Yeni Üyelik
33.
Bölüm

GİRDAP

@aysegulcee1

 

 

Söküp atılmıyor. Ben de mi kusur? Doğarken kök salmış öze saçların.

 

🥀

 

Atina/2024

 

Yağmur bardaktan boşalırcasına yağarken benim içim günlük güneşlikti. Üç buçuk yıllık esaretimin son gününe uyandığıma hala inanamıyordum. Bugün benim yeniden doğuşumdu. Bugün benim yeniden kadın olduğumu hissedişimdi.

 

Ben o gün o kazada gerçekten ölmüştüm. Benim için bir kurtuluş değildi. Beni bu adaya hapsettikleri gün ben zaten ölmüştüm. Her günü kabir azabı gibi geçen bu yer benim mezarım olmuştu ta ki oğlumu kucağıma alana kadar.

 

Şimdiyse her şeyin bittiğine artık özgür olduğumuza inanamıyordum. Yıllarını bir yere hapis geçirdiğinizde gördüğünüz güneşi bile sorguluyordunuz. Ya bir yansımaysa? Ya ben yine pencerelerinde demir parmaklıklar olan o odanın içindeki yataktaysam? Yine o odanın içinde uyanıp gördüklerimin bir rüya olmasından bu yüzden çok korkuyordum.

 

Elimdeki şemsiyeyi açıp yağmura doğru bir adım attım. Hava kara bulutluydu ve yine devamlı gök gürlüyordu. Umursamadım. Bazı geceler gök gürültüsünden sabaha kadar uyuyamazdım. Şimdi ise cesurca şimşeklerin altında duruyordum. Bu yer bana çok zarar vermişti sevdiğimden ayırmıştı ama güçlendirmişti de. Evet bugün özgürlüğümün birinci günüydü.

 

Arkamda bıraktığım ürkünç binaya dönüp bakarken oğlumun eteğimi çekiştirdiğini hissettim. Süper kahramanlı şemsiyesinin altından bakan masum yüzüne baktım. Üzgün bakıyordu gözlerime.

 

Gök mavisi gözlerindeki endişenin sebebi evimiz bildiği yerden gidiyor oluşumuzdandı. Gözlerini babasından almıştı. Benim gözlerimde maviydi ama oğlumun gözleri babasının gözleriydi. Çocukluğunu yaşayamadığı bu yerden gidiyor oluşumuz onu korkutuyordu ve ben onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum.

 

Neredeyse artık üç yaşındaydı ve bana aklına gelen her şeyi soruyordu. Bazılarına cevap verebiliyor bazılarındaysa dakikalarca ağlıyordum.

 

Başımı kaldırıp bizi izleyen adama baktım. Acınası bir haldeydi. Madde bağımlısıydı ve bunu kendine neden yaptığını anlamıyordum. Oğlumun bu adamın yanında büyümeyecek olmasınaysa çok seviniyordum.

 

Her ne kadar ona babası gibi davransada hiçbir zaman babası olduğunu söylememişti. Oğlumun hiçbir zaman ona baba demesini istememiştim o da bunu sakinlikle karşılamıştı. Tuhaftı. Bana bu iyiliği neden yapıyordu bilmiyordum.

 

Her ne olursa olsun sebebi ile ilgilenmiyordum. Bizi ona götürüyordu. Bizi evimize bizi sevdiğim adama götürüyordu. "Anneciğim." Ellerini öptüm. Üşümüştü. "Neden üzgünsün?"

 

Parmağıyla futbol sahasını gösterdi. Bir çift minik kaleye bakıp derin bir nefes aldım. Önünde en sevdiği topu duruyordu. Burada ardımızda bıraktığımız hiçbir şey umurumda değildi. "Bebeğim," dedim onu kucağıma alırken. Küçük kollarını boynuma sardı. "Hani sana anlattım ya. İşte oraya gidiyoruz. Burası evimiz değil. Orasıda bir ada ve burası gibi her yanı denizlerle çevrili. Orayı da çok seveceksin güven bana."

