Yeni Üyelik
34.
Bölüm
@aysegulcee1

 

 

Beni eller gibi görme sen benimsin ben seninim.

 

Neşet Ertaş...

 

🥀

 

 

 

Hayat yolculuğunun can kenarındaki koltuğunda oturan bir kadının yegane durağı kalbinin ilk attığı yerdi.

 

Otobüs durdu ve o kadın ilk durakta indi.

 

🥀

 

"Oğlumuz," diyordu kadın. "Oğlumuzla tanış."

 

Sadece bir cümle...

 

Kanatlanarak geldiğim adayı bana cehenneme çeviren sadece bir cümleydi.

 

Bu kadar kısa bir cümle nasıl bir insanın canını yakar, nasıl böylesine nefessiz bırakabilirdi? Kadının sözleri can damarıma bir düğüm atmıştı sanki. Ne yutkunabiliyor ne de nefes alabiliyordum.

 

Göğsümün üzerinde kocaman bir taş vardı.

 

Ruhumda fırtınalar estirmiş köklerimi topraktan söküp almıştı sözleri. Kurumuş, susuz güneşsiz kalmıştım sanki bir anda. Sessizce oradan uzaklaşırken Alpay'ın kadının omuzlarından tutup kendinden uzaklaştırdığını gördüm. Yüzü sarsılmış gözleri büyümüştü.

 

Nefes almaya ihtiyacım vardı. Kendime gelip güç kuvvet toplamaya. Toplayayım ki Alpay'ımı yıkılmadan dinleyebileyim. Her ne olursa olsun dinlemeden onu kıracak bir şey yapmayacaktım. Ne olmuşsa benden önceydi yıkıp dökmeye hakkım yoktu. Yine de bu kalbimin ağrımasına engel olmuyordu işte. İçimden söküp alsam bir kuş gibi hafifleyecektim.

 

Sesler giderek kaybolurken kendimi bir anda üsse giden yolun karşısında buldum. Buraya kadar nasıl geldiğimin farkında bile değildim oysaki. Adaya geldiğimiz ilk gün gözlerimin önüne düşüyordu her adımımda. Beni o canavardan kurtarışı, bedenini bana siper edişi hem ağlatıyor hem güldürüyordu. İnsan yaşarken ruhu çekilince bedeninden yaşayan ölüye dönüşüyormuş meğer.

 

Yürüdüm. İçimdeki ateşi söndürene kadar yürüdüm. Kendimi hapishanenin bahçesinde bulduğumda yağmur atıştırmaya başlamıştı. Üşüyordum ama içimdeki yangın hala çok tazeydi. Halsizdim. Bir anda bütün kuvvetim çekilmişti sanki. Ayak parmak uçlarımın uyuştuğunu hissediyordum.

 

Hava ne zaman bozdu, bulutlar hangi ara karardı farkında bile olmamıştım buraya gelirken. İçimde bir ateş vardı ve sönmek yerine giderek harlanıyordu. Kadının kocama sarılıp haykırdığı sözler kulaklarımda çınladıkça üşüyordum. Bu mümkün olabilir miydi?

 

Doğruysa bu yükü onunla paylaşabilir miydim? Paylaşırdım çünkü Alpay'ı çok seviyordum.

 

Alpay böyle bir şeyden bana bahsetmediyse bu onun da bilmediği anlamına geliyordu. Böyle bir şeyi benden asla saklamazdı. Onu o kadar iyi tanıyordum ki. O bakışı, o şaşkına dönüşü, o çaresizliği tümüyle gerçekti.

 

Benim yüzbaşım benim koca yürekli yüzbaşım bir çocuğu olduğunu bilse benden saklamazdı.

 

Hapishanenin ön kapısından içeri girerken kapıdaki jandarmalar önce durdurup sonra beni tanıyınca kenara çekilmişlerdi geçmem için. Burayı hiç özlememiştim. Hatta içerideki koku buradan kaçıp gitmek istememe yetmişti lakin gidemedim. İçeri girip sağa döndüğümde Hayri Bey'i elinde telefonla koridorun sonundaki pencerenin önünde konuşurken gördüm. Epey gergin görünüyordu.

 

Bir elini cama yasladı ve dişlerini sıkarak konuşmaya devam etti. Dinliyor gibi görünmek istemiyordum fakat gidecek başka bir yerim de yoktu. Bana doğru döndüğünde elindeki telefonu yavaşça indirdi ve beyaz önlüğünün cebine koydu. Beni burada görmeyi beklemediğindendi sanırım yüzünde peyda olan ifade. Sıkıntılı bir hali vardı.

 

Zoraki bir gülümseme ile bana doğru yaklaştı ve tam önümde durdu. Kaşları hala çatıktı. "Güliz Ada!"

 

"Merhaba," dedim. Sesimin tınısı ne kadar gizlemeye çalışsamda içimdekileri dışa vuruyordu. "Nasılsınız?"

