@aysegulcee1
|
"Beni çok seviyordu. Ona bundan başka bir yol bırakmadım." "Allah'ın huzurunda söz vermiştim. Ecel vaktine dek o benim ben onundum." 🥀 Alpay Bayraktar Kollarımın arasında küçücük kalışına bile tav oluyor onu fırsatını bulduğum her yerde öpüp kucaklamak istiyordum. Hayatım boyunca eğitim, ders, görev ve silahtan başka uğraşım olmamıştı. Flört nedir bilmemiştim. Nilay'la nişanlandığım vakte kadar varım yoğum mesleğim olmuştu. Onunla bile doğru düzgün bir araya gelemezdim. Ben adada o Türkiye'deydi. Şimdi ise hissettiklerimi bir kalıba koyamıyordum. Bambaşkaydı işte ötesi yok. Kalbimin yarısı davama, vatanıma diğer yarısıysa aklımın her ücrasını işgal eden kadına aitti. Onu gördüğümden beri ne bir adım geri ne bir adım ileri gidebiliyordum. Küçük bir çocuğun annesine sığınması gibi sığınmıştı sineme. İşin kötüsü o bana dokundukça artan kalp atışlarımın sesini de işitiyordu. Üstelik şu an oldukça zor durumdaydım çünkü Boncuğumun karnı pek hassas yere temas ediyordu. Kontrol etmeye çalıştıkça yoldan çıkan hormonlarıma söylenip duruyordum. Fark etmemesi için gösterdiğim çaba yüzünden kan ter içinde kalmıştım. "Güzelim," dedim sessizce. İstesemde sesim bu ufak kadının yanında kuvvetli çıkmıyordu. Askerlerime kükrerken boncuğun yanında miyavlayıp duruyordum. "Biraz daha kendini bana bastırırsan otuz yılın patlaması yaşanacak." Yüzünü kaldırınca muzipçe sırıttım. "Hem de düğünden önce." Anlamadı önce. Yüzüme küçük bir kız çocuğu gibi bakmıyor mu bir de. O anlarda yüzünü ellerime alıp dudaklarını kızartana dek öpmek istiyordum. Bakışları işaretimle belden aşağıma inince gözleri büyüdü. "Alpay!" Adımı zikretişine kurban olduğumun gül kokulusu. Ne güzel de Alpay diyordu. "Söyle sultanım." Kıpkırmızı oluyordu hemencecik yanakları. Kırmızı bir elma gibiydi. Bir kere ısırsam acıtır mıydım canını çok? "Her sözün bana şiir sevdam." "Çok edepsizsin. Kudurdun mu ya? Ne bu hal?" Arkasını dönüp nazlı nazlı yürümeye başlayınca peşinden koştum. "Kudurtan sağolsun. Hırsızın hiç suçu yok mu gülüm?" Elini havaya kaldırıp homurdandı. "Bir de dalga geçiyorsun yüzbaşı!" Üzerindeki triko elbise kalçalarını ortaya çıkarmıştı. Yürüdükçe beni ne hale soktuğunu bir bilseydi. "Amman güzelim yavaş yürü!" "Karanlığa kalacağız senin yüzünden." "Fena mı oldu? Baş başa vakit geçiriyoruz işte. Bana kalsa köye falan dönmem ilk uçakla İngiltere'ye uçarım." Ona yetişip incecik belinden yakalayıp kucağıma aldım. Kolları hemen boynuma dolanmıştı. "Diyorum ki düğünü falan boşverip balayına çıkalım." Gözlerime bakarken ilk kez yakaladığım o duygu sertçe yutkunmama sebep olmuştu. O da mı istiyordu? "Olur," dedi beni şaşırtacak bir ses tonuyla. "Beklemek istemiyorum." Sözleriyle genişçe güldüm. Kucağımda onla etrafımda dönerken çığlık atmaya başladı. "İşte benim boncuğum!" "Alpay dur yine düşeceğiz!" "Durmak yok boncuk. Durmak yok." Kucağımdan indirmeden koşmaya başlayınca yüzünü göğsüme gömdü. "Alpay seni öldüreceğim." Kahkaha attım. "Senin için atan kalbimi durdurmaya kıyabilir misin?" Ben