@aysegulcee1
|
Diken sarmışsa her zerreni ne çıkar sevdam, vatan bilmişim toprağını nasıl gelmem? Gökyüzümü kara bulutlar sarıp güneşimi teslim almış olsun ömrüme gözlerin bir güneş. 🥀 "Boncuğum," dedi göğsümün üzerine sesli bir öpücük bırakırken. "Benim boncuğumsun." Bir kez daha öptü ve gözlerime öyle kederli baktı ki gözlerinden öpmemek güç geldi. "Benimken artık nasıl gidilir ki senden?" Her zerreme kadar onundum. Kalbimle, ruhumla, tenimle, hayallerimle ona aittim. Anlıyordum onu çünkü aynı yükün ağırlığını taşıyordum. Güldüm burukça. "Gidişlere hala zulmediyor musun yüzbaşı?" "Gidişlere büyük bir savaş başlattım, dört bir yanımı hasret kuşatmış boncuk zulmetmek şöyle dursun. Ben aklımı bırakıyorum senden giderken." Bana gemide karşılaştığımız o ilk günkü gibi bakınca kalbimde bir kıvılcım çaktı ve o günkü arsız heyecanı tattım bir kez daha. "Dönüşler düğün bayram artık unuttun mu? Ne kadar sürerse sürsün bana döneceğini biliyorken nasıl beklemem seni?" Sakallarının üzerine yasladığım avuç içimi öptü sözlerimden sonra. "Seni gördüğümde bir hikayemizin olacağını hissettim biliyor musun Yüzbaşı?" Gülüşünden aynı şeyleri onun da hissettiğini anlayabiliyordum. "Onca kadın görüpte sadece birinde kalbin duracak gibi oluyorsa başında kavak yelleri esiyor ve seni bir uçurumun kenarından atıyorsa bu kader değil de nedir boncuk?" Ellerimi geniş omuzlarından kaydırıp sırtına doğru indirdim ve usulca kalçalarına ulaştım. Tırnaklarımın tenindeki baskısı ile altımızdaki çarşafı sıktı. Bakışı gülüşü nefes alışı anında değişiyordu. "Seni seviyorum yüzbaşı!" İlk gecemizi geçirdiğimiz bu villada bugün üçüncü günümüzdü. Dolu dolu geçirdiğimiz birbirimize doyduğumuz ve her anını çokça özleyeceğim muhteşem üç gün yaşamıştık. Annemle, babamla, kızlarla ve hatta Çelebi ve Düldül'le konuşmuştum bu süre içinde. Bir tek amcam aramamıştı. Benim aramamı ise yanıtsız bırakmıştı. Her ne olursa olsun o benim baba yarımdı ve aramızda sevdiğim adam yüzünden kırgınlık olmasına çok üzülüyordum. Gülperi'nin ölümünden Alpay'ı mesul tutması da kabul edebileceğim bir durum değildi artık. Umarım bir gün bu dargınlık sona ererdi çünkü ben ailemi böyle ayrı görmek istemiyordum. Dudaklarını alnıma bastırırken parmağını çamaşırımın kenarına takıp sabrı kalmamış gibi aşağıya çekti ve usulca gözlerimin içine baka baka bir oldu benimle. Dudaklarıma çarpan terli alnından öptüm bu kez. Bu hoşuna gitmişti ki gamzelerini gösterdi. "Alpay..." Öyle hoşuna gidiyordu ki adını sayıklamam. Kollarını başımın iki yanına yaslayıp yavaşça kendini bana doğru itti. Tırnaklarım omuzlarından başlayıp kalçasında son bulmuştu bir kez daha. "Sıkı," dedim gülerek. "Popon!" "Senin sıkılığının yanında esamesi okunmaz." Dudağını dişleyerek gözlerini kapadı ve kalçalarımı iki eliyle kavrayıp yumuşakça sıktı. "Boncuk sana doymak susamamak gibi imkansız!" "Alpay," dedim bir kez daha. Bacağımı tutup omzuna atınca dudağımı ısırdım elimde olmadan. "Çok aşığım." Alışmak çok güçtü bu anlarımıza. Karşısında böyle durmaksa azap gibi bir şeydi. Kızaran yanaklarıma sakallarını sürttü durdu usul usul. Benden duyduğu sözlerle kibarlığını kaybederken tırnaklarım teninde ana ait izler bıraktı. "Güliz," dedi adımı ilk kez söylüyormuş gibi. "Güliz Ada'm benim nazlı Asena'm. Bozkurdun muyum gerçekten?" "Son nefesime kadar hem de!" 