@aysegulcee1
|
Yolunu yolumla bir kılana binlerce kez şükürler olsun. Her zerremle yansamda sen de küllenmenin tadı bir başka yarim. 🥀 Birkaç yıl önce... Pencereden içeri sızan güneş genç kadının yüzüne düşünce homurdanarak gözlerini aralamıştı. Yine uyanmıştı. Yine Allah almamıştı onu yanına. Hala duvarlarına küf kokusu sinmiş bu cehennemden farksız odanın içindeydi. Uyanır uyanmaz vücudundaki ağrı yüzünün acı ile kasılmasına sebep oldu. Uyandığında yaşadıklarının bir kabus olmasını ümit etmişti. Oysaki bu odanın içinde tüm gerçeklere uyanmak ona ızdıraptan başka bir şey hissettirmiyordu. Bacaklarındaki kurumuş kan lekelerine bakınca dün geceyi hatırladı. Canından bir can çıkardığı o kasvetli geceyi... Gök delinmişcesine yağmur yağarken fırtına camlara öfkeyle vurup durmuştu. Hiçbir zaman aklından silinmeyecek o geceyi kalbinde bir kan pıhtısı gibi taşıyacaktı. Bir yandan dayanılmayacak kadar şiddetli sancı öte yandan başında Azrail’i gibi bekleyen adamın azabı. Hangisine dayanmak daha zordu bilmiyordu. Ayağa kalktı halsizce ve pencereden dışarı baktı. Bunları yaşayacak ne yapmıştı düşünmeden edemiyordu. Bildiği tek şey diri diri gömüldüğüydü. Ne ölüyor ne de nefes alabiliyordu çünkü. Kendini buradan atsa muhtemelen parça parça olacaktı. Etrafında dağdan ve ağaçtan başka bir şey olmayan bu bina neredeydi? En önemlisi hapsolmuş bu oda binanın kaçıncı katıydı? Hiçbir şey bilmiyordu. Bildiği tek şey gözlerini bu odanın içinde açtığıydı. Camı kırıp kendini atmayı denemişti lakin cam asla kırılmıyordu. Hem canına kıyabilir miydi? Bu dünyası mahvolmuştu zaten bir iblise uyup ahiretini yakabilir miydi? Yakmadı. Sabırla buradan kurtulacağı günü bekliyordu. En azından ecelin onu erken bulmasını ümit ederek günlerini dolduruyordu. Kapıdan gelen kilit sesine doğru yavaşça döndü. Göğüsleri acıyla sızlıyordu. Göl olan tişörtüne bakıp ağlamaya başladı. Onu istemiyordu. Asla istemeyecekti. Kucağındaki bebekle içeri giren siyahi kadına öfkeyle baktı genç kadın. "Götür onu buradan!" "Ama emmek istiyor hanımefendi. Lütfen kıymayın şu günahsıza." Günahsız... Peki onun günahı neydi? Neden bu cezaya çarptırılmıştı? "Sana yalvarırım götür onu buradan!" Bebeğin sesini işitince bacakları titredi genç kadının. Kalbinde bir kıvılcım tutuştu. Dizlerinin üzerine düşünce siyahi kadın kucağındaki bebekle yerde ağlayan genç kadına doğru yaklaştı. "Onun suçu değil," dedi sessizce. Genç kadının saçlarını okşamaya başladı. "Başına gelenler onun suçu değil kızım." "İstemiyorum.” Gözlerini acıyla yumdu. "Ne olur götür onu buradan kokusuna dayanamıyorum." Ne kadar bastırmaya çalışsada içindeki annelik dürtüsü gün yüzüne çıkmak için bir yol arıyordu. Sesi güçsüz nefesi kesikti. Kalbi deli gibi çarparken elleri titriyordu. "Bana acıdan başka bir şey vermiyor dadı. Ona anne olamam." Bebek annesinin kokusunu alınca daha da şiddetli ağlamaya başladı. Genç kadın başını yerden yavaşça kaldırdı ve bebeğine baktı. Oysa ne hayalleri vardı. Bu bebek hayallerine hiç benzemiyordu. "Ver bana emzireceğim. Sonra onu buradan götüreceksin." Dadı çaresizce başını sallamakla yetindi. "Burada seninle kalırsa sana da güç verirdi kızım. Bir düşün derim. Ne de olsa senin yavrun. Ne kadar inkar