@aysegulcee1
|
Gözlerim gözlerine değmeden sabah olsada doğmuyor güneşim. Toprağıma cemre düştü çoktan neden gelmiyor baharım? 🥀 Alacakaranlık çökmüştü Karabağır'a. Gökyüzündeki kızıllık yavaş yavaş kaybolurken insanların gürültüsü çekilmiş kuş sesleri almıştı yerini. Aklıma ansızın düşen yüzbaşı yüzümü gülümsetmişti. Bakışlarının etkisinde kalmamak çok zordu. Hoş bir adam olduğu su götürmez bir gerçekti. Çok güzeldi her şey. Ada düşündüğümden çok daha güzeldi. Neden bu kadar güzeldi ki? Neden bu kadar iyi hissediyordum? Böyle olmaması gerekiyordu oysaki. Bir başkası baksaydı gözümden ürkütücü değirdi. Korkutucu derdi. Büyük bir hapishanenin ve askeri üssün kıyısında kalmış bu yer insanı korkutmaktan başka bir şey vermezdi. Olması gereken buydu. Bana bu hisleri yaşatan o bülbül sesli adam mıydı? Kızlar yarın erken kalkacağımız için uyumuştu. Ben de çatı katına çıkıp yatağıma uzanmıştım lakin gözüme bir gram uyku girmiyordu. Saat çoktan dokuzu geçmişti. Yatak pencerenin hemen önündeydi. Uzandığım yerden gökyüzünü görebiliyordum. Uyuyamayacağımı anlayınca doğrulup dışarıyı seyretmeye başladım. Çatı katının duvarları üzerime üzerime geliyordu. Pencereyi açıp temiz ve ılık havanın içeriye girmesine izin verdim. Başımı gökyüzüne çevirip gözlerimi kapattım. Sol bıyığının üzerindeki beninin bile gözlerimin önüne gelmesi normal miydi? Her daim çatık duran kaşları ve gökten bile mavi olan o gözleri. Peşimi bir türlü bırakmıyordu. Hakkında hiçbir şey bilmediğim adamın zihnimin içinde böylesine avare dolaşmasını durduramıyordum. Buraya gelirken hesap etmediğim tek şey başıma mı geliyordu? Düşüncelerimin beni boğmasına daha fazla dayanamadım. Üzerime ince bir hırka alıp odadan ayrıldım. Sessiz adımlarla merdivenlerden indikten sonra kapıyı açıp bahçeye çıktım. Öyle güzel bir hava vardı ki insanın kendini sürekli dışarıya atası geliyordu. Bahçe kapısından çıkarken dönüp eve baktım. Yeniden sokağa döndüğümde yalnız olmadığımı gördüm. Birkaç kişi evlerine gitmek için ağır ağır yürüyordu. Bazı evlerde hala ışık ve ses vardı. Yol boyu yürümüştüm. Dalgındım. Kaç ev geçtiğimi fark etmemiştim bile. Ayaklarım beni gayriihtiyari buraya getirmişti. İçimdeki merak ve o baş edilmesi güç olan his. Nasıl bir yer olduğunu görmek istemiştim. Karşıdan görünen devasa iki binaya baktım. Işıkları kapalıydı. Issızlığın ve karanlığın kara bağrında sessizce uyuyor gibiydi. Biraz deniz havası almak için geldiğim yolu inmeye başladım. İnsan bir adada yaşarken denize sarılmaktan başka ne yapardı ki? Bir sürü, üzeri renk renk çiçeklerle bezenmiş tarla vardı ve bolca zeytin ağacı. Yolun bu tarafında evler daha azdı. Dalgın dalgın yürürken muz tarlasından duyduğum sese kulak kabarttım. Ağaçlardan birkaçının dalı sallanıyordu. Köpek olduğunu düşünüp yürümeye devam ettim. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum. Birkaç dakika yürüdükten sonra denizi görmeye başlamıştım. Yokuş aşağıya doğru yürüdüğüm için adımlarım hızlıydı. Yorulmuştum ve nefes nefese kalmıştım. Yolun karşısına geçecekken hemen önümde duran arabanın penceresi yavaşça açıldı. Gördüğüm yüzle afallarken o hızla kapıyı açıp arabadan indi. "Boncuk?" Gözlerinde merak ve tebessüm vardı. Başımla selam verdim. "Yüzbaşı!" Beni burada bu saatte görmenin şaşkınlığı mıydı bilmiyordum. