@aysegulcee1
|
Ben feleğe neylemişim aman... 🥀 Cehennem sanırdım burayı görmeden önce gözlerindeki cennet baharını. Gemiye bindiğimiz andan beri endişeyle etrafıma bakınıp duruyordum. İçimde tuhaf bir his vardı ve bu his kalbimin de ritmini bozuyordu. Korkuydu belki de hissettiğim. Başımıza neyin geleceğini bilmiyor olmanın verdiği bir korku. Geminin içinde epey asker vardı. Armağan etrafına baktıkça kıkırdayıp durduğu için onu yavaşça dürttüm. "Armağan kendine gel." Onunla bu gemiye binmek çölü geçmekten farksızdı. "Vay be!" Hangisine bakacağına şaşırmış gibiydi. "Kızlar bu nasıl ceza? Biz cennete mi düştük? Burası erkek kaynıyor be!" Bize bakan askerlere bakmamaya çalışarak ona döndüm. Çapkın bir kişiliğe sahipti Armağan. Bu onunla ters düştüğümüz bir huyuydu. Mutlu oluşuna şaşırmıyordum. "Bakma Armağan," dedim kaşlarımı çatarak. Onlarca askerin arasında yürürken onlara gülmememiz gerektiğini biliyordum. Zira bakışları pekte masum değildi. İlk kez kadın gördüklerini düşünmeye başlamıştım. Yürüyüşümüz nihayet son bulduğunda bize doğru yaklaşan bir asker gördüm. Oldukça uzun boylu bir adamdı. Buradaki çoğu asker gibi. Tam önümüzde durunca bakışları bende sabitlendi. "Mert Albay'ımın yeğeni siz misiniz?" Başımı usulca salladım. Elini yavaşça bana doğru uzattı. "Ben Teğmen Kenan. Yolculuk boyunca sizden sorumluyum. Komutanların kaldığı koğuşta misafir edeceğiz sizi hanımlar." Gülümsedi. Uzattığı elini tutmadığım için mahcup bir ifade ile geri çekti. "Buyurun," dedi ileriyi işaret ederken. "Kalacağınız odaya geçelim." Teğmen önden yürürken sessizce takip ettik. Gemi oldukça büyük olmalıydı. Merdivenlerden üst kata çıktıktan sonra sola döndük. Kapıların üzerinde yazan isimleri okuyarak yürümeye devam ettim. Binbaşı Turgut Çakmak🇹🇷 Yüzbaşı Alpay Bayraktar🇹🇷 Yüzbaşı Mücahit Sarı🇹🇷Üsteğmen Kenan Kocabay🇹🇷 Teğmen Fahri Demir🇹🇷 Asteğmen Tarık Bulut🇹🇷 İsimler böyle artarak devam ediyordu. Koridorun her iki tarafında kapılar vardı. Teğmen Kenan, kendi isminin yazılı olduğu odayla Yüzbaşı Alpay Bayraktar yazan odanın ortasındaki isimsiz kapının önünde durdu. "Buyurun bacım. Bir ihtiyacınız olduğunda bana ya da Yüzbaşı Alpay'a ulaşabilirsiniz. Odalarda telsizler var." Kilidi çevirdi ve kapıyı yavaşça açtı. "Üstteki düğmeye basmanız yeterli." İçeri girdiğimizde omuzlarımın üzerinden Armağan'a baktım. Teğmen'e gülerek bir şeyler anlatıyordu. "Armağan," dedim dişlerimin arasından. İlk kez gördüğü bir adama böyle sergilememeliydi gülüşünü. "Hoşça kalın teğmenim. Teşekkür ederiz." Adam kalın kaşlarını kaldırıp başıyla selam verdikten sonra uzaklaştı. Armağan kaşları çatık odaya girince ona kınayarak baktım. "Güliz Ada şimdiden söyle adayı bana dar edeceksen!" "Armağan," dedim. "Burası çapkınlık yaptığın Beyoğlu meydanı değil. Lütfen içinde bulunduğumuz ortamın ciddiyetinin farkına var." Elimi belime koydum bir anne edasıyla. "Odalardaki isimleri görmedin mi? Komutanların koğuşundayız. Sesini kontrol et lütfen!" Asker selamı verdi öfkeyle. "Emredersin Komutanım." 🥀 Gemi hareket ettikten sonra dinlenmek için uzanmıştık. Kaç dakika olmuştu bilmiyordum bildiğim tek şey yatmaktan çok sıkılmış olduğumdu. Hava almak için dışarı çıkmayı düşünüyordum. Bu sorun teşkil eder miydi emin değildim. Neticede gemide çok asker vardı ve bir başımıza dolaşmamız gerçekten tehlikeli olabilirdi lakin kimseye görünmeden dolaşmakta bir sakınca görmüyordum. Kızlara baktım. İkisi de mışıl mışıl uyuyordu. Uzandım ve Ayla'nın üzerini örttüm. Akşam yemeğine on dakika vardı. Sıkıştığımı hissedince ayağa kalkıp telsizi elime aldım ve söylediği düğmeye bastım. "Teğmen