Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Cennet Ve Cehennem

@aysegulcee1


Şanlı bayrak gibi salınan saçlarında vatan kokusu saklı dilber...


Ey ceylan sekişli gözleri mermi gibi saplanan ahu gözlü güzel... Gelmedi mi hala kalbimin esaretinin bittiği günler?


***


🥀


Barışta ve savaşta, karada, denizde, havada her zaman ve her yerde milletime cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını aziz bilip

icabında vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim.


Orduya katılan binlerce yiğit er, Yüzbaşı Alpay öncülüğünde tören alanında hazır olda bekliyorlardı. Büyük bir kalabalığın arasında binlerce Türk bayrağı dalgalanıyordu. Çoğu ananın gözü yaşlı omuzları gururdan dimdikti.


Tufan Albay'ın ve birçok rütbeli askerin hemen arkasında beklediği Tuğgeneral Tuncer Yaylacı'nın sözlerini yüksek sesle ve gururla tekrar ederek yeminlerini etmişlerdi askerler.


Alpay Yüzbaşı, Tufan Albay'ın yanında geçiş törenini seyrediyordu. Başı dikti. Gururla askerlere bakarken aklının bir köşesi boncuk hemşireye kayıyordu. Gerçekten gelmek istememiş miydi yoksa bir işi mi çıkmıştı? Omzuna donulduğunu hissedince başını sağ tarafına çevirdi.


Karşısındaki adamı tanıyınca çatılan kaşlarını güçlükle düzeltip selam verdi ve hazır ola geçti. "Mert Albay'ım!"


"Nasılsın Alpay Yüzbaşı?" Albayın tek kaşı havadaydı. "Uzun zaman oldu görüşmeyeli." ses tonu bir hayli kinayeliydi.


"Sağolun komutanım. Allah'a hamd olsun. İyiyim."


"Allah iyilik versin," dedi Albay. Yönünü tören alanına çevirdi. "Üste her şey yolunda mı? Adada bir sorun yoktur umarım."


Yüzbaşı Albayın kimi sorduğunu biliyordu. Boğazını temizledi. "Yolunda komutanım," dedi. Geçmişte yaşanılanları anımsamaya başlamıştı. "Emanetleriniz de iyi. Bizzat timim ve ben alakadar oluyoruz. Aklınız onlarda kalmasın."


"Bilirim," dedi Albay kinayeli bir sesle. "Emanetlere sahip çıkmada üzerine yoktur." Öksürerek boğazını temizledi. "Tarih tekerrür etmesin Alpay," dedi daha ciddi bir tonlamayla. "Aynı konuyla karşı karşıya gelmeyelim. Aksi halde ne senin yüzbaşılığın kalır ne benim albaylığım."


Mert Albay son sözünü söylemiş ve hızlı adımlarla alaya doğru yürümüştü. Yüzbaşı albayın ardından bakarken gözlerini hırsla kapadı. Son sözleri bir hayli ağır gelmişti. Ne var ki üstüydü. Saygıda kusur edemezdi. Bir zamanlar şimdi ki konumunda ve gücünde olmasını sağlayan adam şimdi düşman bellemişti.


Silik anılar yavaş yavaş netleşirken kalbinde bir noktayı sızlatmıştı. Nasıl olduğunu anlamıyordu. Hayat bu adamı neden bir kez daha karşısına çıkarmıştı? "Ah boncuk," dedi fısıltıyla. "Nedir bu kalbime yaptığın eziyetin manası?"


Hırsla uzaklaşan adama bakarken dişlerini sıktı. Olmamalıydı. Boncuğun kim olduğunu bile bile hislerine yenik düşmemeliydi. Bir kez daha bu adamın kendisini ezmesine müsade etmemeliydi. Nasıl olurda kalbine söz geçiremezdi? Nasıl aynı hatayı bir kez daha yapardı? "Dön," dedi kendi kendine. "Yol yakınken dön Alpay."


Gül bülbüle ait demişti lakin Gül bülbüle ait olmamalıydı. Kalbi acıyla gümbürderken ayağını yere vurdu ve hırsla inledi. "Kahretsin!"


🥀


Bir gün sonra Karabağır Adası


Armağan merdivenlerden telaşla inerken Ayla mutfaktan çıkıyordu elinde tepsi ile. Alperen'in ihanetini kendini mutfağa vererek unutmaya çalışıyordu. Armağan'ın yüzüne bakınca kaşlarını çattı. Bir sorun vardı. "Armağan ne bu yüzünün hali?"