 

Yerdeki valizimi alıp arabaya kalçasını yaslamış bizi bekleyen ve son kez gördüğümü ümit ettiğim adama doğru yürüdüm. İyi görünmüyordu. Yine kendinden geçmiş gibiydi. Neyse ki bizi adaya götürecek bir şoför vardı. Eliyle acele edin diye işaret etti. Umursamadım. Ondan korkmuyordum. Hakkettiğini bir gün yaşayacaktı. Gerçi bu hayat ona en büyük cezaydı zaten.

 

"Anneciğim," dedim canavarın gözlerinin içine bakarak. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Yanımıza geleli birkaç gün oluyordu. Nereye gidiyor geliyor bilmiyordum ama her gelişinde biraz daha insanlıktan çıkıyordu. Üstü başı kir içinde saçı sakalı birbirine girmiş bir halde buluyordum.

 

Son özgür günleriydi. Üç yılda ne öğrendiysem hepsini tek tek anlatacaktım. İyi şeyler peşinde değildi hatta bana kalırsa korkunç şeyler planlıyordu. Belki de oğlum ve ben de bu planın bir parçasıydık. Yine de bu ona kavuşacağım fikrine gölge düşüremedi.

 

"Anne," dedi Alp. Oğluma verdiği diğer adı kullanmıyordum. "Topum."

 

"Daha güzellerini alacağız bebeğim," dedim. "Babamıza gidiyoruz şimdi."

 

🥀

 

Karabağır

 

Yüzbaşı Alpay sorgu odasından çıkarken kapının önünde onu Teğmen Kenan ve Binbaşı Turgut bekliyordu.

 

Teğmen arkadaşının ellerindeki kanlara baktı. Kanların kime ait olduğunu anlaması zor değildi. Saçları birbirine girmiş ve terden alnına yapışmıştı. Saat sabahın beşiydi ve güneş doğmak üzereydi. Ele başını adadan kaçırmak için üsse saldıran teröristlerden birkaçı canlı yakalanmış ve gece on ikiden beri sorgudalardı. Odaya son giren Alpay olmuştu. Sorguya girdiğinde konuşturmadan çıktığı nadir görülürdü.

 

Binbaşı Turgut ve Alpay karşı karşıya durdular. "Evet," dedi binbaşı kollarını göğsünde bağlayıp. "Öttürmüşe benziyorsun bülbül."

 

Yüzüne sıçramış kanları teğmenin verdiği peçete ile sildi. Binbaşı Turgut önden dışarı çıkınca Teğmen Kenan Alpay'ın kolundan tuttu. "Güliz Ada iyi mi kardeşim?"

 

İngiltere'de yaşadıklarını biliyordu. "Kara haber gerçekten de çabuk yayılıyormuş ha devrem."

 

"Öyle gerçekten," dedi. "Aynı gün saldırıya uğramışız."

 

Alpay durdu ve arkadaşına baktı. "Kafamın içi kazan gibi kaynıyor Kenan. Yanan bu ateşi söndürmem gerek."

 

Birlikte hapishaneden çıkarken Binbaşı Turgut çıkış kapısından işaret verdi. "On dakika içinde mahzende olun."

 

"Emredersiniz komutanım."

 

"Ayla ve Armağan nasıl?"

 

"Düldül hastaneye götürdü dün. Armağan bugün hapishanede nöbetçi. Bedenen iyiler de kardeşim ama ruhen ne haldeler Allah bilir."

 

"Biri var," dedi Alpay. Botları su birikintilerinden geçerken gıcırdıyordu. "Kim olduğunu bilmiyorlar. Havadan ve karadan ulaşıma zemin hazırlayan biri varmış." Mahzene indiklerinde tüm askerlerin ve sağlık görevlilerinin dosyalarını istetti. "Burada! İçimiz de bir hain var Kenan ve öyle alelade biri değil bu kardeşim. Eli kolu uzun biri olmalı. Böyle başarılı bir şekilde kamufle olabildiğine göre."

 

"O kadar çok giden gelen oldu ki bulmak çok güç Alpay ama imkansız değil."

 

Alpay masanın yanındaki koltuğa kendini bıraktı ve başını geriye düşürdü. Epey sıkıntılıydı. "Her an Libya'ya gönderilebilirim Kenan ve bu işi çözmeden gitmek istemiyorum."

