@aysegulcee1
|
Dağların dumanı geçit vermese de gelmeme, yüreğimden yanık bir türkü tütüp sana kavuşacak gül kadın. 🥀 Dilden dile dolaşacak bu sevda bende yandı ancak sende söner çünkü kalp ağrımın tek ilacı yalnız sen de gül kadın. 🥀 Karabağır Askerler akşam yemeğinden sonra koğuşlarına çekilmişti. Yüzbaşı Alpay ve Teğmen Kenan Türkiye'de olduğundan bölüğün nizamı için Binbaşı Turgut Çelebi'yi görevlendirmişti. Mıntıka kontrolü yaptıktan sonra ikinci devriyeye kadar hava almak için alt kata indi. Revirin ışıkları loştu. İçeride hasta olmadığı zamanlarda ışıkları azaltıyorlardı. Bugün Ayla nöbetçiydi ve henüz onu görme şansı olmamıştı. Saat başı komutanına durum raporu veriyordu. Güldü kendi kendine. "Evlenince gerginliği azalır inşallah." Ayla'nın dinlenme odasında olmadığını görünce bahçeye çıktı. Uyumuyorsa hava alıyordur diye düşünmüştü. İlk kamelyadaki gölgeye doğru adımlarını hızlandırdı. Elinde olmadan çatılmıştı kaşları. Bu saatte bir başına onca askerin olduğu bir yerde ne yapıyordu? Kalbindeki çarpıntıyla ona yaklaştıkça kıskandığını fark etti. Onu kıskanmak en doğal hakkıydı. Böyle düşündü. Bir hayli zaman olmuştu konuşmaya başlayalı. Deli dolu bir adamda olsa ciddi olmayan sonu evlilikle taçlanmayan hiçbir ilişkiye yaklaşmazdı. Çelebi'ye göre Ayla evlilik yolunda görüştüğü kadındı. Onu gördüğü andan beri ne zaman gülse sol yanı kıpırdıyor küçük bir çocuk gibi oradan oraya koşuyordu. Nişanlısının ona yaptıklarını öğrendiğinden beri de içi içini yiyordu. Ya çıkıp gelirse ya karşısına çıkar aklını karıştırırsa? O zaman önüne çıkıp gitme diyebilir miydi? Kendi düşüncelerine öfkelenip başını iki yana salladı. "Bu kadın seninle vakit geçirirken mutlu lan! Ne diye aklı karışsın?" Ayla'nın oturduğu kamelyaya gelince hafifçe öksürdü. Onu korkutmak istememişti. Ayla gördüğü gölgenin Çelebi olduğunu anlayınca elini kalbinin üzerine koydu. "Korkutmak istemedim. Kusuruma bakma." Ayla önemli değil dercesine başını sallayıp oturduğu yerde kayarken Çelebi tam karşısına geçip oturmuştu. Ayla çekimser bakınca, "Yanına oturmadım çünkü gözlerini bu şekilde daha iyi görüyorum Ayla Han-" diyecekken sustu ve gülerek karşısındaki kadına baktı. Bir an için aklından geçenleri sesli söylediğini fark edince ikisi de aynı anda yüzlerini eğdi. İkisi de birbirlerine karşı karşı koyulmaz bir çekim içerisindelerdi. Yine de aralarındaki duvarı tam anlamıyla yıkabilmiş değillerdi. "Neden dışarıda olacağını haber vermedin Ayla?" "Güliz Ada ile konuştum. Yüzbaşı ve teğmen olmadığından yoğun olacağını düşündüm. Kızdın mı?" "Kızdım," dedi Çelebi bir anda. Ayla'nın kaşları yukarı doğru kalkınca, "Yani endişe ettim," dedi. Ne hissettiğini açıkça belli etmek ne kadar da zordu. Ellerini hafifçe sıktı. "Hem korktum hem kıskandım." Ayla karşısındaki adama bakarken yanaklarının kızardığını hissetti. Yüreği Alp'ten sonra böyle ilk kez