"Ayla," dedi Armağan. "Güliz Ada odasında yok. Dün sabahtan beri de ulaşamıyorum. En son Yüzbaşı ile denize açılacağını yazmıştı lakin bunca saata kadar yüzbaşı ile olamaz çünkü az önce Kenan'la konuştum. Yüzbaşı dün sabah Türkiye'ye gitmiş ve bir saat önce dönmüş."


"Nasıl yani?" Ayla yüzünü ekşitti. Elindeki tabakları masaya bırakıp Armağan'a döndü endişeyle. "Eee buluşmadılar o halde. Nerede peki bu kız?"


Armağan ceketini alıp kapıya doğru yürürken telefonunu çantasına koymak için uğraşıyordu. "Bilmiyorum. Gidip üsse bakacağım. En son ki olaydan sonra aklıma kötü şeyler geliyor Ayla."


"Dur, dedi Ayla. "Ben de geliyorum."


Armağan kapıyı açtığında karşısında Yüzbaşı Alpay'ı bulmayı beklemiyordu. Sivildi ve oldukça yorgun görünüyordu. "Merhaba hanımlar."


"Merhaba," dedi Armağan. Güliz'in yüzbaşı ile olmadığına emin olmuştu. "Güliz Ada için geldiysen o burada değil."


Alpay'ın bakışları kısılırken rengi karamıştı gözlerinin. O burada değil! Neredeydi peki? "Nerede boncuk?"


Ayla sinirle Armağan'ın önüne geçti. "Onu size sormak gerek yüzbaşı! Bize sizinle buluşacağını yazmıştı lakin bir gün oldu hala ortalarda yok."


Yüzbaşı dudağını ısırırken kalbimin teklediğini hissetti. Bana geleceğini yazmış dedi kendi kendine. Bana gelecekmiş. "Ben..." Elini ensesine sürttü. "Ben bekledim onu dün sabah ama gelmedi. Ben de sandım ki..."


"Gelmedi mi?" Ayla sessizce mırıldanmıştı. Armağan tepkisizce yüzbaşıya bakarken yüzü bembeyazdı. Ya başına bir şey geldiyse? Bu Allah'ın cezası yerde her an başınıza bir şey gelebilme ihtimali oldukça yüksekti zira. "Aman Allah'ım nerede peki bu kız?"


"Siz üsse gidin," dedi yüzbaşı hızla kapının önündeki arabasına doğru yürürken. "Ben onu bulunca size haber ederim."


Yüzbaşı arabasının kapısını açıp koltuğa binerken içinde fırtınalar kopuyordu. Aynı anda iki farklı duygunun içine düşmüştü bir anda. Boncuğun onunla buluşmayı düşündüğünü duyduğunda Cenneti yaşamış ortalıklarda olmadığını öğrenince de Cehenneme savrulmuştu.


Cennetle Cehennem bir arada yaşanırdı bu yerde. Bir gülersen iki ağlardın. Askeri gücün büyük bölümünü kaplayan bir ada olmasından mütevellit ağıtlar bitmezdi Karabağır'da. Şehit annelerinin gözyaşları ile ıslanan bu topraklar sanki acılarla lanetlenmişti.


Elini direksiyona vurduktan sonra gaza yüklenmişti. Tekne limanının girişinde arabasını durdurdu ve hızla kapıyı açıp arabadan indi. Hızlı attığı adımları teknelere yaklaştıkça kalbi de aynı oranda hızlanıyordu. Evde yoktu askeriyede yoktu o halde buralarda olmalıydı.


Tekneleri tek tek kontrol ederken öfkeyle ellerini saçlarından geçiriyor arada bir küfrediyordu. "Neredesin boncuk?" Dakikalar sonra neredeyse bütün tekneleri aramıştı lakin onu gören kimse yoktu. Bakmadığı iki tekne kalmıştı. Biri kendi teknesiydi. Kendi teknesinin yanındakine girdi ve telaşla her yere baktı. Kendini çaresizce güverteye atarken yüzünü acıyla buruşturdu. "Neredesin ki gül kokulu ahu dilber?"


Yüzbaşı çaresizce kendi teknesine geçerken Teğmen Kenan'ı arayıp Güliz Ada'nın kayıp olduğunu bildirdi. Üzerindeki tişörtü çıkardı ve temizi ile değiştirdi. Adayı didik didik edip onu bulacaktı. Tabii hala hayattaysa. Bu düşünce ile dişleri birbirine geçti.


🥀


Ölüm, insanın küçük kıyametidir derdi babaannem. Kıyametime mi gidiyordum? Üşüyordum. Burası buz gibiydi. Bütün kanım çekilmişti sanki. Kan kaybından mı ölüyordum?


