@aysegulcee1
|
Şahit olsun adanın her bir toprağı denizin coşkun dalgaları ben seveceğim seni deli divane... 🥀 Çıldırmış olmalıydık. Kelimenin tam anlamıyla bu delilikti. Yalın ayak üzerimde pijamayla bir yüzbaşının yanında ne işim vardı benim? Aklımı mı kaybetmiştim? Heybetli bedeninin yanında yaralı bir kuş gibi titrerken nefesini yüzüme üfleyip güldü. "Kendine gel boncuk." "Ne iltifatından bahsettiğinizi anlayamadım yüzbaşım?" Yanaklarım utançla yanıyordu. "Hay yüzbaşına." Dişlerinin arasından sessizce homurdanmıştı ama ben işitmiştim. Göğsü yavaşça inip kalkmıştı sözlerimden sonra. Kirpiklerimi şaşkınlıkla kırpıştırıp küçük bir kız çocuğu gibi gözlerimi kaçırdım. "Ben bir şey hatırlamıyorum ki." Bu yalan değildi üstelik. Gerçekten pek bir şey hatırlamıyordum. "Hımm," dedi yürümeye başlarken. "Öyle olsun bakalım." "Nereye gidiyoruz?"' Bedenimi ön koltuğa yavaşça bıraktım ve emniyet kemerimi bağladım. Arabanın içi tertemiz oldukça güzel kokuyordu. Titiz bir adamdı yüzbaşı. Bir erkeğin arabasına gösterdiği hassasiyet onda da fazlaca mevcuttu. Şoför koltuğuna otururken meraklı bakışlarım hala üzerindeydi. Kendi kemerini de bağladı ve duruşunu dikleştirip bana bakmadan mırıldandı. "Adadan çıkarmak istiyorum seni fakat bugün olmaz. Pek vaktimiz yok gibi." Başımı usulca salladım. Başımı koltuğa yasladığımda gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Gece boyunca kabuslarla uyandığımdan epey uykum vardı. Dudaklarımı güçlükle kıpırdattım. "Peki beni nereye götürüyorsunuz yüzbaşım?" "Adanın tamamını görebileceğimiz bir yere." Bakış açımdaki yüzü bir netleşip bir bulanıklaşırken parmaklarıyla burnunu sıktı. Tek gözümü araladığım için gamzesini gözlerime sokarak kahkaha attı. "Gülmeyin lütfen," dedim kendim bile güçlükle duyabildiğim bir sesle. Hayatımda gördüğüm en güzel gülüşe sahipti yüzbaşı. Belki de etrafımda böyle gülen bir adam olmadığındandı lakin etkileyiciliğini inkar edemezdim. "Ne olursun gülme..." İçim geçerken son duyduklarım kalbime iğne olup batmıştı. "Gülüşüme hayran olmuş ahu gözlü dilber. Kendi gülüşünden bir haber." 🥀 "Boncuk," diye fısıldıyordu derinlerden gelen sesi. Sözleri kulağımda usul usul dolanıyorken göz kapaklarımı hiç açmak istemiyordum. Sesindeki huzurda gülüşündekinden farksızdı. Sesinin tınısı öyle hoşuma gidiyordu ki gözlerimi açmazsam kızaran yanaklarım çoktan uyandığımı fark ettirecekti. Bıraksa saatlerce burada uyuyabilirdim. Gözlerimi yavaşça araladığımda gülümsedi ve "Günaydın uykucu," dedi. Gözlerim çok acıyordu. "Ben burada uyusam olmaz mı?" Kendimi bir kez daha arabanın dışında bulurken yanaklarımı şişirdim. "Olmaz," dedi kapıyı ayağıyla iterken. "Seni buraya uyuman için getirmedim. Birazdan güneş doğacak ve bence bunu birlikte izlemeliyiz." "Onca işinin arasında bana vakit ayırmak zorunda değilsin." Bedenimi yere serdiği örtünün üzerine yavaşça bıraktım. Etrafımızda iki tane büyük