Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.Bölüm

@aysegulcee1

Ben geldimmm💕

Yeni bölüm sizlerle🙃🙈

Keyifli okumalar✌️


***


Otobüs bizi Sakarya'ya bırakmıştı. Feribotla İstanbul'a geçip ilk uçakla Kıbrıs'a dönecektim. Araba, feribota ağır ağır yaklaşırken elenen diğer yarışmacının arkadan omzumu dürtmesi ile başımı pencereden kaldırdım.


Yol boyunca uyumuş olmam o herifin beni sabaha kadar uykusuz bırakmasından kaynaklanıyordu. Acıkmıştım ama midemin gurultusu şu an umurumda olan en son şey bile değildi. Fazla Uyuduğum için boynum tutulmuş başımda müthiş bir ağrı peyda olmuştu.


Harika değil mi? Onca yolu baş ağrısı ile çekecek olmam mutluluğumu katlıyordu. Öte yandan Damian'ın aklıma soktuğu düşünce habis bir tümör gibi zihnimi ele geçirmişti. İçimden gelen fısıltılar hiçte iyi şeyler dönmediğini düşündürüyordu.


Peşrev neden yarışmayı kazanmamı istememişti? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Kampa gidip yarışma hakkında biraz bilgi toplamak.


"Hey! İnmiyor musun?"


Düşüncelerin pençesinden sıyrıldığımda karşımda bana hayretle bakan adama döndüm. "Düşünüyorum." Önden inerken beklemeden feribota doğru ilerledi. Bense kampa nasıl gidebileceğimi düşünüyordum. Kuruyan boğazımı çantamdaki su ile ıslattıktan sonra sağıma soluma bakındım. Kaptan Lucas'a nasıl ulaşabilirdim?


Az ileride geminin girişinde ayakta sohbet eden üç adam vardı. Onlardan Kaptan Lucas'a nasıl ulaşacağımı öğrenebilirdim. Soğuktan kızaran burnumu çekip adamlara doğru yaklaştım. Adamlardan esmer olanı beni görünce şaşkınlıkla baştan ayağa incelemeye başladı. Bedbaht bir halde olduğumu biliyordum.


Bakışları ile benden yeterince tiksinen adama doğru yaklaştım. "Tiksinmeniz bittiyse Kaptan Lucas'ı nerede bulabileceğimi bana söyler misiniz?"


Rica ettiğime şükretmelilerdi.


Adam, diğer elinde tuttuğu sigarasını yere atıp ayağıyla söndürdükten sonra bana doğru yaklaştı. Diğer ikisi, şu anlık sadece izliyordu. Bence o sigarayı derhal oradan almalı. "Sigarayı," dedim parmak ucumla ayaklarının dibini gösterirken. "Derhal onu yerden al!"


Adam, çatık kaşlarla bana bakarken sırtımdaki okumu fark etmiş olmalı ki kaşlarını serbest bıraktı. Yere eğildi ve sigara izmaritini yerden aldı. Kaçık olduğumu düşündüğüne emindim ya da onu vurmamdan korkmuş olmalıydı. Bazen biraz delilikten hiç zarar gelmez değil mi?


"Ne istiyorsun küçük hanım?" Birileri şu adamlara küçük olmadığımı acilen öğretmeliydi. Kuruyan dudağımı ıslatıp yavaşça yutkundum. 1.78 boyumla nasıl küçük olabilirim?


"Söylemiştim." İkinci kez aynı şeyi söylemek pek huyum değildi.


Adam, eliyle ensesini kaşırken arkadaşlarına attığı bakışı çattık der gibiydi. Bence de Peşrev'e olan öfkemi onlardan çıkarabilirim. "Lütfen!" Eşofmanımın şapkasını saçlarıma çektim. "Rica ediyorum." İstediğimde kibar olabiliyorum.