Güçlükle sürünerek beni tıktığı yerden çıkmaya çalışmıştım lakin karnımdaki yara izin vermemişti. Karanlıktı, soğuktu ve korkutucuydu. Böyle düşünmemiştim. Ölürken bir sıcak el tutmayı hayal etmiştim hep. Seksenlerinde bir nine olarak hayat arkadaşımın dizlerinde saçları okşanarak kapayacağımı düşünmüştüm. Şimdi ise yapayalnız karanlık bir yerdeydim.


Belki de cansız bedenim denizin dibine doğru yavaşça batıyordu. "Yüzbaşı," diye mırıldandım kendi kendime. "Ben buradayım ama gelemedim sana." Ayak parmak uçlarımın giderek soğudunu hissediyordum. Susamıştım ve boğazım kupkuruydu. Bağırıyordum lakin sesim çıkmıyordu.


"Sana giden yollar dikenli tellerle çevrili bülbül komutan." Başımı yavaşça yere bıraktım. "Belki de yanlış yolda yanlış adama yürüyorum."


Ne kadar süredir buradaydım bilmiyorum. Gözlerim güçlükle aralandığında ufak pencereden sızan gün ışığını gördüm.


Aç ve susuzdum. Ağrıdan kendimden geçsemde ara ara gözlerimi açabiliyordum. Etrafıma korkuyla bakındım. Burası kiler gibiydi. En son hatırladığım beni yaralayan kişinin teknenin içinde sürüklediğiydi. Saatlerdir kimse uğramamıştı buraya. Tek umudum teknenin sahibinin gelip beni bulmasıydı.


Birinin yukarıda yürüdüğünü fark edince heyecanla bağırmak istedim lakin karnımdaki yara sızlayınca inlemekten başka bir şey dökülmemişti kavrulmuş dudaklarımdan. Ağzıma demir tadı yayılıyordu. Yarılmış olmalıydı dudaklarım. "Buradayım," dedim fısıltıyla. "Yardım edin buradayım."


Ayak sesleri uzaklaşırken panikle doğrulmaya çalıştım. Güçlükle sürünmeye başlarken elimi zemine vuruyordum. Etrafıma bakındım. Kolumu uzattım ve yerde duran ayakkabı çekeceğine ulaştım. Elimdeki metal çubuğu kapıya sertçe vurdum.


Ayak sesleri olduğum yere doğru yaklaşırken başımı yere bırakmıştım. "Şükürler olsun." İçinde bulunduğum odanın kapısı sertçe açıldı ve ardına çarptı.


"Güliz Ada!" Duyduğum sesle gözlerimi aralarken yavaşlayan nabzım yeniden hızlanmaya başlamıştı. "Aman Allah'ım Boncuk!"


Eğildi ve dizlerini yere bıraktı. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Elleri korkudan mı üşümüştü böyle? Ellerinin kokusunu içime çektim. Alnındaki saçları dağılmıştı. Aman Allah'ım can çekişirken bile bu kadar hoş görünmemeliydi. Güçlükle gülümsedim. Beni kurtarmıştı bülbül komutan. Ölmeyecektim. "Geldin," dedim. Gözlerini bir an olsun kırpmıyordu. "Buldun beni yüzbaşı."


"Kim yaptı sana bunu Güliz?" Öfkeden gözleri kıpkırmızı olmuştu. Mavi rengini göremiyordum. Kan çanağına dönmüştü.


"Hoş görünüyorsunuz yüzbaşım," dedim mırıltıyla. Gülümsedim. "İlk randevu için özenmişsiniz." Dudağı sinir bozukluğu ike kıvrıldı. Parmağımı uzatıp kıvrılan yere dokundum. Gözlerini sımsıkı kapadı. "Kalpsizsiniz bunu biliyor musunuz?"


Başını iki yana sallayıp beni kucağına alırken homurdanıyordu. "Bu iltifatlarını kendine gelince duymak isterim güzelim. Hoşuma gitti lakin şimdi değil."


Başımı göğsüne yaslarken yavaşça kokusunu içime çektim. Teninin kokusunu alıyordum bu kez. Ne parfümünü ne de losyonunu. Yalnızca kendi kokusunu... "Vakit dediğiniz nedir ki komutanım? İnsanoğlunun vakti yok gördüğünüz gibi. Yarınım yokken bana iki yıl sonrasını mı soruyorsun demiştin." Gözlerimi kapatıp açtım. "Haklıydın."


Dudağını acıyla dişlerken gözlerime bakmadan konuştu. "Yarınımız yok Boncuk," dedi ciddiyetle. "Lanet olsun seni devamlı böyle bulmak çok boktan bir iş!"