kule vardı ve kulelerde ellerinde kocaman silah tutan dört asker vardı. Ayakkabılarını çıkartıp hemen karşıma otururken, "Onca işimin arasında vakit ayıramayacağım kadar önemsiz değilsin boncuk," dedi. Güldü. "Bence de zorunda değilim. Bu bir ihtiyaç." Ne diyeceğimi bilemiyordum sözlerine karşın. Manzaraya doğru döndüğümde gözlerim hayranlıktan büyümüştü. Uçurumun kenarındaydık. Öyle ki Karabağır Adası şimdi ayaklarımızın altında duruyordu. Gökyüzü pembeleşmişti. "Bu..." Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Ada düşündüğümden de büyüktü. "Burası muhteşem." Ona doğru döndüğümde yüzüme tebessümle baktığını gördüm. Bir an için bu adada yaşama fikrini düşündüm. İki yıl sonrası için. Dizlerini karnına çekip kollarını etrafına sardı. Hafif bir esinti vuruyordu yüzümüze. Ilıktı. "Ne hissediyorsun?" diye sordu. Ona baktım. Karşıya bakıyordu o da. Güneşin kızıllaştığı noktaya. Önüme döndüm ben de onun yaptığı gibi dizlerime sarıldım. "Güzel şeyler," diye mırıldandım. Bir yandan duymasını isterken diğer yandan duymasın istiyordum. "Her şeye rağmen güzel şeyler hissediyorum." "Yemin töreninde Mert Albay'la karşılaştık." Amcamı özlemiştim. Adını duymak bile bunu anlamama yetmişti. Dudağı kıvrılırken omuzlarını oynattı. "Seni sordu." Ona döndüğümde onun da bana baktığını gördüm. "Beni uyardı." "Ne için?" "Senden uzak durmam için boncuk!" Kaşları hafif çatılmıştı. Yüzünde sert bir ifade vardı ve o kaşları hep çatılmaya müsaitti. "Ama buradasın?" diye sordum. Gözlerimi gözlerinden kaçırmadım bu kez. İçimde bir şeyler kıpırdanmaya başlamışken gözlerine bakmak zorlasada kaçırmadım. Ne hissettiğini ne düşündüğünü anlamam gerekiyordu. "Yanımdasın yüzbaşı." Yeniden ufka bakıp burukça gülümsedi. Burnundan aldığı nefesle göğsü inip kalkıyordu. Dizinin üzerinde sarılı olan ellerine baktım. Eklem yerleri tahriş olmuştu. "Öyle bir kayboldum ki Boncuk öyle bir yerdeyim ki..." Onu böyle sıkıntıya iten amcamın beni ona emanet edişi miydi? Amcamla aralarında ne geçmişti? Kalbim hızla atmaya devam ediyordu. Onun yanındayken sakin atmayacaktı değil mi? Yeniden bana döndü ve dizimdeki elimi çenesiyle işaret etti. Konuşamıyordum. Nutkum tutulmuştu. "Üşümüş gibi olmuş kızarmış," diye mırıldandı. "Üşüdün mü?" Üşümüyordum. Hava üşümeyecek kadar ılıktı. Gözlerime bakışı tenimi buz kesiyordu. "Üşümedim," dedim gözlerine cesurca bakarak. Güneş ışıkları ikimizin üzerine düşerken kıpırdandı ve ayağa kalktı. "Sen uyurken simit almıştım?" dedi ellerini eşofmanına sürterken. "Çayla güzel gider." Hafifçe gülümsedim. "Bana çay mı yaptınız yüzbaşım?" Arabaya doğru yürürken homurdandığını işittim. "Evet! Alpay Bayraktar sana çay yaptı. Evet bu adamın bir adı var boncuk." Kapağı kapatırken hala söyleniyordu. Keyifle onu izlerken güldüm. "Alpay, Cesur ve yiğit demek. Korkusuz ve mert!" Tekrar yanıma oturdu ve elindekileri örtüye bıraktı. "Bayraktar'sa bayrak