Yeni Üyelik
25.
Bölüm

Gül Kadin

@aysegulcee1


Kurşun yarası ile ölmez de insan. Bir dil yarası inim inim inletir.


🥀


Sözleri kalbimi dağlamış gözleri ruhumu bedenimden söküp almıştı.


Bir gülüşüyle kalbimi bayram yerine çeviren adamın gözlerindeki korku, yer yüzünü ayaklarımın altından çekip alıyordu. Ne olursa olsun ne yaşarsam yaşayım onun yanında olacaktım.


Bu kadar alışmışken ondan kilometrelerce uzağa gitme düşüncesi canımı çok yakıyordu. Ben buradan gitmeyi onu gördüğüm ilk günden beri aklımdan silip atmıştım. O neredeyse ben oradaydım. Olduğu her yer bana memleket her yer yuvaydı.


Hasta bir adamın söyledikleri yüzünden beni kendinden uzak bir yere göndermek istiyordu. Ben başıma gelecek olana razıydım. Yolda yürürken de bir araba çarpıp ölmeme sebep olabilirdi. Kadere inanmıyor muydu?


"Boncuğum böyle gitme." Birkaç adım atıp durdum. Sesi titriyordu. İlk titreyişi değildi bu. Kalırsam onu üzeceğimi biliyordum ama gidemiyordum da. Ondan uzaklaşamadığımı görmüyor muydu?


"Bana gülmediğin an ruhum çekiliyor bedenimden gül kokulum. Senden önce hiçbir şey umurumda değildi. Bedenimi kurşunların önünden hiç çekmedim. Şehit olana kadar bu topraklardan ne kadar pislik temizlersem o kadar kar diye düşündüm. Ailemden canımdan geçtim." Duraksadı. Sözleri öyle saplanıyordu ki kurşundan farksızdı. "Görevlerden sağ çıkmışım yaralanmışım umurumda değildi ama artık sen varsın boncuk. Sağ dönmem için çırpınan bir kalbim var artık."


Gözlerim doldu sözlerinden sonra. Kalbimi nasıl yumuşatacağını çok iyi biliyordu. Hemen arkamda durduğunu hissettim. Güçlü bir nefesle ciğerlerimi doldurup ona doğru döndüm. "Alpay ben..."


"Söyle sultanım."


Gözümün içine öyle bakıyordu ki direnemiyordum. "Gidiyor aylarca gelmiyorsun. Buna tek bir sözüm yok çünkü mevzu bahis vatansa benim göz yaşımın bir önemi yok." Başını hızlı hızlı sallarken konuşmasına müsade etmeden devam ettim. "Ne kadar sürerse sürsün bana geleceğini biliyorum ama buradan gitmemi isterken bu şansımı da elimden alıyorsun."


"Sultanım bak ben..."


Elimi havaya kaldırıp onu susturdum. "Sensiz bir yere gitmeyeceğim. Ne zamanki sen yer değişikliği istersin o zaman buradan birlikte gideriz."


"Boncuk..." 


"Alpay bu konu tartışmaya açık değil. Gitmeyeceğim o kadar. O adamdan da söylediklerinden de korkmuyorum!"


Başını pes ederek hızlı hızlı salladı. "Benim için kolaymış gibi konuşuyorsun güzelim." Ellerime uzandı ama tutmasına izin vermedim. "Dedem ve halamla konuştum. Halamın Ankara'daki evine yerleşeceğiz."


"Buradan birlikte gideceğiz Alpay! Hiçbir yere gitmiyorum çıkar aklından bunu." Ellerimin titrediğini görünce sesli bir nefes koyverdi. "Sen buradayken ben hiçbir yere sığamayacağım."


Ters baktı. "Tim komutanını karşında titrettiğinin farkında mısın boncuk?"


Kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. "Rütbenle bana ahkam kesemezsin."


Tek kaşını kaldırarak bana doğru yaklaştı. Dudaklarının kıvrıldığını görünce gözlerimi kaçırdım. "Kocan olacağım güzelim. Bundan öte rütbe var mı?"