çarpıyordu. Gülecek gibi oldu lakin kendini durdurdu. "Bir daha ki sefere haber ederim." "Ayla," dedi Çelebi bir kez daha. Buraya günlerdir kafasında dolanan düşünceleri paylaşmak için gelmişti. "Benim sana söylemek istediğim şeyler var." Daha şimdiden terlemeye başlamıştı. Aklına komutanları gelince hayret etti. Nasıl açık açık kur yapmışlardı? Keşke biraz taktik alsaydım diye düşündü. Fakat unuttuğu bir şey vardı. Gönül işleri planlı programlı yapılabilen bir şey değildi. "Aslında söylemek istediğim." "Senden hoşlanıyorum." Çelebi duyduğu sözle kalakalırken kendine geldiğinde öksürdü. Doğru mu duymuştu? Ayla sıklaşan nefesini kontrol altına almayı başarınca yeniden konuştu. Yüzü üzerindeki kırmızı üniformadan farksızdı artık. "Aslında hoşlanmaktan daha ötesi Çelebi." Çelebi duyduğu sözlerle rahatlarken dudaklarına yerleşen tebessüme engel olamadı. "26 yaşındayım ve ilk kez bir kadınla bu konuşmayı yapıyorum. Sanırım hayatıma kimseyi almama sebebim mesleğimdi. Belki de gönlüme girebilecek birinin çıkmamasıydı ama artık ne istediğimi biliyorum." Ayla yavaşça yutkundu. Masanın altındaki bacakları heyecandan titriyordu. Alp'in ona ilk açıldığı anı ve evlenme teklifi ettiği zamanı anımsadı. Onu çok sevmişti lakin şu an karşısında duran adamın gözleri bambaşka hissettiriyordu. Annesinin sözlerini anımsadı. 'Kaderindeki kişi karşına çıktığında onu tanıyacaksın.' Alp'le hiçbir zaman korkusuz hayal kuramamıştı. Hep bir eksiklik vardı. Alp'e karşı güvensizlik. Hep bir kaybetme korkusu içindeydi. Şimdi ise durum bambaşkaydı. Birbirlerine heyecanla bakarlarken Çelebi zorda olsa konuşmaya devam etti. "Evlenelim mi Ayla?" Bu kez öksürme sırası Ayla'daydı. Bu gece beklemediği bir soru almıştı. Yanlış karar verip vermemek için duraksadı. Tek diyebildiği, "Emin misin?" Olmuştu. "Eminim," dedi Çelebi tereddüt dahi etmeden. "Ama eğer sen benden emin değilsen beklerim Ayla." "Çelebi seni seviyorum." Bu akşam ikisi içinde oldukça zorlu bir konuşma oluyordu. "Sanırım gönlümü senden başkasına emanet edemem." Çelebi aldığı cevap karşısında hafifçe tebessüm etti. "Hayal ettiğin gibi bir evlilik teklifi olmamış olabilir fakat yarına kadar bekleyemedim." "Hayal ettiğim gibi bir evlilik teklifi oldu Çelebi." Ayla karşısında aldığı cevaptan ötürü omuzları gevşeyen adama bakarken elleriyle oynuyordu. "Senden tek beklentim sevgi ve sadakat Çelebi. Hayat arkadaşı olarak kalanı birbirimize vereceğimizden hiç şüphem yok benim." Başını sağ omzuna yatırıp sevdiği kadına baktı Çelebi uzun uzun. İçi sözleriyle bir hoş olmuştu. "Ben böyle süslü laflar etmeyi bilmem Ayla. Sen böyle konuştukça ben tuzla buz oluyorum haberin olsun." Masanın üzerinden eline uzandı tereddütle. "Hele ki şu kaburgamın altındaki öyle coşkulu ki öyle şeyler söylemek istiyor ki ben onu artık kontrol edemiyorum." Ayla, elini dudaklarına kapadı. "Birini sevdiğinde