taşıyan tutan anlamına geliyor." Güldüm. İsmini hafızama kazımaya niyetliydi anlaşılan. "Unutmazsın artık," dedi içli içli. Ben karton bardaklara çay doldururken o da simitleri paketinden çıkardı. Ters ters bakışına dudaklarımı birbirine bastırarak tepki verdim. "Unutmayacağını umuyorum boncuk." "Benim adım da Güliz Ada," dedim gülerek. Simit çok tazeydi. Sıcacıktı ve mis gibi kokuyordu. "Ama siz Boncuk diyorsunuz." "O başka," dedi dolu dolu. İçimden devamlı ismini telaffuz ettiğimi bilmiyordu. Bilmiyordu ona ismiyle hitap etmek için yanıp tutuştuğumu. "Bence aynı Alpay Bayraktar!" Ağzındaki simiti yutamadı ve öksürmeye başladı. Yerimden kıpırdanıp sırtına vurdum. Elimdeki çayı dudaklarına yaklaştırınca bir yudum aldı. Kendi çayımı! Benim içtiğim çayı! Deli misin dedim kendi kendime. Divane misin Güliz? Ağzındaki simiti yuttu ve güldü. Kızaran yüzümü ellerime çevirdim. "O başka," dedi çatallı bir sesle. "Sana Boncuk dememek çok güç." Yapay bir kızgınlıkla yüzüme baktı. "Sivilken bana yüzbaşı deme Güliz." Göz kırptı ve elindeki simidi ağzıma tıktı. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken ağzımdaki simiti çiğnemeye başladım. Sanırım intikam alıyordu. "Alpay de sen ama yüzbaşı deme." Adını ağzımdan duymanın heyecanını gözlerinde görebiliyordum. "Utanırım," dedim çekimser bir sesle. "İsminizle." Düzelttim sert bakınca. "İsminle seslenmek sanki saygısızlık yapıyormuşum gibi hissettirir." Artık güneş iyice doğmuştu. Saat kaç olmuştu bilmiyordum lakin artık gitmemiz gerektiğini düşünüyordum. Telefonum yoktu üzerimde kızlar beni bulamayınca korkabilirlerdi. Üstelik beni izinsiz çıkardığı daha doğrusu kaçırdığı için sorun çıkabilirdi. "Pekala," dedim çayımın dibini içerken. "Alpay Yüzbaşı'm. Artık dönelim mi?" Yüzüme baktı baktı ve birden kahkaha atmaya başladı. Afallamış bir halde gülüşüne bakakalırken o daha da artırdı kahkahasını. "İlla yüzbaşını ekleyeceksin ha Boncuk?" Utanarak gülümsedim. "Zamanla yüzbaşım. Öyle hemen nasıl söylenir ki?" Başını sinir bozukluğu ile sallarken dikkatle yüzüme bakıyordu. "Ağrın mı var? Bu yüzden mi gitmek istiyorsun." "Hayır. İyiyim fakat izinsiz hastaneden çıkmış olmam sorun olacaktır. Size laf gelsin istemem." Elindeki son simit parçasını da dudaklarıma dokundurunca yavaşça ağzıma araladım. Gözlerimi gözlerine çevirdim. Güneş ışıkları yüzüne düşüyordu. Yüzünü güneşe çevirdi ve gülümsedi. "Adaya güneş hiç bu kadar güzel doğmamıştı Boncuk." Gözlerimi üzerinden çekemiyordum. "Gün doğumu hiç bu kadar güzel olmamıştı." Bir şey söylemem için beklentiyle yüzüme bakıyordu. Kalbim hızlanmıştı sözleriyle. Ben o her konuştuğunda lal kesiliyordum. Konuşsa burada sabaha kadar dinlerdim oysa. "Amcamla aranızda ne geçti?" diye sordum birden. Başını yavaşça ufka çevirdi. "Aklıma takıldı." "Üç yıl önce," dedi. Sesi oldukça kısık çıkıyordu. Gözlerine yerleşen hüzün merakımı daha da artırmıştı. "Nişanlıydım. Adı