Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm

@aysegulcee1

Yeni bölüm sizlerle💕

Keyif versin🙈

Yıldıza basmayı unutmayın😍


***


12 yıl önce...


Genç adam, elinde tuttuğu ama bir türlü okuyamadığı gazetesini sertçe katlayıp masanın üzerine bıraktı. Masanın üzeri bir hayli dağınıktı tıpkı evin salonunun olduğu gibi. Gazetenin çarptığı küllük büyük bir gürültü ile yere düşünce eğildi ve küfür ederek masaya koydu.


Masanın üzerindeki sönmüş sigarayı tekrar yakıp dumanını havaya karıştırdı. Omuzları, stresten ve yüreğini yıllardır yakan ateşten dolayı düşmüştü. Yaşlandığını hissettiğinde ilk kez mal varlığını bırakacağı oğlunu düşündü.


Bir türlü tam anlamıyla sevemediği ve şefkatla bağrına basamadığı evladını.


Evin tavanına doğru yayılan siyah sisi içine çekti büyük bir zevkle. Sigarayı içmiyor adeta onunla aşk yaşıyorsun derdi inci tanesi diye hitap ettiği karısı. Merdivenlerden gelen ayak sesine aldırış etmeden ikinci

Sigarayı yaktı. On beşine yeni giren oğlu, babasını büyük bir öfkeyle izliyordu tırabzanların ardına gizlenmiş.


Dumanı öyle içine çekişine havaya havalı bir şekilde bırakışına ilgi duyuyor içten içe özeniyordu. Bunda ergenliğe girmiş olmasının da etkisi vardı. Evin iki büyük penceresinde asılı duran eskiden beyaz olan perdeler artık griye boyanmıştı. Oysa annesi ne çok severdi ipek perdelerini. Perdelere bakarak babasının aslında pek iyi bir şey yapmadığını düşündü.


Öyle olsaydı annesi üzülmezdi. Annem üzülüyorsa bu asla doğru bir hareket olamaz diye iç çekti. Saklandığı yerden çıkıp babasının önünde durdu. Yaşına göre oldukça olgundu "Baba artık bu şeyi evde içme!" Sesi fazla çıktığı için bir adım geri çekildi genç adam. Babasının vereceği tepkiden korktu. "Hem evimizi hem ciğerlerini neden zehirliyorsun?"


Babası, elindeki sigarayı küllüğe yavaşça bırakıp bedenini öne doğru yatırdı. "Ne diyorsun sen? Aklını kaçırdın heralde? Bana böyle emir vermenin başka bir anlamı olamaz çünkü."


Babasının ayağa kalktığını görünce korkusuna rağmen göğsünü kabarttı. "Annem çok üzülüyor hem senin için hem perdeleri için."


Adam, oğlunun titreyen parmağı ile gösterdiği noktayı işaret etti. "Bak sen! Demek perdeleri için." Uzun zamandır evi temizlemiyordu Pare. İçinde bulunduğu depresyonun kendisi yüzünden olduğunu düşündü adam.


Oğlu, 'Senin için de üzülüyor,' dediği halde sadece perdelerle olan kısmıyla ilgilenmesine bir hayli şaşırmıştı. On beş yaşında olmasına rağmen oldukça heybetli ve uzun boyluydu.


Hayatı boyunca yanında olmadığı oğlu, şimdi karşısında en değerlisini savunuyordu. İnci tanesini, Pare'sini. Uzun sarı saçları omuzlarından dökülüyordu genç adamın. Üzülmek istedi buna lakin oğlunun ona hesap sorması pek hoşuna gitmemişti.


Durdu ve ellerini kirli sakallarında gezdirdi. Oğlunun yeni tellenen bıyıklarındaki teri gördüğünde ilk kez üzüldü. Böyle bir baba olmak istemiyordu. Şefkatle yukarı kalkan eli oğlunun uzun saçlarında takılı kaldı. "Annen çok mu üzülüyor evlat?"


"Üzülüyor baba," dedi. "O çok yalnız. İnsan sevdiğini yalnız bırakır mı? Ben asla sevdiğim kadını yalnız bırakmayacağım." Bunu söylerken omuzları dikti genç adamın. "Onu incitmeyeceğim. Bir kadın ağlamamalı baba. Anneme gülmek öyle yakışıyor ki."