dil susar yalnızca kalp konuşurmuş. Kalbe gözler yarenlik edermiş. Hep birlikte balık yediğimiz akşamdan beri gözlerin hiç susmuyor Çelebi." Çelebi bir an için ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Karşısında oturmuş böyle cesurca konuşan kadına baktıkça kontrol edemediği başka hisler de peyda oluyordu. "Yıllık iznimi," dedi avuçlarının arasındaki narin parmaklarla oynarken. "Nisan da kullanacağım. Ailenle tanışmak için..." Ayla, parmaklarıyla oynayan nasırlı ellere bakıp iç çekti. Parmakları çatlamış ve sertleşmişti. "Uygundur Çelebi." "Ailen mesleğimi, burayı sorun eder mi?" Ayla başını iki yana salladı. "Büyük bir aşiretin kızıyım." Çelebi Ayla'nın Şanlıurfalı olduğunu biliyordu. Yavaşça yutkundu. "Urfa'da saygın bir ailedir. Dedem herkesin saygı duyduğu bir adam. Yoksuldan düşkünden elini eteğini hiç çekmez." Konuştukça Çelebi'nin değişen yüz ifadesine bakıp güldü. "Urfa'dan kız almak kolay değil hele ki Demirsoy'lardan." Çelebi elini terleyen ense köküne doğru sürttü. "Zoru severiz. İmkansız zaman alır güzelim." Genç kadın genişçe gülümserken bir kez daha emin oldu verdiği karardan. "Benim ailem benim kararlarıma daima saygı duymuştur. Kalabalık bir aileyiz. Babamlar on kardeş ve dokuz tane amcam var. Her birinin en az beş çocuğu var." Çelebi yanında duran soğuk çayı aldı ve bir anda kafasına dikti. "Konuştukça içim yandı Ayla. Maşallah güzelim. Yemezler değil mi beni gelince?" "Hayır," dedi kendinden emin. "Ama severlerse fazla sevgiden öldürebilirler." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Beş amcam da doktor. İkisi çiftliklerin başında diğer ikisi ise yurt dışında yaşıyor. Emekli mühendisler. Babamsa en büyükleri. Ailenin başında. Emekli öğretmendir." Çelebi duyduklarıyla rahatlarken imrenmeden edememişti. "Maşallah," dedi yalnızca. "Güzel bir aileden geliyorsun." İkisi de bir süre sessiz kaldı. Etraf o kadar sessizdi ki nefes alışlarının sesini duyabiliyorlardı. Ayla ayağa kalkacağı anda derinlerden bir silah sesi duyuldu. Çelebi hızla ayağa kalkıp Ayla'nın kolundan tuttu ve arkasına aldı. Ardından iki el daha ateş edilince cebindeki telsizi eline aldı. "Sen revire dön Ayla." "Çelebi neydi o silah sesleri?" "Bakacağız korkma sen." 🥀 Parmağımdaki yüzüğe ve elimdeki nikah cüzdanına bakarken dört bir yanımı bülbül kuşları sarmış uçuruyordu sanki. Onu gördüğümden beri yere basmanın ne demek olduğunu unutmuştum çünkü. Bülbülün gagasında taşıdığı bir gül dalı gibi taşıyordu beni yüreğinde. Üzerindeki lacivert takım elbisesine sinen is kokusunu içime çektim. Kocamın o tenimle bütünleşecek olan kokusu yaşadığım ne varsa unutturuyordu. Dün aile arasında yaptığımız nişan merasiminden sonra amcamın yersiz söylemleri yüzünden Alpay'ı odasına çekmiş ve saatlerce konuşmuştu babam. Onlar çıkana kadar yüreğim ağzımda beklemiştim. Odadan çıktığında ise yüzünde Fırat'ın şehadetinden sonra ilk kez bu kadar büyük bir gülümseme duruyordu. Babam ikimize bakıp aşağıya inince Alpay tam önümde durdu ve kalbimde çiçekler açtıran o sözleri söyledi. 