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Başını arabaya çevirip yeniden bana döndü. "Bir problem yok değil mi? Yani bu saatte bir başına görünce seni..." "Hava almak istedim," dedim. "Kızlar erkenden uyuyunca sıkıldım." Denize bakıp iç çektim. "Burada insan evde duramıyor." Genç bir kadın arabanın içinden başını uzattı. Meraklı ve memnuniyetsiz bakışlarını üzerimde dolaştırıyordu. "Alpay gidelim canım geç kalıyoruz!" Yüzbaşıya döndüm ve gülümsemeye çalıştım. Bedenime yayılan o nahoş his varlığını yine göstermişti. Canım demişti. Eşi miydi? Evli bir adamdan etkilendiğim için utanç duydum. Belki de kız arkadaşı ya da nişanlısıydı. Her neyse başı bağlıymış meğer... Yüzbaşı mahcup bir ifadeyle bana bakıp kadına döndü. "Biraz bekler misin Hülya?" Hülya. Canım ya da hayatım dememişti. Düşüncelerimi hızla savuşturdum. Herkes böyle hitap etmek zorunda mıydı? Kadın başını memnuniyetsiz bir şekilde içeriye sokarken yüzbaşı elini ensesine sürttü. "Burada ne yaptığını öğrenebilir miyim?" Dudağını ısırdı. "Yani her nereye gidiyorsan." "Bu sizi ilgilendirmiyor," dedim gözlerimi kaçırarak. Üzerinde siyah gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Daha fazla burada kalmamam gerektiğini düşünüyordum. "İzninizle yüzbaşı." Onu arkamda bırakıp karşıya geçtim. Bir süre arabaya binmeden beni izledi. Bunu hissediyordum. Tuhaf olan bu hislerdi. Kontrolsüz duygularımdı. Bir süre daha dalgınca yürüdükten sonra kıyıya ulaşmıştım. Kıyı boyunca iskeleye doğru yavaşça yürüdüm. Ufukta konuşlandırılmış askeri gemilerin ışıkları denizin üzerine düşüyordu. Deniz fenerinin ışığı kıyı şeridini yavaşça dolaşırken adımlarımı yavaşlattım. Bu manzaranın tadını çıkarmak istiyordum. Etrafıma bakındım merakla. Ağaçlar kumsal boyu devam ediyordu. Benden başka da kimse yoktu kıyıda. Sevdiğim bir şarkıyı mırıldanarak yürümeye devam ettim. "Uyan Ali'im uyan, uyanmaz oldun. Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun..." Duyduğum adım sesleri yüzünden mırıldanmayı bıraktım ve hafifçe omuzlarımın üzerinden arkama baktım. Aramızda yaklaşık on metre vardı. Başını önüne eğmiş bir adamın yavaş yavaş benim olduğum tarafa doğru yürüdüğünü gördüm. Başı üzerindeki kıyafetin şapkası ile kapalıydı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Daha çok hırıltı gibi. İşte bu hızlanıp buradan uzaklaşmam için iyi bir sebepti. Başını yerden ağır ağır kaldırdı ve ona baktığımı gördü. Önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım. Onun da hızlandırdığını görmek kalp atışlarımı harekete geçirmişti. Kahretsin bir bu eksikti! 🥀 İki saat önce... Yüzbaşı Alpay çıkmadan önce Cafer'i kontrol etmek için hücrelerin olduğu kata inmişti. Zor bir gece geçiriyordu. Elleri yumruk atmaktan sızlıyordu. Betona vursa yıkılırdı. "Hayvan herif taştan beter!" Cafer'in hücresinin önünde durdu ve ellerini yumruk yaptı. Yerde cenin pozisyonunda uyuyordu. Bir süre orada durdu ve gardiyanları sıkı sıkı tembihleyip dışarı çıktı. Güvenliği iki katına çıkarmış ve kadroyu tamamen değiştirmişti. İçi rahat evine dönerken elini çalan telefonuna götürdü. Sıkkın bir nefes koyverdi çünkü arayan annesiydi. "Efendim Anacım?" "Oğlum," dedi Sultan Hanım. "Yemek yiyeceksin değil mi Hülya'yla?" Sultan Hanım, oğlunu evlendirmek için her anne gibi harekete geçmişti. Herkes gibi oğlunun mürüvvetini görmeyi o da istiyordu. Vaktiydi. Yüzbaşı nişanlısını kaybettikten sonra evliliği rafa kaldırmıştı. Ta ki o boncuk gözleri görene kadar. Aklının her köşesi o gözlerle dolmuşken başka bir kadına ümit vermek istemiyordu. Hem annesini hem Hülya'yı kırmadan bu işten