Adam oğlunun kabaran göğsüne bakarken kendisine ne kadar benzediğini fark etti o an. Karşısında olgun bir erkek gibi başı dik konuşan oğluna bir kez daha baktığında yüreği sızladı. Oğlu büyümüş ve o bunun farkına bile varamamıştı.


Oğluna her baktığında yaptığı en büyük hatayı görüyordu. Yaptığından defalarca pişmanlık duymuş yine de telafi edememişti. Büyük bir yük olarak kalmıştı işte omuzlarında. Avuçlarında ise inci tanesinin üzüntüden ağaran saç telleri duruyordu. Sahi öyle mi yapmıştı? Yaptığı şey bu muydu? Sorular birbiri ardına sıralanırken zihninde bakışları merdivenlerin başında görünen karısına kaydı.


Yıllar geçmesine rağmen hala çok güzeldi Pare. Üzerine giydiği kırmızı elbise, bembeyaz teninin üzerinde ay gibi parlıyor dolgun kırmızı dudakları onu yeniden aşık ediyordu. Uzun zamandır kadınına dokunmadığını hissederken dağılmış uzun sarı saçlarının bugün dümdüz durduğunu fark etti. Oğlunun kendinden büyük sözleri, Lucas'ın aklını başına getirmeye yetmişti.


Moskova'daki gemilerinin birinde çalışıyordu Pare. Orada görüp aşık olduğu kadını ailesinin asla istememesine rağmen tanıştırmaya getirmiş ve yıldırım nikahı ile evlenmişti. Bu evliliği Lucas'a ailesini kaybettirmiş ama daha güzel bir yuva bahşetmişti. Borçları yüzünden iki yıldır ihmal ettiği bir yuva...


"Merhaba sevgilim." Karısı tüm ilgisizliğine rağmen ona sevgilim diye hitap ediyordu. Aklını başına almakta epey geç kalsa da yerinden kımıldadı ve karısını kollarının arasına aldı. "Lucas," diye mırıldandı Pare. "Neyin var?"


Adam, ellerini karısının elbisenin açıkta bıraktığı ipek teninde gezdirdi. Karısını uzun zamandır arzuladığını lakin bunu fark ettirecek bir tokat beklediğini bilmiyordu. "Dünya güzeli bir karım ve pırlanta gibi bir oğlum var Pare. Daha neyim olsun ki?"


Kocasının şerbet gibi gelen sözleri ayaklarını yeniden yere bastırmıştı. Evliliklerinin bittiğini, hatta kocasının ona boşanma davasını açmak isteyeceği günü beklemeye başlamıştı. Genç kadın, oğlunun kocasına ne söylediğini bilmiyordu lakin evliliklerini yeniden canlandırmıştı. Oğluna sevgiyle bakan kadının gözlerinde yeniden ışıltı peyda oldu.


Yeniden aile olduklarına göre Pare mutfağa girecek ve çok güzel bir kır sofrası kuracaktı. Evleri merkezde olmasına rağmen Kartalkaya'daki av köşkünden nadir çıkardı Pare. Özellikle yaz aylarını burada geçirmekten oldukça zevk alırdı. Oğlunu medeniyetin tehlikesinden ve şehrin gürültüsünden uzak büyütmüştü. Kendi dilini, dinini ve kültürünü özenle aşılamıştı.


Kocası ile arasını düzeltmişti lakin civarda konuşulan dedikodular yeniden tadını kaçırmıştı. Gençleri hedef alan ve bedenlerini bir valiz gibi kullanan birtakım terörist çetesi yeniden ortaya çıkmıştı. Pare bu örgütün başında kimin olduğunu bildiğinden korkuyla derin bir nefes aldı. Lucas için geldiklerini, evladı için geldiklerini biliyordu. Yurt dışında ortaya çıkan bu çetenin Bolu'ya neden geldiğini o ve Lucas'tan başka kimse bilmiyordu.


Bu söylentiler yüzünden Lucas eşini ve oğlunu Moskova'ya götürme kararı almıştı. Son yemeklerini yedikleri bahçelerine bakarken derin bir iç çekti. Elinde tuttuğu tepsiyi masaya bırakırken kuş cıvıltılarını son kez duyuyormuşçasına gözlerini kapatıp uzun uzun dinledi.


Arkasına dönemeden büyük çınar ağacına saplanan bıçak yüzünden olduğu yere çivilendi adeta. Nefes alışverişleri rüzgarla karışırken arkasından gelen ayak sesleri aklına tek bir şeyi getirmişti. Kendilerine hayalet diyorlardı. Korkudan gayriihtiyari çırpınan yüreği ile ileriye doğru bir adım atacakken ikinci bıçak kolunun derisini sıyırmış ve onu acıyla kıvrandırmıştı.