'Karım olmaya razı mısın gül kadın?' Cevabım hep evetti. Dünde evetti bugün de yarın da. Başımı usul usul sallayınca yutkunarak ellerime uzandı. 'Hemen boncuk! Yarın karım olacaksın,' demişti. Bu babamın kararı olmalıydı. Sevinçten ve şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemez bir halde bakakalırken parmaklarıyla burnumun ucununu sıkıştırmıştı. 'Yoksa korkuyor musun?' Ve sonuç! Artık evliydik. Henüz iki saatlik evliydik ve ben hala idrakını tam olarak edememiştim. Resmimin yanında resmi adımın yanında soyadı duruyordu. Güliz Ada Bayraktar. Düğünümüz yılbaşından hemen sonra olacaktı ve bir aydan az zaman vardı. Kış düğünü olacaktı. Hayal ettiğim gibi bir kır düğünü olmayacaktı lakin sevdiğim adama kavuşma düşüncesi hepsinin önüne geçiyordu. Köyümüzün yaylasına çıkmıştık. Onca şeyden sonra temiz hava bize iyi gelmişti. Kollarında olmanın huzuruyla atarken kalbim ellerinin dokunduğu yerler mayhoş bir his bahşediyordu ruhuma. Sisli manzaraya karşı oturmuş ve beni bacaklarının arasına almıştı. Sırtımın yaslı olduğu göğsü kaya gibi sertti. O böyle ardımda zirvesi karlı bir dağ gibi durdukça ben de kaybetmeyecektim gücümü. "Güzel karım," dedi kulağımdaki saçları kenara çekerken. Daldığım için nefesinin sıcaklığı yüzünden irkildim. "Canım karım." Karım dedikçe kalbim gümbürdüyordu. "Bir tanecik karım." Saçlarımı öptü. "Gül kokulu karım." "Alpay..." "Söyle sultanım." "Utandırmasana beni." "Niçin utanıyormuşsun?" Yanağımı ısırınca şaşkına döndüm. "Halbuki henüz utanacak bir şey yapmadık." Bir anda dirseğimi karın boşluğuna geçirince hem o hem ben şaşırmıştım. Gayriihtiyari gelişmişti. "Özür dilerim acıdı mı?" Koltuk altlarımdan tutup kendine çevirdi ve bacaklarımı beline yerleştirdi. Göğsüm yükselerek göğsüne çarpınca yüzümü önüme eğdim. "Alpay..." Elini belime yerleştirdi ve hafifçe sıktı. "Çok özledim," dedi sessizce. Bir ses tonu bile böylesine yakamazdı. "İzin ver dindireyim hasretimi." Burnunu boynuma sürterek konuştukça içim bir hoş oluyordu. Ona çekilirken buluyordum kendimi. Elimde değildi hissettiklerim. Durduramıyordum. "Kaçalım birkaç gün. Tamam de Londra'ya, babaanneme götüreyim seni." Yüzünü kaldırıp istekle baktı gözlerime. "Tamam de bir olalım boncuk gözlüm." Bakışlarındaki arzu gözlerimi kaçırmama sebep oluyordu. Konuştukça renkten renge giriyordu yanaklarım. Bedenim büyük bir ihtiyaçla ona doğru çekiliyordu. "Alpay bunlardan önce konuşmamız gereken konular var." Düğünden sonra ne olacağıyla ilgili mesela. Babam adaya dönmemem şartıyla razı olmuştu. "Ayrı mı kalacağız biz hep?" Bir kez daha boynuma sokulunca dudaklarını tenime bastırdı yavaşça. Nefesimi kesmişti dilinin kadife dokusu. "Kimse karımı benden ayrı koyamaz