sıyrılmanın yolu yemeğe çıkmaktı. "Çıkacağım Sultanım." Yanaklarını şişirdi. "Belki o istemeyecek beni. Askerim ben kim ister bir başına yaşamak?" "İster ister," dedi annesi. "Manken gibisin aslan parçam. Bir gören bir kere daha bakıyor." İstemsiz güldü Yüzbaşı. O yalnızca bir çift gözün dönüp dönüp bakmasını arzu ediyordu oysaki. "Tamam anacığım kapatıyorum ben şimdi." "Bana bak kibar ol! Kızla maç muhabbeti yapma terlikle döverim bunu da kaçırırsan? Kıza milli takım kadrosunu sorma sakın!" Kadın derin bir iç geçirdi. "Görevde başına gelenleri de anlatma Alpay. Biraz dedenden örnek al ve bir kerede olsa asil tarafın tutsun oğlum." Güldü. "Tamam bu kez Beşiktaş kadrosunu sorarım." "Edepsiz," dedi Sultan Hanım. "Bülbül gibi şakıyacağın günlerde gelir elbet. O zaman da ben vermeyeceğim seni." "Kız mıyım ben Sultan'ım?" "Eee bu kadar naz ettiğine göre..." Kocaman bir kahkaha attı genç adam. "Öptüm ellerinden hatun." Telefonu kapatırken hızla hapishaneden çıktı. 🥀 "Sen," dedi kalın ve ürkütücü sesi. "Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun süt kuzusu?" Sesindeki o tını bütün tüylerimin diken diken olmasına yetmişti. Aman Allah'ım... Koşmaya başlayınca onun da koşmaya başladığını gördüm. Omuzlarımın üzerinden bakacakken ayaklarım birbirlerine dolaştı ve dengemi kaybederek yüz üstü yere çakıldım. Bir bu eksikti. Ellerimle yerden destek alıp doğrulurken yüzümü acıyla kırıştırdım. Avuç içime giren ufak çakıl taşları canımı epey yakmıştı. Hızlıca önüme döndüğümde aramızda birkaç metre kaldığını gördüm. "Kimsin sen?" Sesim titriyordu. "Benden ne istiyorsun?" Bir süre konuşmadan baktı ve yere eğildi. Karanlıkta bile yüzündeki derin kesikleri seçebiliyordum. Elini cebine attı ve bir kağıt çıkardı. Kağıdı bana çevirince onun bir kağıt değil benim fotoğrafım olduğunu gördüm. "Sen onu nereden..." "Yakışıklı yüzbaşı tırnaklarımı sökerken cebinden düşürdü." Parmaklarından aşağıya kanlar akıyordu. Benim resmimin onda ne işi vardı? "Yıllarca bana çektirdiklerinin acısını seninle oynayarak çıkartacağım." Korkunç bir kahkaha attı. Elimle yerden destek alarak ilerlemeye çalıştım. Korkunç görünüyordu. İnsandan çok vahşi bir hayvana benziyordu. "Uzak dur benden," diye mırıldandım. "Seni tanımıyorum bile." Başını iki yana sallayarak eliyle yere dokundu ve sürünmeye başladı. Allah'ım bu nasıl bir insan? Durdu ve hırıltılı nefesler alarak bana baktı. "Sen..." diye mırıldandı korkunç bir sesle. Elindeki kanları yaladı. "Kim kurtaracak seni elimden?" Birden üzerime doğru koşmaya başlayınca kalkmaya çalıştım lakin bileğimi yakaladığı için yüz üstü yere düşmüştüm. Yeniden üzerime atlayacakken hızlı bir şekilde denize doğru savruldu. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken yüzbaşının sesi kendime getirmeye yetmişti. Beni mi takip etmişti? Adamın yüzüne ardı ardına indirdiği yumruklarının yüzünde çıkardığı kırılma sesleri ellerimi kulaklarıma bastırmama sebep olmuştu. Donup kalmıştım. Oturduğum yerden kalkamıyordum. Dizlerimi karnıma çekip ağlamaya başladım. Bedenim ayazda kalmış yavru bir kedi gibi titriyordu. Yüzbaşı öfkeden kendinden geçmişti. "Cafer," diye bağırdı. "Sana bunu yapmak istemiyorum neden rahat durmuyorsun lan neden?" "Yüzbaşı..." Sesim kısık çıkmıştı. Yüzbaşı cebinden telefonunu çıkartacağı sırada adam üzerine pençelerini çıkararak atladı. Yüzbaşı dengesini kaybedip sırtüstü yere düşerken dudaklarından sesli bir küfür çıktı. Gözlerimi silip sağıma