"Lucas," diye bağırıcak oldu lakin içeriden kocasının, yüzleri kar maskeli iki kişinin kollarında bahçeye çıkartıldığını gördü. Kendini tutan kollardan kurtulmak için balık gibi çırpınırken onu mengene gibi tutan kollar sertçe toprağın üzerine bıraktı.


"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Senin ona dokunan o elini keser..." Lucas, yüzüne inen yumruğun etkisi ile savruldu. Ailesini korumak için elinden bir şey gelmemesi erkekliğini sorgulattı. Acı içinde inlerken Pare'nin açılan eteği onu öfkeden deliye döndürdü. "Çek elini karımdan! Seni..." Karnına aldığı darbeler yüzünden sözcükler boğazına kaçıyordu.


Pare'ye kocasının gözleri önünde kıyacaklardı. Kaptandan alınacak bir intikamları vardı. Oğullarını, yaşananları görmemesi için odasına kilitlemişlerdi. Lucas, yediği dayağın etkisi ile kendinden geçerken yerde acılar içinde yatan karısının yanına doğru sürünmeye çalıştı. Bir kez daha nefret etti evladından kaptan.

Hiç doğmamış olmasını diledi.


Karısının yanına ulaştığında açılan bacaklarını örtüp başını dizlerine yatırdı. Rengine deli olduğu altın sarısı saçları toprağa bulanmış lakin güzelliğinden ve ışıltısından hiçbir şey kaybetmemişti. Karısı, nefes nefese Lucas'ın yüzüne elini dokundurdu. "Sevgilim."


Kadının titreyen parmakları kocasının yüzünde dolaşırken Lucas, Pare'nin sırtındaki bıçak yarasının farkında değildi. Elini sırtından geçirip onu kucağına alacakken eline değen ıslaklık başını döndürdü. "Pare!" diye inledi. Titreyen dudakları bir türlü sakinleşmiyordu. "Yaralısın."


Pare, kocasının okyanuslar kadar derin gözlerine bakarken son nefeslerini verdiğini hissediyordu. Son kez dokunuyordu sevdiği adama. Ondan bu kadar erken ayrılacağını düşünmemişti. "Lucas," dedi zorla çıkan nefesi genç adamın yüzüne çarparken. "Oğlumuza iyi bir baba ol olur mu? Onu asla bırakma. O suçsuz o masum. Başıma gelenlerden asla onu suçlu tutma."


"Sus," dedi genç adam, gözünden ardına ardına akan damlalar sevdiği kadının patlayan dudağını ıslattırken. "Ne diyorsun sen Pare? Asıl sen bizi bırakma. Ben sensiz ölürüm. Elbette bütün suçlu o..."


Ecel dayandımı ömre onu durdurmak imkansızdır. Ne kadar dirensen de kaçmak için ne kadar sıksanda kollarını yaradana kavuşmak isteyen ruhu hiçbir kuvvet durduramazdı. Durduramadı Lucas karısının sonsuzluğa kavuşmayı arzulayan ruhunu. Sevdiği kadının cansız bedeni kolları arasındayken çığlığından ağaçlardaki bütün kuşlar büyük bir gürültü ile gökyüzüne karıştı Pare ile.


Saatlerce dışarıda oturdu. Güneş battı, karanlık ikisini de kollarının arasına aldı. Oğlunu düşündü sonra saatlerdir odada bağlı ve kilitli olan oğlunu. Karısının cenazesini arabaya koydu ve oğlunu düşünmeden merkeze indi.


Saatler sonra her şey bitmiş ifadeden sonra Pare defnedilmişti. İnsanoğlunun hayatı bir anlıktı işte. Birkaç saatte yuvası bir karınca misali dağılmıştı. Karısının toprağına bakarken yumruklarını sıktı. Öyle sıktı ki tırnaklarının etine kılıç gibi saplandığını fark edemedi. Acı, zehirli bir yılan gibi boğazına dolanıyor ve nefesini kesiyordu.


Nasıl dayanacağını bilemez bir halde kendi kendine karısının intikamını alacağına dair söz verdi. Oğlunu anneannesinin çiftliğine götürüp orada kendinden uzakta büyümesine sebep olacaktı.