edersen et bu gerçeği hiçbirimiz değiştiremeyiz." Genç kadın titreyen elleri ile bebeğine dokunurken ağlamaya devam ediyordu. O sırada içeri hiç görmek istemeyeceği adam girmişti. Kabusu olan o adam... Bebeğini emzirdiğini görünce adamın yüzünde gülümseme peyda oldu. "Anne olduğunu nihayet hatırladın demek." Genç kadın ona inatla bakmıyordu. Bebek göğüs ucunu sertçe kavrayıp açlıkla emerken sırtında dayanılmaz bir sızı oluştu. Bebek emdikçe göğüslerindeki acı yavaş yavaş azalıyordu. "Ona hiçbir zaman anne olmayacağım. Boşuna sevinme!" "Bunu göreceğiz," dedi ve sert adımlarla dışarı çıktı. Dadı elini genç kadının omzuna koydu. "Allah'tan ümit kesilmez yavrum. O sevdiği kuluna derdi çok yükler. Ona sığın çünkü seni buradan yalnızca Allah kurtarabilir." "Ediyorum," dedi genç kadın bebeğin saçlarındaki kokuyla savaş verirken. "Aksi halde akıl sağlığımı başka türlü korumam mümkün değil ki." 🥀 "Mavi gözlü bir oğlan çocuğu getirdi bizi," dedi annem. Onun tasviri bile kalbimde kelebekler peyda ediyordu. "Maşallah gamzeli dalyan gibi de bir adamdı. Pekte yakışıklıydı. Güliz Ada kim bu adam annem? Muhakkak tanıyorsun." Anneme bakarken oldukça şaşkındım. Kalbim hızlı hızlı atarken dudaklarımdan usulca döküldü sözcükler. "Bir gönül davası," dedim farkında olmadan. "Kalbime mahkemeler kurduran bir dava anne." Yanaklarım al al kalbim bir pervane gibiydi. Ateşte yanan yaralı bir pervane... Kendime geldiğimde onları içeri geçmeleri için yönlendirdim. Bana sürprizi buydu demek. Ah kalbimi tarumar eden gönlü güzel yüzbaşım. Kızlar annemle babamı görünce tebessümle yanımıza gelip ikisinin de elinden öptüler. "Hoş geldiniz Adnan amca." Ayla babamın elini bırakıp anneme döndü. "Sen de hoş geldin Mahpeyker teyze. Nasılsınız?" Annem, Ayla'nın saçını okşarken Armağan'ın elini tutuyordu. "Hoş bulduk yavrum. Sizi gördük daha iyi olduk. Siz nasılsınız, var mı bir sıkıntınız?" "Hamd olsun," dedi Armağan tebessümle. "Ekmeğimizin peşindeyiz teyzem. Öyle gidip geliyoruz işte. Ankara'dan farklı bir durum yok." "Çok şükür." Babana bakıp gözlerini yumdu. "Çok korktuk Güliz Ada amcasının yanında ayrılınca lakin en az amcası kadar mert bir askere emanetmiş yavrumuz." Annemin sözleriyle yoldan çıkan kalbim bütün kanı yanaklarımda toplamıştı sanki. Dilim damağım kupkuru olmuştu bir anda. Babam, elindeki bastonu bırakıp kendini koltuğa bırakırken daha da çökmüş yüzüne bakıp iç çektim. Yanına yaklaştım ve dizlerinin önünde eğildim. "Babacığım masaya geçelim de bir şeyler ye olur mu?" Sessizce bakarken başını olumsuz anlamda salladı. Elini tuttum. Elleri kansızlıktan buz gibiydi. "Peki buraya getirmemi ister misin?" "Sadece bir bardak çay getir kızım. Yolda yedik bir şeyler." Zayıf yüzüne bakıp usulca başımı salladım. Yanına bir bardak çayla dönerken annem kızlarla masaya oturmuştu. Babam çayını yudumlarken eliyle yanındaki boşluğa vurdu. "Hele de bakalım boncuğum. Nasıl burada çalışmak? Var mı canını sıkan bir şeyler?" Amcam onlara bir şey söylememişti belli ki. Bu içimi rahatlatmaya yetmişti. Biliyordum. Öğrendiklerinde buradan ayrılmam için ellerinden geleni yaparlardı. "İyiyim baba," dedim sessizce. Ne zaman yalan söylemek zorunda kalsam yanaklarım al al oluyordu. "Biraz