Kenan." Nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyordum. "Orada mısınız?" Cızırtı sesinden başka bir şey duymuyordum. Telsizi yerine koyduktan sonra yavaşça odadan çıktım. Koridor boştu. Neyse ki lavaboya kadar gidip gelmem bir sorun teşkil etmeyecekti. Merdivenlerden alt kata inerken dört askerle karşılaştım. Başlarıyla selam verdikten sonra yüzlerini yere eğdiler. "Limana az kaldı zaten Çavuş," dedi askerlerden biri. "Duracağız oğlum. Biraz serinleyelim! Amma naz yaptınız ha. Sanki ilk kez denize atlayacağız." "Bu kez yüzbaşım, bülbülüm bizi orada bırakır Çelebi. Korkarım tabii. Yine ateş üzerinde şınav mı çekelim?" Muhabbetlerini dinlerken kaşlarım çatıldı. Ateş üzerinde şınav çekmek mi? İlginç... Elini arkadaşının kafasına vurdu. "Yok bu kez buz üzerinde çektirir." Hep birlikte gülüşerek gözden kayboldular. İşimi hallettikten sonra boş olduğunu gördüğüm yerlerde dolaşmaya başladım. Biraz gezmenin bir zararı olacağını sanmıyordum. Merdivenlerden çıktıktan sonra kendimi güvertede buldum. Hava kararmış ve ılık bir esinti başlamıştı. Eylül başı olduğu için sıcaklıklar devam ediyordu. Duyduğum seslere doğru başımı usulca çevirdim. Onlardı. Gülüşerek denize atlıyorlardı. Gemi hızını yavaşlatmıştı. Nasıl bu kadar hızlı yüzüyorlardı anlamıyorum. Onları hayretle izlemeye başladım. Beni görmeyeceklerini düşündüğüm bir yere geçip sırtımı demir korkuluklara yaslayıp denizi izlemeye başladım. Sohbetlerini işittikçe gülüyordum. Ne kadar hayat doluydular. Hem de böylesine zor bir görev icra ederken. Hareket halindeki gemiden atladıkları için kafayı sıyırmış olduklarını düşündüm. Sonra onların özel kuvvet olduğunu hatırlayınca gülümsedim. Hafifçe dönüp onları izlemeye başladım. Diğerlerine göre kısa olan asker arkadaşının omzuna binmişti. Elimde olmadan kıkırdadım. "Lan lan lan!" İsyan ederek arkadaşının omzunda denize düşen askere bakıp güldüm. Suyun içinde söylenmeye etmeye devam ediyordu. "Anam çok soğuk la!" Titreyen askere bakıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Güzel eğleniyorlardı. "Mabatım dondu Şerafettin!" Adı Şerafettin miydi? Önüme döndüm yavaşça. Sesleri gelmeye devam ediyordu. "Beter ol gerzek!" Güvertedeki askerlerden biri daha bağırdı. "Çekilin oğlum kenara. Ben geliyorum." "Kaçın oğlum uçan inek geliyor." "İnek senin akrabandır Düldül!" Güldüm istemsiz. Çok sevimlilerdi. Sesimin fazla çıkışı elimi dudaklarıma bastırmama sebep olmuştu. Daha rahat gülmek için birkaç adım geri çekildiğimde sırtımı sert bir şeye çarptım. "Burada böyle şakıyamazsınız hemşire hanım!" Yakınımdan gelen sesle olduğum yerde sıçrayarak ufak bir çığlık attım. Çarptığım o şey bir adamdı ve en önemlisi üzerinde askeri üniforma vardı. Hemen yanında yine asker kıyafetli bir kadın duruyordu. Bana baktıktan sonra adama dönüp hafifçe güldü. "Komutanım güzelmiş." Kadına gözlerim iri iri bakarken gemi büyük bir gürültü ile durunca sert bir şekilde sarsıldım ve korkulukları tutamadan tepe taklak oldum. Parmaklarım demirlerden kayarken bu kez oldukça büyük bir çığlık koptu dudaklarımdan. "Ay komutanım maşallah demedim ya ben." "İyi halt ettin!" Aşağıya düşerken ettiği küfür kalmıştı kulaklarımda. "Hay ben böyle işin Süheyla!" Sert bir şekilde suya girdiğimde sanki etime aynı anda binlerce iğneyi batırmışlardı. Kahretsin çok canım yanıyordu. Can havliyle başımı sudan çıkardım ama yeniden içine çekildim. Yüzme bilmiyordum ki ben. Bir bu eksikti. Bir kez daha can havliyle yüzeye çıktığımda çarptığım o iki askerin suya atladığını gördüm. Kadın olan bana ulaşana kadar epey su yutmuştum. Omuzlarımdan kavrayan eller başımı hızla sudan çıkarmıştı. Öğürerek