🥀 Evin tüm pencerelerinden sızan güneş ışığı kahvaltımızı yaptıktan sonra kendimizi kumsala atmamıza sebep olmuştu. Oturduğun yerden bile kumsalı, denizi gördükçe içeride durmak imkansızdı. Her fırsatta birlikte girmiştik. Hava güzeldi. Sanırım yılın son sıcak günlerini yaşıyorduk ve bunun için çok mutluydum. Kırmızı bir bikini giyip üzerime yine aynı renkte kimono aldıktan sonra güneşlenen kocama doğru yürümeye başladım. Kumlar parmaklarımı hafif yakıyordu ve bu kendimi İyi hissetmeme sebep oluyordu. Deniz önümde hafif hafif gel git yaparken aklımda kızların adada günlerini nasıl geçirdiği düşmüştü. Düşüncelerimden sıyrıldıktan sonra kocama doğru yaklaştım. Altına siyah bir şort giymiş telefonla konuşuyordu. Tim komutanıydı ve telefonunu balayında da olsa kapatamıyordu. Askerlik boşuna kutsal değildi ve her yiğidin harcı da değildi. Mimiklerinden arayanın Teğmen Kenan olduğunu hemen anlamıştım. Ne söylüyorsa Alpay sinirden kızarıp duruyordu kaç gündür. "3-4 güne döneriz. Ulan bensiz de bir şey yapın! Mücahit ne işe yarıyor anasını satayım?" Teğmen ne söylediyse omuzlarını gevşetip arkasına yaslandı. "Teslim aldıktan sonra güvenlik gücünü artırın Kenan! Değiş tokuşta sorun çıkarsa senin yakana yapışırım." Doğruldu ve bir kolunu yanına gitmem için açtı. "Öbür hattım açık olacak bunu kapatıyorum. Saat başı durum raporu ver." Güneşin terlettiği göğsü ve karın kasları denizden daha hoş bir manzara sunuyorken başka bir yöne bakmam imkansızlaşıyordu. Şezlongunun önünde durdum ve üzerimdeki kimonoyu ayaklarımın dibine düşürdüm. Bakışları bacaklarımdan başlayıp usulca göğüslerime tırmanınca dudağını ısırdı. Gözlerini kısmış arsızca beni izliyordu. Telefonu kapatıp kollarını iki yana açınca eğildim ve göğsüne uzandım boylu boyunca. Kolları anında belime dolanınca yanağımı göğsüne yasladım. "Boncuk tehlikelisin." Yüzünü kaldırdı ve dudağıma erişti. "Ufacıksın ve üzerimdeki etkin tsunami." Elleri kalçalarımın üzerinde durdu ve etimi hafifçe sıktı. Güldüm. Şu an o kadar tatlı görünüyordu ki. Çok sevdiğimden miydi dünyanın en yakışıklı kocası gibi görünmesi gözüme bilmiyordum. Mühim olan benim olmasıydı. "Adadan ne haber?" Saçlarımı severken gözlerimin içine baktı. "Uzun zamandır özel kuvvetlerin peşinde olduğu terörist başı vardı. Geçen sene etkisiz hale getirilip cezaevine atıldı. Yer değişikliği istenmiş ve adaya sevk edilmiş." Adadaki mahkumların birçoğunun terörist olduğunu biliyordum ve hepsi yeterince tehlikeliydi. "Neden gerginsin peki?" "Orada olsam iyi olurdu," dedi saçlarını yukarıya doğru iterken. "Şu sıralar yine sınırlar hareketli." "Dönebiliriz," dedim. "Eğer içinden geçen buysa söylemen yeterli sevgilim." Bana doğru yükseldi ve alnımdan öptü. "Balayımızı yarıda bırakmayacağız boncuk. Bir daha ne zaman izne çıkarım belli olmaz çünkü." "Sadece sorun olmayacağını bil." "Biliyorum bebeğim," dedi. "Ama henüz sana doymamışken dönmem söz konusu bile değil." Çünkü döndüğümüzde onunla birlikte adaya gelemeyeceğimi düşünüyordu. Kızaran yanaklarımı göğsüne saklayıp kokusunu içime çektim ve gözlerimi kapadım. Nasıl uykusuz olduğumu şimdi daha iyi hissediyordum. Saçımdan öptü ve "Uyu sultanım," dedi içtenlikle. "Göğsümde uyu bir ömür gıkım çıkmaz." 