 

Önce birbirine kenetlediğim terli ellerime baktı. "Asıl sen nasılsın? Yüzün bembeyaz olmuş. Ne bu halin kızım?" Baştan ayağa inceledikten sonra endişeyle kolumdan tuttu. "Titriyorsun!"

 

"Ben iyim, ben..." Gözlerim kararınca koluna tutundum. "Hayri Bey..."

 

"Güliz Ada!"

 

Gözümün önü tamamiyle kararınca yer ayaklarımın altından yavaşça kaydı. Hayri Bey'in kucağında revire girerken sesi net olmasa da hala işitebiliyordum. Sesleri duyuyor ama gözlerimi aralayamıyordum. Bedenim saatlerce ayazda kalmış gibi titriyordu hala. Haddinden fazla üşüyordum. Sanki kanım bir anda çekilmiş ve ben karın altında kalmış gibi hipotermiye girmiştim.

 

Sedyenin üzerine yatırdı ve kazağımı sıyırıp koluma tansiyon aletinin manşonunu sardı. Tansiyonumu ölçüyordu. "Güliz Ada duyuyor musun yavrum beni? Duyuyorsan elimi sık."

 

Kalan gücümle parmağını sıkınca derin bir nefes aldığını işittim. "Ah," dedi. "Korkuttun beni deli kız. Tansiyonun çok düşük. Şimdi bir serum hazırlayayım sana."

 

Damar yolu açarken bile gözlerimi açıp bir tepki verememiştim. Serumu taktıktan sonra elini alnıma dokundurdu. "Vücut ısın çok düşük. Bedenin yoksunluğa girmiş gibi Güliz Ada. Neden yalnızsın?" diye sordu. Elleri o kadar soğuktu ki. Soğuk ve titriyordu. Sedyenin kenarına çektiği sandalyeye oturdu. "Alpay nerede?" Benden bir cevap alamayınca sesli bir nefes koyverip ayağa kalktı. "Pekala odadayım. Birazdan gelirim yanına."

 

Kapı sesini işittikten birkaç saniye sonra kendimden geçmiştim. Artık ne bir ses ne de bir nefes duyamıyordum. Tek düşündüğüm gözlerimi bir kez daha açıp güzel okyanus rengi gözlerine bir kez daha bakabilmek olmuştu.

 

🥀

 

Derin bir uykudan uyanmak istedikçe daha da çekilir ya insan. Sonsuz bir rüyanın içinde kaybolmuştum sanki.

 

Uyanmak için kendimle verdiğim savaş, yüzümde hissettiğim soğuk ve pis kokulu nefese galip gelmiş beni kendime getirmişti.

 

Neredeydim bilmiyordum. Dilim damağım kurumuştu. Vücudumda müthiş bir acı hissediyordum. Kıpırdayamıyordum da. Sanki yattığım yere bağlanmış gibiydim.

 

Güçlükle gözlerimi araladığımda revirde yattığımı hatırladım. Pencere kapalıydı ve odanın içi karanlıktı. "Ayla!" Yüzümü kapıya doğru çevirdiğimde karanlığın içinden bana bakıp gülümseyen bir silüet gördüm. Kapının hemen arkasında duruyordu. Rüya gördüğümü düşündüm önce. Hayır rüyada değildim. Uyandığıma emindim ama yine de kıpırdayamıyordum.

 

Gülüşü bedenime salt korku salmıştı. Bana doğru bir adım yaklaşınca kalkmaya çalıştım ama kalkamadım. Kolumdaki serum hareket ettikçe canımı daha fazla yakıyordu. Neden bu kadar halsiz hissediyordum?

 

"Merhaba," dedi sessizce. Bu sesi tanıyordum. Aman Allah'ım Cafer'di! "Özledin mi beni?"

 

Bana doğru biraz daha yaklaşınca gözlerimi kapadım. Bu olamazdı. Bu gerçek değildi. Halüsinasyon görüyordum. "Sen kimsin?"

 

"İstersen her şeyin. Yok istemezsen ecelin hemşire hanım."

 

Gözlerimi yeniden açtığımda hala burada olduğunu gördüm. O canavarın hücresinden nasıl çıktığına dair en ufak bir fikrim yoktu ama buradaydı. Bana bakıyor ve gülüyordu. Avazım çıktığı kadar çığlık atacakken sözleriyle lal kesildim.

 

"Sevgili kocanı bayrağa sarılı bir tabutta görmek beni görmekten daha çok canını yakacak boncuk hemşire!"

 

Gözlerim yeniden kararmaya başlayınca dudaklarımı oynattım güçlükle. "Serum," dedim. Konuştukça boğazıma iğneler batıyordu. "Seruma ne kattın?"