Kalbim heyecanla çarparken yüzümü gözlerine çıkardım. Gözlerinin içinin güldüğünü görmek yüreğimi yumuşacık ediyordu. "Artık gideyim," dedim sessizce. Yutkundu. "Düğüne geç kalmak istemem. Rüzgar çok yardımcı oluyor. Ayıp olmasın."


Başını yavaşça salladı. "Az kaldı," dedi keyifle. "Sonra biz de nikahımızı kıyacağız. Düğün için birkaç ay beklememiz gerekecek. Fırat'ın şehadetinin üzerinden biraz zaman geçsin istiyorum." Parmaklarını saçlarından geçirdi. "Bana kalsa düğün de istemem ya. Adet yerini bulsun diye kabul ettim."


Kalbim korku ve heyecanla çarparken yüzümü ellerime eğdim. Nikah düğün dedikçe kalbime bir haller oluyordu. Konuşurken bile yüzüne bakamadığım adamla dünya evine girecektim ve bu kalbime baş edeceğimden çok daha büyük bir heyecan bahşediyordu.


Varlığına binlerce kez şükrettiğim adamla ömrümü huzurla tüketmek istiyordum.

Yüzümü yerden kaldırdığımda bana genişçe gülümsediğini gördüm. "Bir şey söylemeyecek misin güzelim?"


"Her şey çok ani ve hızlı gelişti Alpay. Söylenecek bir şey bırakmıyorsun bana. Benim düğün için bir hazırlığım bile yok." Sesim heyecandan titriyordu. "Pek çeyizim de yok üstelik."


"Çeyiz?" 


Başımı salladım yavaşça. "Hı hım. Çeyiz..."


Güldü. "Güliz biz yuva kuruyoruz güzelim. Mağaza açmıyoruz ki. Ne çeyizi? Sen evime aşkı, sevgiyi, huzuru, merhameti getireceksin beraberinde. Çeyizi ne yapayım?"


Kalbinin dizginlerini avuçlarıma bırakıyordu sözleriyle. "Alpay sen hayatımda gördüğüm en romantik adamsın."


Kahkaha attı. "En son böyle söylemiyordun sultanım."


"Ama seni ilk gördüğümde bana pek kibar davrandığını söyleyemem."


Çok güzel bakıyordu. Hayatım boyunca kimse bana bu kadar güzel bakmamıştı. Suçlu ona kanan kalbim değildi. Suçlu gözleriydi. "Sen askerlerimi seyrederken ben şakımana vuruldum deniz kızı. Bu güneşli bir günde aniden çakan bir şimşek gibiydi. Çarpıldım gül kadın." Gülerek ayaklarına eğdi başını. "Öfkem sana değildi. Öfkem seni bir başkasının da benim gözümle görme ihtimalineydi. Dosta düşmana taş gibi olan yüreğimin sana nasıl yumuşadığını bir görebilsen..."


Görüyordum ve bu beni çok mutlu ediyordu. Tebessümle bakarken bir anda kaşlarını çattı. Boynunu sağa sola çevirip kütürdetirken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Asker!" diye gürleyince olduğum yerde sıçradım.


"Emret komutanım!" Çelebi'nin acıyla karışık çıkan sesini duyunca güldüm. Hemen arkamızdaki duvarın önünde büyük bir ağaç vardı. Ağacın arkasından yere hızla düşen iki adama bakıp bir anda gülmeye başladım çünkü Çelebi ve Düldül gizlenmiş bizi dinlerken komutanlarına yakalanmışlardı. "Allah!"


Alpay, poposunu tutan Çavuş'a bakarken burun kemerini sıktı. "Ulan siz bizi mi dinliyordunuz?" Çelebi ve Düldül birbirlerine korkmuş bir şekilde sarılırken Alpay ikisine bakıp bir kez daha yükseldi. "Üssün çevresini yüz kez koşuyorsunuz eşşek herifler!"


"Yok valla komutanım. Kenan komutanımdan kaçıyorduk. Boncuk yengenin sizi titrettiğini falan duymadık biz." Çelebi Düldül'ün ensesine okkalı bir tokat geçirirken homurdanıyordu. "Camış sütüyle mi beslediler seni Çelebi?


"Yok at sütüyle beslediler gevşek ağzına tükürdüğümün at kafası!"