Adam, "Pekala," dedi ve onu takip etmem gerektiğini söyler söylemez geminin içine doğru yürümeye başladı. Geminin içinin sıcaklığı, derin bir nefes almamı sağlarken büyükçe bir kapıdan girdiğimizi yeni fark ettim. Kaptan, oturduğu deri koltuktan beni görünce heyecanla kalktı. Bu insanları gerçekten anlamıyordum.


"Merhaba Ova. Seni görmek ne güzel."


Ben aynı düşüncede değildim zira benim buraya değil ikinci tura çıkmam gerekiyordu. "Merhaba," dedim uzattığı elini geri çevirerek. "Sizi gördüğüme sevindiğimi söyleyemeyeceğim." Güldü. Ne demek istediğimi anladığına emindim.


"Üzgünüm." Üzgündü! Oğlu yüzünden bu haldeydim ve o sadece üzgündü öyle mi?


Dolan gözlerime engel olamadığım için ellerimi sıktım. Canım onun düşündüğünden daha fazla yanıyordu. Birkaç saniye kır saçlı adamla bakıştıktan sonra, "Oğlunuz," dedim. "Beni saf dışı bıraktı."


Hiçbir şey söylemedi. Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı yalnızca. "Hiç değişmemiş," dedi sessizliğini bozup. "Hala annesinin yetiştirdiği gibi."


Karşımda, hiçbir şey olmamış gibi gülümseyen adama hayretle bakarken oğlunun kamp alanında ne işinin olduğunu sormak istedim lakin bu düşünceden sıyrılmam uzun sürmedi. Umurumda değildi. Tekrar karşıma çıkma ihtimali olsaydı yumruğumu güzel yüzü ile buluşturacaktım. Tevazu göstermek gibi bir niyetim yoktu. Bu da buraya bıraktığım Ova sözü olsundu.


"Kampa götürür müsünüz beni?" Vakit kaybetmek istemiyordum. "Lütfen."


Adam, tepkisizce gözlerime baktı baktı ve kirpiklerini bir kez bile kırpmadı. Masanın üzerindeki telsizi eline aldı ve karşıdakine, "Acil bir işim çıktı." dedi.


Bu kadar mı? Hiçbir açıklama bile yapmamıştı üstelik. Neyse şu an bunu düşünmek istemiyordum. Sanırım beni yeniden kampa götürecekti. "Seni götüreceğim ama ikinci tura değil. Oradan sonrasını kendin gitmek zorundasın."


Başka seçeneğim yoktu. Başımı olumlu anlamda sallayıp odasından beraber çıktık. Limanda duran geminin yanına doğru gitti. İskeleden hızlıca geminin içine girdi ve gözden kayboldu. El mahkum peşinden gittiğimde ona yetişmem uzun sürmedi. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla bakarken. Bir cevap bekleyen bakışlarımı arabanın motoru çalıştığında ancak çekebildim. "Beni nereye götürüyorsun?" Arkaya geçip oturduğumda meraklı bakışlarım hala üzerindeydi.


"Aynı yere," dedi. "İlk tura. Yarışma, yarışma düşündüğün gibi değildi. Yani kısmen..."


Adamın, dudaklarından çıkan her sözcük arabanın camlarına çarpıyor ve birer ok gibi kalbime saplanıyordu. Yüreğim neden her daim okun ucunda ölümünü bekleyen bir ceylan gibiydi? Her gelen o oku acımasızca saplıyordu. "Ne-ne demek bu?"


"Bunu sana Damian'ın anlatması daha doğru olurdu lakin o hırçın gözlerin adamı öldürebileceğini söylüyor." Direksiyonu tutan eli gevşedi. "Oraya gidene kadar öfken biraz da olsa azalır diye umut ediyorum."


Onu da öldürebilirdim. Bundan haberi var mıydı? "Beni gerçek anlamda nereye götürdüğünüzü söylemezseniz kendimi arabadan atarım." Henüz aklımı kaybetmedim, blöf yapıyordum ve karşımda buna inanmayan zeki bir adam vardı.