 

"Vitamin!" Kahkaha atmaya başlayınca avazım çıktığı kadar bağırdım. Kalan son gücümle, can havliyle çığlık attım. Başım sedyeye düşünce kapı sertçe açıldı. "Güliz Ada!" Kaldıramadım başımı yeniden. Hayri Bey'le Ayla'nın sesini belli belirsiz işitiyordum. "Aman Allah'ım kriz mi geçiriyor?" Ayla'nın adımı acıyla feryat edişini işittikçe daha çok çığlık atıyordum. "Güliz!"

 

Kolumda hissettiğim acıyla sakinleştirici yaptıklarını anlamıştım. "Ayla," dedim güçlükle. "Hayri Bey o burada..."

 

"Kim burada kızım? Ayla bir doz daha çek."

 

"Ama fazla gelir Hayri Bey!"

 

"Sen ne diyorsam onu yap! Görmüyor musun kaskatı kesildi."

 

🥀

 

Sevdiği kadını kolunda serumla gördüğünde belindeki silahı şakağına dayamayı o kadar çok istedi ki. Onu durduran yalnızca Allah ve kuluydu.

 

Perişandı. Kendini hiçbir zaman bu kadar güçsüz hissetmemişti. Çaresizdi. Sevdiği kadının gözlerinin önünde eridiğini görmek ateşe düşmek gibiydi. Kriz geçirdiğini duyar duymaz onu Mersin'e getirmişti. Ayla'dan duyduklarıyla aklını yitirecek gibi hissetmişti.

 

Yaşadığı ağır üzüntüden kriz geçirdiğini düşündüğünden kahroluyordu. Elini saçlarında gezdirdi durdu. Bilse sevdiği kadının orada olduğunu onları duymasına müsade eder miydi?

 

Karşısında duran ve yüreğini parçalayan bu görüntüyü zihninden başka türlü silmesi mümkün değildi. Sığamadı. Bu cihana ilk kez sığamayışı değildi üstelik. Bembeyaz teninde parıldayan kıpkırmızı dudaklarına baktı. Minicik burnuna ve upuzun kirpiklerine. Her hali huzur her hali sınavdı.

 

Nasıl özlemişti. Eğildi ve terli alnına ufak bir öpücük bıraktı. Alnı nemliydi hala. Göğüs kafesi sakince inip kalkarken belirli aralıklarla iç çekiyordu. Elini avuçlarının arasına alıp defalarca öptü. "Sultanım." Öyle soğuktu ki teni dudaklarına değdikçe yüreği cayır cayır yandı. "Sevdam. Türkü gözlüm, ülkü bakışlı Asena'm."

 

Bir iç çekiş daha işitine dudağını ısırdı. "Boncuğum," dedi sessizce. "Sen bana sürpriz mi yaptın?" Uyanmasını ve ona her şeyi anlatmayı sabırsızlıkla bekliyordu.

 

Ayağa kalkıp Ayla'ya baktı. Ayla öfkeyle kendisine baksada umursamadı. Tek düşündüğü ayrı odalarda yatan iki kadının bir an önce gözlerini açmasıydı. "Ayla yanından ayrılma."

 

"Öyle bir niyetim yok zaten," dedi sertçe. "Siz işinize bakabilirsiniz." Yüzbaşıya bakmadan sedyenin yanı başındaki sandalyeye oturdu. "Siz oğlunuzla ilgilenin! Yazık annesi baygın diye epey korktu."

 

"Ayla bak ben..."

 

"Kolay gelsin komutanım!"

 

Sustu Alpay. Şimdi bu konuşmayı yapmanın sırası olmadığına karar verdi ve sevdiği kadına son kez bakıp hızlıca odadan çıktı. Gerçeği yalnızca boncuğuna anlattığında yüreği soğuyacaktı. İçinde fırtınalar kopuyordu ama onun hasarı yıkımı yalnızca kendine zarar veriyordu.

 

Koridorda, Çelebi ve Kenan'ın arasında oturan oğlan çocuğuna baktı. Oturduğu yere sinmiş ıslak ve ürkek bakışlarla etrafına bakıyordu. Yanlarına yaklaştı ve Çelebi'ye baktı. Çelebi komutanını görünce ayağa kalktı. "Komutanım!"

 

"Çelebi onu biraz dışarı çıkar." Çenesiyle çocuğu işaret etti. "Annesi uyanana kadar göz kulak ol. Açsa karnını doyur."

 

"Emredersin komutanım!"

 

Çelebi ve Alp yanlarından uzaklaşırken Alpay Kenan'ın yanına oturdu. Başını duvara yaslayıp sesli bir nefes koyverdikten sonra "Kenan," dedi sessizce. "Hala kendine gelmedi mi?"

 

"Yok ama tansiyonu yükselmeye başladı. Ya Güliz?"