 

Binbaşı Turgut içeriye girince ikisi de hemen ayağa kalkıp hazır ola geçtiler. Sandalyeyi çekip elini masaya vurunca Alpay komutanının yanına yaklaştı. "Seni dinliyorum Alpay."

 

Alpay'ın konuşmasına başlamasını beklemeden arkasına yavaşça yaslanıp boynunu çevirdi. "Konuşturma yöntemini merak ediyorum bülbül," dedi. "Bir ara şu fantezilerinden konuşalım."

 

Teğmenle birbirlerine bakıp gülecek oldular ama binbaşı ayağını teğmenin dizine vurunca ikisi de hızla toparlandı. "Her yiğidin bir yoğurt yiğişi var komutanım. Tabii ki sizinle seve seve paylaşırım."

 

"Adam seçiyor olabilirler komutanım," dedi Teğmen Kenan. "O kadar şey yaptınız ama bana mısın demediler. Tipe göre konuşuyorlar sanırım."

 

Binbaşı Turgut kaşlarını çatınca teğmen bir adım gerçi çekildi. "Ne varmış benim kaşımda gözümde Kenan?"

 

"Estağfurullah komutanım. Kurt gibisiniz. Bozkurt yakışıklılığı var sizde maşallah."

 

Gülecek gibi olunca duruşunu düzeltip boğazını temizledi. Alpay'a dönüp Kenan'ı işaret etti. "Görüyorsun değil mi bülbül? Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş."

 

Odadan çıkarlarken Binbaşı Alpay'ı durdurdu. Göreve gitmeden önce bu olayı çözmesi gerektiğini söylemişti. Yüzbaşı Mücahit ve Alpay planın başında olacaktı. "Alpay!"

 

"Emredin komutanım!"

 

"Güliz Ada'nın burayla ilişiği kesilmedi. Albay konuyla ilgili görüşmek istediğini söyledi. Yeni bir alım olana kadar görevine devam etmesi gerekiyor biliyorsun." Mert Albay Tufan Albay'ı arayıp işledikleri suçu anlatmış."

 

Alpay bunu duyunca sertçe yutkundu. Öfkeden ellerini sıkarken komutanının karşısında sakin kalmaya çalışıyordu. "Benim en başından beri olaydan haberim vardı aslanım. Kesilen cezalarını doldurmak zorundalar. Canın sıkılmasın diye diyorum. İki hafta rapor kullansın. Sen de bir süre adadan ayrılma."

 

Alpay elini şakağına yasladı. "Baş üstüne komutanım. Elimden geleni yapacağım."

 

Binbaşı Turgut elini Alpay'ın omzuna vurduktan sonra yanlarından uzaklaştı. Teğmenin telefonu titredi. Telefonu açtıktan sonra bir süre sadece dinledi ve kaşları çatılırken Alpay'ı eliyle durdurdu. "Bir bu eksikti! Bana A koğuşunda görevli kim varsa mahzene topla!"

 

"Hayırdır?"

 

"Sorguda öttürdüğün kuşları avlamışlar kardeşim!"

 

"Yapacağınız işe..." Alpay küfür ederek arkasını dönüp hızlı hızlı uzaklaşırken elindeki telsize bir şeyler söyledi.

 

Teğmen hemen peşinden yukarı çıkarken Armağan'ı aradı. Bugün hapishanede o nöbetçiydi. "Sakin ol güzelim. İki dakikaya oradayım."

 

🥀

 

Alpay bloktaki tüm görevlileri tek tek sorgularken Teğmen Kenan Armağan'la cesetlerin yanındaydı. Teğmen cesedin üzerindeki çarşafı kaldırıp ikisine de tek tek baktı ve yüzünü buruşturup çarşafı örttü.

 

Elindeki boş ilaç şişelerine bakıp düşünüyordu Armağan. "En son pansumanlarını temizleyip birer doz sedasyon yaptım uyumaları için."

 

Kenan, Armağan'ı omuzların tutup hafifçe sarstı. "Güzelim sakin ol. Seninle bir ilgisi yok."