Hayatını mahveden oğlunun hayatını babasız ve annesiz geçirmesine sebep olup kendince intikam alacaktı. Yüreğindeki bu ateşle ona zararı dokunurdu, yanında tutamazdı. Şimdi karısı da yoktu. Onun acısı ile baş edemezken bir evlada layıkıyla sahip çıkacağına inanmıyordu. Sert adımlarla eve yürürken aklında tek bir şey vardı Lucas'ın.


Oğlunun yeri artık kendi yanı değildi...


***


Aklımın her noktasında bıraktığı orman kokusu kalbimin bir köşesini mesken tutmuş sözleri beni kendime getirmeye yetmişti.


Yüreğimin en derin yerine hapsedilen kuş yine aynı ellerle öldürülmüştü. İçimden bir ses acı bir feryatla gitmemem gerektiğini söylüyordu bana. "Döndüğünde evde taliplerini mi bekleyeceksin?"


Ben bu değildim. Ben hiç bu olmamıştım. Ben bu olamazdım.


***


Bugünün ilk talihli kişisi olarak Damian'ın önünde ilk okul öğrencileri gibi bekliyor ve sabah nutuklarını dinliyorduk. Kimsenin dinlediği yoktu üstelik. Boş gözlerle kibirli adama bakıyorduk yalnızca.


Göz göze geldiğimizde onun da bana yaptığı gibi tiksinircesine devirdiği bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Gözleri benim gözlerimde soluklandığında kısılıyordu. Elinde olsa beni bir kaşık suda boğabilirdi.


"Siz," dedi bizden öylesine bir şeymişiz gibi bahsederken. Üzerine giydiği çiçekli tişörtle oldukça komik görünüyordu. "Bugün son şansınız. Aranızdan on kişi daha ikinci tura doğru yola çıkacak kalanlar ise geldikleri yere gönderilecek."


Bakışlarımı siyah botlarımdan ayırmazken geri döndüğümde babamın uğrayacağı hayal kırıklığını düşündüm. Gong sesiyle beraber, "Bol şans," diye bağırdı arkamızdan. "Hey Ova! Özellikle sana." Hiçbir şey söylemeden ona bakarken burnumu kırıştırdım tiksinti ile.


Bana gerçekten fena halde kafayı takmıştı. Sabır dilendim Rabbimden. Yoksa hayvan yerine bu adamı avlamam yakındı. İsmimin yazılı olduğu o mavi tabelayı ararken tam önünde durduğumu fark edip hemen altında yazan isme baktım.


İsmimizin yazılı olduğu tabelaya bakarken adı yazılı olan genç adam kulağımın dibinde bitiverdi. Esmer bir gençti. "Hey," diye bağırdı beni ürküterek. "Hazırlanmak için neyi bekliyorsun?"


Bembeyaz parlayan dişlerinden bakışlarımı kurtardığımda gülümsedim. Ne tepki vereceğimi bilemez bir halde sersemlemiştim. Adı, Yusam olan genç bana alay edercesine bakıyordu. "Bu kez hangi çukura düşeceksin ahmak?" Keyifli bir gülümsemeyle bakmaya devam etti. "Bu kez ikimiz tek bir bölgede yarışacağız."


İkimiz bir yer de mi koşacaktık? İşte şimdi başım beladaydı. Parmağımla gösterdiğim bir noktaya aval aval bakarken gong sesiyle beraber, "Bol şans," diye bağırdım ve onu iterek önden hızla başladım.


Sıramı ona kaptıracak değildim. Kiminle dans ettiğini bilmiyordu. O ödülü kazanacaktım. Tek parça değilse bile bir şekilde ikinci tura çıkacaktım. Geri dönemezdim, başarısız olmayı bana öğretmemişti babam. Biliyorum ne kadar egolu bir kadın olduğumu düşünüyorsunuz ama değilim. Sadece bazı şeyleri aşılamayı unutmuştu babam. Kendi istediği gibi yoğurmuş ve yine kendi istediği gibi şekillendirmişti. Bu benim suçum olamazdı.


"Hey!" diye bağırdığını işittim onu epey ardımda bırakırken. "Seni kaçık..."


Nefes nefese son engeli de aştıktan sonra hiç beklemeden ağaçların arasına girdim. Kollarımı yırtan dalları önemsemeden ağaçları adeta yararak ilerlemeye devam ettim. Hırsın hiçbir zaman beni tamamen ele geçirmesine izin vermemiştim ama bu kez her şey benim kontrolüm dışında gerçekleşiyor gibiydi.