 

"Uyuyor. Hayri abi sakinleştirici takmış adadayken. Hala onun etkisinde." Vücudunu öne doğru eğip başını ellerinin arasına aldı. "Kenan Nilay ölmemiş! Düşünebiliyor musun? Peki bu kız üç buçuk yıldır neredeydi?"

 

Teğmen Kenan arkadaşının dizine vurdu. "Konuşmayacak mısın artık?"

 

"Aklımı kaybedeceğim lan ben! Öldü sandık. Ailesi perişan oldu ben ayrı perişan oldum. Kendimi suçladım ben aylarca. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gelmiş üstelik yanında bir çocukla."

 

"Alpay," dedi Kenan. "Çocuk?"

 

"Benden değil lan! Beni delirten de o ya! Kimleydi bu kız? Onca zaman öldü bildik. Uyandığında onunla yalnız konuşacağım Kenan. Eğer Nilay önce uyanırsa Güliz Ada'yı çiftliğe götür ve yanından ayrılma."

 

"Ta-tamam," dedi. "Senden değil yani çocuk?"

 

"Kenan," dedi dişlerinin arasından. "Ben Nilay'ın doğru düzgün yüzünü bile görmedim ne çocuğu?"

 

"Çok şükür," diyerek ayağa kalkarken Alpay teğmene ters ters bakmaya devam etti. "Hadi gittim!"

 

"Senin ben cibiliyetini..."

 

Kaçarak arkadaşından uzaklaşan teğmen Güliz Ada'nın uyuduğu odaya girdi. Alpay derin bir nefes alıp Nilay'ın kapısını aralarken kafasındaki soruları toparlamaya çalışıyordu.

 

Uyanmıştı genç kadın. Kendi kendine mırıldanıyordu. İçeri girmeden önce bir süre dinledi.

 

"Oğlumuzla tanışmadı," diyordu kadın. "Bak oğlumuz işte. İkimizin. Sen ve ben yaptık." Pencereye bakıp dudağını sarkıttı. "Gelmesin o gelmesin! Gitsin lütfen gitsin..."

 

Kendi kendine gülüp sonra ağlıyordu genç kadın. Dizlerini karnına çekip sallanmaya başlarken Alpay'ın yüreği sızladı. Bir zamanlar değer verdiği bir kadını bu halde görmek hiçte kolay değildi. Ne yapacağını bilemedi.

 

Ayakları ne geri gidiyor ne ileri gidiyordu. Bir yanda sevdiği diğer yanda öldü bildiği kadın. Ellerini yumruk yaptı. Onu bu hale kim getirdiyse Nilay bunu mutlaka biliyordu. Kaşlarını çatıp kapıyı tıklattı. Genç kadın içeriye giren adamı görünce hızlıca kolundaki serumu çıkarıp ayağa kalktı.

 

Alpay genç kadının kanayan koluna bakıp sinirle eline aldığı peçeteyi kanayan yere bastırdı. "Otur şuraya Nilay! Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

 

Nilay Alpay'ı duymuyor gibi gülerek bakıp sarılmaya çalıştı ama Alpay buna müsade etmeden genç kadının kollarını kendinden uzaklaştırdı. "Nilay," dedi sakince. "Şimdi sana sorucaklarıma tek tek cevap vereceksin."

 

"Özledim ama ben çok özledim."

 

"Kazanın üzerinden neredeyse üç buçuk yıl geçti. Senin o kazadan Gülperi ile cesedin çıktı!" Sesi hafifçe yükseldi. "Öldü bildik biz seni! Ailen, arkadaşların, ben..."

 

"Hayır," dedi ağlayarak. "Hayır hayır o kazadaki cesetlerden biri Gülperi'ye aitti eve ama diğeri ben değildim." Sakince dinledi Alpay. Öte yandan da kadının tuhaf hareketlerini ve mimiklerini inceliyordu. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. "Gözlerimi açtığımda hiç bilmediğim bir yerde ve oldukça yüksek bir binanın en üst katındaydım."

 

"Kim?" diye sordu Alpay. "Kim olduğunu ya da olduklarını biliyor musun?" Kadının sustuğunu görünce biraz daha ona doğru yaklaştı. "Nilay bana bildiğin her şeyi anlatmalısın güzelim." Nilay'ın normal bir ruh sağlığına sahip olmadığını düşündükçe öfkeden deliye dönüyordu. Onu bu hale kim getirmişti? "Aksi halde size yardım edemem."

 

"A-anlatacağım," dedi. "Başıma ne geldiyse senin yüzünden sevgilim. Beni bir odada yıllarca tutan kişinin derdi seninleydi." Kafası karışmış ve aklına bir şey gelmişcesine başını iki yana salladı. "Sevgilim oğlumuz nerede?"

 

Alpay parmağındaki yüzükle oynarken Nilay'ın sözleriyle taş kesilmişti. Tırnakları etini kanatana kadar sıktı. Eğer söyledikleri doğruysa onları zor günler bekliyordu. Başıma gelenler senin yüzünden!