 

"Kendi ellerimle hazırlayıp tedavi masasına bıraktım. Hayri Bey bugün izinli bu yüzden tedavi tabelasını bana mail olarak attı."

 

"Armağan!"

 

"Kenan..."

 

"Zehirlenmiş gibi görünüyorlar. Gözlerime bak."

 

"Ya biri ben lavabodayken iğneleri değiştirdiyse?"

 

"Cesetlerin incelemesi bitince ne olduğu anlaşılır güzelim. Senin ne tür tedavi yaptığın ortada. Hadi gel benimle."

 

Armağan derin bir nefes alıp teğmenin uzattığı elini tutup ayağa kalktı. Tedavi odasından çıkarken kapıda Hayri Bey'le karşılaştılar. Doktorun yüzünde endişeli bir ifade vardı. Hayri Bey Armağan'ı görünce adımlarını hızlandırıp hemen önünde durdu. "Ah güzel kızım ne bu halin?"

 

"İki kişi daha öldü..." Armağan ağlamak üzereydi ve bu yüzden konuşmakta epey zorlanıyordu.

 

"Biliyorum evladım. Bu yüzden buradayım. Tutanak için geldim. Sakin ol bir insan bir doz sedasyondan ölmez."

 

"En son olaydan sonra fazla hassas," dedi Teğmen. "Tutanak için Alpay sizi bekliyor hocam."

 

Hayri Bey başını sallayıp Armağan'ın omzuna dokundu. "Birkaç gün dinlen yavrum."

 

Hapishanenin bahçesine çıktıklarında Armağan durdu ve teğmenin koluna dokundu. "Kenan."

 

"Söyle bir tanem."

 

"Beni Güliz Ada'nın yanına götürür müsün?"

 

"Götürürüm güzelim ama fazla kalamayız. Yarın dönmemiz gerekecek."

 

"Sorun değil," dedi. "Ben Ayla'yı arayayım da hazırlansın.

 

🥀

 

"Vardiya değişimi saati olmadığı için giren çıkan kimse de olmadı komutanım," dedi askerlerden biri. "Hemşire hanım tedavilerini yaptıktan sonra Bizzat ben eşlik ettim getirilip götürülmelerine."

 

"İkisinin de eceli aynı anda geldi yani Murat öyle mi?" Alpay karşısında korkusundan titreyen askere sertçe baktı. "Biri zehirledi işte o iki leşi!"

 

"Komutanım güvenlik iki katına çıkmış durumda. Devriyeleri bizzat kendim yapıyorum. Doğu kanadına giren çıkan olmadı. Kuş uçurmuyorum."

 

Sinir bozukluğu ile güldü. "Belli belli. Tamam asker gidebilirsin."

 

Asker selam verdikten sonra kaçar gibi oradan uzaklaşırken askerin ardından o da çıktı. Koridorda hızlı ve öfkeli bir halde yürürken telefonuna saatlerdir bakmadığını hatırladı. Sabaha kadar ayakta kalmıştı ve boncuğunun sesini adaya döndüğünden beri duymuyordu.

 

Bahçeye çıktığında göğsünün üzerindeki fotoğrafı çıkardı. Bir yıl önce teğmenin ona verdiği fotoğraftı. İlk kez gördüğü o gözlerin hayatında büyük zelzele yaratacağını ta o gün hissetmişti. Biriyle bir hikayenizin olacağını bilirsiniz. O hissetmişti ve her şeye rağmen şükrediyordu. Burnunda tütüyordu karısı.

 

Adımlarını tugaya doğru hızlandırırken yüzüne birkaç yağmur damlası düştü. Başını kaldırıp gökyüzüne bakınca Kuzeybatıdan kara bulutların geldiğini gördü.

 

Tugaya girip doğrudan odasına gitti. Telefonu yatağının üzerindeydi ve ekranında onlarca cevapsız çağrı vardı. Çoğu Güliz Ada'dandı. Ayakkabılarını çıkarmadan yatağına uzanıp sevdiği kadını görüntülü aradı.