🥀 Bir gün sonra Karabağır Saat: 00.45 Gündüzün yoğunluğu üzerine gecenin yarısı intihar etmiş bir mahkumla uğraşmak sinirlerini bir hayli yıpratmıştı Armağan'ın. Güliz Ada Türkiye'ye döndüğünden beri neredeyse tüm günleri ya askeriyede ya da hapishanede geçiyordu. Güliz Ada'nın gidişiyle dört kişi kalmışlardı ve bu durum artık can sıkıcı olmaya başlamıştı. Arkadaşı için buraya geldiğine pişman değildi lakin hak etmeyen bir adam için böyle bir yere katlanmak artık iyi hissettirmiyordu. Hızlıca tedavi odasına girdi ve elinde tuttuğu boş şırınganın ucundaki iğneyi ayırıp çöpe attı. Ağrı kesici yapmıştı mahkuma. Elinde olsa zehir enjekte ederdi ya damarına. Görev görevdi. Cama vuran sert yağmur damlaları ve pervazlardan sızan rüzgarın sesi tedirgin ediyordu. Eğildi ve pencereden dışarı baktı. Fırtına ve saatlerdir durmayan yağmur yüzünden elektrikler kesikti ve dışarıda göz gözü görmüyordu. Adada kıyamet koparken hapishanede, buraya sevk edilen terör örgütü ele başısı yüzünden hareketlilik vardı. Saatine bakınca vakitin gece yarısını geçtiğini gördü. Teğmeni saatlerdir göremiyordu. Yüzbaşı Mücahit'le epey vakittir toplantıdaydı. Adının üzerinde durdu fakat ona ulaşamadı. Üzerine kabanını alıp tedavi odasından çıktı. Telefonu hala kapalı olduğuna göre toplantıları devam ediyordu. Hapishanenin bahçesinden güçlükle çıkarken neredeyse bütün kıyafetleri su içinde kalmıştı. Ayla revirdeydi ve kendini can havliyle acil çıkış kapısından içeri attı. Hemşire odasına girdiğinde Ayla'yı elektrikli sobanın önünde ısınırken buldu ve yalnız değildi. Çelebi ve Düldül de Ayla ile birlikte ayaklarını sobaya doğru uzatmışlardı. Üçünün de çoraplarının ucu ıslaktı. Armağan bu hallerine gülmeden edemedi. "Ne bu haliniz be?" Üçünün de elinde dumanı tüten kupa vardı. Kendi üzerindeki ıslak kabanı çıkardı ve Ayla'yı iterek sobanın önüne ilişti. "Beni de alın aranıza." Armağan, Ayla ile Çelebi'nin arasına oturmuştu. Gülerek Çelebi'nin elindeki çekirdek tabağını aldı. "Komutanının toplantısı bitmedi mi?" Olumsuz anlamda başını salladı. "Hayır ama daha fazla uzamaz. Sevkiyatın teslimine bir saat kaldı." Başını sallayarak Ayla'ya döndü Armağan. Ayla parmağındaki pırlanta yüzüğü ile oynarken Çelebi dizlerini karnına çekmiş sevdiği kadını izliyordu. Elini tutup yüzüğüne dokundu arkadaşının. "Ay taşı gözüme kaçtı bacım." Hemen yanakları kızarınca elini sertçe çekti Ayla. "Armağan." Çelebi saatine bakıp Armağan'a döndü gülerek. "Çifte kumrularla konuşan oldu mu?" Düldül kollarını geriye yaslayıp arkaya doğru eğilirken yüzünde muzip bir ifade vardı. "Kenan komutanım konuşurken duydum. Keyfi yerindeymiş. Eee adam sevdiği kadını aldı." Dudağını imrenerek büktü. "Helal olsun komutanıma ama alacağım dedi aldı." Armağan kaşlarını çatıp Düldül ve Çelebi'ye döndü. "Siz kendi aranızda nasıl muhabbetler yapıyorsunuz be? Alırım ne yahu? Hiç romantik değil." Düldül Çelebi'ye bakıp göz kırparken Ayla kaş göz edip durdurmaya çalıştı ama elbette Düldül durmadı. "İki gözümün çiçeği ne diyordu Çelebi?" Çelebi Ayla'ya çekinerek baksada içindeki haylaz çocuğu durduramamıştı. "Armağan'ı evimin kadını çocuklarımın anası yapacağım diyordu." "Ne?" Ayla sakin olması için Armağan'ın koluna dokunurken Çelebi'ye sertçe baktı. "Yedim seni Kenan!" Ayağa