Alpay, anlık nerede olduklarını unutan askerlerine bakarken öfkeden kızarmaya başlamıştı. "Çelebi!"


"Emret bülbülüm!"


İkisi de hızla ayağa kalkıp hazır ola geçince Alpay ikisine doğru biraz daha yaklaştı. Çelebi bana kurtar der gibi baksada umursamadım. Hak etmişlerdi çünkü. "Akşam yemeği de yok size!"


"Komutanım iki gözümün çiçeği de suçlu sayılıyor mu peki?"


Alpay anlamayarak Çelebi'ye baktı. "Kenan ne alaka oğlum?"


Düldül ve Çelebi aynı anda duvara doğru dönünce Teğmen Kenan yavaşça duvarın arkasından başını çıkardı. Ben elimi dudaklarıma bastırırken Alpay la havle çekiyordu. "Gerçekten mi Kenan?"


Teğmen ellerini havaya doğru kaldırırken genişçe gülümsüyordu. Elindeki kalemi kulağının arkasına sıkıştırdı. "Selamın aleyküm yavrum."


Alpay, arkadaşına ne söyleyeceğini bilemeyen bir mimikle bakarken Kenan Çelebi ve Düldül'ün kulaklarına asıldı. "Sabah ezanıyla kalkıp bütün tugayı siliyorsun Çelebi."


"Ama komutanım!" Düldül Çelebi'ye güldü ve komutanlarına selam verip üsse doğru koştu. "Yaktın beni komutanım!"


"Onu beni gammazlarken düşünecektin."


Teğmen Çelebi'yi kulağından çekerek götürürken bize doğru gelen kadın girmişti radarıma. Gelen Hülya'ydı ve kalbimin öfkeyle atmasına yetmişti. Alpay da Hülya'yı görünce sesli bir nefes koyverdi. "Güzelim sakin ol lütfen."


Hülya Alpay'ın yanında durunca dişlerimi sıktım. "Gayet sakinim Alpay!"


"Belli oluyor sultanım."


"Merhaba." 


"Merhaba," dedim sevdiğim adama daha da yaklaşırken. Alpay'a sarıldığı ve öptüğü an gözlerimin önünde dolanırken bu kadına kibar davranmam mümkün değildi. Alpay'ın koluna asıldım. "Biz de gidiyorduk. Öyle değil mi aşkım?"


Ona ilk kez aşkım dediğim için gözleri iri iri yüzüme baktı bir anda. Elimin altındaki teni kıpırdanmaya başlamıştı. "Öyle sultanım. Bir sorun mu vardı Hülya?"


Kadın sanki ben burada yokmuşum gibi Alpay'a bakıp gülümsemeye devam etti. "Libya'ya ne zaman gideceksin? Görmen gereken bazı raporlar var da. Gitmeden bir bak. Somali'ye geçince dönmen uzun sürecek çünkü."


Alpay'ın eğitim için Libya'ya görevlendirilme ihtimali olduğunu biliyordum fakat yakın bir zamanda böyle bir kararın çıktığını bana söylememişti. Bir anda göz göze gelince Alpay gözlerini gözlerimden çekmeden yavaşça yutkundu. Öfkeden kulaklarıma kadar kızardığımı hissedebiliyordum.


"Bir ara bakarım Hülya. Şimdi izninle."


Hülya başını salladıktan sonra yanımızdan uzaklaştı. Kırgın baktım sevdiğim adama. Beni neden adadan göndermek istediğini şimdi daha iyi anlıyordum. "Ne zaman gideceksin?" Sesim çatallıydı. Buna engel olamamıştım. Kırgın ve öfkeliydim. Böyle önemli bir görevlendirmeyi Hülya'dan duymamalıydım. "Gideceğin günü bana söylemeyi düşünmüş müydün?"


"Güzelim..." 


"Alpay bir açıklama yapma. O güne kadar üzülmeyeyim diye söylemediğini biliyorum fakat düşünmediğin bir şey varsa o da her anımı yanında geçirmek için yanıp tutuştuğum." Elini yüzüme doğru uzattı ama ondan uzaklaştım. "Eve gideyim ben. Törene geç kalmak istemiyorum."