soluma bakındım. Düştüğümde sırtıma batan taşı görünce sürünerek ona ulaştım. Yüzbaşı kurtuldu ve hamle yaparak adamın çenesinin altından güçlü bir yumruk attı. Ağzından sıçrayan kanlar yüzbaşının yüzüne sıçramıştı. Elleri boğazını kavrarken canavar, neresinden çıkardığını görmediğim bıçağı yüzbaşının sol kasığının üzerine sapladı. Acıyla bir nida yükseldi dudaklarından. Onun sesine benim çığlığım karıştı. Titreyen bacaklarımla onlara yaklaşıp elimdeki taşın sivri yerini adamın kafasına sapladım. Etine battığına emin olduğum taşın darbesi ona etki etmemişti. Ben geri geri giderken bana doğru döndü ve korkunç bir kahkaha attı. Yüzbaşı cebinden telefonunu çıkarıyordu o sırada. Onu görmemesi için dikkatimi üzerimde tutmaya çalıştım. Birkaç adım attı bana doğru. Yüzbaşının can havliyle ayağa kalktığını gördüm. Geri geri giderken yere düştüm bir kez daha. Canavar ellerini açıp üzerime doğru atılacağı sırada yüzbaşı ondan önce davranıp yerde küçülme hareketiyle sakladığım bedenimin önüne siper oldu. "Yüzba..." Barut kokan elleri dudaklarımın üzerine kapandı. "Şşştt," dedi kısık bir sesle. Yüzü göz hizamdaydı. Her an bayılabilirdim lakin bu kez korkudan değildi. "Sakın ses çıkarma boncuk. Ona yaptığım iğne etki edene kadar aşırı saldırganlık göstermesine sebep olacak. Uyuşturmadan önce böyle bir etkisi var." Mahkum vahşi hırıltılar çıkararak yumruklarını Yüzbaşının sırtına indirmeye başlayınca gözlerimi sıktım. Canı çok yanıyor olmalıydı. Kolları bedenimin iki yanına sabitken yüzü omzuma yaslıydı. Kollarının arasında oturur pozisyondaydım. Ellerimle yerden destek aldım. Yüzünü omzuma yasladığı için saçlarındaki kokuyu istemsiz soluyordum. Dahası kıyafetinden gelen kokuyla çetin bir savaşa girmiştim. Yüzbaşı önümde durmasaydı o pençeleriyle beni parça parça edeceğine emindim. Düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu. Dudaklarım saçlarına çarpıyordu mahkumun her yumruk atışında. Elimi düşmemek için göğsüne yasladım. Elime temas eden güçlü kalp atışlarını hissedebiliyordum. Öyle hızlı atıyordu ki. Ağlamaya başladığımda yüzünü omzumdan kaldırdı ve bana baktı. "Normal karşılaşmalıyız boncuk." Yarası yüzünden de hareketi azalmıştı. Yüzüme düşen bir tutam saçı yavaşça kenara çekti. "Korkma," dedi. "Canım yanmıyor." "Yanıyor," dedim fısıltıyla. Üzerindeki adam çıldırmış gibi vurmaya devam ediyordu. Biraz daha böyle darbe alırsa iç kanama geçirmesi olağandı. Benim yüzümden ona bir şey olursa? Allah'ım düşüncesi bile azap gibi. "Benim yüzümden..." Burnumu çektim. "Özür dilerim." Dudakları serseri bir gülüşle süslendi. Karanlıkta parılayan dişlerine baktım. Nefesindeki sigara kokusu rahatsız etmiyordu. "Ben halimden," dedi sözü bir ahla bölünürken. Canı yanıyordu. Gözlerini açtı. "Gayet memnunum. Ödeşmiş olduk. Sen de benim yüzümden denize düşmüştün. Birazdan burada olurlar merak etme." Dişlerini sertçe sıktı. "Bordo bereli olmak için aldığım eğitimler bunun yanında devede kulak kalıyor güzel gözlü kız." Göz göze kaldık bir süre. Derin bir nefes çekip gözlerini kapadı. "Boncuk senin ne işin var bu saatte burada?" Boğazım kurumuştu. İşkence çeken oyken neden ruhum azap içindeydi? "Be-ben." Sesim pürüzlüydü. "Hava almak için..." Kızgınlıkla kısılan gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Öyle yoğun bakıyordu ki. Eliyle toprağı avuçlayıp adama küfretti. "Çekilin önümden," dedim acıyla. "İç kanama geçireceksiniz." Yüzünü kaldırdı ve kaşlarını