kalkarken telaşla terliklerini giyiyordu. "Ben ev hanımı olacak bir kadın mıyım ya? Çalışmadan duramam ki ben." Yalpalayarak kapıya ulaştı ve o açamadan kapı kendiliğinden açıldı. Gelen teğmendi. Armağan'ı telaşlı görünce afalladı. "Hatun ne bu hal?" Gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran iki askere bakınca tek kaşını yukarı kaldırdı. "Ne oldu niye telaşlısın sen?" Armağan, Çelebi ve Düldül'ün eğlendiğini görüp daha da huysuzlandı. "Yok bir şey teğmen bey," dedi nazlı nazlı. "Yeni evli çiftimizi konuşuyorduk. Malum herkes evleniyor." Teğmene omuz atıp dışarı çıkınca Çelebi ve Düldül'e imayla baktı. "Ulan hanginiz bir şey dedi?" "Komutanım," dedi Çelebi. "Galiba hala evlenme teklifi etmemiş olmanıza bozuk." "Ulan sizden fırsat mı kaldı? Önce sizi bir baş göz edelim. Alpay'dan kurtuldum. Siz de evlenin biran önce. Araya sıkıştırmak istemiyorum evliliğimi." Ayla utanarak Armağan'ın peşinden çıkarken Çelebi asker selamını çaktı. "Emredersin iki gözüm!" Teğmen saatini kontrol edip alnını ovuşturdu. "Gemi adaya yaklaşmak üzere. Hapishane kulelerindeki askerleri değiştir Çelebi. Teslimat esnasında sorun yaşamak istemiyorum. Binbaşının kesin emri var yakın zamandaki izinleri iptal ettim." Bu adada sıkı yönetim başladı demekti. "Yarın üstlerin hepsi burada olur. Alpay'ın da dönmesi gerekiyor ve bu haberi ona sen vereceksin Çelebi." "Yapma iki gözümün çiçeği," dedi Çelebi. "Yakma benim başımı." Teğmen askerinin omzunu sıkıp odadan çıkarırken Düldül'e baktı eğlenerek. "Sen de yaverlik edeceksin Düldül. Korkmayın oğlum pamuk gibi olmuş bülbülüm." Ayla ve Armağan ellerinde çayla kapının önünde yağan yağmuru izliyorlardı. Ayla çayından bir yudum aldı. Ağaçlar fırtına yüzünden yan yatarken içine giderek büyüyen bir sıkıntı çökmüştü. "Armağan," dedi sessizce. Fırtınanın sesi onu epey ürkütüyordu. "Boncuğumu çok özledim. Öte yandan dertlerinden kurtuldu mavişim. Mutluya gerisi önemli değil." "Artık buraya gelmeyecek olması bizi biraz zorlayacak ama en azından içimizden biri bu devasa mezarlıktan kurtuldu." Ayla da Armağan'a hak veriyordu. Çayından bir yudum alırken cebindeki telefon titredi. Ekranda gördüğü numara ezberinde olduğu için kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. "Özledim." Öfkeden elleri titrerken bir eliyle Armağan'ın koluna tutundu. "Alperen." "Hı?" Armağan dalmıştı. "Ne Alperen?" "Mesaj atmış." "Ne?" "Bağırma lütfen Armağan. Mesaj atmış işte!" "Kızım hala sana nasıl ulaşabiliyor bu yüzsüz herif? Engellemedin mi?" Ayla bir gözü mesajda Armağan'ın sitemlerine maruz kalırken, "Ayrılan oydu Armağan. Bir daha yazmaz sandım bu yüzden engellemedim. Silmiştim işte," dedi. Armağan arkadaşının elindeki telefonu çekip aldı ve yağmurun ortasına doğru fırlattı. Ayla parçalara ayrılan telefonuna bakarken elini dudaklarına kapadı. "Armağan!" "Yenisini alırız." Öfkeden burun delikleri kabarıyordu. "Yok öyle bir dünya! Oh ne ala ya. Zaten başımıza ne geldiyse bu sünepe herif yüzünden geldi." Ayla Armağan'ın sözlerinden sonra arkadaşına mahsun bakarken Armağan sımsıkı sarılıp saçlarından öptü. "Hangi model istersen ben alacağım sana." Ayla hem ağlıyor hem de gülüyordu. "Söz mü?" "Söz tabii. Hem de asker yareni sözü." İki arkadaş gülüşerek birbirine sarılırken Armağan'ın cebindeki