Ondan uzaklaşıp çıkışa doğru yürürken peşimden gelmeye başladığını biliyordum. Bana yetişip kolumdan tutunca hızla ona doğru döndüm. "Alpay uzak dur yoksa kalbini kıracağım ve bunu asla istemiyorum. Gideceğini Hülya'dan mı duyacaktım ben ya?"


"Ben senden uzak falan kalamam efendim!" Gözlerimi kaçırdım. "Bakma öyle boncuk boncuk. Gideceğim diye göbek atmıyorum ve canım fazlaca yanıyor. Karar gidene kadar gizli tutulacaktı bu yüzden..."


Sözünü parmağımı havaya kaldırarak kestim. "Bana söz vermiştin. O kadınla arana mesafe koyacaktın. Ne kadar gizli olduğunu görmek gerçekten şaşırtıyor Alpay."


"Gülüm haklısın da sana zaten söyleyecektim. Ben Hülya'yla görüş..."


Sözünü bitirmesini beklemeden yürümeye devam ettim. Şu an mantıklı düşünemiyordum.


"Nazın da kahrında başım gözüm üstüne," diye bağırdı peşimden. "Akşam seni almaya ben geleceğim boncuk. Küssende yanımda küseceksin!"


Yanından uzaklaşırken ondan duyduğum son sözler bunlar olmuştu. Ne kadar kızgın da olsam sözleri dudaklarımın kıvrılmasına engel olmuyordu. Kalbimi şefkatle okşayan güzel adam. Dünyadaki cenneti seninle yaşayacağımı biliyorum. Sırtımı öyle bir adama yasladım ki tüm dünya üzerime gelse yıkılır mıyım?


🥀


Eve geldiğimden beri aklımda Alpay'ın uzun sürecek bir göreve gideceği dönüp dolanıyordu. Hem çok üzgün hem de çok kırgındım. Ondan kırgın ayrılmak istemiyordum lakin o kadının bir şekilde sevdiğim adama yakın oluşu canımı fena halde yakıyordu.


Telefonuna gelen ellinci mesajı açarken yüzümde güller açıyordu. Yelkenlerim çoktan suya inmişti lakin bunu Alpay'a belli etmemekte kararlıydım.


Yüzbaşım🥀

İnsan hayatı boyunca bir kez aşık olur derler. Oysa ben yüzüne her baktığımda yeniden aşık oluyorum gül kadınım.


Beyaz tulumumu düzeltirken bir yandan da Alpay'ın gönderdiği mesajı okuyor ve keyifle gülümsüyordum.


Yüzbaşım🥀

Güneş batmıyor benim yüreğimde. Gözlerinle tanıştığım günden beri günlerim hep aydınlık.


Saçımı sıkı bir at kuyruğu yaparken kapım bir kez çaldı. Gelen Olivia hala olmalıydı. Sultan anne ile ellerinde bir sürü hediyelerle yarım saat önce gelmişlerdi. "Gelebilirsin."


Gelen tahmin ettiğim üzere Olivia halaydı. İçeri girince beni baştan ayağa hızlıca süzdü. Yüzündeki ifadeye bakacak olursak beğenmişti de. "Güliz Ada ne güzel olmuşsun sen öyle." Ellerime uzanıp havaya kaldırdı. "Su gibisin kuzum."


"Teşekkür ederim hala. Sen de çok güzel görünüyorsun."


"Alpay geldi. Haber vermek için geldim. Hazırsan çıkalım mı?"


Başımı olumlu anlamda sallayıp el çantamı makyaj masasının üzerinden aldım. Olivia hala ile beraber alt kata inerken kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Onu her görüşüm sanki ilk gibi heyecanlamama sebep oluyordu.

Alpay, Sultan annenin yanında oturuyordu. Aşağısı epey kalabalıktı. Çelebi ve Ayla ayakta bekliyordu. Armağan'la teğmeni göremiyordum.


Son basamakta göz göze geldik. Krem ceketinin altına siyah kot giymişti. Saçını geriye doğru taramış ve tıraş olmuştu. Duruşu nefesimi kessede gözlerimi kaçırdım zira babamın öksürüğü yanıma gel anlamı taşıyordu.