 

Genç kadından duyduğu sözlerle başını hızla yerden kaldırdı. "Nilay," dedi tane tane. Sabırlı olmaya çalışıyordu. "Bizim çocuğumuzun olması mümkün değil bunu sen de biliyorsun."

 

"Ama..."

 

"Ne aması? Nilay bak bana her şeyi anlat! Ben evliyim. Karım yan odada baygın yatıyor. Canım şuramda yani!" Eliyle burnuna vurdu. "Biz seninle öpüşmedik bile! Oğlumuz deyip durma. Anlat ki başına gelenleri sana yardım edebileyim. Ne demek başıma gelenler senin yüzünden?"

 

Bildiği ne varsa söylemeye karar vermişti ama Alpay'ın sözleriyle çılgına dönen kadın bildiği her şeyi susarak gizlemeyi seçmişti. Sevdiği, yıllarca kavuşmayı beklediği adam evlendiğini söylüyor ve evladını kabul etmiyordu. "Bilmiyorum," dedi sakince. "Beni bir odada tuttular. Oğlumuzuda o odada doğurdum."

 

Alpay yanındaki tepsiyi yere fırlatıp ayağa kalktı. "Ne oğlumuzu Nilay?" Kalp atışları öfkeden ayyuka çıkmıştı. "Neyin var senin? Bu doğru değil ve sen bunu hala nasıl bu kadar rahat telaffuz edebiliyorsun?"

 

"Tek bildiğim senin ve Mert Albay'ın adının geçtiği." Kadının başını dizlerinin arasına alıp sallandığını görünce yaptığı fevri hareketten pişman oldu ve önüne eğilerek diz çöktü.

 

"Bak özür dilerim. Her ne yaşadıysan seni berbat etmiş Nilay. Aileni aradım. Seni almaya geliyorlar. Tedaviye ihtiyacın var güzelim."

 

Nilay başını ağır ağır bacaklarının arasından çıkardı ve kızaran gözleriyle gözlerine baktı. "Bizi gönderme lütfen! Yalnız güvende olamayız. Oğlumuza yıllarca seni anlattım. O günlerdir sana kavuşacağı anı bekliyordu. Tedaviye falan ihtiyacım yok benim."

 

"Yurt dışında olacaksın Nilay. Ailenin yanında kimse sana zarar veremez." Parmaklarını saçlarının arasına daldırdı. "Şimdi ifadeni alması için bir asker göndereceğim. Bana söylediklerini, hatırladıklarını tek tek söyle. Söyle ki korktuğun her kimse bulalım."

 

Genç kadın başını olumlu anlamda salladıysa da bildiklerini söylememeye karar vermişti. "Ben o çocuğun babası değilim Nilay. Bunu sen de çok iyi biliyorsun."

 

Alpay'a bakarken içi bir anda nefretle doldu. O kadın sevdiği adamın aklını karıştırmış beynini yıkamıştı. Bundan başka bir şey düşünemiyordu. Çocuğunu reddeden bir adama yardım etmeyecekti. O canavarın derdinin Alpay'la olduğunu biliyordu. Gülperi'nin ölümüyle de ilgileri vardı. Umurunda da değildi. O mutsuzken kimse mutlu olamazdı. "Oğlumuz," dedi. "Onu yanıma getir lütfen."

 

Genç adam başını sallayıp sabır çektikten sonra odadan hızlıca çıktı. Çelebi kapının önünde çocukla bekliyordu. "Annesi bekliyor Çelebi. Onu içeri götür."

 

Onları orada bırakıp karısının yanına giderken kafasında bir sürü soru dolanıp duruyordu. Nilay'ın durumu iyi değildi. Genç kadının anormal davranışları Alpay'ın bir hayli canını sıkmıştı. Söylediklerine nasıl itibar edeceğini bilmiyordu üstelik. Mert Albay! Bütün oklar dönüp dolaşıp ona ve Gülperi'ye dönüyordu.

 

İçeri girdiğinde Güliz Ada'yı uyanmış bir halde buldu. Üzerindeki kara bulutlar sevdiği kadının masmavi gözleriyle dağılmıştı. Kenan ve Armağan onları yalnız bırakmak için ayağa kalkıp odadan çıktılar. "Gülüm." Onlar odadan çıkarlarken Güliz Ada sevdiği adamı görmüş olmanın mutluluğuyla zor da olsa gülümsemişti.

 

"Alpay!" Sevdiği adamın yorgun hali içini sızlatıyordu. "Sevgilim."

 

"Sultanım!" Yanına oturdu ve sevdiği kadını kollarının arasına alıp bağrına bastı. Saçlarını, boynunu, yüzünü kokladı uzunca. "Aklımı aldın boncuk aklımı." Göğsüne sığışı kollarının arasında küçücük kalışına bile aşıktı. "Bu koskoca cihana sığamadım boncuk."