Bence buradaki herkes kaçıktı. Bu defa parkurlar oldukça sık ve zorlu devam ediyordu. Zemin sert taşlarla bezenmişti. Yabani koca dikenli çalılar yürümemi engellese de dümdüz ilerlemeye devam ettim. Nefes nefese kaldığım için yavaşlamıştım ama tempomu koruyordum.


Yabani hayvanlarla genelde parkurları geride bıraktıktan sonra ormanın tam ortasında karşılaşıyorduk. Yusam'ı oldukça geride bırakmıştım ve bundan zerre pişmanlık duymuyordum. Kimse kadınım diye beni böylesine küçümsememeliydi.


Önümde uzanan yol oldukça zorlamaya başlamıştı. Kolay olacağını düşünmemiştim buraya gelirken. Hayallerimize giden yollar her zaman pamuklarla bezeli olmazdı. Karşıma uzun sivri kazıklar çakılmış bir çukur çıktığında son anda durup birinin bedenime girmesinden kurtuldum.

Ayaklarımın dibinden çukura düşen topraklara bakıp bir adım geri çekildim. Yusam henüz görünürde yoktu.


Rakibimde olsa onun buraya düşüp ölmesine göz yumamazdım. Allah aşkına ölüm kampına mı düşmüştük biz? Kenarından dolaştığımda daha beter bir yola geçtim. Buradaki dikenler az önce geçtiklerimin neredeyse iki katıydı. Neyse ki hiçbiri beni yıldıramadı. Önemli olan dikenli yolları aşabilmekti. Asfalt yolda araba bile bir süre yakıtsız ilerleyebiliyordu öyle değil mi?


Çatırtı sesi duyduğumda yabani bir hayvanla karşılaştığımı düşündüm ama sesler bir süre sonra ikiye çıkmıştı. Yusam olmalıydı arkamdan gelen sesin sahibi. Bana yetişmişti ne azim ama. Ondan önce kampa ulaşsam hiç fena olmayacaktı. Ormanın içinde çember oluşturan parkuru tamamlayıp başlangıç noktasına en kısa sürede dönmemiz gerekiyordu.


Ağaçların arasından göründüğünde omuzlarımı es geçen ok yaban domuzunun yakınındaki ağaca saplandı ve onu ürküttü.


Eyvallah!


İkimiz de rotamızı şaşmadan süratla ilerlerken Yusam benim önüme geçti ve geçerken omuz atmayı unutmamıştı.


Adi herif...


Üzerindeki siyah tişört yağmurda ıslanmış gibi sırılsıklam olmuştu. Güneş bugün bizden yana değildi.

Ona yetişmeye çalıştığım bir anda bana çelme taktı. Yokuştan aşağıya yuvarlanırken vakit kaybetmeden ayak bileğinden yakaladım. Aptal herif ikimizi de rotadan çıkarmıştı.


Neyse ki fazla kötü değildi düştüğümüz yer. Yusam'ın bileğinden yakaladım ve onu yere düşürdüm. Bana ölümcül bakışlar atarken burun delikleri hiddetle kabardı. "Lanet olsun! Nasıl bir kadınsın sen?"


Oturup ona nasıl bir kadın olduğumu anlatacak değildim. Göstermekte fayda vardı. Ayağa kalkıp koşacağım sırada beni bileğimden yakaladı ve tekrar düşürdü. Tam üzerime yürüyecekken başımı sağa çevirdim. Yanımda yatan adama bakıp var gücümle çenesine yumruğumu indirdim.


Hak etmişti bunu. Az önce attığı o ok beni ıskalamayabilirdi. Yusam'a öfke ile bakarken kafama dank etti. Hemen kalktım ve parkur alanına doğru koştum. Yusam bağırarak hemen peşimden geliyordu. Beni geçip göz kırpınca tüm gücümle hızımı artırdım ve onu geçtim. Keyifle koşmaya devam ederken bir el beni yakaladı ve hızla yolumdan çekerek savurdu.


Bedenimin üzerindeki adam hızla çekildiğinde Peşrev denen vahşi adamın yüzüyle karşılaştım. Yusam'ın beni geçmesine Peşrev mi izin verdi? İyi ama neden?


Adi herif söylediğini yapmıştı.