böyle söyleyince başını bir anda kaldırdı. Adımlarımı yavaşlatmıştım. "Neden öyle söyledin ki şimdi?" Eğildim ve benim için dolan gözlerinden öptüm. Elini göğsüme koydu yavaşça. "Durmasın. Sakın durmasın benim için atan o kocaman yüreğin bir tanem." Kucağımdan indirmeden pozisyonunu değiştirince gözlerimin içine şaşkınlıkla baktı. Ağaca yaslayıp bacaklarının arasına yerleştiğimde ise yüzü kaskatı kesildi. Benim ürkek kekliğim. Bacaklarını belime sardım. "Ne zaman durur bilmem yavrum ama attığı sürece yalnız sana rezerve." Burnundan öpüp çekilince gülümsedi. "Ömürlük rezervasyon." Beklemediğim bir anda parmaklarını boynuma geçirip beni kendine çekti ve sıcacık lokum kıvamındaki dudaklarını dudaklarıma dokundurdu. Arada bir gelen cesareti beni mahvediyordu. Beni öldürüyordu beni bitiriyordu. Öpüşü beni kontrolden çıkartırken ellerim bedeninin en hassas yerlerini keşfe çıkmıştı. Öperken gözlerini hiç açmamıştı. Bense dokunuşlarımla aldığı keyifi seyrediyordum. Dudaklarımızın temasını kesmeden gözlerini aralayınca onu izlediğimi gördü ve benden ayrılarak yüzünü göğsüme sakladı. Ne de güzel utanıyordu. "Boncuk," dedim. Ona aklımdakini söyleyecektim. "Babanla konuştuk güzelim. Düğün için salon tuttum. Sakin mütevazi bir tören olacak. Formalite bir nikahta orada kıyılacak. İngiltere'den gelenler olacak ama dert etme." Alnından öptüm. Evleri ufaktı ve bunu kendine dert ettiğini biliyordum. "Misafirler için yer ayarladım." Ne diyeceğini bilemez bir halde gözlerime bakarken eğildim ve bir öpücük çaldım kızaran elmacıklarından. Birkaç gün daha beklemem gerekecekti ama her dakikasına değeceğini biliyordum. "Bakma bana öyle. Balayına gittiğimizde kimsenin bizi rahatsız etmesini istemiyorum. Bu yüzden bir an evvel düğün kına ne varsa yapıp seni kaçıracağım." "Alpay ne diyeceğimi bilemiyorum. Peki ya gelinlik?" Onu halam halletmişti. Eve birkaç parça gelecekti ve aralarından beğeneceğine emindim. "Onu da hallettim," deyince elini dudaklarına bastırdı. Gülerek başını ayaklarına eğince dudaklarının kıvrıldığını gördüm. Gülüyordu ya mutluydu ya bundan büyük bir armağan yoktu. Onu ne zaman görsem gönlümde bir yanık bir türkü tütüyordu. Şu an da olduğu gibi. "Düşerim ayağına da sarhoş oldum balından." Başını omzuna yaslayıp nazlı nazlı baktı. Benim nazlı gelinim. Bir boncuk bakıştı benim esaretim. Bir kere baktı ve kalbime dikenli kelepçeyi taktı. "İster öldür ister sev de vallah billah seninim." Kollarını belime dolayıp yüzünü göğsüme yaslayınca sımsıkı sardım. Tamamı kollarıma sığıyordu ya koca dünyayı kucaklıyordum sanki. Köye girmeden önce önümüze bir dere çıkmıştı. Dereyi görünce küçük bir çocuk gibi kollarımın arasından fırladı ve elbisesinin eteklerini toplayıp suya girdi. "Ay buz gibi!" Kollarımı göğsümde bağlayıp başımı iki yana salladım. "Düğünden önce hastalanmaksa amacın ben buna müsade etmem boncuk. Çık hemen şu sudan." "Alpay bu dere çocukluğumdan beri akar durur. Hala kurumamış." Zıplayarak etrafında dönmeye başlayınca kendimi tutamayıp kahkaha attım. Zıpladıkça