 

"Özür dilerim."

 

Yüzünü ellerinin arasına alıp gözlerine kızgınlıkla baktı. "Ne özürü gözünü seveyim yavrum. Asıl ben özür dilerim." Elindeki iğne izinin üzerinden öptü. "Orada olduğunu bilsem seni üzmelerine müsade eder miydim hiç?"

 

"Alpay," dedi Güliz Ada elini sevdiği adamın kalbinin üzerine koyarken. "O! Cafer oradaydı."

 

Haberi alır almaz Cafer'in hücresini kontrol ettirmişti. Çıkması imkansızdı. "Sevdiğim." Saçlarını öptü hızlıca. "Geçti bak ben yanındayım. Halüsinasyondu belli ki. Cafer hücresinde ve kaçması mümkün değil." Cafer'in başka bir adaya sevk edilmesine karar verilmişti. "Ağlama kurban olurum."

 

"Gerçekti," dedi başını göğsüne yaslarken. "Eminim sevgilim bana inan."

 

Sevdiği kadını sakinleştirmek için saçlarını usul usul severken yüreğine bir hançer saplanmıştı sanki. "İlaçlarını alıyorsun değil mi?"

 

Alpay'ın ona inanmayan gözlerle bakması canını yakmıştı. "Alıyorum."

 

Karısının kırgın bakışlarına içi gidiyordu. Kendini hiçbir zaman bu kadar çaresiz hissetmemişti. "Evimize gidelim yavrum. Uyuyalım. Uyuyalım ve uyandığımızda her şey bitsin."

 

"Ya sonra?"

 

Alnından öpüp yüzünü göğsünden kaldırdı ve vurgunu olduğu gözlerinin içine baktı. "Sabah dönmek zorundayım."

 

Güliz Ada sevdiği adamı kırmayı istemesede içindeki kıskançlığı daha fazla bastıramamıştı. "Onlara mı?"

 

Alpay derin bir nefes alıp gözlerinin üzerine bir öpücük bıraktı. "Ben Nilay'a elimi bile sürmedim boncuk." Eğildi ve kızarmış dudakların öptü. "Benim bir evladım olacaksa o senden olacak. Çünkü ben senden başka bir teni arzulamadım, senden başkasına yanmadım, senden başkasında da sönmem."

 

Sevdiği adamdan duyduğu sözler kalbine serin sular dökerken aklını da karıştırmaya yetmişti. "Ama o dedi ki?"

 

"Güliz Ada Nilay ne yaşadıysa onu epey yıpratmış. Gizlediği bir şeyler var ve ruh sağlığı da hiç normal değil. Ya bu oğlumuz hikayesini bilerek uyduruyor ya da bu yalana kendi de inanmış durumda. O iyi değil boncuk."

 

"Peki o kazadan nasıl sağ çıkabilmiş? Bununla ilgili bir şey söylemedi mi?"

 

Eli sevdiği kadının elleri arasındayken başını iki yana salladı. "Uyandığında oldukça yüksek bir binanın en üst katında olduğunu söyledi. Korkarım orada tecavüze ve psikolojik şiddete maruz kaldı."

 

"Aman Allah'ım bu çok korkunç Alpay." Elini dudaklarının üzerime bastırdı. "Kim bilir neler yaşadılar?" Anında kendi derdini unutmuştu. "Alpay sahip çıkalım onlara. Dediğin gibiyse eğer Nilay'ın tedaviye ihtiyacı var belki de küçüğünde..."

 

"Elimden geleni yaparım sultanım ama Nilay'ın benden sakladığı şeyler var. Bana her şeyi anlatmazsa sonsuza kadar onun için mücadele edemem. Benim tek derdim sensin." Nilay'ın amcası ve kendisi için söylediklerini karısına söylememeyi tercih etmişti yüzbaşı. Yeterince yıpranmıştı bir de bununla canını yakmak istemiyordu. "Söz konusu sensen dünyanın en bencil insanı olurum."

 

"Bir de ben mi konuşsam Alpay."

 

"Hayır," dedi düşünmeden. "Seni üzmesine, incitmesine izin veremem."

 

Elini sevdiği adamın yanağının üzerine yasladı. "Lütfen. Belki sana anlatamadı yaşadıklarını. Bir şansımı denemek istiyorum sevgilim. Kapının önünde beklersin ve söz veriyorum ters bir şey olursa sana sesleneceğim."

 

Karısının gözlerine kayıtsız kalamıyordu. Ellerini defalarca öptü. "Senin o pamuk kalbinden öperim kadın. Hemen kapının ardında olacağım."

 

"Biliyorum sevdiğim. Sen hep ardımdasın. İşte bu beni ayakta tutan yegane şey."