Güldü. "Eminim bunu yaparsın!"


Bıkkın bir nefes koyverdim ve sırtımı yasladım. "Arkadaşlarım nerede?" İşte bu cevabını duymak istemediğim bir soruydu. "Onları nereye götürdüler?" Aklımdan bir sürü ihtimal geçiyordu şimdi. Onların tehlikeli bir örgüt olduğu gibi...


"Buraya getirilip engellerle mücadele etmeniz. Hepsi ne kadar dayanıklı olduğunuzu görmek içindi. Eğitimler de nişancılığınızı ve dayanıklılığınızı artırmak içindi." Bakışlarını engebeli yoldan ayırmadı. "İkinci turda sıkı bir eğitim alacaksınız evet lakin bu büyük ödülü alacağınız final için değil. Narkotikle mücadele eden gizli bir teşkilata katılmaya hak kazanmanız için. Tabii siz isterseniz."


Peşrev kaybetmemi bu yüzden mi istemişti? Adi herif beni uyarabilirdi. "Peki siz tüm bunları nereden biliyorsunuz?"


Kaşlarını çattı. "Alacağınız eğitimleri oğlum ve ekibi verecek." Nereden bildiği belli oluyordu. Anlayamadığım bir şey vardı. Beni neden engellemişti? Yarışma adı altında kamufle edilmesi gizli bir teşkilat olduğundandı belli ki. Şimdi taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu.


Soya, Orion, Sam, Vera. Onlar kabul etmiş miydi? Öfkeden deliye dönmek üzereydim.

Bütün tüylerim, ayazda kalmışcasına diken diken olurken ihtiyar bir dal sigara daha yaktı. Polis olmak için girdiğim elemede yaşadığım haksızlığı sanki bilircesine böyle bir yarışmaya davet edilmiştim.


Sanki tesadüf değilmiş gibiydi. Elindeki sigaraya bakıp kaşlarımı çattım. Akciğer kanserine yakalanması an meselesiydi. Elindeki sigarayı, direksiyonu tuttuğu eline geçirdi. Beni sigara dumanı kadar rahatsız eden bir şey daha yoktu.


"Oraya gitmek istediğine emin misin evlat? Seni oraya götürmemden Peşrev pek hoşlanmayacak." Güldü. "Yakın olman hoşuna gitmemiş belli ki."


Onu ne ilgilendiriyordum ki? "Ne yaptığıma karışamaz."


Sinir bozucu bir kahkaha döküldü dudaklarından. "Bundan hiç şüphen olmasın."


Yolculuğumuzun geri kalan kısmında tek kelime dahi etmemiştik. Yol boyu gökyüzünü izledim. Sürükleniyordum, nereye olduğunu bilmediğim bir yolculukta oradan oraya savruluyordu ruhum, düşüncelerim. Birçok seçenek vardı. Nereye gittiğimizi tahmin edemiyordum. Güldü. "Oraya katılmak için üçüncü bir şans daha istiyorsan oğlum ve Damian'la iyi geçinmeye bak küçük hanım." Bilmiyordum. Ne istediğimi bildiğim söylenemez.


Omuz silktim. "Belki de yüzüne koca bir yumruk geçirip geri dönerim ha ihtiyar!"


Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Ona şüphem yok. Lakin sen dediğimi unutmasan iyi olur."


"Tabii tabii unutmam kaptan."


***


Nerede olduğumuzu anlamaya çalışırken bir el ağzımı sıkıca kapattı ve diğer kolu ile hareketsiz kalmama sebep oldu. Bedenimi adeta kilitleyen kollardan kurtulmam imkansızdı. Bu yüzden çırpınmaktan vazgeçip neler olduğunu anlamaya çalıştım.