Tepemde durmaya devam ederken keyifsizdi bakışları. Bana uzattığı eline vurarak ayağa kalkarken Yusam'ın kahkaha atarak gözden uzaklaştığını gördüm. Peşrev'e öfkeyle bakıp, "Sen ne yaptığını sanıyorsun hayvan herif!" diye bağırdım. Allah aşkına bu nasıl bir baş belasıydı böyle?


Tepki vermeden yüzüme bakmaya devam etti. Ayağa kalkıp sinirle önünde durdum. "Sen gitmemiş miydin? Kaybettim ya! Neden yaptın ki bunu?" İki elimi de yumruk yapmış uzun tırnaklarımı etime geçiriyordum. Birazdan yumruğumdan o da nasibini alacaktı. "Derdin ne senin benimle!"


Gözlerim dolu dolu ona bakarken yavaşça yutkundu. Ellerini beline yerleştirdi ve bana doğru bir adım attı. "Olması gerekeni yaptım gönül kuşu. Bakma bana öyle?"


Olması gereken benim yarışmadan elenmem miydi?


Dudaklarım, öfke ile kıpırdarken sinirden bütün bedenim zangır zangır titremeye başlamıştı. Az önce o benim akademi hayallerimi elimden mi almıştı? Yutkunamıyordum.

Hiçbir şey olmamış gibi yerinde duran adama bakarken göz kapağım seğirmeye başladı. Damarlarımda ne kadar kan varsa hepsi bir noktada birleşmiş gibiydi. Beynimde!


Gözümü bile kırpmadan yüzüne baktığımı fark eden Peşrev şoka girdiğimi anlayınca tam önümde durdu. Bence kaçsa iyi olurdu. Neden yapmıştı ki şimdi bunu? Onun, yarışmayı kazanmamla ne derdi olabilirdi? Gözlerim hissiz bir şekilde gözlerine bakmaya devam ederken yavaşça aralandı dudakları. "Ova," dedi titreyen sesiyle. "İyi misin?"


Ciddi miydi? İkinci tur hayalimi öldürüp bana iyi misin diye mi soruyordu? İyi değildim hiçbir zaman iyi olmayacaktım. Kalbim acıyla atarken elim yavaşça okuma gitti ama bundan vazgeçtim. Tüm gücümle sıktığım yumruğumu güzel yüzü ile buluştururken artık bana güzel bakmıyordu.


Eliyle kanayan burnuna dokunduğunda, "Vay canına," diye mırıldandı. "Seni kaçırdığım için canım acıyor gönül kuşu." Yumruğum kalan hücrelerini öldürmüştü belli ki. Ne söylediğinin farkında değildi.


Üzerine doğru koştuğumda ne yapacağımı anladığı halde beni durdurmak için en ufak bir hareket yapmıyordu. Hasta herif. Kaldırdığım bacağımı karnı ile buluşturunca sırt üstü yere düştü. Kollarımdan sertçe tutan iki kişiye bağırarak tekmelerimi savurdum. "Bırakın beni alçak herifler!"


Bileğine tırnağımı geçirdiğim adam, "Lanet olsun nasıl bir kadın bu ya?" diye inlerken beni bırakmamıştı. Bu Leo'ydu.


Peşrev düştüğü yerden kalkarken, "Kadın gibi kadın," dedi. "Bırak onu Leo!"


Beni bırakıp Peşrev'in yanına yaklaştıklarında üçüne de öldürücü bakışlarımla bakmaya devam ettim. "Kardeşim," dedi uzun saçlı iri yarı olanı. "Bu kadın bizi yiyecek!" Ha şunu bileydin.


Elbette onları öldürmeyecektim. Okumu ve yayımı elime alıp onlardan birkaç adım uzaklaştım. Kaçmıyorlardı aptal herifler. Onları vuracağımı bile bile önümde bir hedef gibi dikilmeye devam ediyorlardı.

Şimdi aramızda en az üç metre vardı. Nereye hedef alacağımı düşünürken kaşlarını çattı. "Beni öldürecek misin gönül kuşu?"


O kadar öfkeliydim ki öldürsem şaşırmazdım lakin ben katil değildim. Acı ile karışık güldüm. "O kadar isterdim ki ama ben senin gibi katil değilim," dedim. "Sen hayalimin katilisin Peşrev İvanov!"


Bu sözümü de hiçbir zaman unutmayacaktı. Vicdan azabı ile kıvrandığını görmek isterdim. Yayımı gererken çıkan ses benim bile tüylerimi diken diken etmişti. Bu adam hiçbir şeyden korkmuyordu, ölmekten yaralanmaktan.