telefonu titredi. Arayan Çelebi'ydi. "Efendim Çelebi?" Armağan acil gelmen gerek. Teslimat gerçekleşti. Sağlık kontrolünden geçecekmiş bu sırtlan." Armağan duyduklarıyla sesli bir nefes bıraktı. Hapishane hemşireliği herkesin yapabileceği bir meslek değildi zira. Bazen nefes dahi almasının israf sayılabileceği mahkumları yaşatmaya çalışmak herkesin kolaylıkla kabullenebileceği bir durum değildi. "Gideyim ben," dedi Ayla'nın endişeyle dolan yüzüne bakıp. "Sen de o herifi kafaya takma. Bir karar verdin ve kendi geleceğine giden bambaşka bir yola girdin." "Tamam," dedi sessizce. "Ben o sayfayı kapattım Armağan. Hadi sen git ben de şu parçaları çöpe atayım." Armağan Ayla'yı askeriyenin bahçesinde bırakıp başına kabanını örtüp onu almaya gelen iki askerle askeriyeden uzaklaştı. Kapıdan içeri girer girmez teğmen karşıladı genç kadını. Hapishanenin kapısında büyük zırhlı araç duruyor ve etrafında bir sürü maskeli asker bekliyordu. Dışarıdaki fırtınaya ve yağmura rağmen silahlarını göğüs hizasında sımsıkı tutuyor ve tetikte bekliyorlardı. Teğmen, Armağan ve Hayri Bey mahkumun rutin kontrollerini yapıp kayıtlarını tutana kadar teğmen ve Mücahit Yüzbaşı birkaç askeriyle onlara refakat etmişlerdi. Teslimat sorunsuz gerçekleştiği için hapishane ve askeriye sakinleşmişti. Odada Armağan ve Teğmen Kenan kalmıştı yalnızca. Teğmen kollarını göğsünde bağlayıp sırtını duvara yaslamış bilgisayarın başında uyuklayan kadını izliyordu. "Bitmedi mi hayatım hala? Yeter bu kadar." Uyku mahmuru gözlerini ovalayıp teğmene baktı. "Biriken planlar vardı. Onları da hallettim canım. Hayri Bey'in çenesini hiç çekemem." Armağan bilgisayarı kapatınca birlikte tedavi odasından çıkıp dinlenme odasının kapısında durdular. Saat ikiye geliyordu neredeyse ama hala şiddetli yağmur devam ediyordu. Adanın sahile yakın kesimindeki tarlalarda bir sürü zarar meydana gelmişti şimdiden. Armağan uyumak için odaya girerken teğmen saatine baktı. "Bu saatten sonra bir şey olmaz. Uyu biraz çok yoruldun. Ben de Alpay'a durum raporu verdikten sonra biraz uyumaya çalışacağım." "Sabah görüşürüz canım." Armağan'ın aklında hala Çelebi ve Düldül'ün söylediği sözler vardı. Biraz düşündükçe söyledikleri artık hoşuna gitmeye başlamıştı. "Dikkat et olur mu?" Teğmen başını olumlu anlamda sallayıp arkasını döndü ama Armağan'ın sesiyle durmak zorunda kaldı. "Kenan." "Söyle güzelim." "Dikkat et olur mu?" İçinde bir huzursuzluk vardı ve akşamdan beri rahat nefes aldırmamıştı. "Sen de uyu ve dinlen." Teğmen gözden kaybolana kadar ardından baktı ve kapıyı kilitleyip pencerenin perdesini açtı. Uzandığında Güliz Ada'dan bir cevapsız çağrı olduğunu gördü. Saatlerdir eline alamamıştı telefonu. Uyanık olduğunu düşünüp aradı. İki kez çalmadan Güliz Ada telefonu açmıştı. "Boncuk!" "Armağan. Nöbette misin?" "Değilim demek isterdim ama nöbetteyim canım. Haberleri almışsındır. Artık büyükbaş bir mahkumumuz var. Ne hoş değil mi?" Güliz Ada'nın sesi kısık geliyordu. Yüzbaşının uyuduğunu düşündü. "Karabağır umurumda değil Armağan. Siz nasılsınız?" "İyiyiz bir tanem. Düşünme sen bizi keyfine bak. Sadece seni özledik işte ada bildiğin gibi. İzinler iptal edildi ne kadar buraya hapisiz bilmiyorum. Döndüğünde yanına gelmeyi planlıyorduk." "Öyleymiş," dedi. "Çelebi aradı bir saat