çattı. "Kalkarsam seni elinden alamam. Bırak bayılana kadar çıkarsın öfkesini." Sık nefesi saçlarımın üzerine usulca çarparken elimle kolunu kavradığımı fark ettim. Gözlerini yüzümün her noktasında gezdiriyordu. "Bu," dedi kesik kesik. "Bu rüya mı boncuk?" Güldü güçlükle. "Yoksa kaderin acı cilvesi mi?" Dudaklarım hafifçe aralandı. Dudaklarına bakıp gözlerimi gözlerine çevirdim. Allah'ın cezası herif ne için gülüyordu? Bu sözleri şimdi söylemenin sırası mıydı? Adamın darbeleri durmuş ve ardından güçlü bir çığlık sesi yükselmişti. Biz birbirimize bakmaya devam ederken teğmenin sesi yanı başımızdan geldi. Öksürerek boğazını temizledi. "Komutanım. Cafer'i paketledik." Bu Teğmen Kenan'dı. Küfür eden sesler işittim. Bülbül Timi mahkuma öfkeyle bakıyordu. Cafer ise kıpırtısız bir şekilde yerde yatıyordu. Teğmen Kenan elindeki tuhaf silahı kaldırıp gülümsedi. Bayıltmış olmalılardı. Yüzbaşı üzerimden hızla kalkmaya çalışırken bir anda yanıma yığıldı. Endişe ile kalkıp ona baktım. Yüzü acı içindeydi. Elimi koluna dokundurdum tereddütle. "Yüzbaşım." Sesim titriyordu korkudan çünkü o iyi görünmüyordu. Gözleri kapanmadan önceki son sözü, "Boncuk!" Olmuştu. Bana herkes boncuk derdi lakin hiçbiri bu kadar iz bırakıcı olmamıştı. Hiçbiri böyle yaralayıcı olmamıştı. Hiçbir bakış böyle sarsmamıştı yüreğimi. Teğmen öksürünce elimi hızla çektim. Yanındaki askerlere döndü. "Çelebi! Düldül! Fırat el atın oğlum ne bakıyorsunuz öyle?" "Çok darbe aldı." Bakışları beni buldu. Aynı kızgın ifadeden onun da yüzünde vardı. "Hemen muayene edilmesi gerek. Bıçaklandı." Çelebi sıktığı dişlerinin arasından küfür ederken teğmen yanında duran Çelebi'ye bakıp küfür ettiği için kaşlarını çattı. "Çelebi," dedi dişlerinin arasından. "Koğuşta değiliz! Düzgün konuş." Çenesiyle beni işaret etmişti. Çelebi ve Fırat yüzbaşıyı sırtlarına alırken Teğmen kolumdan tutup yürümem için yardım etti. "Onun tedavilerine on kişi giriyorlar. İlaçlarını almamış olmalı. On beygir gücündedir şerefsiz! Kendine geldiğinde kaçtığına pişman olacaktır..." Dişlerini sıktı. "Tek başına başka birinin karşı koyması imkansızdı zaten. İlaç yapmış olmalı. Eğer hareketsiz durmasıydı ikinizi de hamura çevirirdi. Size dikkatli olmanızı söylemiştim hemşire hanım." Derin bir nefes aldı. "Bu saatte üstelik bir başınıza burada dolaşmanız gerçekten cesaret gerektirir." "Yakalandığını söylemiştiniz. Nasıl yeniden kaçmış ki?" Teğmen yorgun yüzle bana baktı. "Bilmiyorum," dedi ellerini saçlarından geçirirken. "Şerefsiz herifi hücresine tıkalı iki saat olmadı. Nasıl kaçırdılar ellerinden anlamıyorum. Gidince bütün görevlilerin geçmişine hatim indireceğim kesin!" İki askerin kollarında üsse giren yüzbaşının peşinden içeri girmiştik. Teğmen Kenan eve bırakmayı teklif etmişti lakin kabul etmemiştim. Yüzbaşının kendine geldiğini görmeden gözüme uyku girmezdi. Hele ki benim yüzümden bu haldeyken. Ona minnet duyuyordum. Yapmak zorunda değildi. O bir askerdi ama bedenini bana siper etmek zorunda değildi. Ona olan borcumu onunla ilgilenerek ödemek istiyordum. Bu benim insani görevimdi. Güzel gözlerinin de hatırı vardı tabii... 🥀 Ya yerim ki ben bunları!! Evet nasıl gidiyor bölüm nasıldı? Kitapta aksiyonlu bölümler dışında böyle tatlış bölümler de olacak💕🙈 Yıldıza basmayı unutmayın🇹🇷💕 Giderek ısınmaya başlıyoruz! Kitapta yetişkin içerikli sahneler olacaktır. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere aysegulcee 🙈 beni takip et a canım🫠 |
0% |