@aysegulcee1
|
Dönüşlere sığındı kalbim zira gidişler kaçınılmazdı... Kavuşmalar çok tatlı da gülüm ah şu ayrılıklar olmasa... 🥀 Bedenim yaşadığım olayın şokundan hala çıkabilmiş değildi. Allah'ım tam vaktinde oradaydı. Tehlikeyi hissetmiş gibi benim için çıkıp gelmiş ve hiç düşünmeden bedenini bana siper etmişti. Onun için ne yapsam az kalacaktı. Askerler yüzbaşıyı revire getirdiklerinde erkek bir doktor ve bir erkek hemşire hemen ilgilenmeye başladı. Sırt üstü çevirdiklerinde gördüğüm manzara yüzünden dudaklarımdan bir "hih" kaçtı. Kamuflajı yırtılmış ve sırtında derin çizikler oluşmuştu. Bir insan bunu nasıl yapabilirdi aklım almıyor. "Hayvan herif!" diye bağırdı Teğmen Kenan. "Sökeceğim bütün tırnaklarını." Yüzbaşı ısrarlara rağmen Türkiye'deki bir hastaneye gitmek istemiyordu. "Sadece vurdu," dedim. "Delirmiş gibi tek yaptığı şey vurmak oldu." Bana baktıklarını görmesem kendi kendime konuştuğumu düşünecektim. Sesim öyle güçsüz çıkıyordu ki. "Alpay'ımı sevmez adi herif! Tırnaklarını çok sökmüşlüğü var. İlaçlar yüzünden beyni uyuşmuş bir halde. Düşünme yetisi yok. Sadece saldırır. Kıpırdamazsan vurmaya devam eder." Teğmen titreyen bedenime bakarken kaşlarını gevşetmişti. Duyduklarım ve yaşadıklarımla daha da dehşete kapılıyordum. Burası gerçekten zor bir yerdi. Doktor reçeteye takılacak serumları ve ilaçları yazdıktan sonra hemşireye döndü. "Pansuman yapıp dikiş atılsın. Sonra da Mrg çekilecek. (Mrg manyetik rezonans görüntüleme halk diliyle emar.) Hemşire doktorun elindeki reçeteyi alıp bana doğru döndü. "Siz?" "Şey ben..." Telefonu çalınca parmağı ile beni susturdu. Telefonu kapattıktan sonra doktorun yanına gitti. "Hocam," dedi. "Oğlumun ateşi yükselmiş. Çıksam olur mu?" "Yerine birini bulup çıkabilirsin." Genç adam sıkıntıyla ensesini kaşıdı. Yanlarına yaklaştım. "Ben kalırım. Yarın burada göreve başlıyorum zaten. Yerinize nöbet tutabilirim." Doktor, baştan ayağa inceledikten sonra başını olumlu anlamda salladı. "Kalabilirsin." Hemşire bana şaşkınlıkla bakıyordu. "Burada mı işe başladın?" Dudağını büzdü. "İlginç. Kolay gelsin hanımefendi. Teşekkür ederim bu arada. Yerinize nöbet tutarım mutlaka. Adım Rüzgar." Gülümsedim. "Sorun değil. Güliz Ada ben de. Geçmiş olsun." Sedyede yatan yüzbaşının kısık gözlerle bize baktığını görünce gözlerim büyüdü. Şükürler olsun ki kendine gelebilmişti. İyi olduğunu görmeye ihtiyacım vardı. Baygın bakıyordu lakin gözlerini açması önemliydi. Teğmen sedyeye doğru yaklaştı. "Yüzbaşım?" "Güliz Ada," dedi fısıltıyla. "Adını bir bana söylemiyorsun." Gerçekten mi? Tek düşündüğü bu muydu şimdi? Kollarımı göğsümde bağlayıp kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Bildiğinizi biliyordum çünkü." "Eve git," dedi güçlükle. "Bugün izin günündü." Kuruyan dudaklarını ıslattı. "Bu bir emirdir." Başımı iki yana sallayıp reçeteyi elime aldım ve yazılan serumu hazırlamaya başladım. Vitamin ve ağrı kesiciyi karıştırıp setledim. "Sorun değil," dedim damar yolu malzemelerini alırken. Sedyenin önüne sandalye çekip oturdum. "Benim yüzümden bu haldesiniz. Asker olmadığıma göre emirlerinize uymamak başıma dert açmaz değil mi?" Hafifçe güldüm. "Yan dönebilir misiniz?" Doktor bıçak yarasının derin olmadığını söylemiş ve dikiş atmamı istemişti. Merkeze yaralı gelen askerlerden birinin ameliyatına girmesi gerektiği için reçete yazıp askeriyeden gitti. Başını hafifçe salladı yüzbaşı. Teğmen Kenan'ın da yardımı ile yan döndü. Bana uzattığı kolundan damar yolu açıp