boncuk." Aynısını diğer tarafıma da yapınca geri çekildim. Morardığına emindim. "Ben senden ayrı nasıl nefes alınır bilmiyorum." Alnını alnıma yaslayıp nefesini yüzüme bıraktı. "Adaya döner dönmez görevlendirme isteyeceğim ama gönderecekleri yer seni memnun etmeyecek boncuk. Yine bir ayağım sınırda olacak. Bunu biliyorsun değil mi?" Başımı onaylarcasına salladım. Ben işini kabullenerek hayatına dahil olmuştum. "En azından babamı çiğnemeyeceğiz Alpay. Peki ne kadar sürer karar çıkması?" "Bilmiyorum," dedi elini ensemdeki saçların arasına daldırırken. "Belki bir ay belki bir yıl." Diğer eli yanağımın üzerine yaslanıp dudaklarını dudaklarıma bastırınca elimde olmadan yükseldim. Omuzlarına tutunan ellerimle kazağını avuçladım. Rüzgar daha sert esmeye başlamıştı. Soğuk yerini sıcağa bırakırken saçlarımı yüzüne doğru savurdu. Eli ensemdeki saçları usul usul sevmeye başladı. Bal mı içtin be adam? Bu nasıl bir tatlılık? Dudaklarının tadıyla sarhoş olan kalbim bütün kanı yanaklarıma pompalıyordu sanki. Yanağımdaki eli belime kayınca sırtımı bir anda otların üzerinde hissettim. Yavaşça geri çekildi lakin dudakları hafiften dudaklarıma temas etmeye devam ediyordu. "Teklifime yanıt vermedin boncuk." Ne diyeceğimi bilmiyordum. Her genç kız gibi düğün gecemi hayal ediyordum ben de. Ya da deniz kenarında bir kasabada yapacağımız balayımızı. Denize bakan odamızı. Bekleyelim desem ne tepki verirdi? Gözlerime bir süre baktıktan sonra eğildi ve alnımdan öptü. "Hazır değilsen sorun yok boncuk. Yine de biraz kafamı dinlemek istiyorum." "Olur," dedim sessizce. "Gidelim sevgilim." Hafifçe tebessüm edince gözlerim kızarmış dudaklarına kaydı. Nereye baktığımı görünce yeniden eğildi ve usulca öpmeye kaldığı yerden devam etti. Ellerim bir kez daha güçlü omuzlarına tutunurken bedeninin ağırlığını tamamiyle üzerime bıraktı. 🥀 Hava akşam üstüne yaklaşırken biraz daha serinlemişti. Soğuktan karnıma ağrılar girince köye doğru yürümeye başladık. Elimi bir an olsun elimden çekmeyen adama bakıp derince iç çektim. Ona baktığımı görünce elimi dudaklarına yaklaştırdı ve üzerini öptü. "Yakışıklı adamım vesselam." Çapkınca güldü. Özgüvenine gözlerimi devirince kahkaha attı. "Gözlerini benden alamıyorsun Bayan Bayraktar." Güldüm. "Yakışıklısınız yüzbaşı! Yakışıklılığınız biraz can sıkıcı. Köyün kızlarının evin önünden kaç kere geçtiğini sayamadım." "Hımm," dedi düşünür gibi yaparken. Yokuş aşağıya yürümeye başlayınca kolunu belime doğru uzattı. "Ben tek bir kadın gördüm ama. Bahsettiğiniz tam olarak kimlerdi sultanım?" Kalbim pamuk ipliği gibi sökülürken yüzümü göğsüne yasladım. Aramızdaki boy farkından ötürü beline ancak sarılabiliyordum. "Ben o gün o gemide kör oldum boncuğum. Bir tek sana açık bu gözlerim." Saçlarımdan öptü. "Bir tek sana şakır bu bülbül." Nicedir bana bir şeyler söylemiyordu. Yüzümü kaldırdım ve nazlı nazlı baktım. "Bana