yoğun ama sorun değil. Hemşirelik hep yoğun bir meslek zaten. Alıştım bu tempoya." Askeri hemşire olmanın getirilerini onlarda çok iyi biliyorlardı. "İyi," dedi başını sallarken. "Güvenli mi kaldığınız bu yer?" Bir anlığına kızlarla göz göze geldik. Kızlar önlerine dönünce yeniden babama baktım ve elini elime alıp uzunca kokladım. "Sen düşünme bunları. Elbette bizi buraya gönderenler sahip çıkacaklar babacığım. İlaçlarını yazdırdın değil mi? İhmal etmiyorsun." Hafifçe öksürdü ve sırtımı sıvazladı. "Amcan aldı yavrum sağolsun. İyi ki gelip yerleşti Kars'a da elim ayağım oldu. Yoksa bütün yük annendeydi." "Sağolsun." Amcamın bu sessizliği beni düşündürüyordu. Alpay'la karşılaşmışlar mıydı düşünmeden edemiyordum. "Babacığım benim size anlatmam gereken bir mesele var." Kalbim heyecanla çarparken saç diplerime kadar terliyordum. Bu konuşmayı yapmak benim için hiçte kolay değildi. Babam anlamış olmalı ki rahatlamam için titreyen elini saçlarıma doğru uzattı. "O delikanlı mı?" diye sorunca hiç düşünmeden yanıtladım. Zira bu beni büyük bir yükten kurtarmıştı. "Evet baba," dedim başımı önüme eğerken. "Eğer rızan varsa bu akşam onu sizinle tanıştırmak istiyorum." Annem konuştuklarımızı duyunca masadan yavaşça kalktı ve yanımıza oturdu. Yüzünde tebessüm vardı. "Biz biraz tanıştık delikanlıyla Güliz Ada," dedi annem. Elini birkaç kez dizime vurdu. "Yani beni bilirsin oğlanı soru yağmuruna tuttum yol boyu. Sağolsun o da büyük bir sabırla sorularımı yanıtladı." Güldüm. Yanaklarım pembeleşmişti yine. "Nasip demek ki. Kanım ısındı görünce. Meğer bizim yavrumuza düşmüş hevesi." Öyle zor bir andı ki nefes almakta bile güçlük çekiyordum. Allah'ım ne zor bir konuşma bu böyle? Kızlar buna nasıl katlanıyor aklım almıyor. Şimdi düşsem bayılsam kim durdurabilir beni? "Akşam gelsinler madem siz böyle bir yola çıktınız. Evilikle taçlandırmamız şart." Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmıştı babamın sözleriyle. Ailemle yaptığım bu konuşmayı bir an önce Alpay'la da paylaşmak istiyordum. İkisinin de elini büyük bir mutlulukla öperken annem sımsıkı sarıldı. Amcamın da yanımda olmasını istiyordum. Amcam benim baba yarımdı. Babamdan daha çok emeği geçmişti. Şimdi ise ne arıyor ne de telefonlarımı açıyordu. Kırılmıştı. Ne zaman geçerdi kırgınlığı bilmiyordum. Onsuz eksik hissediyordum. Annem ve babama dinlenmeleri için odamda yatak hazırladıktan sonra valizlerini de alıp çatı katına çıkarmıştım. Odadan çıkıp alt kata indiğimde kızları masayı toparlarken buldum. İkisi de ellerindeki telefonlara bakıp gülüyorlardı. Bir süre onları izlerken tebessüm ettim. İki işi aynı anda yapıyor olmaları gerçekten şaşılacak cinstendi. Ayla'nın yüzündeki tebessüme bakınca Çelebi'nin daha iyi olduğunu tahmin etmiştim. "Kızlar ben Alpay'ı görüp geliyorum." Kabanımı giyerken Ayla durdurdu. Elindeki saklama kabıyla bana doğru koştu. "Bu kekleri de götür Güliz Ada." Elindeki kekleri alıp tebessüm ettim. "Üsse kadar gidersem kızabilir. Birazdan arayacağım. Gelebilirse veririm." "Peki." Ayla mutfağa dönünce dışarı çıktım. Hava buz gibiydi. Bastığım basamaktan ayağım kayınca ufak bir çığlık kaçtı dudaklarımdan. Yağmurdan ıslandığı için kayganlaşmıştı. Neyse ki düşmemiştim. Çimenlerin