 

Güliz Ada'nın yüzü ekrana düşünce dudaklarından bir türkü döküldü yüzbaşının. 'Sen benim her daim başımda tüten yanık bir türküsün boncuk.' Onu gördüğü andan beri başında esen kavak yelleri hala durulmak bilmemişti.

 

"Söküp atılmıyor. Ben de mi kusur? Doğarken kök salmış öze saçların."

 

"Alpay," dedi Güliz Ada gözleri dolu dolu. "Sevgilim."

 

"Emret sultanım." İçi gidiyordu ekrana bakarken. "Senin o sevgilim diyen diline kurban olurum." Burnunun direği sızlıyordu karısına baktıkça. "Türkü gözlü sevdiğim benim. Şirin sözlerine yandığım güzel."

 

Kocasından duyduğu sözlerle mest olan genç kadın kocaman gülümsedi. Bu sözler onun için artık ihtiyaçtı. Yemek gibi su gibi hava gibi. Zaten sevgisiz nasıl yaşardı insan? "Çok merak ettim seni. İki gündür hiç aramadın. Her şey yolunda mı? Neden savaştan çıkmış gibi görünüyorsun?"

 

"Bebeğim burası biraz karışık. İki gündür toplasan iki saat ya uyudum ya uyumadım. Yine de hep aklımdasın güzelim. Ne kadar özlediğimi bir bilsen. Hele ki o sıkı..."

 

"Sus," dedi Güliz Ada yükselerek. "Ben de çok özledim bebeğim lütfen sus."

 

"İlk fırsatta yanındayım. Dedemle halam nasıl? Bir sorun yok değil mi? Sen nasılsın? Bana söylemediğin bir şey yok değil mi?"

 

"Hepimiz iyiyiz," dedi. "Seni gördüm ya daha iyiyim şimdi."

 

"Göğsünde uyumam gerek sultanım. Başka türlüsü iflah etmez beni."

 

"Biraz uyu Alpay. Akşam aradığımda o gözlerini böyle görmek istemiyorum." Dudağını ısırdı utanarak. "Yanındayım. Başını göğsümün üzerine koy. Ben saçlarını okşarım sen uyu tamam mı bir tanem?"

 

Sarhoş olmuş gibi güldü yüzbaşı. "Tatlı dilli karım benim. Yavrum sen ömrümün yegane hazinesisin." Bir süre bakıştılar. "Teğmen kızları sana getirecek. Bana kokundan bir parça gönder."

 

"Baş üstüne yüzbaşım." Asker selamı verdikten sonra telefonu kapattı Güliz Ada. Yüzbaşı ekrana birkaç saniye baktıktan sonra gözlerini ağır ağır kapadı. Rüyasında boncuk gözlüsünü göreceğini biliyordu.

 

Göğsündeki fotoğrafı yüzünün hemen yanına koydu. Ne uyurken ne de uyanıkken aklından çıkmayan o gözler tüm yorgunluğunu alıp götürüyordu. Şu anda olduğu gibi...

 

🥀

 

"Beş dakikaya hazırım Armağan. Ne iyi oldu. Nasıl da özlemiştim boncuğumu."

 

Ayla, telefonu kapadıktan sonra vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladı. Çelebi beş dakikaya geleceğini söylemişti ve onu görmeden gitmek istemiyordu. Heyecanlıydı. Parmağındaki yüzüğe baktıkça gülümsüyordu. Kendi aralarında birbirlerine söz vermişlerdi ve buldukları ilk fırsatta aileleri ile tanışacaklardı.

 

Her ne kadar hızlı ilerliyor olsalarda yaşadığı heyecan tüm düşüncelerini siliyordu. Telefonunu çantasına koyduktan sonra alt kata indi. Yeni telefonunda şimdilik yalnızca kızların ve Çelebi'nin numarası vardı.

 

Aynadan son kez kendisine baktıktan sonra yüzünde kocaman gülümsemesi ile kapıdan çıktı. Gökyüzünde toplanan kara bulutlara baktıktan sonra yüzünü bahçe kapısına çevirdi. Gülümsemesi anında soldu ve elindeki çanta ayaklarının dibine düştü. Karşısında sevdiği adamı bulmayı beklerken gördüğü kişi beyninden vurulmuşa döndürmüştü genç kadını.