Kaptan Lucas tam önümde durdu ve mahcup bir ifade ile bana baktı. Sanırım onun hakkında erken karar vermiştim. Elindeki bağı yüzüme doğru yaklaştırdı. Başımı sabitleyip gözümü bağladılar. Kulağıma fısıldayan ses kaptana aitti. "Korkma Ova. Kimse sana zarar veremez." Ona neden güvenecektim ki?


Benden uzaklaştığını hissederken bedenim hareket ettirildi. Sanırım arabaya bindirilecektim. Peki ama neden gözlerimi bağlamışlardı? Kısa süren yürüyüşün ardından arabaya bindirildim. Soru soramıyordum. Sakince oturup beklemekten başka şansım yoktu.


Korkmuyordum. Kaptana giderken her şeyi göze almıştım. Ona bu yarışma broşürünü neden bana verdiklerini öğrenmeden Kıbrıs'a dönemezdim. Yarım saat sürdüğünü tahmin ettiğim yolculuk nihayet biterken gözlerimdeki bağı çıkardılar.


Gözlerimi kırpıştırıp nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım. Etrafımız büyük ağaçlarla çevriliydi. Merkezden epey uzak olmalıydık. Tam karşımda duran adam kaşlarımı öfke ile çatmama sebep oldu. "Damian?"


Kollarını göğsünde birleştirmişti. Üzerinde yeşil bir tişört ve yine aynı renk bir pantolon vardı. Üzerindeki amblem Peşrev'in üzerindekiyle aynıydı. Güldü. "Beni yanıltmadığına memnun oldum Ova!" Bunu söylerken arkamda duran ihtiyara öldürücü bir bakış atmayı ihmal etmedi. "Bazı kuşlar düşündüğümden de erken ötmüş."


Arkamda hissettiğim hareketlilik kaptanın araca binerken ki ayak sesleriydi. Gidiyordu. Ben de gidecek miydim o yere? Eğitim almak istiyor muydum? Gözlerimin önüne gelen maviler canımı sıktı. Neden buradayım? Yanıtsız...


"Sen," dedi Damian bana doğru yaklaşırken. "Sen ikinci tura çıkmak için eğitim almaya geliyor musun? İtiraf etmem gerekirse sakarlıklarına rağmen teşkilatın senin gibi bir kuvvete ihtiyacı olduğunu düşünüyorum Ova."


Neden elemeyi geçmediğim halde beni eğitimlere kabul ediyordu? Bu kadar güçlü olduğumu, hayallerimi nereden biliyorlardı? Yağmurdan keçe gibi olmuş saçlarımı kulaklarımın arkasına attım. "Neden böyle bir yarışma ile kamufle ettiğini anlatacak mısın peki?"


Korktuğumu belli etmeyecektim. Memnun olmuş bir yüz ifadesi ile bana biraz daha yaklaştı. Gözlerimin içine bakarken bir eli saçlarıma doğru yol aldı. Bir adım atıp elinin boşluğa düşmesine sebep oldum. Tek kaşını havaya kaldırdı. Üzerindeki kibir kilometrelerce öteden hissediliyordu. "Biz gizli bir teşkilata bağlı bir üssüz Ova. Soruna gelecek olursak bunun cevabını bende bulamazsın."


Yavaşça yutkundum. "Kabul ediyorum," dedim. "Eğitim almak istiyordum." Polis olma hayalimi rafa kaldırmışken şimdi bu kararı vermemin sebebi o vahşi adam mıydı?


Memnuniyetle gülümsedi. "O halde aramıza hoş geldin Ova. Senin gibi bir kuvvete ülkenin ihtiyacı var."


Aramızdaki hatrı sayılır mesafeyi kapattığında görünmez bir el mideme sert bir yumruk indirmiş gibiydi. Sıktığım yumruğumu yüzüyle buluşturmamak için kendimi frenliyordum. Daha değildi, zamanı vardı. "Kampa geçmeden önce seninle önden bir anlaşma yapabiliriz. Ne dersin?"