serumu taktım. Tenine değen parmaklarımı açıp kapattım. Uyuşmuştu sanki. Teğmen'e döndüm. "Komutanım siz dışarıda bekleyin. Pansuman yapmam gerekiyor." Hasta mahremiyeti açısından onun yanında kıyafetlerini çıkaramazdım. Bir dakika ne? Düşündüğümü idrak edince yanaklarım kızarmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım. Kendine gel Güliz Ada. O sıradan bir hasta. Buna kıçıyla gülen kalbim teklerken Teğmen Kenan başını sallayıp koridora çıktı. Çektiğim sandalyeye oturdum. Elim kamuflajının yakasına gidince parmaklarım titremeye başladı. Yüzüne yerleşen muzip gülümsemesine bakıp gözlerimi kaçırdım. "Askerlerden birine söyle içeri gelsin." Yapamayacağımı o da biliyordu. "Kıvranıp durma karşımda boncuk." Askerlerden biri içeri girince üst kısmındaki kıyafetleri çıkarmıştı. Onlar yüzbaşıyı soyarken ben dikiş malzemelerini hazırlamış elimde tepsi ile hazırda bekliyordum. Arkasına geçip sandalyeye oturdum. Vurduğum lokal anestezinin etki etmesini beklerken düşüncelere dalmıştım. Sırtı epey genişti. Kaşla göz arası karın kaslarını da görmüştüm. Bıçak Pelvis (leğen) kemiğinin hemen yanında, kasığına çok yakın bir yeri sıyırmıştı. Güçlü bir adamdı Alpay Yüzbaşı. Hem de tahmin ettiğimden daha çok. Heybeti gördüğüm ilk andan beri ürkütüyordu ve onunla aynı odada olup kokusunu hissetmek daha önce tatmadığım, nahoş olarak adlandırdığım lakin artık o kadar da kötü hissettirmeyen bir duyguyu tattırıyordu. "Çok sıkıcısın boncuk." Mırıltıyla çıkan sesi kendime getirmişti. "Biraz daha susarsan uyuyacağım." Serumun içine kattığım ilaç uykusunu getiriyor olmalıydı. Boğazımı temizledim. Bir bardak soğuk su şu an ihtiyacım olan tek şeydi. "Yormamalısınız kendinizi. Fena hırpalandınız. Ayrıca birini dikerken şarkı söylemeyi tercih etmem." Sıkılmaması için ne yapmam gerekiyordu ki? Güldü. "Genelde fena hırpalanırım." Sesi tok telaffuzu, diksiyonu düzgündü. Yalnızca konuşurken bile beni etkiliyordu. "Bordo bereliyim ben Güliz Ada. Alışkınım bu kadar üzme kendini." Öksürerek boğazını temizledi. "Bir şarkı söylesen asla hayır demem boncuk." Elim gayriihtiyari kafasına gitti. Gözlerim iri iri elime bakarken dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Koskoca yüzbaşının kafasına mı vurdum ben az önce? Yüzbaşı şaşkın bir ifadeyle bana doğru döndü. Dudağı hafifçe kıvrılmıştı. "Ne yapıyorsun kız?" Acıyla güldü. Yarası acıyor olmalıydı. "Hastaya şiddet mi?" Başını iki yana salladı kınayan bakışlar eşliğinde. "Sizi esefle kınıyorum boncuk hanım! Ayrıca benim tim komutanı olduğumu hatırlamanı öneririm." Yanaklarımın kıpkırmızı olduğuna emindim. Ben ne yapmıştım az önce öyle? Adam benim yüzümden canından oluyordu. Bir de benden dayak yedi. "Affedersiniz," dedim tüm mahcubiyetimle. "Refleksti yüzbaşım." Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Kendimi nasıl affettirebilirim bilmiyorum. Elimden sabaha kadar nöbet tutmaktan başka bir şey gelmiyor." "Bir daha başını belaya sokma yeter." İç çektiğini duyunca terleyen avuçlarımı pantolonuma sürttüm. "Bu tarafıma gel boncuk," dedi. "Yüzünü görmeliyim." Gözlerimi sıktım. Hayır hayır hayır bunu yapma Yüzbaşı. Dudaklarından çıkan her sözcük kalbimi sersemletiyorken burada olmam doğru değildi. Lakin ona bir can borcum vardı. Görevi deyip çekip gidememiştim. Sandalyeden kalkıp önüne geçtim. Kolunu alnına yaslamıştı. Gözüne vuran ışık yüzünden kısık bakıyordu. Küçük tabureyi çekip tam karşısına oturdum. Gözlerime baktı, gözlerine baktım. Ne yapıyordu