 

Uğruna ceza almayı göze alarak hayatını kurtardığı eski nişanlısı tam karşısında duruyordu. İkisi de yalnızca baktı. Ayla'nın kafasında binlerce soru vardı ve en önemlisi buraya nasıl geldiğiydi? Kimden izin almıştı? Daha doğrusu nasıl izin alabilmişti?

 

Yağmur ikisininde üzerine düşmeye başlarken gözleriyle birbirlerine çok şey söylediler aslında. Sorulmamış nedenler, niçinler...

 

Adam kadına pişmanım diyordu. Kadınsa sevindim ama artık bir anlam ifade etmiyor diyordu. İneceğin yeri kaçırdığında artık kat edeceğin yol çok daha uzundur. Dönmek ve en yakın durağa devam etmek arasında debelenip durursun. Ayla ona en yakın durağa yürümeyi seçmişti. Artık dönüşü daha da zordu.

 

Tam ona doğru öfkeyle bir adım atacakken Alperen'in çaprazında ikisine bakan adamı gördü. Çelebi Ayla'ya bakıp yavaşça gülümsedi. Ayla karşısındaki adama baktı. Bu adama hesap sormak için onun arkasında bir dağ gibi durabilecek adamı kırmaya değer miydi? Elbette değmezdi çünkü Alperen artık onun için bir anlam ifade etmiyordu.

 

"İyi görünüyorsunuz," dedi yürümeye başlarken. "Sevindim sizin adınıza. Geçmiş olsun."

 

Ayla bir daha Alperen'e bakmadan yüzünde kocaman gülümsemesi ile Çelebi'ye doğru yürürken Çelebi'nin ayakları yerden kesildi. Başında esmeye başlayan kavak yelleri ile mest oldu. Karşısında duran kadının koca yürekliliği ile daha da aşık oldu.

 

"Hoş geldin sevgilim," dedi Ayla. Çelebi sevdiği kadının dudaklarından dökülen cümle ile heyecanlandı. "Çok bekletmedim değil mi?"

 

Alperen ikisine bakarken renkten renge giriyordu. Her şeye rağmen yüz üstü bıraktığı kadını onu beklerken bulmayı ummuştu. Çelebi Ayla'nın koluna dokunup ileriye doğru yürümeye başlayınca Alperen çaresizce eğdi başını.

 

Başını yerden kaldırıp peşlerinden gitti sonra. Buraya kadar gelipte konuşmadan gitmek istemiyordu. "Ayla," diye bağırınca Çelebi arkasını dönüp kaşlarını çattı. "Biraz konuşabilir miyiz?"

 

Ayla Çelebi'nin koluna sakin olması için dokundu. "Sizinle ne konuşabilirim ki?"

 

"Ayla Lütfen!"

 

"O elini bir indir birader!" Çelebi Alperen'in koluna sertçe dokundu ve Ayla'dan uzaklaştırdı. "Cevabını illa ki benden almak istiyorsan buyur gidelim. Seni kendi yerimizde yurdumuzda ağarlayalım koçum. Böyle ayak üstü misafir ağırlamak bize ters."

 

"Çelebi," dedi Ayla saatini gösterirken. "Geç kalıyoruz canım gidelim artık."

 

Çelebi Alperen'in omzuna elini vurdu. "Üsse geç birader. Madem gelmişsin buraya kadar ağırlayalım seni."

 

Ayla Çelebi'ye yapma der gibi baktıktan sonra koluna girip arabaya doğru yürümesi için hızlandırdı. "Gözüm arkada mı gitmeliyim?"

 

Çelebi, arabanın kapısını açarken göz kırptı. "Benim o herifle rekabet ve kavga etmek için bir sebebim yok Ayla. İçin rahat gidebilirsin."

 

Çelebi, Ayla'yı limana getirdiğinde Alpay'ın kaptan amcasının teknesi, iskelenin önünde bekliyordu. Teğmen Kenan Armağan'ın binmesine yardım ediyor Alpay kaptanla konuşuyordu ve elinde bir kutu vardı.