Sakin kalmaya çalışarak, "Neymiş o anlaşma?" diye sordum.


Ayağını yere sabırsızca vurdu. "Benimle birlikte olduğunu söyler misin?"


Öldürecek gibi baktıktan sonra ayağımın dibine tükürdüm. "Bunu söylememe sebep nedir?"


Dilini damağına vurdu. Kolay lokma olmadığımı pekala biliyordu. "Öyle olsun bakalım."


Bu kez benim bir şartım vardı. "Aileme bir telgraf çekeceksiniz." Rica etmiyordum. "Onlara ikinci tura çıktığımı söyleyeceksiniz lakin teşkilattan haberleri olmayacak." Şimdilik...


Arkasını döndü ve bekçiyi yanına çağırdı. Nefes nefese yanında biten kısa boylu, sarışın adam kırışmaya başlayan elleri ile selam verdi. "Emredin Amirim!"


Bu ucube herif bir Amir miydi? "Ova Hanım'ın ailesine ikinci tura geçtiğini söyleyen bir telgraf çekilsin." Adam başı ile onayladığında göz ucuyla bana baktı. Damian'ın gür sesi tekrar yankılandı. "Hemen!"


Bekçi, yanımızdan koşar adımlarla uzaklaşırken gelecek olan arazi arabasını beklemek üzere içeri geçtik. Orada maruz kalacağımız zorlu eğitimleri düşündükçe Damian'ın beynini dağıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu, ruhuma azap veren düşünce zaman geçtikçe kulağa hoş geliyordu.


Saniyeler dakikalara dakikalar saatlere saatlerse günlere evrilirken içimdeki öfke ateşini daha da harlıyordu. İmzayı atmakta acele mi etmiştim? Kafamda devamlı dönüp duran şey buydu.


"Vakit geldi," dedi duymaktan pek hoşlanmadığım bir ses. "Peşrev bizi bekler!"


Bu isim neden yüreğimi yaralı bir kuş gibi çırpındırıyordu? Ondan nefret ediyordum. Olması gereken buydu. "Geliyorum."


Göreceğim bir çift mavi göz, damarlarımda akan kanın ısısını sanki peyderpey artırıyordu. Gözlerinin beni etkisi altına almasına bu kez müsaade etmeyecektim. Bu kez olmazdı.

Kulübeden çıkarken az ileride bekleyen arabanın motor sesi kulağımı neredeyse sağır edecekti.


Güçlükle kendimi içeri attığımda ayağa kalkmam için yardım ettiler ve koltuğa oturttular. Kendimi hiç bu kadar yorgun hissetmemiştim. Kemerimi bağlarken araba artık fazlaca hızlanmıştı. Dışarıya bakamıyordum. Midem saatlerdir bomboştu ve bulanması daha kolay oluyordu.


Ne kadar sürdüğünü bilmiyordum ama fazla uzun değildi yolculuğumuz. Araba, siyah boyalı devasa bir kapının önünde durdu. Kapının ardındaki boşlukta bir sürü insanın şınav çektiğini gördüm.


Başlarında tanıdık iki kişi vardı. Onu gördüğümde bedenime yayılan his oldukça yoğundu. Öfke ve nefretin dışında bir his daha yayılıyordu hücrelerime ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Az sonra olacaklardan sonra sağ kalabilir miydim bilmiyordum ama bu beni vazgeçirmemişti.


"Duranı acımam ağaca asarım," diye bağırıyordu yerdeki adamlara bakarken. "Yüz şınav çekemiyor musunuz tembel herifler?"


Bir süre durdum ve onu izledim. Hayvan herif fazla hoş görünüyordu. "Efendim," dedi yerden başını kaldıran bir genç. "Yavuklunuzla mı bozuksunuz? Sabahtan beri özel gününde olan kızlar gibi huysuzsunuz."