bacakları açılıyordu. Etrafta kimse var mı diye bakındım lakin kimsecikler yoktu. "Yavrum daha sıcak bir günde gelsek. Biri görür seni şöyle yapma." Eğildi ve eline aldığı suyu suratıma attı. Suyun soğukluğu yüzünden kalakaldım. Gülerek yüzüme bakarken ikinciyi atmak için eğildi. "Sakın!" "Bir kere daha. Bu son söz." "Boncuk hayır!" En sevmediğim şey yüzüme su çarpılmasıydı. "Sakın." Bir kere daha su çarpınca yüzüme üzerine doğru atıldım. Kaçmaya çalışınca belinden yakaladım sudan çıkardım. Elime doldurduğum suyu yüzüne atınca kahkaha attı. "Hava soğuk olmasa ben sana yapacağımı bilirdim boncuk. Dua et kıyamıyorum." Islak kirpiklerinin altından bakıp ayağa kalkınca izledim öylece. Elimdeki ceketini omularına örttüm. "Benim sende gördüğümü bir başkası göremez boncuk." Bana tepki olarak güldükten sonra yeniden dereye yöneldi. Bu kez omzuma atıp köye doğru yürümeye başladım. "Alpay köye böyle mi gireceğiz? Ayıp! Lütfen indir beni." Evlerine doğru yürürken kapılarının önünde oturan genç kızlar oyun oynayan çocuklar ve ve kadınlar bizi görüp hem şaşırıyor hem de gülüşüyorlardı. "Hangi kızlardı yavrum evin önünden geçip duran?" Elini kalçama vurunca gözlerim büyüdü. "Şu sana imrenerek bakıp duranlar mı?" "Alpay rezil oldum. Aşk olsun. Kim bilir neler diyecekler?" "Kimse geçmez artık boncuk evinin önünden. Dünyasını sırtlamış gidiyor adam derler elbette." "İndir artık eve yaklaştık." Omzumdan indirdim. Amcası ile uğraşmak istemiyordum çünkü. Her an birbirimize saldıracak gibi duruyorduk iki gündür. Düğün öncesi keyfim kaçsın istemiyordum. Evin önüne geldiğimizde bizimkilerin bahçedeki masada oturduklarını gördüm. Onları en son ilçede bir otele bırakmıştım. Masanın üzeri yemeklerle donatılmıştı ve hepsinin omuzlarında birer şal vardı. Halam bizi görünce gülerek el salladı. Boncuk bana tebessümle bakınca elini tuttum ve emin adımlarla ailemizin yanına yürüdüm. "Hoş geldiniz çocuklar," dedi annesi. "Hemen oturun yavrum." Amcasını göremiyordum. Açıkçası yemekte olmaması pek işime gelmişti. Ellerimizi yıkamak için eve girdiğimizde önüme geçip koluma sarıldı. "Amcama karşı saygını bozmadığın için sana çok teşekkür ederim bir tanem." Yanağını okşadım tebessümle. "Senin kanından olan kimseye yapmam saygısızlık boncuk. Hem amcan bir zamanlar komutanımdı. Üzerimdeki emeği gözardı edilemeyecek kadar büyük." Elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. Kalbimdeki bülbül kıpırdanmaya başlamıştı yine. "Elimizi yıkayalım boncuk." Bu kadın insanda sabır falan bırakmıyordu. Merdivenlerden çıkarken dayanamayıp kalçasına vurdum. Şimdi ödeşmiştik. Seke seke benden kaçan nazlı gelinime bakarken genişçe güldüm. "Yavrum vallahi öldüm sana..." 