ne yapıyordum hiçbir fikrim yoktu. Komuta beynimde değil kalbimdeydi onu gördüğümden beri. Gözlerimi kaçırıp yeniden bakıyordum gözlerine. Bir şeyler söylemeliydi. Beni izlemeyi bırakmalıydı. Kıpkırmızı olmuş olmalıydım. Nasıl görünüyordum kim bilir? "Bakmayın şöyle lütfen!" Gözlerimi kaçırdım. Yanındaki esmer kadını anımsadım. Hayatında biri varken kalbimin ayarlarıyla oynamaya ne hakkı vardı? "Hafızama kazıyorum," dedi birden. "Ezberime lazım. Göreve gittiğim zamanlarda hatırlamak için..." Yutkundum. Eldivenin içinde parmaklarımın terlediğini hissediyordum. Bana ne yaptığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Yüzümü yavaşça çevirip gözlerimi gözlerine çevirdim. "Ben..." Ayağa kalktım. "Uyuşmuştur artık." Sarsak adımlarımla yeniden arkasına geçtim ve sandalyeye oturup iğneyi etine geçirdim. Onun canının yanmadığına emindim ama benim canım çok yanmıştı. Batırdığım her iğne sanki benim kalbime batıyordu. "Ellerin titriyor boncuk," dedi. "Yanmıyor canım üzülme." "Üzülmüyorum benim işim bu. İlk diktiğim adam siz değilsiniz." Diktiğim ilk adam değildi lakin dikerken canımın yandığı ilk adamdı. Bunu ona söylemeye hiç niyetim yok. Gözlerindeki okyanusa baktığım her an dibe çekildiğim ilk adamsın yüzbaşı... Yaralarına pansuman yapıp kapadım. Karnındaki bıçak yarasına sıra gelince kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Yara öyle bir yerdeydi ki ellerim titremeden dokunmam mümkün değildi. Daha özel yerlerdeki yaraları diktin Güliz! Nefes aldım ve steril eldivenleri elime geçirdim. Yarayı delikli yeşil örtüyle kapadım. Böylesi daha iyiydi. İşlem boyunca sessizce beni izlemişti. Bakmasam da hissedebiliyordum. Elimin altındaki sıkı kasları ben dokundukça daha da kasılıyordu. Nefes alışverişlerinin sesini dinleyerek son dikişi atıp ipi kestim. Bir an hiç bitmeyecek gibi gelmişti. Koridora çıktım ve yüzbaşının odaya taşınması için Teğmen Kenan'ı buldum. Revirdeki boş yataklardan birine yerleşmişti. Revir büyüktü. Birkaç asker daha vardı. Ufak tefek yaraları vardı. Aynı zamanda üs bölgesi ve asker aileleri için acil hastane olarak da kullanılıyordu burası. Bu yüzden ufak bir acili ve bir müşahede odası vardı. Yüzbaşıya göz kulak olacağımı söylediğim için Teğmen Kenan yatakhanede olacağını söyleyip yanımızdan ayrıldı. Eve gitmeyeceğini eklemeyi de ihmal etmemişti. İhtiyaç halinde yakında olması daha iyiydi. Bir saat hemşire bankosunda kitap okuduktan sonra yüzbaşının serumunu kontrol etmek için ayağa kalktım. Yatağın önündeki perdeyi yavaşça sıyırdım. Uyuyordu. Serumdaki ilaçlar uykusunu getirmiş olmalıydı. Revirde monitör seslerinden başka bir ses yoktu. Sessiz adımlarla yatağın baş kısmına doğru yaklaştım. Kakülleri alnına yapışmıştı. Yüzündeki o huzursuz ifade ile uyuyor gibi değildi lakin nefes alışverişleri düzenliydi. Biraz daha yaklaştığımda alnındaki boncuk terleri gördüm. Ağrısı olmalıydı. Yavaşça elimdeki peçete ile alnını silerken gözlerini açıp bileğimi kavradı. "Benim," dedim panikle. Parmakları hafifçe gevşedi. "Ağrınız mı var?" Bileğimi bırakıp gözlerini kocaman açtı. Uyuyordu belli ki. Ya da yeni dalmıştı. "Biraz." Yüzünü ekşitti. "Canını yakabilirdim. Bir daha bu kadar sessiz yaklaşma." Gülümsedim. "Düşünemedim. Afedersiniz. Terlemiştiniz, ağrınızın olduğunu düşündüm." Elimdeki peçeteyi alnına sürünce şaşkınlıkla bana baktı hafifçe güldü. Peçeteyi cebime koyup gülümsedim. "Vardı ama şimdi azaldı." Hafifçe doğruldu ve duvara yaslandı. "Gözlerinden daha