 

"Selamın Aleyküm komutanım," dedi Çelebi. Teğmen Kenan Ayla ile Çelebi'yi görünce tekneden indi.

 

"Aleykümselam."

 

Ayla Çelebi'ye son kez bakıp tekneye binince Armağan'ın yanına gitti. Armağan arkadaşının ifadesinden bir şeyler olduğunu anlamıştı. "İyi misin sen?"

 

"Anlatacağım," dedi sessizce. Bir yandan da Çelebi'ye el sallıyordu. Tekne kıyıdan uzaklaşırken Teğmen, yüzbaşı ve Çelebi limandan ayrıldı.

 

"Misafirimiz var iki gözümün çiçeği," dedi Çelebi. Alpay dikiz aynasından hayırdır der gibi baktı. "Ayla'nın eski nişanlısı."

 

Kenan arkasını dönüp Çelebi'ye baktı şaşkınlıkla. "Ne alaka lan?"

 

"Birazdan anlarız komutanım. Üsse gitmesini söyledim."

 

"Çelebi tan tana istemiyorum," dedi Alpay. Dikiz aynasından ters ters bakıyordu. "İki gündür uyumuyorum."

 

"Eee ne yapalım yavrum? Koynumda uyumak istersen gel buyur."

 

Alpay Kenan'ın bacağına yumruğunu vurunca Çelebi uzaklaşarak sağa doğru kaydı. "Genel kültür olsun diye söylüyorum kardeşim!"

 

Çelebi uyarıyı almıştı. "Emredersin komutanım!"

 

Üsse geldiklerinde Kenan ve Alpay albayın odasına giderken Çelebi koğuşa uğramak için tugaya geçmişti. Alperen'i göremeyince korkudan gittiğini düşündü.

 

İçeri girince burnuna dolan çorap kokusundan nevri döndü ve elini burnuna götürdü. "Burada nasıl yaşıyorsunuz? Niçin burayı temizlemek için uğraşmıyorsunuz?"

 

Düldül ensesine bir tane vurdu. "Ne diyon lan Yusuf'i?"

 

"Kapı pencere açın oğlum? Ahırdan beter kokuyor içerisi."

 

Kendi ranzasında oturan adamı görünce yüz ifadesi değişti. "Burada mıydın?"

 

Alperen ayağa kalkıp Çelebi'nin önünde durdu. Birlikte koğuştan çıkıp bahçeye geçtiklerinde konuşan Alperen olmuştu. "Buraya olay çıkarmaya ya da Ayla'yı geri kazanmak için uğraşmaya gelmedim. Benim bu saatten sonra onun ancak mutluluğuna yüzüm güler. Telefonda dinlemedi ve bir daha ulaşamadım. Benim yüzümden burada ve helallik almak için geldim."

 

"Hımm," dedi Çelebi kollarını göğsünde bağlayıp. Ne kadar samimi gelmesede o konuşurken sakin kalmaya çalıştı. "Ben iletirim kendisine. Kim getirdi seni buraya peki?"

 

"Mert Albay'ımdan rica ettim o da birilerini ayarladı işte. Neyse ben döneyim artık."

 

Çelebi başını ağır ağır salladıktan sonra Alperen'i orada bırakıp arkadaşlarının yanına döndü.

 

🥀

 

Yağmur öyle güzel vuruyordu ki pencereme terasa çıkıp izlemek kaçınılmaz olmuştu. Biliyordum aynı gökyüzünü seyrediyorduk şimdi.

 

Kızları tekneye bindirdiklerini yazmıştı bir saat önce ve ondan haber alamazsam endişe etmemem gerektiğini de eklemişti. Bu mümkünmüş gibi. İçimde dünden beri atamadığım bir sıkıntı vardı ve ne yaptıysam göğsüme ferahlık sağlayamamıştım.

 

Deniz kıyısında çok güzel bir çiftlikteydik. Arka bahçesinden eski bir iskeleye çıkıyorduk. Çiftliğin hemen yanında büyük bir hara vardı. Eskiden sadece çiftlik evi varmış hara sonradan eklenmiş. Atları izlemek çok keyifliydi.

 

Alpay'ı düşündüğüm zamanlarda kafamı meşgul etmek için onları izlemekten daha iyi bir çare bulamıyordum.