😬 🥀 Bahçeye kurulan upuzun sofranın üzerindeki yemeklere bakınca ne kadar aç olduğumu hissettim. Güliz Ada'yı odasına bıraktıktan sonra aşağıya indiğimde kalabalığın biraz daha artmış olduğunu gördüm. Herkesin bakışları üzerime çevrilince ilk kez elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemez bir hale gelmiştim. Utanıyor muydum ben? Neyse boncuk için buna da katlanırdım. Halam yanındaki sandalyeyi çekip eliyle işaret edince çekip oturdum. Kulağıma doğru yavaşça eğildi. "Damat görmesi yemeğiymiş," deyince terlemeye başladım. "Eee aslanımızı görsünler bakalım." "Hala yapma Allah aşkına. Zaten gerilmeye başladım. O söylediğindeki görmenin mecazi olması gerekmiyor mu?" Bana bakan insanlara dönüp halama baktım yeniden. "Eee bunlar dümdüz bakıyor bana." Halam elimin üzerini sıkıp önüne dönünce cebimdeki telefonu çıkardım. Dikkatimi dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Kenan'a mesaj attım. İş dışında ayrı olduğumuz zamanlarda ona ne yapıyorsun diye bir mesaj atmam görülmüş değildi. ***Kenan Hayırdır gardaşım? ***Ne hayırdır oğlum? Napıyorsun diyorum işte. ***Kenan Haa! Ne biliyim yahu. Alışmadık mabatta don durmuyor. Koğuşları dolanıyorum. Sen de durumlar ne? ***Sanırım nişan için kutlama yemeği veriliyor. Görücüye çıktım galiba. Çok fena utanıyorum devrem. ***Kenan :) Beter ol! ***Sen uslanmaz bir kancıksın! Başımı telefondan kaldırdığımda boncuğumun yanıma oturduğunu gördüm. Bir an için hiç yanıma gelmeyecek sanıyordum. "Yavrum nerede kaldın?" Onun da bakışları bizi izleyen misafirlere kaydı. "Kendimi çıplak gibi hissediyorum. Niye beni izliyorlar?" Elini dudaklarına yaslayıp sessizce güldü. "Dördü teyzem, diğer üçü yengem ve ağacın altındakilerde dayılarım." Beş tane dayısı mı vardı?"Adettendir," dedi bana doğru eğilip. "Nişan aile arasında olduğu için kutlama yemeği gibi bir şey sayılıyor. Damat görmesi." Öyle de keyif alıyordu ki olduğum durumdan. Yemek faslı başlayınca neyse ki bakışlardan kurtulmuştum. Herkesin yeni odağı şimdi masadaki yemekler olmuştu. Dedem baş köşede oturmuş herkese ciddiyetle bakıyordu. Bugün pek sessizdi. Bir an göz göze geldik. Elindeki bastonu ovuşturdu. Bu konuşmamız gerek demekti. Başımı hafifçe öne eğdim. Kafamın içinde o kadar şey vardı ki. Hayatımın en güzel zamanlarını hiçbir şey düşünmeden geçirmek istiyordum. Yemekten sonra kadınlar erkekler olarak iki ayrı çardağa oturmuştuk. Yanımızda iki tane elektrikli soba yanıyordu. Boncuğumu uzaktan izlerken arada edilen sohbete katılmaya çalışıyordum. Hepsi tek tek işimle ilgili bir sürü soru sorup durmuşlardı. Kim olduğunu hatırlamadığım bir adam eline saz almış hafif hafif tıngırdatıyordu. Saz sesi duyduğumda duramıyordum. Kanımı kaynatıyordu usul usul. O kadar insan bana bakarken çalıp söyleyemeyeceğim için kendimi yiyordum. "Enişte bey," dedi boncuğun kuzenlerinden biri. "Sesinin pek güzel olduğunu işittik. Çokta güzel saz çalıyormuşsunuz." Eee der gibi baktım. "Eğer bir mahsuru yoksa bir iki tıngırdatsanız." Teklif fazla cazipti lakin heyecandan sesimin titremesinden korkuyordum. Boncuğu gördüğüm zamanlar dışında heyecan yaptığım görülmüş şey değildi. "Belki daha son..." diyecekken boncuğumla kesişti bakışlarımız. Gözlerimi kıstım. Çalmamı mı istiyordu? Başımı omzuma yapma der gibi yatırdım. Bu kadar akrabanın içinde türkü söylemek pekte iyi bir fikir gibi gelmiyordu. Avuçlarını