şarkı söylemiyorsun bülbül bey. Özletmeyiniz o güzel sesinizi." Dudağını ısırarak bakınca yüzümü yeniden yasladım. Sesini duyar duymaz gözlerim kapandı gayriihtiyari. "O güzel gözlerin sevgiyle aşkla dolsun. Allah'ım seni kem gözlerden korusun. Ay yıldız kolye güzelliğine güzellik katsın. Sana olan aşkımı ay yıldız kolye anlatsın." Durdu ve cebinden kırmızı kadife bir kutu çıkardı. "Az kalsın unutuyordum." Kapağı açınca kutuda ay ve yıldız figürleri olan bir kolye durduğunu gördüm. "Aslında bunu o gece verecektim." Göz göze gelince ikimiz de yutkunduk. Neyi ima ettiğini anlayabiliyordum. "Yüz görümlüğü olarak." Kolyeyi çıkaracakken elini tuttum. Bunu söylemek öyle zordu ki. "O halde öyle yap yüzbaşı." Gözleri parlarken kutunun kapağını sertçe kapattı. Gülecekken durdurdum kendimi. "Onu Londra'da tak." Kuruyan boğazımı yumuşatmaya çalıştım. "Yüz görümlüğü olarak." Yüzümü ellerinin arasına alıp sertçe kendine çekince ayaklarım yükseldi ve botlarının üzerine çıktım. Uzaktan nasıl göründüğümüze dair en ufak bir fikrim yoktu. Güçlükle bırakırken dudaklarımı alnıma yasladı bu kez. "Sen insanı öldürürsün boncuk." Dudaklarını iştahla yaladı. "Lakin bu tutku dolu sözleri iki gün sonraya sakla güzel karım." Parmağımı dudaklarına dokundurunca yeniden belimden yakalamaya çalıştı. Kollarından kurtulup koşmaya başladım. "Yakala o halde beni komutan!" "Boncuk," dedi dişlerinin arasından. Kocaman adımlarıyla koşmasına gerek kalmadan bana yaklaşıyordu. "Yalnız yakalarsam bırakmam." Omuzlarımın üzerinden ona doğru dönünce koşmaya başladığını gördüm. Çığlık atıp önüme döndüğüm sırada ayağım taşa takıldı ve aynı anda Alpay'ımın kolları belime dolandı. Beni üzerine düşürünce yokuş aşağıya doğru yuvarlanmaya başladık. "Alpay!" Durduğumuzda üzerindeydim. "Canın oynaşmak istiyorsa söylemen yeterli sevdam." Utancımdan yüzümü boynuna bastırdım. "Hasta olacaksın gidelim. Bana lazımsın." "Arsız yüzbaşı!" Çapkınca gülmeye devam ederken telefonun sesi aramızdaki bakışmayı böldü. Benimle birlikte ayağa kalkınca boynuna sarıldım. Telefonun ekranından arayanın Teğmen Kenan olduğunu gördüm. Dün yüzüklerimiz takıldıktan sonra adaya dönmüştü. Bir sorun yoktur umarım. "Efendim kardeşim." Sesini dışarı verince sessizce dinlemeye başladım. "29 Ekim saldırısında yakalan şahıs var ya," dedi Kenan. "Hücresinde ölü bulunmuş. İntihar gibi görünüyor fakat kesin sonuç otopsiden sonra belli olur. Günlerdir verilen su ve yemekleri yememiş." "Gebersin," dedi Alpay sessizce. "Zaten konuşmuyordu. Elimde kalmasından iyidir." "Ha bu arada birikmiş dosyaları bilgisayara geçirdim. Timi ağır bir eğitime aldım. Yeni on özel kuvvet geldi. Onların eğitimini Mücahit Yüzbaşı üstlendi bilgin olsun. Gözüme kestirdiklerimi time seçtim gelince sen de bir bakarsın." "Tamam," dedi ensesini kaşırken. "İznimi bir haftaya çıkardım. İngiltere'de olacağım. Yurt dışı