Nilay'dı. Türkiye'de yaşıyordu. Ankara'daki eğitimlerimde tanışmıştık. Babası binbaşıydı ve askeri lojmanda kalıyordu. Amcanın ve ailesinin de kaldığı lojmanda." Parmaklarını saçlarının arasına daldırışını gözlerimi kırpmadan izledim. "Gülperi." "Gülperi mi?" Gülperi amcamın ölen kızıydı. Gülperi ile ne ilgisi vardı ki? "Kuzenin. O tanıştırmıştı bizi. Başlarda pek ılımlı değildim Nilay'a karşı. Lakin Gülperi bir şekilde bana baskı yapıp görüştürmeye başladı. Ne hikmetse bu görüşmelerden yavaş yavaş askeriyenin ve lojmanın haberi olmaya başlamıştı. Sonra olur gibi gelmişti bana da. Görüşmeye devam ettim ve Mert Albay'ımın da öğrenmesiyle nişanlandık." Gözümü kırpmadan dinlediğim bu hikayenin sonunu deli gibi merak ediyordum şimdi. "Sinan. Ankara'daki eğitimlerde tanıştığım ve kısa zamanda sıkı dost olduğum bir adamdı. Gülperi ile birbirlerine aşıklardı. Sinan Karabağır'a görevlendirilince Gülperi de ona yakın olabilmek için Kıbrıs'ta okul kazanmıştı." Yüzüme baktı. "Bunu zaten biliyorsun." Başımı yavaşça salladım. "Amcan karşı çıktı evlenmelerine. Albay Gülperi'yi Ankara'ya çağırınca bir daha görüşemediler. Nilay ikisini gizlice buluşturup kaçma planı yapmış. Bundan çok sonra haberim oldu. Üçü arabayla havaalanına gelirken kaza geçirdi ve üçünü de kaybettik." Aman Allah'ım. Bir zamanlar hayatımızı alt üst eden elim kazanın ucunda Alpay'ın olduğunu düşünmek bütün tüylerimi diken diken etmişti. Amcamın ona karşı neden bu kadar öfkeli olduğunu anlıyordum. Neden ağrıyordu kalbim bu kadar? Aman Allah'ım amcam bizi konuşurken görse Alpay'a kim bilir neler yapardı? "Ben..." Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ne söylenirdi ki? Canım yanıyordu. Gözlerindeki kederin sebebi belli olmuştu. Kim bilir yemin töreninde daha neler söylemişti amcam ona? Nilay'ı tanıyordum. Onlarla pek takılmazdım. Nöbetlerimin yoğunluğundan da fırsatım olmazdı. Nişanlandığını duymuştum lakin yüzbaşıyı hiç görmemiş olmam tuhaftı. Şimdi aklımda tek bir soru dolanıyordu. Sanki ne sormak istediğimi anlamışçasına baktı yüzüme. "Seni sadece bir kez gördüm Boncuk," dedi. "Kenan fotoğraflarınızı gösterdiğinde hemen tanıdım. Askeriyenin bahçesinde eğitim yaparken Nilay ve Gülperi bizi izliyordu. Sen de lacivert üniformanla bitkin bir halde lojmana giriyordun. O zamanlar menzilime takılmamıştın Boncuk." Çenemden tuttu ve yüzümü yerden kaldırdı. "Bilemezdim," dedi tebessümle. Acı bir tebessümdü bu. "Bu boncuk gözlerinin kalbimle aklım arasında bir muharebe başlatacağını..." "Gidelim," dedim titreyen sesimle. Şimdi ne olacaktı bilmiyordum. Amcamla çetin bir mücadeleye girecek miydi? Daha fazla dayanamayacaktım. Biraz daha bana böyle bakarsa göğsüne sığınmaktan kendimi alamayacaktım. "Kızlar meraktan ölmüştür." Başımın döndüğünü anlayınca ayaklandı. Dizlerinin üzerine çöktü. Elleri bacaklarımın altına girerken kendimi kucağında buldum. Bu kez itiraz