevriliydi. Labirente girmiş gibiydiler. Soya, Orion'un koluna yapışmış ve bedenini genç adamın bedeninin ardına gizlemişti.


Koridorlardan birine girdiklerinde Peşrev omuzlarının üzerinden onlara baktı. "Sen," dedi gözleri ile Soya'yı işaret ederken. "O adamdan ayrılırsan iyi edersin."


Genç kadın yavaşça yutkundu. Korktu ve onları sinirlendirmek istemedi. Çaresizce onu takip ederlerken yüreklerine çöreklenen salt meraktı.


Önlerine beyaz bir kağıt uzattı. "Şimdi," dedi. "Bu turda alacağınız eğitimden sonra düşündüğünüz gibi finale filan çıkmayacaksınız. Ödül filan yok. Narkotikle mücadele eden gizli bir istihbaratta özel kuvvet olmak için üye olmayı kabul ederseniz bir süre buradan ayrılamayacaksınız.


"Gizli bir teşkilat olduğu için istihbaratın kesin emri bu. Sırrımızı kimse bilmemeli. Bizim seçtiğimiz kişler hariç..." Keyifle arkasına yaslandı. "Bir yıllık eğitimden sonra özel kuvvet olma şansı elde edebilirsiniz. Tabii eğitimlerde ve sınavlarda gösterdiğiniz başarılar şimdiden almaya başlayacağınız maaşları katlayacak."


Dördü de birbirine hayretle baktı. Bu soru hepsine oldukça cazip gelmişti. Döndüklerinde beş parasız kalarak patron ağız kokusu çekmektense bu istihbarata katılmak daha cazip geliyordu. Peşrev teşkilatın amacını ne zaman kurulduğunu ve bütün sorumluluklarını anlatmıştı.


Dördü de düşündükten sonra kağıdı imzalayıp Peşrev'in önüne doğru ittirdiler.


***


Yıldıza basmayı unutmayın💕🙈😘


Aysegulcee✌️

Loading...
0%