birbirine bastırıp lütfen dedi dudaklarını oynatarak. Kuzenine döndüm ve elindeki sazı vermesi için işaret ettim. Sazı bana uzattı ve yerine oturdu. Yönümü tamamen boncuğuma döndüğümde burada yalnız olduğumuzu hayal ettim. "Kanadını açacak. Gönül kuşum uçacak. Dalına konacağı da nazlı gülü seçecek. Dalına konacağı da nazlı gülü seçecek." Al al olmuş yanaklarıyla karşımda otururken gözlerimi ondan almam mümkün olmuyordu. Biliyordum onun da kalbi göğsüne sertçe vuruyordu şimdi. "Anla garip halimden. İtme düşer dalından. Hoş tut gönül kuşumu da sarhoş oldu balından. Hoş tut gönül kuşumu da sarhoş oldu balından." Teline son kez vurduğum sazı kenara koyunca alkış sesleriyle irkildim. Başımı eyvallah anlamında salladım ve müsade isteyerek ayağa kalktım. Dedemi aradım ama bahçede yoktu. Üşüyüp eve girmiş olabilirdi. Eve girdiğimde onu balkonda buldum. Burada yalnız ne yapıyordu bu adam? "Dede!" Beni görünce yanındaki sandalyeye elini vurdu. "Gel şöyle evlat." "Hayırdır dede. Ne konuşacağız?" "Düğünden sonra gelinimin adaya dönmeyeceğini biliyorum. Bursa'dan bir villa aldım. Senin görevlendirmen bitene kadar halanla ve benimle kalacak." Dedemin anne tarafımın olduğu bir şehirden ev alması beni şaşırtmıştı. Ne düşündüğümü anlayınca, "Annen ve babanda bizimle kalacak" deyince afalladım. "Bir dakika ateşkes mi?" "Ona yaptığım onca şeyden sonra dün akşam gelip benimle konuştu. Elimi öptü." Bugün aldığım ikinci güzel haberdi bu. Yıllar nihayet dedemin inadını kırmayı başarmıştı. "Çok sevindim," dedim. "Hepiniz bir aradayken gözüm arkada kalmayacak." Eğildim ve elini öptüm. "Güliz Ada'yla birlikte Londraya gideceğiz. Babaanneme." Üvey de olsa dedemle boşanmış da olsa bana öz babaannem gibi şefkat göstermişti. Pek memnun olmamış gibiydi lakin bir tepki de göstermedi. "Siz dönene kadar ev işi de hallolmuş olur." Üzerimize düşen gölgeye doğru dönünce boncuğumun elinde üzerinde üç tane kahve olan tepsiyle girişte durduğunu gördüm. Hissetmiş miydi canımın kahve çektiğini? "Ellerine sağlık sultanım." Kahveyi utanarak önce dedeme verdi sonra bana döndü. Dedem başka yöne bakarken öpücük attım. Gözlerini büyüterek yanımdaki sandalyeye oturunca kahveyi dudaklarıma götürdüm. Saatlerce koynunda uyuyacağım günü iple çekiyordum. Onca yılın yorgunluğu birkaç günde çıkmazdı fakat bana ilaç gibi geleceği su götürmez bir gerçekti. 🥀 Elimdeki kınaya bakıp kızlara döndüm. Dün akşam öyle güzel geçmişti ki uzun zamandır hem bu kadar mutlu olup hem de içim çıkacak kadar ağladığımı hatırlamıyordum. Armağan ve Ayla'nın da kınama gelmesi benim için büyük bir sürpriz olmuştu. Minnetle baktım ikisine de. Onlar olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. Onlar sayesinde heyecanımı yenebilmiştim. "Beni yalnız bırakmadığınız için size minnettarım kızlar." Ayla o nasıl söz dercesine başını omzuna eğerken Armağan kaşlarını çattı. "Biz bu günler için varız kızım." Ayla onu onayladı hemen. "Sen benim için o adaya sürülmeyi kabul ettin Güliz Ada. Bizim yaptığımız arkadaşlık görevinden