"Alışkın olmalısınız yüzbaşım. İşiniz bu değil mi? Hayat kurtarmak."


Sinirle inlediğini işittim. Elimin altındaki bedeni öfke ile kasılmıştı. "Seni değil," dedi bağırarak. Yattan çıkmıştık. Gün ışığı gözlerimi acıtınca kapanmıştı göz kapaklarım. "Kurtardığım senin hayatın olmasın bir daha Boncuk!"


Sesi giderek uzaklaşırken karşı koyamadığım bir uykuya çekiliyordum. "Uyuma sakın," dedi nefes nefese." İçinde tişörtünün kumaşı olan avuçlarımın gevşediğini hissettim. "Dayan Boncuk benim için dayan. Aç gözlerini ve bana yine nazlı nazlı bak."


Bedenimi yumuşak bir yere bıraktı ve elini yanağıma sürttü. "Bana geldin," dedi. "Sen bana geldin Boncuk." Bir şeyler söylemek istedim lakin dudaklarımı oynatamadım. Kapıyı sertçe kapattıktan sonra arabasının çalıştığını işittim. Bir yandan da benimle konuşmaya çalışıyordu. "Affet beni, ne olur affet! Ben bencil adamın tekiyim."


Gözlerimi aralayıp dudaklarımı oynatmayı başarmıştım. Bedenime hükmetmeye çalışan uykuya direniyordum. "Sen... Sen güzel bir adamsın yüzbaşı!"


"Sus," dedi dişlerinin arasından. "Sus ki çekip kafama sıkmayayım Boncuk." Elini direksiyona sertçe vurdu. "Sana bunu kim yaptıysa bulup nefesini keseceğim."


🥀


Kendime geldiğimde hastane odasındaydım. Başımda Ayla vardı. Gözleri kıpkırmızıydı muhtemelen çok ağlamıştı. Neler olduğunu sorup durmuşlardı lakin silik görüntüler dışında bir şey hatırlamıyordum.


İfademi almak için askerler gelip gitmişti. Armağan elinde iki tane kahve bardağıyla odaya girdiğinde uyandığımı gördü ve genişçe gülümsedi. "Günaydın gazi hanım."


Gözlerimi devirdim. Teğmen Kenan buradaydı ama yüzbaşıyı görememiştim. Beni bulduğunu hatırlıyordum ondan sonrası karanlıktı. Epey kan kaybettiğim içinde bir ünite kan takılıydı. "Armağan," dedim sessizce. Elimdeki kahveyi Ayla'ya uzatıp yanıma oturdu. "Yüzbaşı," dedim. Elimdeki yorganı sıkıyordum. "Onu gördün mü hiç?"


"Buradaydı," dedi. "Kenan'la birlikte az evvel üsse gittiler. 29 Ekim için limanda tören hazırlanıyormuş."


"Öyle mi?" dedim sessizce. Hala biraz ağrım vardı.


"Güliz Ada," dedi Armağan. Sesi epey tedirgindi. "Önce şu mahkum şimdi bu saldırı... Bilmediğimiz bir şey yok değil mi?"


Sesli bir nefes koyverdim. Ayla'da merakla vereceğim cevabı bekliyordu. "Ne olabilir Armağan? Kimin ne derdi olsun benimle? Belli ki tesadüf."


"Gasp desem ne parana ne de çantana dokunmuşlar." Armağan haklıydı lakin ne olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. "Bak bir şey saklıyorsan eğer..."


Başımı yastığa sertçe bıraktım. "Bilmiyorum Armağan! Üzerime gelme. Bilmiyorum tamam mı?"


Armağan hızla yanımdan kalktı ve pencerenin önüne geçti. Canı epey sıkılmıştı. Haksız da sayılmazdı. Bu saldırının gelen notlarla bir bağlantısı olabilirdi. Bunu gizlemekle hata mı yapıyordum bilmiyorum. Amcam duyarsa beni onlardan ayırırdı. Buna emindim.


"Tamam," dedi Ayla sakince. "Askerler ifadeni aldı. Gereken neyse onlar yapar zaten. Sadece artık yalnız kalmasan iyi olacak boncuğum."


Başımı yavaşça sallamakla yetindim. "Uykum var," dedim. Ağrı kesiciler ve serumlar uykumu getirmişti. "Uyuyacağım. Siz de dinlenin ben iyiyim."


Ayla ayağa kalkarken Armağan koltuğa yayılmıştı. "Uyu sen. Ben de burada uyuyacağım."


"Ben bahçedeyim." Ayla odadan çıkınca sağ tarafıma dönüp ellerimi başımın altına koydum. Çok geçmeden içimin geçtiğini hissetmiştim.