Güldüm. Güldüğümü fark edince hızla toparlandım. Sabahtan beri huysuzdu demek. Ne hoş. Adama yaklaştı ve ayağını kafasına bastırdı. "Mücahit," dedi dişlerinin arasından. "Sana ne lan benim yavuklumdan karımdan? Sabaha kadar burada sürünmek istiyorsun gördüğüm kadarıyla."


Adam, toprağa bulanan yüzünü güçlükle kaldırdı. "Maksut Amirim yetişin." Güldüler. Ne hoş.


Damian'ın yanında yerimi alırken aklımdan bir sürü şey geçiyordu. Onları izlediğimi fark edince boğazını temizledi. "Buradakiler polis ya da asker olmak için girdikleri sınavlarda haksızlığa maruz kalıp başarısız olmuş gençler. Teşkilat bu yarışmayla onlara ikinci bir şans bahşetti Ova. Böyle öfkeyle bakmamalısın."


"Tek tek araştırdınız mı üşenmeden?" Gerçekten tebrik etmek istiyordum. Üstelik artık bana ezilmesi gereken bir böcek gibi bakmıyordu. Artık bana birlikte olmak istediği bir kadınmışım gibi arzuyla bakıyordu. Kapı önümüzde biraz daha açılırken içeriye doğru attığımız her adımda gençlerin sesi kısılan bir müzik gibi azalmıştı.


Aramızda 3-4 metre kadar bir mesafe kalınca durdum. Damian birkaç adım geride beklemeye başladığında neden durduğumu anlamaya çalışıyordu muhtemelen. Aklım, sırtımdaki okuma gittiğinde bu düşünceden hızla kurtuldum. Masmavi bakışları beni bulunca kısa süreli afalladı. Maksut, beni izlerken keyifle gülümsemiş ve Peşrev'in yanından birkaç adım uzaklaşmıştı.


Ne yapacağımı anlamış olmalıydı. Evet bunu bir sürü kişinin içinde yapacak kadar öfkeye esir düşmüştüm. Gözleri, şokun etkisinden kurtulmayı başarırken dudakları yukarı kıvrıldı. Beni gördüğüne sevinerek hayatının hatasını yapıyordu.


Aynı gülümseme ile karşılık verdiğimde bedenini bana doğru döndürdü. Müthiş bir ölüm sessizliği örtülürken üzerimize, nefes alışverişlerini bile duyabiliyordum. Ona doğru hızlı adımlarla yaklaşmaya başladığımda bana kollarını açmasına bir anlam veremedim.


Ona sarılacağımı düşündüren şey neydi?


Birkaç adım ötemdeyken hızlandım ve yumruk yaptığım elimi çenesine indirdim. Elim, müthiş bir sızıyla zonklarken dev gibi adamı eğittiği insanların önünde yere devirdiğime ben bile inanamıyordum. "Merhaba güzel surat," dedim dişlerimin arasından. "Nasıl sürpriz ama?"


"Gönül kuşu," dedi sessizce. "Beni dövdün!"


Gerçekten ölümü bile göze aldırmıştı ona olan öfkem. Karnının üzerine ayağımı bastırdığım halde bana tepki vermiyor ve şoka girmiş bir halde gözlerime bakıyordu. Kasları, ayağımın altında kasılırken bu durumdayken bile benden etkilendiğine inanamıyordum. Ellerimi bel oyuntuma yerleştirdim ve başımı salladım. "Bayıldım," dedi dişlerini göstererek. "Öldüm bittim hatta!"


Dudağının kenarına indirdiğim yumruktan sonra yüzüne doğru kan sızmaya başlamıştı. Canım acımıştı, ama acımaması gerekiyordu. "Eceli gelen köpek cami duvarına pislermiş!" diye bağırdım. "Seni öldüreceğim zaten."


Bana doğru gelen birkaç adamı onun bir işareti durdurdu. Ayağımı üzerinden hızla çektiğimde ayağa kalktı ve üzerindeki tozları temizledi. "Ova," dedi kanamaya başlayan burnunu tutarken. "Sen ne yaptın böyle gönül kuşu?"