üzerine ulaşınca telefonumu çıkardım. Üçüncü çalışta açmıştı. "Söyle gülüm." İçim sıcacık olurken dudaklarım usulca kıvrıldı. Kalbimle derdin ne be adam? "Alpay," dedim sessizce. "Söyle sevdam." Böyle konuştukça ben söyleyeceklerimi bir türlü toparlayamıyordum ki. "Sen ne yaptın öyle?" Güldüğünü işittim. Üniformalarının içindeki duruşu geliyordu gözlerimin önüne. Geldikçe içinden çıkamadığım bir kıvılcım etrafımı sararak harlanıyordu. "Ne yapmışım boncuk?" "Annemler..." "Seni istemeden evlenemeyecektim güzelim. Daha fazla bekleyebileceğimi sanmıyorum." Yüzüm ısınmaya başlamıştı bile. Tıpkı kalbim gibi. Dudaklarımı birbirine bastırıp uzunca havayı kokladım. Bir yandan konuşuyor bir yandan yürüyordum. "Babam bu akşam sizi davet etti." Sesim heyecandan titriyordu. Bunu o da fark ediyordu. Zira cilveyle çıkan ses tonunun sebebi benim utanıyor olmamdan kaynaklanıyordu. "Şeref duyarım sultanım," deyince dengemi kaybettim. Yer yüzünü ayaklarımın altından alıyordu sözleriyle. Havalarda uçuyordum bülbül gibi. Şakıyarak onun dalına konuyordum. Bugün ben bülbüldüm o güldü sanki. "Emret günlerce kapında sabahlayayım." Tüm cesaretimi toplayıp onun da yüzünü güldürecek bir şeyler söylemek istedim. "Kapımda değil yüzbaşı," dedim kendim bile zar zor duyabildiğim bir sesle. "Koynumda sabahla artık." Bir cevap vermemişti. Birkaç saniye nefes alıp verişini dinledim. Benim kalp sesim onun soluğuna karışıyordu. "Neredesin sen?" "Üsse doğru yürüyorum. Önüme gelebilir misin Alpay? Kek var elimde. Oraya kadar yürüyemem." "Yürüme zaten," dedi sertçe. "Beş dakikaya oradayım." Cevap veremeden telefonu yüzüme kapatmıştı. Ekrana bakıp güldüm. Söylediğim onda nasıl bir etki yapmıştı bilmiyordum ama iyi bir etki olmadığı aşikardı. Birkaç dakika daha yürüdükten sonra bizim sokaktan çıkmıştım. Köşeden dönen arabasını görünce az önce söylediğim sözden şimdi pişmanlık duymaya başladım. Arabası yaklaştıkça elimdeki kabı sıkıyordum. Bunu fark edince parmaklarımı yavaşça gevşettim. Saçlarımı gayriihtiyari düzeltirken arabasını durdurdu ve içinden indi. Beni görünce omuzlarını dikleştirip kollarını iki yana açtı ve yavaşça bana doğru gelmeye başladı. Ona doğru kızaran yanaklarımla yürürken bir şarkı mırıldanmaya başladı. Onu bir şeyler söylerken duymayalı epey olmuştu. Sesini özlediğimi fark ediyordum. Sesi kalbime ılık ılık yayılırken genişçe gülümsedim. "Bir gönül davası anlatsam ağlarsın. Bir gönül davası anlatsam ağlarsın. Şişelere deniz koy gemiler batsın. Bir gönül davası anlatsam ağlarsın. Şişelere deniz koy gemiler batsın boğazımıza..." Tam önümde durunca bakışlarımı utanarak ondan kaçırdım. "Alpay çok güzel." Bu şarkının sözlerini anneme mırıldandığımı anımsayınca elimde olmadan heyecanlanmıştım. "Gönül davan mıyım?" "En çetrefillisinden gülüm. En çekişmelisinden." "Alpay..." "Söyle sultanım." "Onları gerçekten çok özlemişim. O kadar şey yaşadım ki bunu onları görene kadar fark etmemiştim. Babam o..." Kendimi tutamayıp ağlamaya başlayınca omuzlarımdan tutup ona bakmam için zorladı. Baş parmağı ile gözümün altındaki yaşı sildi. "Şşşttt boncuk ağlama sakın." "O çok hasta ve belki de ben göremeden ölecekti. İyi ki getirdin onları iyi ki." Çaresizce yüzüme bakarken