etmemiştim. Başım göğsüne sığınırken telaşsız adımlarla arabaya doğru ilerledi. Nefesini saçlarımın üzerinde hissettim. "Ben Nilay'a aşık olmadım Boncuk," diye mırıldandı. Kalbim sözlerinden sonra hızlanmıştı. Dahası mümkünmüş gibi. "Ona kalbim atmadı böyle." Başımı kaldırıp yüzüne bakmak istedim ama yapamadım. Hafif bir baş dönmem vardı ve beraberinde gelen bir bulantı baş göstermişti. Son zamanlarda sıklıkla yaşamaya başlamıştım bunu üstelik. Bunu ona söylemedim çünkü üzerime düşeceğine emindim. Ben istemesem de benden uzak durmasını istiyordum. Bunu onun İyiliği için istiyordum. Kalbim onun sevgisi ile sırılsıklam olmak istesede mantığım onu bu savaşın içine atmak istemiyordu. Söyledikleri hoşuma gitmişti. Ruhumu okşamıştı. 🥀 Hastaneye vardığımızda korkuyla indim arabadan. Bu kez kucağına almasına şiddetle karşı çıkmıştım. Koluma girip bana destek olurken koridora girdiğimizde Armağan ve Ayla bizi gördü. Armağan çatık kaşlarıyla bize bakarken Ayla hızla yanımıza geldi. "İnanamıyorum sana ya!" Kızgın ve endişeli bakışları Alpay'a döndü. "Size de teessüf ederim yüzbaşım. Habersiz çıkmakta ne demek? Aklımız çıktı burada." Yüzbaşı mahcup bir ifade ile Ayla'ya bakıp elini ensesine götürdü. "Afedersiniz hanımlar. Sizi endişelendirdiğim için kusura bakmayın." Bana döndü gülerek. "Onun suçu değildi. Ben kaçırmış olabilirim." Ayla ne söyleyeceğini bilemiyor gibi başını iki yana salladı. Teğmen Kenan Armağan'ın yanındaydı ve kıs kıs gülüyordu arkadaşına. "Günaydın kaçaklar!" Odanın önüne gelince teğmen dudağını ısırıp yüzbaşının omzuna vurdu. "Güliz'in başına bir şey geldiğini düşündüler. Hemşireler tutanak tuttu. Engel olamadım. Git bir başhekimle görüş istersen. Olay büyümesin durduk yere." "Yaa," dedim endişeyle. Bakışlarım teğmenle yüzbaşı arasında gidip geliyordu. "Başına dert açılmaz değil mi?" Teğmen keyifle gülerken o bana dönüp gülümsedi. "Merak etme. En fazla uyarı alırım. Hadi dinlen sen." Başımı sallayıp kızların eşliğinde odaya girerken Armağan kapıyı kapatıp koluma çimdik attı. "Allah seni ne yapsın emi! Kızım kaçacak daha uygun bir vakit bulamadın mı sen?" Yatağa uzanırken dudağımı büzdüm. Kendimi birden halsiz hissetmeye başlamıştım. "Armağan ya," dedim sözcükleri uzatarak. "Üzerime gelme!" Yüksek bir yere çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Neden gitti ki şimdi? Of Allah'ım of. Divane miyim ben? Şimdiden görmek istiyordum onu. Özlüyor muyum ben bu adamı? "Sustum," dedi elini dudaklarına fermuar ederken. "Seni Ayla'ya havale ediyorum." Ayla bana bakıp göz kırpınca gülümsedim. "Bana bak," dedi parmağını sallarken. Armağan koltuğa oturduğu için onu görmüyordu. "Bir daha habersiz kaçmak yok!" Ayla kendini tutamayıp kahkaha atınca Armağan elindeki yastığı kafasına fırlattı. "Allah'ın cezaları!" 