 

Sevdiği kadının elinden tutup yataktan indirirken kapıdan çıkmadan belinden kavradı ve kendine bastırdı. "Çok özlediğimi bilmelisin sultanım."

 

Güliz Ada hafifçe parmak uçlarında yükselip elini kocasının ensesine sabitledi ve dudaklarını dudaklarına hasretle bastırdı. "Ben de özledim sevgilim. Evimize gidelim."

 

Küçücük karısının incecik beline parmak uçlarını elinde olmadan bastırdı ve dudaklarını sertçe dudaklarının arasına alıp nefesini kesene kadar öptü. "Senin şu bal dilin beni yoldan çıkaracak sözleri nasıl biliyor boncuk?" Tek hamlede kucağına alıp sedyeye oturdu.

 

"Kalbimden dökülüyor kocam. Beni denize düşürdüğünden beri kontrol onda bilmez misin?"

 

İki gündür ilk kez gülüyordu yüzbaşı. Karısının minik burnuna öpücük bıraktı. "Bir deniz kızına vurulduk konu nerelere geldi boncuk." Yüreğindeki yangının hiçbir zaman küllenmeyeceğini biliyordu. "Ve şu kalbimi kontrol eden yegane şeysin sultanım." Eli kadınının göğüslerine yaslanınca dudaklarını boynuna bastırdı. "Nasıl bir hasret bu boncuk? İçtikçe daha susamak gibi."

 

Dudakları boynunda dolaşırken eli kazağının altındaydı. "Alpay'!"

 

Karısının fısıltısı alnını terletmişti. "Hastane odasındayız."

 

"Umurumda mı?"

 

Güldü Güliz Ada. "Biliyorum ama yine de bil istedim."

 

"O halde bir an önce olmamız gereken yerde olalım."

 

Güliz Ada, işveyle gülerek odadan çıkarken Alpay büyük bir keyifle karısını takip etti. Şimdi güzel yüzü gülüyordu. O gülüşünün solmasını hiç istemesede bir kere kabul etmişti konuşmasını. Güliz Ada Nilay'ın odasına girmeden son bir kez kocasına baktı. "Sorun yok sevgilim. İyiyim ben tamam mı?"

 

Başını aşağıya doğru eğdi. Elinde değildi. "Buradayım."

 

🥀

 

Odanın kapısını çaldıktan sonra bekledim ama içeriden herhangi bir yanıt gelmedi. Hafifçe araladığım kapıdan başımı içeri uzattığımda yatağın üzerinde yatan anne ve oğulu gördüm. Çocuk uyuyor gibiydi ama annesi uyanıktı.

 

Nilay beni fark edince yavaşça doğruldu ve oğlunun üzerini beyaz pikeyle örttükten sonra ayağa kalkıp yatağın karşısındaki koltuğa oturdu. "Merhaba Güliz Ada."

 

Afalladım. Adımı nereden biliyordu, beni nereden tanıyordu bilmiyorum. Alpay'ın dediğine göre yıllardır bir yerde kapalıydı. Beni görmüş olması mümkün değildi. Kafamın içinde dönüp dolaşan şeylerle Nilay'ın yanına oturdum. "Merhaba Nilay. Umarım rahatsız etmiyorum."

 

Yüzünü ellerine çevirip başını iki yana salladı. "Ediyorsun desem ne değişir ki. Geldin bir kere."

 

Bana pozitif yaklaşmayacağını bilerek gelmiştim buraya. Sakin kalmaya çalışacaktım. Derin bir nefes aldım. "Başına gelenleri duyunca seninle konuşmak istedim. Yani dertleşmek. Tabii sen de istersen." Ses tonumu olabildiğince kısık tutmaya çalıştım. Hem onu rahatlatmak hem de çocuğun uyanmasını engellemek için. "Eğer konuşmak istemezsen..."

 

"Alpay'ın evlendiğini bilmiyordum," dedi. Gözlerinin altı halka halka ve mordu. Madde kullanan insanlar gibi görünüyordu. Her şeyden önce o bir anneydi ve üzülmemek elimde değildi. "Bilsem gelir miydim bilmiyorum. Gelirdim galiba. Oğlunu bilmeye hakkı var çünkü."

 

Sakin bir nefes alıp yutkundum. Alpay haklıydı. Nilay kendi kafasında kurduklarına kendini inandırmış ve bunun farkında bile değildi. İçimden öfkelenmek gelmiyordu. Bir kadın için kolay değildi yaşadıkları. "Ama Alpay bunun olmasının mümkün olmadığını söylüyor Nilay."

 

"Sarhoştu. Hatırlıyor sanıyordum ama o hatırlamıyor. Her saniyesini aklıma kazıdığım geceyi o unutmuş çoktan."

 

"Nilay," dedim sessizce. "Alpay alkol almaz."