burnunun kemerini sıktı. Bir eli ensesine gitti yavaşça. "Güliz Ada seninle konuşmam gereken bir konu var lakin bunu ailenle tanışma ve seni isteme fasılını atlattıktan sonra yapmak istiyorum." Gözlerine endişeyle bakınca gülümsedi. "Bakma öyle gözlerime. Kötü bir şey değil." Başımı usulca salladım. Ona güveniyordum. Aklım isteme dediği yerde takılı kalmıştı zira başka bir şey düşünemiyordum. "Beni istemeye mi geleceksin?" Gülerek başını iki yana sallarken saçımı utanarak kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Onları buraya bunun için getirdim gülüm. Çalıştığın yaşadığın yeri görsünler diye. Fakat istemeyi memleketinde yapmak istiyorum. Kars'ı özlemişsindir." Hem de nasıl özlemiştim. Böyle ince düşünceleri beni ona daha da itiyordu. Bir kez daha anlamamı sağlıyordu. Doğru yoldaydım. Doğru bir karar vermiştim. "Çok özledim hem de," dedim. Baba ocağından gelinliğimle çıkmayı çok istiyordum. İstemem, sözüm, kınam. Hepsi babamın evinde olsun istiyordum. "Çok teşekkür ederim canım." Güldü. "Canım?" Başımı usulca ayaklarıma eğdim. Ben onun gibi süslü sözler söyleyemiyordum. Yeni yeni alışıyordum bu kalbimdeki yoğun hislere. "Hı hım." "Ah boncuk," dedi yalancı bir sitemle. "Sevdan içimde ne fırtınalar koparıyor bir görsen." Görüyordum. Ben onun gözlerine bakarken kalbindeki yerimi görebiliyordum. "Nasıl yaktığını kalbimi bir görsen." Bu sözleri söylerken gözlerinin içine bakmak öyle zordu ki. Bacaklarım titriyor her an yere yığılacakmışım gibi hissettiriyordu. Başını eğip yüzüme bakınca elimde olmadan güldüm. "Sende de aynı fırtınalar kopuyor mu boncuk? Aynı yangın seni de kavuruyor mu?" Yutkundum. Boğazımda bir avuç köz vardı sanki. İçim dışım bir yangındı zaten. Yeterince belli etmiyor muydu yanaklarım? "Hislerin kalbimde güvende yüzbaşım," dedim sessizce. Yoldan geçen birkaç asker bize bakıyorlardı. Alpay onlara dönünce başlarını hemen önlerine eğmişlerdi. "Bana emanetler bir ömür." "Yarın Rüzgar'ın düğünü var." Cebinden bir davetiye çıkardı. "Bunu size gönderdi. Fırat'ın şehadetinden dolayı çalgısız aile arasında bir tören olacakmış. Tugaydan gelenler de olur. Akşam alırım seni. Yarın izin günüm." Ben akşama kadar askeriyede çalışacaktım. Eksik kalan aşılar olduğunu öğrenmiştim. "Bu akşam kaçta gelirsiniz?" Saatine baktı. "İki saate çıkarım. Sekiz gibi uygun mu boncuk?" "Uygun," dedim. "Ben o zaman gideyim. Akşam görüşürüz." Eliyle yolu işaret etti. "Hadi sen git. Ben burada bekliyorum." "Peki." Önüme dönüp yürümeye başlayınca kalçasını arabasının kaputuna yaslayıp kollarını göğsünde bağladı. Ben bahçe kapısına varana kadar ayrılmadı. İçeri girmeden önce dönüp ona son kez baktığımda bir kadınla konuştuğunu gördüm. Hülya'ydı. Hararetle bir şeyler anlatıyordu. Her fırsatta Alpay'a yaklaşması keyfimi epey kaçırıyordu. Alpay hafifçe ona gülünce Hülya yerinde zıplayıp kollarını Alpay'ın boynuna doladı ve yanağından öptü. Öfkeden gözüm seğirirken bir hışımla içeri girdim. Alpay ne tepki vermişti görememiştim lakin ona bu cesareti neden verdiğini düşündükçe kalbim daha da hızlı çarpıyordu. Anahtarımla kapıyı açarken telefonum titremeye başlamıştı. Sinirden kapıyı da açamıyordum. Anahtarı çıkarıp basamağa oturdum. "Of!" Telefonu