Babam ayağa kalkınca herkes ayaklandı. Armağan ve Teğmen Kenan mutfaktan çıkınca hep birlikte evden çıktık. Ufak bir restorana gelmiştik. Nikah saatine yetiştiğimiz için mutluydum. İçeri girdiğimizde büyükler bizi kapıda karşıladı ve oturacağımız masalara yönlendirdi.


Kızlarla ayrı masaya otururken Alpay ve diğerleri askerler için ayrılan uzun masaya geçmişti. Masada birkaç kadın vardı. Aralarından biri ilk gün gemide gördüğüm genç kızdı. Göz göze gelince başıyla selam verdi. Ona gülümseyip oturdum.


Alpay'a baktım. Kıyafetim hoşuna gitmediği için gözleri devamlı üzerimdeydi. Tam karşıma oturdu ve gözlerini ayırmadan beni izlemeye başladı. Babamın fark etmesinden çekindiğim için ona sırtımı döndüm. Öfkeden deliye döndüğüne emindim.


Nikah bittiğinde yemek servisine başlanmıştı. Armağan dürtüp kulağıma doğru eğildi. "Boncuk eniştem elden gidiyor."


"Ne?" 


"Arka masaya baksana."


Başımı askerlerin olduğu masaya çevirdiğimde Alpay'ın kadın askerlerden biriyle sohbet ettiğini gördüm ve Armağan'a baktım sinirle. "Ne var bunda Armağan? Çocukluk edip Alpay'ı meslektaşından mı kıskanacağım?"


Ağzına bir tane kurabiye attı. "Bilemem artık. Kenan o kadının Alpay'ın kara harpteyken sevgilisi olduğunu söylemişti."


Kaşlarım çatıldı. "Armağan kaç yıl öncesinden bahsediyorsun? Yapma lütfen. Zaten keyfim yok." Gözlerim Alpay'ı buldu bir kez daha. O da beni görünce yanındaki kadına başıyla selam verip yönünü hafifçe Kenan'a çevirdi. Armağan'a bakıp dudağımı büktüm. "Aldın mı ağzının payını Armi?"


Ayla'ya baktı gülerek. "Bana bunlardan eğlence çıkmaz bacım. Senin ki nerede?"


"Çelebi mi?"


Armağan'la birbirimize bakıp güldük. Ayla pot kırdığını fark edince kızarmaya başladı. "Evet Çelebi."


Yüzünü yavaşça ellerine eğdi. "Bilmem lavaboya gitti belki de."


Armağan Ayla'yla uğraşmaya devam ederken Alpay'ın ayağa kalktığını gördüm. Bana bakmadan bahçe kapısına doğru yürüdü. Gelinle damat dans ederken aklım hala dönmeyen Alpay'da kalmıştı. Yaklaşık yirmi dakikadır dışarıydı. Dayanamayıp telefonla aradım fakat telefonu kapalıydı.


Acil bir işinin çıktığını düşünüp ilgimi başka bir şeye verdim. Parmağımla masaya vururken Olivia hala'nın annemle yaptığı sohbete odaklanmaya çalışıyordum. Telefonum titreyince heyecanla doğruldum. Rehberimde kayıtlı olmayan bir numaradandı gelen mesaj.


İçime yayılan korkuyla mesajı açtım. Mesajda yazanlar kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Alpay'dandı fakat numara kendisine ait değildi.


Kimseye bir şey belli etmeden adreste yazan yere gel. Tek gelmeni ümit ediyorum. Aksi halde olacaklardan sorumlu değilim. Gel ve emanetini al gül kokulum.


Mesajın geldiği numarayı aradım fakat numaraya ulaşım engellenmişti. Yavaşça yutkundum. Bu bir tuzak olabilirdi. "Armağan ben bir lavaboya gidiyorum."


Ayağa kalkıp Teğmen Kenan'ın oturduğu masaya doğru yürüdüm. Beni görünce elindeki çatalı bıraktı. "Afiyet olsun. Alpay'a ulaşamıyorum. Nerede olduğunu biliyor musun?"