izinlerine kısıtlama gelmeden biraz kaçayım diyorum. Tim sana emanet. Libya göreviyle ilgili yaptığım çalışmaları da bana gönder Kenan." Güldü teğmen. "Balayına iş mi götüreceksin bülbülüm?" "Boş yapma Kenan," dedi. Gözlerimi kaçırdım. "Sen dediğimi yap." Telefonu kapatınca bana baktı. İçimi kemiren o soruyu sordum. Ne kadar sürecek Libya eğitimin?" Kaşlarını çattı ve başımı göğsüne yasladı. "Bilmiyorum boncuk." Saçlarımın kokusunu içine çekti uzunca. "Ama en az altı ay olacak." Yüreğim sızlasada yüzümü kaldırıp gülümsedim. "Seni özlemekte çok güzel yüzbaşı." 🌺 Yunanistan/Atina Günümüz... Genç kadın günler sonra ancak görebildiği oğlundan gözlerini ayıramıyordu. Oğlu canavarın elinde olduğu için buradan kaçıp gidemiyordu. Karşısındaki adamın nasıl bir canavar olduğundan habersiz top oynayan oğluna bakınca ağladı. Yıllar sonra onu yeniden görecekti ve bu yaşama tutunma sebeplerinden biriydi. İlk karşılacakları anı hayal etti. Boynuna atlayacak ve yıllardır hasret kaldığı kokusuna doyacaktı. Omuzlarına örttüğü mavi şalına sıkıca sarıldı. Onun yerine oğlunu bazen yastığını bazen de yorganını koymuştu yıllarca. Öte yandan canavarın nasıl bir planı olduğunu düşündükçe kalbi sıkışıyordu. Bu bencillikti bu delilikti ona güvenmek aptallıktı lakin özlemi mantığını kaybettiriyordu. Canavar, oğlunun elinden tutup yanına getirdi. Küçük adam annesinin kucağına zıplarken çığlık attı. "Ösledim seni anne." Genç kadın oğlunun saçlarını kokladı. "Ben de seni çok özledim annem." Gözleri başlarında bekleyen adama kaydı. Bir insanın gözleri nasıl olur da bu kadar ruhsuz bakardı? Sitem etti bakışlarıyla. Aylarca kabullenemediği oğlunu bağrına basmaya başladığı anda ondan koparıyordu. "Hadi biraz daha oyna Cihangir." Cihangir annesine ürkekçe bakıp yanağını öptü ve topuna doğru koştu. Canavar dediği adam yanındaki boşluğa oturunca bakışlarını kadının üzerindeki siyah elbiseye çevirdi. "Ne zaman renkli giyerken göreceğim seni?" Kadın adama ruhsuzca baktı. Kaç kez öldürmüştü onu bakışlarıyla. "Hiçbir zaman." Parmağıyla göğsüne vurdu. "Benim senin yanında geçirdiğim günler hep yas hep cenaze." Sertçe yutkundu adam. "Onu göreceksin. Heyecandan ölüyor olmalısın." "Öyle," dedi kadın hiç düşünmeden. "Uzun zamandır sevilmenin nasıl bir his olduğunu tatmadım. İlaç gibi gelecek." Adamın sert bakışlarına bakarken aklındaki o soruyu sordu. "Bizi öylece bırakacak mısın gerçekten?" İnanması çok güçtü. "Bırakacağım," dedi. "Hepsi bu kadar. Öylece bırakıp gideceğim." Kadın şüpheyle bakarken aklından geçenlerle dehşete düşüyordu. Mutlaka bir amacı vardı. Onca zaman öylece bırakmak için mi burada tutmuştu? Başını iki yana salladı. "O örümcek ağları bürümüş aklından ne şeytanlıklar geçiyor?" 🥀 Uzun zaman sonra geldim kusuruma bakmayın. Siyaha Bulanmak'ta fena tıkandım. Kısa kısa sık yazmayı deneyeceğim💖oy vermeyi unutmayın canlarım |
0% |