🥀


Uyandığımda odada yalnızdım. Gece lambası açık ve Armağan'ın uzandığı koltuk boştu. Serumu çıkarmışlardı. Hastanedeki üçüncü günümdü bugün. Dikiş yerim daha az acıyordu artık.


Üzerimde uğur böcekli pijama vardı. Bu Armağan'ın en sevdiği pijamasıydı. Güldüm. Bunu giydirip kıydığına göre benim için gerçekten çok endişe etmiş olmalıydı. Komodinin üzerinde not vardı. Kalbim çarparak elime aldığımda notu Armağan'ın yazdığını gördüm.


Derin bir nefes alırken ayağa kalktım. Kafeteryada olduklarını yazmıştı. Saat sabahın beşiydi ve gökyüzü alacalıydı. Buraya geldiğimden beri yüzbaşıyı görmemiştim. Kenan ve Çelebi ziyaretime gelmişti lakin o yoktu. Bilerek gelmiyordu biliyordum. Başıma gelenden kendini suçluyor olmalıydı. Aklım onda kalmıştı. Kim bilir ne haldeydi?


Çantama ve telefonuma bakındım ama odada değillerdi. Kapıya doğru yürümeye çalışırken pencereye bir şey çarpmıştı. Bir taş...


Perdeyi sıyırdım. Elleri kotunun cebinde bana bakan adamı görünce gülümsememe engel olamamıştım. Üzerinde siyah bir tişört vardı. Bu saatte neden buradaydı? Elimi açıp burada ne yaptığını sormaya çalıştım. Pencereye doğru yaklaştı. Kaldığım servis giriş kattaydı. Pencereyi açtım. Ilık hava tenimi hafifçe okşamıştı. "Yüzbaşı?"


"Boncuk?" İkimiz de güldük. "İyi misin?"


"Neden aramak yerine pencereme dayandığınızı sorabilir miyim?"


Elini cebine yerleştirip genişçe gülümsedi. "Aradım ama açmadın."


"Telefonum burada değil galiba."


"Ben de öyle tahmin ettim," dedi. "Uyuyorsundur diye de içeri gelmedim. Saatlerdir orada oturuyorum." Arkasındaki bankı işaret etti. "Kızların odada olmadığını biliyordum. Sonra gölgeni görünce..."


"Anladım," dedim dudaklarımı birbirine bastırırken. "Bir haber var mı yani bana bunu yapanlar..."


"Hayır," dedi. "Ama ben de araştıracağım Boncuk. Üsteki cezaevindeki tüm personel sorgulanacak."


"Amcamın haberi olmasın yüzbaşım," dedim. "Duyarsa beni burada durdurmaz."


Yavaşça yutkundu ve saçlarını gergin parmakları ile karıştırdı. "Belki de duymalı boncuk." Yüzüme uzunca baktı. "Belki de doğrusu bu."


Gitmemi mi istiyordu? "Gitmek sorun değil. Kızlardan ayrılamam yüzbaşı."


Başını ayaklarına çevirdi ve yüzüme baktı hüzünle. Neden öyle bakıyorsun be adam? Ne istiyorsun ben bilmiyorum. Ne düşündüğünü anlayamıyordum. "Pekala," dedi. "Şimdilik haberi olmayacak." Etrafına bakındı. "Birkaç saatiliğine seni kaçırabilir miyim?"


Yüzünde muzip bir ifade belirdi. "Şimdi mi?" Dudağımı endişe ile ısırdım. "İzin verirler mi?"


Elini uzatınca kaşlarım çatıldı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, "Gizli," dedi. "Hadi atla."


"Yaram var," dedim kıkırdayarak. Cidden bunu neden yaptığımızı bilmiyordum. Başı derde girebilirdi. "Atlayamam. Hem macera aramayın lütfen."


"Kucağıma," dedi sırıtarak. Allah'ım bu adamın benim canıma kastı vardı. "Atlayacaksın Boncuk."


"Ha?" Beklentiyle bakıyordu yüzüme. "Şey ben..."


Elimden yakaladığında kendimi bir anda kucağında buldum. Birkaç saniye yüzüne baktım ve gülmeye başladım. "Şimdi," dedi sessizce. Kulağıma temas ediyordu dudakları. "O etmeye çalıştığın iltifatları duymak istiyorum."


🥀


Yıldıza basmayı unutma🤧🙈

Nasıl gidiyor hikayemiz? 

Umarım beğenmişsinizdir🙈🖤


Diğer kurgularıma da bakmayı unutmayın❤️‍🔥


Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize dikkat edin🥀


Aysegulcee1

Loading...
0%