 

Yağmuru izlerken Ayla'nın kapıya doğru koştuğunu gördüm. Armağan arkasından çığlık atıyordu beni bekle diye. Aman Allah'ım nasıl özlemişim onları?

 

Kapıya doğru koşup açtığımda Armağan Ayla'dan önce davranıp boynuma atlayınca geriye doğru sendeledim. Çığlık atarak gülmekten konuşamıyorduk. "Boncuğum ya! Canım benim nasıl özledik seni."

 

"Kızım sensiz olmuyor ya. Ne zaman dönüyorsun?"

 

"Birkaç hafta izin kullanabileceğimi söyledi Tufan Albay ama ben sizinle döneceğim."

 

"Ciddi misin?" diye bağıran Ayla'nın dudaklarına elimi bastırdım.

 

"Şşşt bağırma! Alpay'a sürpriz yapacağım."

 

"Ya boncuğum ya!" Armağan boynuma sarılınca başımı başının üzerine yasladım.

 

Olivia hala bizi kapıda ip yumağı gibi görünce güldü. "İçeri geçin kumrular. Sevişmenize burada devam edin."

 

🥀

 

Tekne adaya yaklaştıkça yerimde duramıyordum. Ben ona kavuşmak için dakikaları saydıkça yolumuz sanki giderek uzuyordu.

 

"Kızım otur bir yerine!" Armağan sürekli yerimden kalkmama sinir olmaya başlamıştı. "Bağlayacağım şimdi seni şuracığa."

 

Ada nihayet görünmeye başlayınca kalbim heyecandan yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Yaklaştıkça limanda bekleyen başka bir tekne ve Alpay'la birlikte birkaç asker olduğunu gördük. Alpay kaptan amcasıyla konuşuyordu.

 

Tekneyi görünce başımı eğip gizlendim. Tekne durunca herkes inmiş ben diğer taraftan inip gizlenmiştim. Diğer tekneden yanında üç yaşlarında bir erkek çocuğuyla genç bir kadın inince Alpay'ın yüzü dondu adeta. Birkaç adım öne çıktı ama konuşamadı.

 

Kenan ve Çelebi de kadına hayalet görmüş gibi bakınca düşündüklerimle dehşete düştüm. Kadın Alpay'a bakıp ağlamaya başlarken elimi dudaklarıma bastırdım.

 

Alpay donmuş bir halde kadına bakmaya devam ederken kadın bir anda koştu ve Alpay'ın boynuna atladı. Yüreğime saplanan kurşunla onları izlerken dizlerimin bağı çözülüyordu. Ayla ve Armağan tıpkı diğerleri gibi şok halinde ikisine bakıyorlardı.

 

"Alpay," dedi kadın. "Sana geldim sevgilim."

 

Alpay kadına sarılmadı. Kolları havada kaldı ama kadını da uzaklaştıramadı. Şoka girmiş gibiydi. Kıpırdamıyordu. Korkuyla beklediğim her saniye bir girdabın içine çekildim.

 

"Sen," dedi Alpay. "Nilay se-sen yaşıyorsun."

 

Kadın Alpay'a sarılmayı bıraktı ve arkasındaki oğlan çocuğunu işaret etti. "Her şeyi anlatacağım ama önce tanışman gereken biri var." Alpay kaşları çatık bir kadına bir çocuğa bakarken kadın, "oğlunla tanış sevgilim," dedi. "Sana oğlumuzu getirdim."

 

Gözlerim dolu dolu izlediğim yerden Alpay'ın yüzündeki dehşet ifadesini kızların gözlerindeki hüznü ve kadının gözlerindeki umudu artık seçemiyordum. Ağlayarak tekneden uzaklaşıp, askeri araçların arasından geçip eve doğru koşmaya başladım.

 

"Oğlumuz," diyordu kadın. "Oğlumuzla tanış."

 

🥀

 

Uzun bir aradan sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz canlarım❤️

Her şeye sıfırdan başlamak bütün hayallerimin üzerine bir perde çeksede pes etmeden devam etmem gerektiğini biliyorum🥲

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%