açmadığım için bir mesaj gönderdi. Yüzbaşım🥀 Boncuk bir anda sarıldı. Kızdım zaten. Tugaydan aradılar. Yoksa oraya geliyordum. Lütfen aç şu telefonu! Şu an konuşursam onu kırardım. Onu kırmak onu incitmek istemiyordum. Üstelik onu tanıyana kadar bu kadar kıskanç bir kadın olduğumu da bilmiyordum. Ayağa kalkıp içeri girdim ve usulca kapıyı kapadım. Annemler hala yukarıda olmalıydılar. Ayla ve Armağan sabah haberlerine bakıyorlardı. Yüzümü sirke satarken görünce Ayla elindeki kumandayı yavaşça bıraktı. "Boncuğum?" Dudağım hala sarkıktı. "Efendim." "Akdeniz'de gemilerin batmış kızım." Armağan'a bakıp gözlerimi devirdim. Gerçekten berbat bir espriydi. "Ne oldu de hele?" "Hülya," dedim sessizce. "Az önce Alpay'a sarıldı ve onu yanağından öptü." Ayla, anlamaya çalışırken Armağan kafama vurdu. "Sen ne yapıyordun o sırada aptal kuş?" "O yolun başında bana bakıyordu. Ben de evin kapısındaydım. O kadar mesafeden ne yapacaktım? Ateş mi etseydim?" Güldü. "Vallahi fena fikir değilmiş." Ayağa kalktım. "Ben bir duş alacağım." Telefonumu sessize alıp duşa girdim. Bana biri sarılsaydı kıyameti koparırdı. Verdiğim tepki fazla değildi. Hayır benim sözlüme neden bir başka kadın sarılsın ki? 🥀 Kaç dakikadır aynanın karşısındaydım bilmiyordum. Akşama kadar başka ne bir mesaj atmış ne de aramıştı. Sakinleşmemi bekliyor olmalıydı. Ona hala kırgındım fakat bu deli gibi heyecanlanmamı engellemiyordu. Saçlarımı maşayla şekillendirdikten sonra at kuyruğu yapmıştım. Üzerimde seksenler tarzı çiçekli mavi bir elbise vardı. Ayla kapıyı açıp başını uzatınca aynadan uzaklaştım. "Çok güzel oldun Güliz Ada. Ayna çatlayacak bakma artık." "Geldiler mi?" "Hayır ama Çelebi aradı şimdi. Evden çıkmışlar. Hadi sen karşıla ayıp olmasın. Trip atmanın sırası değil." "Aramadı tüm gün." Elimde değildi. Kırılıyordum. "Neyse inelim hadi." Aşağıya indiğimizde zil çalmıştı. Babam koltukta oturuyordu. Annem benimle birlikte kapıya varmıştı. Heyecandan ellerim terlemişti. Elimi elbiseme sürüp kapıyı açtım. Açar açmaz Sultan anne ile göz göze geldik. Hafifçe güldüm. "Hoş geldiniz." İçeri girerken uzandı ve yanaklarımdan öptü. "Hoş bulduk benim boncuk kızım." Ardından Olivia hala ve dedesi girince onların arkasından Alpay'ı, Çelebi'yi ve Düldül'ü gördüm. Olivia hala içeri girerken kulağıma fısıldadı. "Çok güzel olmuşsun Güliz." Hafifçe tebessüm edince içeri girdi. Herkes içeri girmişti ama biz bir tek Alpay'la göz göze gelmemiştik. Onu kıskandığım için bana kırgın olamazdı. Kadınlar ve erkekler olarak ayrı ayrı yerlere oturmuştuk. Biz yemek masasındaydık. Bu yüzden onu görebiliyordum. Bir saat ona direndikten sonra daha fazla dayanamamış ve göz göze gelmiştik. Gözlerim gözlerine değince yüzünde öyle bir ifade belirmişti ki ona gülümsememek için kendimi zor tutmuştum. Hülya'yı kendinden uzak tutması gerektiğini anlayacaktı. Yeniden önüme dönünce babamın Gilbert dede ile konuşmalarını dinlemeye başladım. Alpay'ın babası pilottu. Uçuşu olduğu için bu akşam aramızda değildi. Dedesi bu yüzden gelmiş olmalıydı. Sultan anne ile asla konuşmuyorlardı zira. Kızlar bir şeyler ikram ederken ben Olivia hala ve Sultan annenin sohbetlerine katılmaya çalışıyordum. Bir yandan da gözlerim Alpay'a kayıyordu. Başı