"Üsse gitti Güliz. Görevle ilgili bir sorun var. Mücahit Yüzbaşı aradı. Merak etme bitmeden döner."


"Peki tamam." 


Kendimi güçlükle bahçeye attım ve derin bir nefes aldım. Bir kez daha aradım fakat telefonu hala kapalıydı. Mesajın Alpay'dan geldiğini ümit ederek yazan adrese doğru yola çıktım. Alpay'ın arabasını almıştım. Arabasını bile almadan nereye gitmişti bu adam?


Arabadan inmeden torpido gözündeki silahı alıp çantama koydum. Eğitimlerde kullanmasını öğrenmiştim lakin hiçbir zaman kullanmak zorunda kalmamıştım. Adreste yazan yer küçük bir kulübeydi. Öyle güzeldi ki kulübenin tamamı neredeyse sarmaşıklarla ve güllerle kaplanmıştı. Güllerin ve sarmaşıkların yeşermiş haliyle bu evin masallardan fırlamış gibi görüneceğine emindim. Şu an ki görüntüsü bile içimi ısıtmaya yetmişti.


Kapının dışında kapalı olduğunu belirten bir tabela asılıydı. Kapı koluna asıldım ve kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda önüme ipe bağlanmış kırmızı gül buketi düştü.


İçeriye girdiğimde kulübenin tavanında yüzlerce balon durduğunu gördüm. İçeriye adımımı atar atmaz bütün hepsi patladı ve başımdan aşağıya kırmızı güller yağdı. Korkudan attığım çığlık kahkahama karışmıştı. "Aman Allah'ım bu çok güzel."


Üst kata doğru ahşap merdiven çıkıyordu. Her bir basamakta heyecanım kat be kat artarken gözlerimin önüne giren siyah ayakkabılarla yüzümü yerden kaldırdım. Alpay elimden tuttu ve ayağa kaldırdı. Çatı katındaydık ve ortada güzel bir masa vardı. Elimle göğsüne vurdum. "Aklımı aldın koca adam!"


Dudaklarını yavaşça saçlarıma bastırdı. "Sen de benim sultanım. Ödeştik."


"Alpay burası çok güzel."


"Senin kadar değil boncuk. Ne yapsam yanında sönük kalacak."


Bana söyleyecek bir şey bırakmıyordu yine. Cebinden kırmızı bir kutu çıkarıp dizinin üzerine çöktü. Gözlerim dolu dolu gözlerine bakarken kutunun üzerinde kocaman taşı olan yeşil bir yüzük durduğunu gördüm. "Her kaybolduğumda göğsüne sığınacağım, teninde son nefesime kadar soluklanacağım kadın ol boncuk!"


Boğazım düğünlenmişti. Konuşamıyordum. Başımı sallayınca yüzüğü dikkatle parmağıma taktı. Ağlayarak boynuna sarılırken, "Seni çok seviyorum güzel adam," dedim. "Son nefesine kadar derdine tek çaren ben olurum bir tanem."


🥀


Alpay'ın bütün gece ağzım kulaklarıma varana kadar gülümseme sebep olan sürprizinden sonra bir daha restorana dönmemiştik. Sabah Yüzbaşı Mücahit'in oryantasyon eğitimi olduğu için erkenden kalktık. Öğleye kadar eğitim öğleden sonra iş olacaktı.


Alpay bu durumdan hiç memnun değildi lakin kendisinin daha mühim görevleri olduğu için eğitim görevini istemesede Mücahit Yüzbaşı'ya devretmişti.

Olası tehlike durumlarında kendimizi korumamız için dövüş ve silah kullanmada her yıl tekrarlanan eğitimlerle kendimizi geliştirmemiz gerektiği için bu eğitimler önem arz ediyordu.


Askerlerle beraber bahçeye çıktığımızda Mücahit Yüzbaşı hızla bahçeye girdi. Bizi görünce hafifçe gülümsedi. Onca komutanın içinde neden bu adamı seçmişlerdi anlamıyordum. Üstelik bakışları beni fazlaca rahatsız ediyordu. Önümüzde duran büyük minderin önünde durdu.


"Hayırlı sabahlar hanımlar."