 

Başını ellerinden kaldırıp yüzüme baktı. Birkaç saniye ikimiz de konuşmadık. Sessizliğini bozan ilk o olmuştu. "Onu ne kadardır tanıyorsun sen?"

 

"Uzun olmadı ama her şeyini çok iyi biliyorum. Alpay böyle bir şey mümkün değil diyorsa öyledir Nilay. Üzgünüm ama kendine kurduğun bir dünyanın içindesin. Bak beni bir arkadaş olarak görme ama bir kadın olarak samimiyetime inan lütfen. Tedavi olmayı reddetmişsin. İzin ver detaylı bir muayeneden geçirsinler seni. Sana orada her ne yaşattılarsa büyük hasar almışsın. Bir oğlun var. Hiç değilse onun için bunu yapamaz mısın? O yanında güçlü bir anneye ihtiyaç duyacak yaşta."

 

"Ben yeterince güçlüyüm."

 

Elimi yavaşça eline uzattım. Herhangi bir tepki vermeyince dokundum. Elleri buz gibiydi. "Hem de o kadar güçlüsün ki. Her şeye rağmen dimdik ayakta ve evladının yanındasın ama neden sağlıklı bir anne olmayasın. Sana bir şey olursa o ne yapar?"

 

Gözünden akan yaşı görünce içim sızlamıştı. Her şeyden önce o bir anneydi ve benim bu halini yüreğim kaldırmamıştı. "Biliyor musun doğduğunda onu hiç istememiştim." Oğluna bakarken hem ağlıyor hem gülüyordu. "Sonra kucağıma alıp kokusunu içime çekince her şey değişti. Ölmek isterken yaşama tutundum ben."

 

"Şimdi de öyle yapacaksın." Bir anne doğurduğu bebeği neden istemez? Elbette tecavüze uğradığında. Bu birçok seçenekten sadece bir tanesiydi. "İzin ver yarın donanımlı bir hastanede tüm tahlillerine bakılsın. Belki de onunda bir terapiye ihtiyacı olacak. Kimse sizi yargılamıyor. Yaşadığınız herkesin dayanabileceği bir durum değil Nilay. Bu yüzden sen çok güçlü bir kadınsın. O cehennemin içinde bir de dünya tatlısı bir çocuk büyütmüşsün."

 

Güldüm. Ben gülünce o da güldü. "Ben yapamazdım."

 

"Gideceğim," deyince rahat bir nefes aldım. "Oğlum için..."

 

Elini elimin üzerine koydu. "Alpay seni seviyor. Benim gözlerime eskisi gibi bakmıyor. Ölmediğime bile neredeyse sevinmedi."

 

"Olur mu öyle şey? Çok sevindi. Nilay dostluklar, sevgiler, aşklar bir gün bitebilir. Hayatlarımıza başka insanlar girebilir. Önemli olan kaldığımız yerden hayata küsmeden devam edebilmek. Buraya gelirken beni bilmiyordun. Ben buna inandım fakat şimdi biliyorsun."

 

Belki de adımı Alpay'dan öğrenmişti. Belki de ona benden bahsetmişti. Buna inanmak istiyordum tüm kalbimle. Onu kırmadan kocamdan uzak durması gerektiğini başka nasıl söyleyebilirdim bilmiyorum. Umarım dediği gibi yapar ve Alpay'dan uzak dururdu.

 

"Merak etme," dedi. Yanımdan kalktı ve oğlunun önünde diz çöktü. Saçlarını usul usul sevdi. "Kaldığımız yerden aynen devam ederiz."

 

Nilay gerçekten oğlunun babasının kim olduğunu bilmiyor muydu?

 

Odadan çıkacakken adımı telaffuz edişi beni durdurdu. "Güliz!" Ayağa kalktı ve bana doğru birkaç adım attı. "Alpay'ın hayatı tehlikede. Peşinde öyle biri var ki..."

 

Yutkunamadım. Sözleri bir ok gibi saplanmıştı boğazıma. "Kim?" Sesim titriyordu. "Kim Nilay?"

 

"Bilmiyorum," dedi. "Sesleri, yüzlerini, isimlerini bilmedim. Bildiğim tek şey Alpay'ın ismini ağızlarından düşürmedikleri."

 

Odadan hızlıca çıktığımda Alpay oturduğu sandalyeden kalktı ve önümde durup yüzümü ellerinin arasına aldı. "Boncuk!"

 

Kollarımı boynuna sarıp yüzümü boynuna sakladım. Kokusunu içime çektim nefessiz kalana kadar. Nilay'ın sözleri aramızda yıldırım gibi düşmüştü adeta. Onu bırakırsam o yıldırım bizi paramparça edecekti sanki.

 

"Gidelim," dedim. "Evimize götür beni sevgilim."

 

🥀

 

Geldim geldim💋🫢

Yıldıza basmayı unutmayın❤️

Loading...
0%