başka bir şey değildi fakat senin yaptığın her yiğidin harcı değildi. Orada başına gelenler hele ki." Onlarla birlikte oraya dönmeyeceğim için üzgündüm. Belli etmiyorlardı lakin gözlerindeki hüznü görebiliyordum. "Bakma öyle," dedi Armağan. "Amcan cezanı affetmiş değil merak etme. Bursa'da bir cezaevi hazırlamıştır sana." Buna hiç şüphem yoktu. Hele ki Alpay'la evliliğimizi onaylamazken cezamı bitirmeden hastanede çalışmama müsade etmezdi. Her zorluğuna rağmen ben askeri hastanelerde, hapishanelerde çalışmaya alışkındım. Nasıl askerlik onlar için kutsalsa benim işimde benim için öyleydi. Ben hayalim olan askeri hemşireliği yapıyordum. Evde oturmak bana göre değildi. "Aklım hep sizde olacak kızlar." Birbirimize sarıldıktan sonra Ayla elimden tuttu ve ayağa kaldırdı. "Hadi kalkın bakalım! Yarın düğünümüz var. Erken kalkacağız." Armağan burnunu kırıştırıp ayağa kalktı. "Hıı ne demezsin! İngiliz düğünü. Doluşurlar şimdi bir halay bile çekemeyiz." Armağan'a bakıp güldüm. Söylenerek üst kata çıktık. Haklılardı. Alpay İngiltere'den epey misafir geleceğini söylemişti bu yüzden düğün için Bursa'nın büyük bir salonunu tutmuştu. Gördüğümde güzelliğine hayran kalmıştım. Kocaman bahçesi vardı. Yarını düşündükçe stresim ve heyecanım artıyordu. Kızlar odalarına çekildikten sonra üzerimi değiştirip ışığı kapadım. Yatağa yatacağım esnada cama bir şey çarptı. Bir taş. Pencereye yaklaştım ve perdeyi sıyırdım. Alpay elinde bir gülle penceremin altında bekliyordu. İşaret edince pencereyi açtım. Bu havada dışarıda ne işi vardı? İlçeye dönmemiş miydi? "Ne işin var burada Alpay? Saatten haberin var mı senin?" "Burada kalacağım. Ahmet'lerin evinde." Ahmet büyük dayımın oğluydu. Hangi ara kaynaşmışlardı? Dün kınam yakılırken Alpay ve timden birkaç kişi kuzenlerimle erkek eğlencesi yapmışlardı. Orada kaynaşmış olmalılardı. "Geleyim mi beş dakika?" "Sakın," dedim sessizce. "Öyle gizlice olur mu? Hoş olmaz bir tanem." "Tırmanayım mı?" "Saçmalama!" "Görmeden uyuyamadım yavrum." "Eee gördün görüştük. Hadi git. Köpek falan vardır. Gece gece ısırmasınlar seni düğün öncesi." "İki ayaklı köpeklerle uğraşıyorum boncuk ben yıllardır. Dört ayaklılar bana bir şey yapamaz," dedikten sonra köpek sesi duyuldu. "Sevgilim bak buradaki çoban köpekleri hafife alınmaz. Gözünü seveyim bir sakatlık çıkmadan git." Sağına soluna bakarken güldüm. Korkmuş muydu? "Bir şey olmaz," derken dev gibi bir kangal çitlerin arasından fırlayınca yüreğim ağzıma geldi. Alpay'a doğru koşuyordu. "Alpay kaçsana ne bakıyorsun be adam?" "Hoşt ulan," dedi köpeğe ayağını sallarken. Köpeğe fevri hareket yapmaması gerektiğini bilmiyor mu bu adam? "Boncuk korkmadı benden bu!" "Of Alpay ya of!" Köpek bacağına doğru atılınca çığlık attım. "Korkmaz tabii askerin mi o?" "Allah! Isırdı! Vallaha ısırdı." Koşarak odadan çıkınca herkesin odasından çıktığını gördüm. "Alpay," dedim kızlara bakarken. "Köpek ısırdı!" "Ne?" "Ne?" 🥀 Kangalın şakası olmaz aslanım shsjakak yıldıza basmayı unutmayın canlarım❤️yeni bölümde görüşmek üzere😘 |
0% |