Gözlerim Alpay'ın odasının olduğu pencereye takılınca yutkundum. Oradaydı ve bizi izliyordu. Bu eğitimleri sorunsuz atlatmak için dua ediyordum.


"Hanımlar size gerekebilecek her türlü eğitimleri hazırladım. İçlerinde zoru da var kolayı da. Hazırsanız başlayalım." Yüzbaşı gereken haraketleri göstermeye başlamıştı. Önce basit haraketlerle başlamış ısındıktan sonra zorlara geçmiştik.


Neredeyse bir saattir eğitim yapıyorduk. "Son bir haraket kaldı hanımlar. Sonra serbestsiniz." Haftanın üç günü savunma üç günü de silah eğitimi alarak tamamlayacaktık. "Evet bu günün son haraketine geldik. Bu diğerlerine göre daha zor."


Üçümüze tek tek baktıktan sonra bende durdu. "Güliz hanım gelir misiniz yanıma."


"Tabii." 


Yüzbaşı tam önümde durdu ve nazikçe kolunu boynuma doladı. Ben henüz ne olduğunu anlayamadan diğer eliyle de kenetledi. "Bu karşıdakini boğma haraketi. Az önce göstermiştim. Şimdi ise bu kapandan nasıl kurtulacağınızı göstereceğim."


Ben Alpay'ın buraya gelmemesi için dua ederken Mücahit Yüzbaşının sesini kulağımda hissettim. "Boncuk hanım kapandan kurtulmaya çalışır mısınız?"


Koluna yapışarak boğazımdaki kolundan kurtulmaya çalıştım lakin nafile çünkü koluna dokunduğum anda boğazımdaki ki baskı daha da arttı. "İşte bu çok yanlış bir hareket çünkü daha çok boğulursun. Dirseklerinden güç alarak sert bi şekilde karnıma vur olabildiğince sert olmalısın."


Söylediğini yaparak sert bi şekilde karnına dirseğimi geçirdim. Boynumdaki baskısı anında azaldı. Fazla sert vurduğumu fark edince panikle yüzbaşıya baktım. "Yüzbaşım iyi misiniz?"


Güldü ve boğazını temizleyip doğruldu. "İyiyim merak etmeyin. Şimdi kapandan kurtuldunuz ve artık adamdan kurtulmanız gerekiyor. Ya da zaman kazanmanmak için yapıcağınız şey şu. Karın bölgesine beklenmedik bir darbe aldığı için afallamış bir haldedir. Darbenin etkisiyle iki büklüm olmuştur. Birkaç saniyelik zamanınız var. Karşınızdaki o pozisyondayken dizinizle burnuna veya gözüne şansınız varsa burun ve ağız üçgenine sert bir şekilde vurun. Bu darbeden sonra yere düşecektir. Kısa bir baygınlık geçirecek ve sizin kaçmak için fırsatınız olucaktır."


Bunu üçümüzde tek tek göstermişti. Sıra yeniden bana gelince Alpay'ın bize doğru geldiğini gördüm. Kızgın bakışları yüzbaşının üzerindeydi. "Yüzbaşım saat doldu."


Yüzbaşı Mücahit saatine bakıp başını salladı. "Bugünlük bu kadar hanımlar. Yarın yine aynı saatte burada olun." Alpay'a bakmadan hızla yanımızdan uzaklaştı.


Alpay, çatık kaşlarıyla bana bakarken omuzlarımı kaldırdım. "Kahve yapayım mı canım?" Şirinlik yaparak ona bakınca başını gülerek iki yana salladı.


"Yap bakalım sultanım."


Eğitimin ikinci günü


Mücahit yüzbaşıyı yine aynı yerde aynı şekilde bekliyorduk. Önümüzde rengarenk hedefler ve bir masa vardı. Masanın üzerinde bir tüfek, silah ve birkaç şarjör vardı.


"Günaydın hanımlar. Bu gün silah eğitimi yapacağız." Yüzbaşı hedefleri göstererek masadaki silaha uzandı ve silahı parçalara ayırdı. Her detayını anlattıktan sonra hepimize tek tek söküp takmayı öğretti.