öne eğik çoraplarına bakıyordu. Bir süre izledim ve başını kaldırınca önüme döndüm. O kadının yanağından öptüğünü gözümün önüne getirdikçe kırgınlığım yeniden körükleniyordu. Ayağa kalktığını görünce elimde olmadan ona baktım. Mutfağa girince Olivia hala koluma dokundu. "Su verebilir misin kuzum?" Ne yapmaya çalıştığını bildiğim için hemen ayağa kalktım. Mutfağa girdiğimde balkon kapısının açık olduğunu gördüm. Yavaşça balkona çıktım. Kollarını mermere yaslamış ve bir sigara yakmıştı. Geldiğimi fark edince sigarasını söndürüp çöpe attı. Bir adımla önümde durdu ve başını sağ omzuna yatırdı. "Boncuğum." "Alpay ben..." "Güzelim haklısın. Ne desen ne yapsan haklısın. Ben anlamadım ki bir anda öptü. Sen görmedin. Kavga ettik. Epey kırdım onu. Bir daha konuşmam. Vallahi konuşmam söz veriyorum." Bir adım daha attı. "Böyle bir gecede üzme beni. Kaçırma o boncukları benden. Bak kalbim çarpıyor." Bileğimden tuttu ve göğsüne yasladı. "Bak nasıl çarpıntım var. Tansiyonum mu düşüyor?" Sendeleyip elini mermere yaslayınca göğsüne vurdum. "Hiç iyi bir oyuncu değilsin yüzbaşı." Kollarımı göğsümde bağladım. "Neden hiç aramadın?" "Arasam açmayacağını bildiğim için olabilir mi gülüm? Sakinleşince konuşuruz diye düşündüm." Aslında hakkı da vardı. Üzerdim onu arasaydı. Hala da geçmiş değildi ya. Uzatmak istemiyordum daha fazla. "Söz verdin," dedim sessizce. "Bir daha yanında görmek istemiyorum." "Asla," dedi ve elini yüzüme doğru uzatacakken Olivia hala balkona girdi. "Kuzularım bölüyorum ama kalkıyoruz." Birbirimize kısa bir an baktıktan sonra Olivia halanın peşinden içeri geçtik. Herkes ayaklanmış gitmek için hazırdı. Dedesi babamın elini sıkarken annem ve Sultan anne sarılıyordu. "Tanıştığıma memnun oldum beyefendi," dedi dedesi. "Kızın bundan sonra baş tacımızdır. Bize emanettir." "İnşallah," dedi babam kapıya doğru yürürlerken. "Alpay oğlumu beğendim. Kızımı üzmeyeceğine eminim. Mevlam utandırmasın." Alpay'la göz göze gelince gözlerimi kaçırdım. "Hayırlı akşamlar." Dedesi elini kaldırıp son kez bize baktıktan sonra ilk çıkan oldu. Alpay'a baktım. Elindeki telefona bakıyordu. Ekranda Hülya'nın ismini görünce gözlerimi devirdim. Dört yüz dört gibi bir kadındı. Ne yazmıştı bilmiyordum. Sormadım zaten Alpay açmadan silmişti. Babamla annemin elini öptükten sonra bize bakıp başıyla selam verdi. "Hayırlı geceler." Çelebi ve Düldül'le birlikte evden ayrıldıklarında kapıyı kapatıp içeri döndük. Annemle babam aralarında konuşuyordu. "İyi bir aileye benziyor," dedi annem. "Delikanlı Güliz'in gözünün içine bakıyor." Yanaklarım al al olmak için hazırda bekliyor gibiydi. "Öyle öyle," dedi babam. "Biraz ani oldu ama hayırlı işleri de fazla uzatmaya gerek yok." Birlikte üst kata çıkarlarken sesli bir nefes koyverdim. Bugünlük omuzlarımdaki yük hafiflemişti. Banyodan çıkınca telefonuma on dakika önce Alpay'dan bir mesaj gelmiş olduğunu gördüm. Yüzbaşım🥀 Ön bahçedeki ağacın altındayım. Belki gelirsin de dalına konarım. Yok gelmezsen eğer pencerene konarım. Ne? Odaya tırmanmazdı değil mi? Endişeyle onu aramak için rehberime girerken yukarıdan annemin çığlığını işittim. Buyurun cenaze namazına... 🥀 Yıldıza basmayı unutmayın❤️🙈please. Oy sayımız çok düşük🥹😶🌫️ |
0% |