Bana bir cevap vermek zorundaydı. "Bunu neden yaptın?"


İfadesizce kıpırdamadan bana bakmaya devam etti. Parmaklarını saçlarından geçirdi. Bunu yapması için hiçbir sebebi yoktu. "Söyleyemem!"


Boynumu sinirle kütürdettim. Aklım almıyordu. Benimle uğraşmasına bir anlam veremiyordum. "Senden nefret ediyorum!"


Gülümsedi. Benim içim kan ağlarken o okumun hedefinden ayrılmadan gülümsüyordu. "Benden nefret etmeye devam etmeni istiyorum."


Kan beynime sıçrarken yüreğimin sesini durdurup bacağını hedef aldım. Tek gözümü kapattığımda kulağımın iki yanında çekilen şarjör sesleri durmama sebep olmuştu. Tabii ya. O iki adam hangi ara hedefimden kaçmıştı? Nasıl bu kadar dikkatsiz olduğuma bir anlam veremezken, "Bırak o oku kadın!" diye bağırdı Leo. "Şakam yok."


Ne hoş benim de.


Ağaçlar üzerime üzerime gelirken kalbimde küçücük bir nokta sızlıyordu. Öfkeliydim, kırgındım. En çokta saçma tepkiler veren yüreğime kızgındım. Neden böyle acıyordu ki?


Sürekli yanında gördüğüm o iki adam benden bir metre ötede duruyor ve ellerindeki silahlarla acımasızca gülümsüyorlardı. "Leo," dedi Peşrev dişlerini sıkarken. "Maksut! Sizden yardım istediğimi hatırlamıyorum."


Yavaşça okumu indirirken onlar da indirdi. "Derdin ne senin oğlum? Bu kadının buradan gitmesine nasıl izin veriyorsun?"


Sağımdaki vahşi adama bakarken Leo'ya öfkeli baktığını yakaladım. Beni her gördüğünde büyük bir açlıkla bakıyordu çünkü. Yüzüne iğrenir gibi bakarken bana göz kırpması midemi bulandırmıştı. İşin acı yanı onunda dediği gibi beni buradan Peşrev gönderiyordu.


"Siz kamptan mı geliyorsunuz?" diye sorduğumda sağımda ve solumda duran iki adam kahkaha attı. O kadar sesli güldüler ki ağaçlardaki kuşların hepsi büyük bir gürültü ile gökyüzüne havalandı.


Yumruk yaptığım elimin sızladığını hissettim. Tırnaklarım etime batmıştı.

"Avdan geliyoruz güzelim. Sen de bizimle gelmek ister misin?" Leo denen herife öldürücü bir bakış attım. Gerçekten hiçbir şey anlamıyordum. "Senin gibi bir kadına ihtiyacımız var. Terminatör gibisin."


Peşrev, bize doğru yavaşça yaklaştı. Adeta burnundan soluyordu. "Leo! Kapa çeneni gidiyoruz."


Öfkelenmesi gereken o değildi.

İki adam, arkadaşlarına doğru yürürken arkalarından bedbaht bir halde bakıyordum. Rüyada filan olduğumu düşündüm önce kolumu sıktım. Acı hissetmedim lakin rüyada da değildim.


Peşrev, sık ağaçların arasından su gibi sızarken birkaç kez arkasına dönüp bana bakmıştı. Gidişiyle beni mi öldürmüştü yoksa hayalimi mi bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey var o da her şeyi elimden almış olduğuydu. Arkalarından hayretle bakarken gözümden tek bir damla yaş süzüldü. Yutkundum. Şimdi ben ne yapacaktım?


Dönüş yolunda neler olduğunu o kaptandan öğrenecektim. Taş binaya doğru yürümeye başladığımda sanki yürüyen kişi ben değildim. Ruhumu da almış götürmüştü beraberinde. Arkasını dönüp bana son attığı bakışı gözlerimin önünden silemiyordum.


Yüzümü bereleyen sivri dalları umursamadan yürümeye devam ettim. Kampa döndüğümde Damian'ın zafer gülüşü ile karşılaşacak olmak ziyadesiyle sinirlerimi bozuyordu. Haklı çıkmamın gururu ile bakışlarıyla ezecekti beni. O adamı görmeden buradan gitmek istiyordum! "Senden nefret ediyorum Peşrev. Senden bütün kalbimle nefret ediyorum."