nefes almaya çalışırken kadın ıslanan kaküllerinin altından bana endişeyle bakıyordu. "İyi misin canım?" Güçlükle kollarına tutunurken başımı salladım nefes nefese. Korkudan kollarına çaresizce tutundum. Düşmenin etkisiyle başım dönüyor ve midem bulanıyordu. Gözlerimin iri iri olduğuna emindim. "İyi misin?" Korkuyla kadının arkasında bana bakan adamın yüzüne bakarken elimi suya vurdum. "Bir de soruyorsunuz? Sizin yüzünüzden düştüm!" Dudakları kıvrılacakken ciddileşti hızla. "Korkacağını düşünmedim özür dilerim. Gemide aniden durunca fazla kenardaydın..." "Susun lütfen," dedim parmağımı dudaklarıma bastırırken. Kadın askerin yüzüne öfkeyle baktım. "Çıkarın beni sudan!" Hafifçe güldü. Genzim tuzlu su yüzünden cayır cayır yanıyordu. Başını hafifçe salladı ve bir elini tedirgince belime yerleştirdi. Boşta olan eliyle yüzmeye çalışıyordu. Omuzlarımın üzerinden çarptığım adama baktım. Peşimizden yüzerken gülüyordu. Asker tıraşına göre saçları hafif uzundu. Sarışın ve mavi gözlüydü. Onu izlediğimi fark edince gözlerimi kaçırıp başımı çevirdim. Merdivene gelince sıkıca tutundum. Adı Süheyla olan asker kenara çekilirken adam, sudaki askerlere bağırdı. "Başını kaldıranı adaya kadar yüzdürürüm." Hepsi hayretle bize bakarken selam verdiler. "Emredersiniz komutanım!" Bana döndü ve tırmanmam için çenesiyle işaret etti. "Hayatımda ilk kez başıma böyle bir şey geliyor," diye mırıldandı. "Her şeyin bir ilki vardır derlerdi." Kaba adam. Onun yüzünden düşmüştüm bir de ceza ben oluyordum. Merdivenden tırmanırken hemen peşimden onlar da çıktı sudan. Omuzlarımın üzerinden dönüp baktım. Başını yana çevirmiş bir halde tırmanıyordu. Çıkana kadar bir kez olsun bana bakmamıştı. Hemen arkasında kadın asker vardı. Güverteye ulaştığımızda korkulukların üzerindeki ceketini aldı ve bana uzattı. "Giy şunu!" Ceketi aldım ve hızlıca giydim. Barut kokusu ve parfümü birbirine karışmıştı. "Bir daha yalnız başınıza güverteye çıkmayın." Kadın dudaklarını birbirine bastırırken kaşlarımı çattım. Epey eğleniyordu. Başımı usulca sallarken dudakları muzipçe kıvrıldı. "Ve askerlerimi bu şekilde izlemeniz..." Kalemle çizilmiş gibi düzgün sınırları olan dudakları bir kez daha aralandı. "Çok ayıp!" Gözlerim sözlerine karşın büyürken yanaklarım utançla kızarmıştı. Gözlerimi kaçırdım. "Ben onları izlemiyordum ki." Bana doğru bir adım daha attı. Aramızdaki bu can sıkıcı bakışma uzayıp gidecek gibiyken, "Şimdi odanıza gidin lütfen," dedi tok bir sesle. Başımı sallayıp arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Kalbim yaşadığım korku ve utançla oldukça hızlı atıyordu. Bacaklarım birbirine dolanıyor nefesim ciğerlerime yetmiyordu. Hem düşmeme sebep olup hem de kızıyordu. Bu adamdan uzak durmam gerektiğini aklımın bir köşesine not ettim. Dengesizdi belli ki... "Çıkın lan sudan!" diye bağırdı askerlere. "Üsse dönünce hatırladın geçmişinize birer hatim bağışlayacağım." Allah'ım hem suçlu hem güçlü... Neden yaptım bilmiyorum. Bir kez daha ona doğru döndüğümde gördüklerim yüzünden kirpiklerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Üzerindeki ıslak kıyafeti çıkarmış onunla saçlarını kuruluyordu. Sağ kürek kemiğinde, gül dalının üzerinde öten bir kuşun dövmesi vardı. Bülbül... Onu izlediğimi hissetmiş gibi kafasını çevirdi ve omuzlarının üzerinden bana baktı. Gözlerimi künyesinden çektim ve hızla arkamı döndüm. Sarsak adımlarla uzaklaşırken gözlerimi sıkıp kendi kendime homurdandım. "Aptal!" 🥀 Bölüm nasıldı? Yıldıza basmayı unutmayın💕 Umarım sevmişsinizdir🇹🇷 Birlikte okumak istediğiniz kişileri buraya etiketleyebilirsiniz💕 @aysegulcee1 beni takip edebilirsiniz🫠 |
0% |