🥀 Bu sabah ısrarlarım üzerine hastaneden taburcu olmuştum. Doktor üç günlük rapor yazıp çıkarmıştı. Ağrılarım azalmıştı yine de kendimi iyi hissetmiyordum. Uyku hali pek hoşuma gitmiyordu. Sürekli esniyor ve esnerken bütün kaslarım gevşiyordu. Gözlerimden akan yaşlarda cabası. Yaptıkları ağrı kesicilerin etkisi olduğunu düşündüğümden üzerinde durmuyordum. Kızların alt katta hazırladıkları yatakta yatmaktan sıkılmış ve kendimi odama, çatı katına atmıştım. Vakit akşam üzerini geçiyordu. Bozuktum biraz. Biraz da kırık. Ne bir arama ne bir mesaj gelmişti ondan. Belki de görevdeydi bilmiyorum. Yoğun da olabilirdi. Yine de içimdeki kırgınlığa iyi gelecek bir derman bulamıyordum. Teğmen aramıştı. Hatta Fırat ve Çelebi bile aramıştı. Başımı yastığa bırakıp güçlü bir nefes koyverdim. Özlüyordum. Ben o mükemmel gülüşlü adamı çok özlüyordum. Her an sesini işiteyim sürekli yüzünü göreyim istiyordum. Sonunu düşünmeden hareket etmek kalbin işiydi. Bize mütemadiyen düşman olan bencil kalbimizin. Birkaç saat sonra pencereden içeriye düşen şey yüzünden gözlerimi açtım. Üzerimdeki yorgana baktım şaşkınlıkla. Yatmadan önce üzerimde yorgan olmadığına emindim. Kızlar mı örttü diye düşünürken başımı kaldırdım ve parkenin üzerinde duran taşa baktım. Üzerine kağıt sarılmıştı. Kağıdı açtığımda gülümsememe engel olamamıştım. Yaralı halinle üstü açık yatmamalısın boncuk. Her zaman yanında olamam :) Hızlanan kalp atışlarımla yataktan kalktığımda ilk önce pencereye yaklaştım. Kimse yoktu. Bir bahçeye bir kağıda bakarken telefonum titredi. Alpay yüzbaşıydı arayan. Dudaklarım gayriihtiyari kıvrılırken telefonu açtım. "Boncuk," dedi her zaman ki gibi. "Uyumuyordun değil mi?" "Hayır. Şimdi uyandım." "Güzel," dedi. Sesi nefes nefeseydi. Yürüyor muydu? "Birazdan oradayım. Evdeydim. Annem hasta çorbası yapmıştı kaptım elinden. Evlerimiz yakın. Sana gösterme fırsatım olmadı." "Öyle mi?" Aklım hala nottaydı. Yanıma ilk kez mi geliyordu? "Zahmet etmeseydin. İkinci kez yordum seni." "Şimdi çıktım üsten," dedi. Yutkundum. Bacaklarımda bir sızı peyda olmuştu. "Görmezsem uyuyamam ki Boncuk." Aman Allah'ım. O değilse kimdi bu notu yazan. Gözlerimi kapadım acıyla. Seni kim yaraladıysa diğer notları kim bıraktıysa o diye fısıldadı bir ses kulağıma. "Tamam," dedim titreyen sesimle. Bahçeye elinde çelik tencere ile girdiğini görünce gülümsedim. Üzerinde üniforması vardı. Beni görünce bir elini kaldırdı ve salladı. Asker selamı verince güldü. "Asker olmaya pek heveslisin," dedi ayağıyla bahçe kapısını iteklerken. "Sana bir haberim var. Daha doğrusu size." Kapının önünde durdu. "Geldim." Telefonu kapatıp aşağıya indiğimde hala zile basmadığını anladım. Armağan koltukta uyuyakalmış Ayla'ysa mutfakta bir şeyler pişiriyordu. Kapıya doğru yürüdüm ve açtım. Ne kadar belli etmemeye çalışsamda yüzümdeki sıkıntılı ifadeyi gizleyemiyordum. Hemen kapıvermişti mesajı. "Boncuk?" Ah böyle her boncuk deyişine eriyordu kalbim. "İyi misin?" Elindeki tencereyi aldım ve içeri geçmesi için kenara