Avazım çıktığı kadar bağırırken bütün kuşlar ürkmüş sesim ormanda tekrar tekrar yankı yapmıştı. Duymamasına imkan yoktu, ondan nefret ettiğimi bir kez daha duymalıydı.


Kamp alanının biraz ilerisinde durduğumda bir kişi hariç herkesin yüzünün güldüğünü gördüm. Damian'ın yüzünde farklı bir ifade vardı. Son bir nefes aldığı sigarasını yere attı ve ayağının ucuyla ezdi. Beni bekliyorlardı.


Yavaşça sıraya yaklaşırken bize doğru döndü. Bıyık altından gülümsediğini gördüğümde içimden bildiğim bütün bedduları Peşrev denen adama sıraladım. Yorulmuştum. Belki de güneş geçmişti. Sıcak hava etkisini akşam üzeri serinliğine bırakmaya başladığında esinti kendime getirmişti.


Benimle birlikte elenen diğer gençleri işaret etti Damian. "Siz," dedi parmağının ucuyla. "Sizler ilerideki otobüse gidin!"


Buradan bir an önce defolup gitmek istiyordum. En çokta babamı hayal kırıklığına uğratacak olmamın ağırlığını taşıyordum yüreğimde. Damian denen herife son bir kez öldürücü bir bakış attım ve gitmeden içimde biriktirdiklerimi yüzüne söylemek için ona doğru yaklaştım. Susmam için bir sebep kalmamıştı değil mi?


"Sen," dedim aynı ifade ile. Ona bir böcekmiş gibi bakıyordum. "Seni sünepe herif! O adam, o adam hile yaparak kazandı."


Kollarını göğsünde birleştirdi. Çehremi büyük bir ilgi ile izliyordu. Söylediğim sözden sonra öfkelenmemiş miydi? Çenesini öne doğru uzattı. "Güzel vedaydı Ova. Beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum." Çenesiyle ileride bekleyen üzeri açık arabayı işaret etti. "Feribot İstanbul'a yaklaşmak üzere. Kaptan Lucas bekletilmekten pek hoşlanmaz."


Dudaklarımı bir şeyler söylemek için araladım lakin bu herif için nefesimi ziyan etmeme gerek yoktu. Arkamı dönüp beni bekleyen arabaya doğru yürürken seslendi. "Hey Ova!" Durdum ama ona bakmak için dönmedim. "Neden seni tekrar göreceğimi düşünüyorum?"


Ne demekti bu? Elbette bu herifleri son görüşümdü. Adımlarım hızlanırken arabanın kapısı açıldı. Girmem için başımda bekleyen iri yarı adama sert bir ifade ile bakıp içeriye doğru adım attım. İçime katre katre dağılan burukluğu, nefreti, öfkeyi ve hayal kırıklığını da yanıma almış sessizce evime dönüyordum.


Gözlerimin önünden gitmeyen okyanus mavileri öfkemi taze tutuyordu. Elimden gelmeyen şeyler kurt gibi bedenimi istila edip kemirmeye başlamıştı.

Yenilgiyi hazmedemiyordum. Adaletsizliğe sessiz kalamıyordum. O adam, parkuru hakkıyla tamamlasaydı kaybettiğimi kabul etmeyi de bilirdim elbette.


İçimdeki ses susmuyordu bir türlü, susturamıyordum. Araba çalışıp bina arkamızda kalırken diğerlerinin başka araçlara bindirildiğini gördüm. Gözümden akan bir damla yerini diğerlerine bırakıyordu.


Kolay gözyaşı dökmeyen bir kadındım ben. Şimdi yanağımdan dökülen damlaları engelleyemiyordum. Göz yaşımın tuzlu tadı, damağıma değdiğinde içimdeki hırsta büyüyor büyüyor ve patlamak üzere olan bir volkana dönüşüyordu.


Bu düpedüz haksızlıktı. Önüme döndüğümde başımı pencereye yasladım. Geçtiğimiz yerlere bakarken gece pencereme tırmanışı geldi gözlerimin önüne. Kirpiklerimi hayretle kırpıştırıp görüntüyü silmeye çalıştım. Sürekli böyle mi olacaktı, o beni bir türlü rahat bırakmayacak mıydı? Bir daha bakamayacak mıydım o gözlere?


***


Yıldıza bas ciğerimin köşesi🙈

Beni instagramda takip edebilirsiniz🥳


Beni takip etmeyi unutma❤️ aysegulcee1

Loading...
0%