Daha önce aldığımız bir eğitim olduğu için üzerinde çok durmamıştı. "Güliz Hanım atışlara sizinle başlayalım."


Hedef tahtasının önünde durdum. "Bacaklar omuz hizasında," dedi. "Dirsekler düz olacak kırmıyoruz. Göz gez arpacık. Üçünü birleştir ve tek çizgi halinde nefesini tut. Hedefini vurduğunu düşün, odaklan ve ateş et," diye bağırınca hedefi şaşırmıştım.


"Pes etmek yok tekrar deniyoruz." Tek gözümü kapatıp hedefe odaklandım. Atışım bu kez başarılıydı. Üçümüz de atış eğitiminden başarıyla geçince yüzbaşı yüzünde memnun bir ifadeyle ellerini birbirine sürttü.

"Bugünkü ders bu kadardı hanımlar. Yarın için hareketleri tekrarlayın. İyi istirahatler."


🥀


Bir hafta eğitimle geçmiş ve Alpay'ın beni Türkiye'ye gönderemediği için sabrı tükenmişti. Göreve gitmeden nikahın kıyılmasını istiyordu.


Valizimin fermuarını kapatıp Armağan'a baktım. Onlar nikahın olduğu gün yanımda olabileceklerdi çünkü albay yerlerine kimseyi ayarlayamadığı için fazla izin vermemişti. "Bir şey unutmadın değil mi?"


Valizimi yere koydum ve saçımı hızlıca topladım. Bizi limana Alpay bırakacaktı. "Sorun değil Armağan. Alpay size emanet. Sizsiz bir hafta nasıl geçecek bilmiyorum. Dikkat edin olur mu?"


"Sen de dikkat et boncuğum. Bir hafta sonra yanındayız." Birbirimize sarıldıktan sonra aşağıya indik. Annemler toparlanmış beni bekliyorlardı.


Ayla'ya sarıldıktan sonra bahçeye çıktık. Alpay'ın arabası kapıda durunca içimdeki burukluk daha da artmıştı. Valizlerimizi bagaja yerleştirdikten sonra kızlarla bir kez daha vedalaşmış ve arabaya binmiştik. Limana gelene kadar hiçbirimiz konuşmamıştık.


Limana gelince arabadan indik. Annem ve babam önden gemiye binerken bize de vedalaşmak için zaman kalmıştı. Uzunca baktı yüzüme. Ne düşündüğünü ne hissettiğini anlayamıyordum bu kez. "Alpay," dedim sessizce. "Çabuk gel olur mu?"


"Geleceğim güzelim. Dönüşüm muhteşem olacak dedim unuttun mu?"


Güldüm. "Unutmadım. Sadece aramıza mesafe giriyor ve beni korkutan bu. Sanırım henüz ayrılıklara alışamadım."


"Hadi git yoksa ben seni göndermekten vazgeçeceğim." Dudağını ısırdı. Sarılmak için hamle yaptı ama bir anda vazgeçti. Kaşlarım çatık bakınca kaşlarını havaya kaldırdı. "Baban fena bakıyor boncuk gitsen iyi olacak."


"Gidiyorum." Buruk bir ifade ile gülümserken tek elini kaldırdı. Elimi şakağıma yaslayıp selam verdim. "Dikkat et yüzbaşı! Canın sana emanet. Emanetimi gözün gibi koru."


Gemiye doğru hızlı adımlarla yürürken dolan gözlerimi hızlıca sildim. Babam girişte bekliyordu. Alpay'a sarılamadığım için kendimi bir anda babamın boynunda buldum. Kollarını sırtıma sardı ve saçlarımdan öperek sarıldı.


Yerlerimize geçtikten sonra telefonumu çantamdan çıkardım. Ekranda adını görünce kalbim hızla atmaya başladı.


Yüzbaşım🥀

Adayı güzelleştiren senmişsin gül kokulum. Gökyüzü kara bulutlarla örtüldü, üzerime sensizlik yağıyor.


🥀


Bölüm geç geldiği için üzgünüm. Bir süre geç gelecek çünkü sağlık problemleri ile uğraşıyorum.


Yıldıza basmayı unutmayın🌺

Loading...
0%