etkili bir ağrı kesici olmadığına eminim boncuk." Yutkundum ve yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Burada başka askerlerde vardı ve muhtemelen onu duyuyorlardı. Sözlerini duymazdan gelmeye çalışmak çok zordu. Kalbimin gümbürtüsünü duyması kaçınılmazdı. "Kalkmasaydınız," dedim. "Dikişler daha çok yeni." "Gidip uyuyabilirsin," dedi başını duvara yaslarken. "Sabaha kadar nöbet tutmana gerek yok. Bir sürü boş yatak var boncuk." "Buradayım," dedim. "Boşuna ısrar etmeyin." Çenemle bankodaki koltuğu işaret ettim. "Rahatsız olmazsanız burada uyuyacağım komutanım." Muzipçe gülümsedi ve kolunu başının üzerine çıkardı. "Neden rahatsız olacakmışım? Horluyor musun?" Gözlerimi devirdim. Berbat bir espriydi. "Haber vermemi ister misiniz eşinize?" Ellerimle oynuyordum. "Gelip sizinle ilgilenmek isteyebilir..." "Evli değilim." Dikkatle yüzüme baktı. Ah asla bu sorunun cevabını almak değildi niyetim. Sen de az değilsin diye gülen şeytana bakıp gözlerimi devirdim. Parmağında yüzük yoktu lakin o kadının kim olduğunu öğrenmeliydim. "Bekarım. Epey..." İstemsizdi gülüşüm. Hemen yan yataktaki asker gülünce yüzbaşı kaşlarını çattı. "Uhud," dedi sertçe. "Emredin komutanım." "Siktir git lan! Gülebildiğine göre kendine gelmişsin." "Yok komutanım," dedi asker. Omzunda yüzeysel bir kurşun yarası vardı. "Kolumu kaldıramıyorum. Taş gibi oldu." Yüzbaşı homurdanınca güldüm ve elimdeki ağrı kesici ile yaralı askerin perdesini açtım. "Ağrı kesici yapmamı ister misin?" Asker genişçe güldü. "Ağrım geçti sanki boncuk hanım." Yan taraftaki perde hızlıca açılınca şaşkınlıkla yüzbaşıya baktım. "O iğneyi benim götüne yapmamı istemiyorsan buradan yok ol Uhu!" "Komutanım vallahi çok müşkül durumdayım." Bana döndü asker. "Gerek yok bacım. Asker adam ağrıya dayanır." Perdeyi kapatıp yüzbaşıya kınayan bakışlarımla bakarken sandalyeye oturdum. Az önce söylediğini anımsayınca güldüm. Epey demişti. Sesli güldüğümü fark edince öksürdüm. "Pekala," dedim ve hırkamın önünü kapatıp ayakkabılarımı çıkarttıktan sonra koltuğa uzandım. "Uyuyun lütfen epey bekar Yüzbaşı Alpay." Kaşlarını yukarı kaldırdı. "Huysuzluk etmemenizi öneririm." muzipçe güldü ve çenesiyle sandalyemi işaret etti. "Pek ufak rahat edebilecek misin orada?" Bacaklarımı uzatıp sırtımı yasladım. Battaniye ile bacaklarımı örttükten sonra Yüzbaşıya baktım. Dikkatle beni izliyordu. "Sandalye tepesinde uyumuşluğum çoktur. Alışkınım. Ve bu koltuk gayet rahat." Gözlerimi kapadım. "Ağrınız olursa lütfen uyandırın yüzbaşım. Sabaha kadar emrinize amadeyim." Söylediğimi fark edince gözlerimi kocaman açtım. Bıyık altından gülüyordu. "Yani bugün görevli hemşire benim ya..." "Hay hay," dedi haylaz bir ses tonu ile. "Uyuyamazsam da uyandırırım." Sırtımı yaslayıp battaniyeye sarıldım. "Hı hım." "Annem," dedi birden. Gözlerimi açtım ama ona bakmadım. "Evlenmem için kız bulup duruyor. Hülya'da onlardan biri. Yemek yedik ve kibarca niyetimin evlilik olmadığını söyledim." Duraksadı. "Arkadaşça bir yemekti." Güldüm. Genişçe güldüm. Sırıttım duvara bakarak. "Bana niye anlattınız bunu?" Bak bak dedi şeytan sinsi sinsi. Göbek atacak birde soruyor. "Hiç," dedi mırıltıyla. "Sadece genel kültür." Kahkaha atmak üzereyken elimi dudaklarıma bastırdım. Yüzbaşı ve medeni hali. Ne güzel bir genel kültür ha? Yazın bunu bir yere. Çıkabilir. Yüzbaşı Alpay epey Bekar... 🥀 @aysegulcee1 beni takip edin canlarım💕 Bölüm nasıldı? Yıldıza basmayı unutmayın🤧🥰 Yeni bölümde görüşmek üzereeeee❤️ |
0% |