çekildim. Ayakkabılarını çıkartıp içeri girdiğinde gözleri gözlerimi buldu. "Çok uyudum," dedim. "Onun sersemliği var üzerimde. Hoş geldin. Buyur masaya." Ayla elinde tabaklarla mutfaktan çıktı. "Hoş geldiniz yüzbaşım," dedi elindekileri masaya bırakırken. "Kaynananız sevecek vallahi." Bana bakınca gözlerimi kaçırdım. Ah pek severdi hem de. Annem oldum olası askerleri pek severdi. Ben de öyle. Kim sevmezdi ki. Amcamdan ötürü yabancı değildik üstelik. "Hoş buldum," dedi. Bana döndü sonra. "Ben bir ellerimi yıkasam Boncuk. Banyoyu gösterir misin?" Sanki bilmiyordu yerini. Güldüm. "Tabii." Elimle banyonun olduğu tarafı işaret ettim. Önden yürürken bana döndü ve göz kırptı. Gözlerimi devirirken peşinden gittim. Bakmayın söylendiğime halimden pek memnundum. Elini yüzünü yıkarken elimde havlu tepesinde bekliyordum. Doğruldu ve muzipçe gülerek elimdeki havluyu aldı. Saçlarına kadar sildiği havluyu elinde dertop ederken gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Bakışlarının büyüsünden mütevellit gözlerimi kapadım. Yüreğim sesli sesli atarken nefesini saçlarımın üzerinde hissediyordum. "Ne zormuş insanın tutarsız kalbiyle savaşması gül kadın," diye mırıldandı. Teninin ve üzerine sinen isin kokusunu alabiliyordum. Uzun zamandır tıraş olmuyordu. Denize düştüğümüz günden beri bir kez almıştım losyonunun kokusunu. Hoş bir kokusu vardı. "Kızıyor musun bana?" Gözlerimi araladım ve yüzümü kaldırdım. Pek yakınımda durduğu için başımı epey kaldırmak zorunda kalmıştım. Kısacık boyumla neredeyse yanında kayboluyordum. "Kızamıyorum," dedim güçlükle. "Yalnızca korkuyorum." "Ben de," dedi. Kaşları çatılmıştı. "Korktuğum ne amcam ne de başkası. Korktuğum sensin." Elini saçlarıma doğru uzattı lakin dokunmadı. Dokunamadı. Gözlerini kapatıp açarken nefesi yüzüme alnıma. "Seni üzmekten korkum." "Bazen ne kadar uğraşırsan uğraş bir şeylerin olmasını engelleyemezsin Alpay," dedim ilk kez. Dudağı hafifçe kıvrılırken kaşları gevşemişti. "Bırakın su kendi yolunda aksın." Akışına bırakmak olduğu gibi yaşamak en doğrusuydu. "Kader ve zaman bizi olmamız gereken yere götürecektir." "Tevekkül et diyorsun." Başımı salladım. "Aynen öyle diyorum." Güldü ve dudağını ıslatıp bir anda dudaklarını saçlarıma bastırdı. Yanaklarım kızarırken parmağımı ısırdım. "Neydi şimdi bu?" "Akış," dedi kulağıma doğru. "Akışına bıraktım." Elindeki havluyu elime bırakıp banyodan çıkarken parmağım dişlerimin arasında ardından bakakaldım. Ne not ne tehditler. Hepsi aklımdan uçup gidivermişti. Elimdeki havluyu burnuma bastırıp üzerine sinen kokusunu uzunca içime çektim. "Tevekkülümün en güzel hediyesi sen olacaksın yüzbaşım." Fakat bunu o duymadı. Kendime sakladım. Tıpkı gözlerini kalbime sözlerini beynime ve kokusunu ciğerlerime sakladığım gibi. 🥀 Yıldıza baski hikayemiz de listelere girebilsin canımıniçi❤️🔥🥹 Yüzbaşı kalbimize de giriyorsun böyle hissediyorum🥀🖤🤓 Nasıldı bölüm🙈 |
0% |