Damian'ın kahkahası kampın bahçesini doldururken bu adamın Peşrev'den nefret ettiğini düşündüm. Aksi halde, hala konuşuyor olamazdım değil mi? Bana doğru bakarken göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Hem şaşkındı hem de mutlu. "Az önce söyledin ya dövdüm işte seni," dedim adamların kahkahalarını duymazdan gelirken.


Maksut, tek kaşı havada dehşetle bize bakıyordu. Başını iki yana salladı ve hafifçe gülümsedi. "İçin soğudumu bari asi kadın? Ayrıca beni dövmedin, beni dövmene ben izin verdim."


Neden bana bir kez daha gönül kuşu demesini beklemiştim? Gözlerindeki hayal kırıklığı bana neden buraya geldiğimi sorguluyordu. Elini havaya kaldırdı ve parmağını şıklattı. "Çocuklar! Bu körpe ceylanı hücreye kapatın."


Ne? Yanımda duran üç gence bakarken güldüm. "Bir kadını götürmek bu kadar zor olmasa gerek. Bir kadına karşı üç kişi gelmiş olmanız pek manidar."


Bu yerde gerçekten hücre yoktu değil mi?


Peşrev, elleri belinde kaşları çatık bir halde bana bakarken benimle ne yapacağını düşünüyor gibiydi. Maksut, Peşrev'in kulağına, benim kaçık olduğumu fısıldıyordu ve bunu duyduğumdan bir haberdi. Peşrev'e öldürücü bir bakış atarken, "Götürün," diye yükseldi. "Sabaha kadar aç kalacak."


Bana doğru uzanan elleri elimle çevirdim. "Kendim giderim. Sakın bana dokunmayı aklınızın ucundan bile geçirmeyin." Bütün öfkeli bakışlar üzerime çevrilince gözlerim büyüdü. Hepsi beni çiğ çiğ yemek istiyor gibi bakarken derin bir nefes aldım.


Adamların birkaçı kendi aralarında homurdanırken Peşrev'in gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığına emindim. Bana hayretle bakan adamları geçip önden yürürken Peşrev onlara döndü. Omzumun üzerinden ona baktığımdan haberi yoktu. "Bir kişi daha ağzını açarsa sabaha kadar burada bin tane şınav çeker!"


Bana olan öfkesini sanırım o zavallılardan çıkaracak gibiydi. Muzipçe gülerken durdum ve arkamı döndüm. "Hey! Bir ara gelde dudağına pansuman yapayım." Tek bir kişinin kahkahası yankılandı. Peşrev, hızla inip kalkan göğsü ile arkadaşına döndü. Bu söylediğim onu heyecanlandırmıştı biliyordum.


Beni ne zaman görse nefes alışverişlerinin ritmi şu andaki gibi alt üst oluyordu. "Sus ve yürü kızım!" Sabrının sonunda gibiydi.


Genişçe gülümserken bütün herkes bana keyifle bakıyordu. Fark etti ve dudaklarının arasından anlamadığım birkaç sözcük döküldü. Dua etmediği belliydi! "Ceylan," dedi aksi bir sesle. "Geceyi benimle geçirmek istemiyorsan sus ve ilerle." Herkesin bana baktığını fark edince kaşlarını çattı. "Önünüze dönün önünüze."


Hödük! "Gel de göstereyim sana gününü!" Hızla binaya doğru yürürken Maksut'un kahkaha attığını işittim.


"Maksut," dedi sertçe. "Sen de mi pansuman istiyorsun? Bir taraflarına..."


***


Hellü🙃❤️


Yıldıza basmadan geçme canoşki❤️Eee beğendiysen beraber okumak istediklerini etiketlede büyüsün ailemiz🤩


Keyif versin😘

Loading...
0%