önce. Sabah dönüyoruz. Ben de geleceğim Armağan. Bu yola birlikte çıktık birlikte bitireceğiz. Babam üzülmesin diye tamam dedim ama ceza süremiz bitmeden sizden ayrılmayı düşünmüyorum." "Güliz tedavi alıyorsun burası sana iyi gelmiyor. Türkiye'de kalman en hayırlısı güzelim." Güliz Ada arkadaşının bu söylediğine karşın burun kıvırdı. "Orası kime iyi geliyordur ki. Neyse bu konuyu tartışmaya açık tutmuyorum. Sesini duymak iyi geldi. Alpay telefonda ve burnundan soluyor. Şimdi kapatmam gerek." "Dikkat et kendine boncuğum," dedi Armağan. Duyduğu patlama sesiyle irkilince sözü yarım kaldı. "Armağan!" İkinci patlamadan sonra binanın içi deprem olmuş gibi sarsılmıştı. Armağan telefonu kapatırken can havliyle odadan dışarı attı kendini. Koridorda sağına soluna bakınırken duyduğu siren sesiyle ellerini kulaklarına kapadı. Hayri Bey'in kapısı açılınca ona doğru koştu. "Neler oluyor Armağan?" "Saldırıya uğradık muhtemelen." Çalan telefonun ekranına baktı. Arayan Güliz Ada'ydı. Aramayı reddedip teğmeni aradı ama ona da ulaşamadı. "Ayla," dedi doktora bakıp. "Ayla'ya gitmem gerek Hayri Bey." Doktor kadının titrediğini görünce kolunun altına çekti. "Ben geliyorum Armağan odadan çıkma kızım." Armağan, Hayri Bey'le birlikte birkaç askerin çıkış kapısına doğru koştuğunu görünce Ayla'yı aradı. Ayla telefonu açmıştı ama sesi kısık geliyordu. "Armağan sakın dışarı çıkma. İki asker yani askerimizin kamuflajını kullanan iki hain mühimmat deposuna yakın bir yerde kendini patlatmış. Gözcüler dağlık tarafta hareketlilik gördü. En az on kişilik bir ekip belki de daha fazla. Bütün askerler dışarıda Armağan. Biz sağlık ekibiyle mahzene indik." Armağan duyduklarıyla elini dudaklarına bastırırken tek düşündüğü Kenan'dı. "Ayla," dedi titreyen sesiyle. "Kenan..." "Bilmiyorum," dedi. "Hiçbir şey bilmiyorum Armağan. Gelen terör örgütü ele başısı yüzünden olmalı. Adaya nasıl girdiklerini araştırıyorlar bir yandan da. Birazdan seni almaya gelecekler dikkat et olur mu?" "Ta-tamam," dedi. "Sende dikkat et kardeşim." 🥀 Alpay yanında uyuyan kadını izlerken komodinin üzerine bıraktığı telefonu titreyemeye başladı. Saat epey geçti ve çalan askeri hattıydı. Güliz Ada'yı uyandırmadan yataktan kalktı. Arayan Binbaşı Turgut'tu. Telefonuyla birlikte odadan çıkarken uyuyan eşine baktı. Ayrılığın ağırlığı şimdiden çökmüştü omuzlarına. "Emredin komutanım." "Alpay," dedi Binbaşı Turgut. "Adaya sızan bir çete var ve kayıp üç mahkum!" Binbaşının sesi gürlüyordu öfkeden. "Hava harekatı emri verdim." "Çatışma sivil bölgede mi komutanım?" "Dağlık bölgede," dedi. "İki asker hainmiş. Üzerlerine bir sürü mühimmatla patlatmışlar. Muhtemelen dikkat çekmek içindi. Asıl saldırı arka taraftan geldi." "Geliyorum komutanım," dedi Alpay. "Ama muhtemelen gelmem uzun sürecek. En yakın birlikle iletişime geçiyorum hemen." O sırada odadan Çığlık sesi geldi. Alpay bir hışımla odaya girdiğinde karısının pencerenin önünde sallanan cesete bakarken buldu. Yutkunamadı. Çatı katından sarken ceset evdeki hizmetçilerden birine aitti çünkü. "Boncuk!" 🥀 Merhaba canlarım Burayı ihmal ettim farkındayım ama elimde olmayan sebeplerden ötürü. Beş gündürde hata verdiği için hesabımada giremedim. Gül Reçeline başladım en kısa zamanda yayınlayacağım Yıldıza basmayı unutmayın❤️ |
0% |