@aysegulcee1
|
Yüzbaşı Bayraktar duman yükselen yere doğru hızla ilerlerken yere sinmiş ve korkuyla ağlayan insanlara baktı. Silahını sıkan elinin acısı umurunda değildi. Etkisiz hale getirilen iki canlı bombayı ekibine teslim ettikten sonra tören alanına dönmüştü. Cumhuriyetin yüzüncü yılına gölge düşürmek isteyen bir grup terör örgütünün saldırısını tek bir can kaybetmeden savuşturmuştu TSK. Yaralılar ambulanslara taşınırken elini terli alnına sürdü. "Neredesin Boncuk?" Çelebi'nin kucağında Ayla'yı görünce kalp atışları hızlandı. Genç kadın baygın görünüyordu. "Komutanım o iyi." Çelebi'nin verdiği bilgi ile derin bir nefes çekti içine. "Boncuk! Armağan ve Güliz Ada nerede Çelebi?" Çelebi, komutanının kanayan koluna bakıp yüzünü hemen çevirdi. Komutanının yarasını fark etmediğine emindi. "Teğmen Kenan Bariyerlerin dışına çıkmalarını söylemişti komutanım. Ayla Hanımı sağlık görevlilerine teslim edip hemen bakacağım." Alpay başını salladı. "Sorgu için beni beklesinler Çelebi." "Komutanım Binbaşı Turgut beklemez. İsterseniz onları ben bilgilendireyim." Ada ve Türkiye sınırlarındaki Terör olaylarından Yüzbaşı ve bülbül timinin de içinde olduğu bölük sorumluydu. Bölüktense Binbaşı Turgut. Binbaşıyla papaz olmak istemiyordu bu yüzden adımlarını yeniden askeri araçlara yönlendirdi. "Bulur bulmaz beni ara Çelebi. Onu bulamazsan kendin kaybol!" Yüzbaşı ayağını yere vurarak araçlara doğru hızla ilerlerken Çelebi kucağındaki kadına bakıp yüzünü ekşitti. Sağlık görevlilerine teslim ettikten sonra çıkışa doğru koştu. Yüzbaşı saçından tuttuğu adamın kan içinde kalmış yüzünü kaldırdı. "Kaç kişisiniz?" Adam kapanmak üzere olan gözünü güçlükle açıp güldü. "Aklının alamayacağından fazla komutan." Yüzbaşı aldığı cevaptan hoşlanmayınca yumruğunu adamın çenesinin altına geçirdi. Adam ağzından kanlar çıkartarak öksürürken dudaklarından anlamsız kelimeler döküldü. Yüzbaşı küfredince Binbaşı içeriye girdi. Adam, yumruğun etkisi ile dilini ısırarak koparmıştı. "Alpay," diye bağırdı Binbaşı Turgut. "Üsse dön ve yarın ki görev için ekip topla." Binbaşı eline aldığı sandalyeyi ters çevirip kendinden geçen adamın önüne oturdu. "Ayarsızsın Bülbül!" Yüzbaşı yumruklarını sıkarak odadan ayrılırken Binbaşı seslendi. "Irak'ın Kuzey'inde hava sahası sınır ihlali yapılmış ve bir İHA düşürülmüş. Raporda yanlışlıkla geçildiği belirtilmiş lakin ne hikmetse hemen ardından birkaç ayrı yerde saldırı olmuş. Sınırdaki birlikler uyarı karşılığı vermeye başlamışlar. En kısa sürede 50 kişilik ekiple yola çık." "Emredersiniz komutanım." Hızlı adımlarla dışarı çıkarken telefonunun titrediğini hissetti. Arayan Çelebi'ydi. "Bana onu bulduğunu söyle!" "Buldum komutanım. Kontrol için hastaneye getirdim." "İyiler mi Çelebi?" "Yaraları yok fakat epey korkmuşlar. Şimdi adaya dönmek için tekneye biniyoruz komutanım." "Gecikmeden üsse gelin. Sabaha karşı yola çıkıyoruz." Askeri araca bindikten sonra Güliz Ada'nın uyurken çektiği fotoğrafına baktı. İzinsiz çektiği için içi rahat değildi. En kısa sürede bunu ona söyleyecekti. Telefonu kapatıp cebine koyduktan sonra telsizi ile üsse haber verdi. 🥀 Aldığım ağrı kesiciye rağmen başımdaki ağrı bir türlü geçmemişti. Çelebi sağolsun bizi kapıya kadar getirmişti. "Teşekkür ederiz Çelebi." "Ne demek Güliz Hemşire. Alpay komutanımızın emanetisin sen." Elini ensesine sürterek Ayla'ya baktı. "Siz bize emanetsiniz. Bir problem olursa haberimiz olsun." Başımı olumlu anlamda salladım. Ayla ve Armağan içeriye girerken ben yolcu etmek için kapıda kalmıştım. "Çelebi Alpay iyi mi?" Yanımıza geleceğini düşünmüştüm lakin zor bir gün geçirmiştik neden gelemediğini biliyordum. "Yoldayken konuştuk. Durum raporu verdim. Sabaha karşı Sınır ötesine gideceğiz. Uzun sürebilir." Güldü. "Seni görmeden gideceğini sanmıyorum." Mahcup bir ifade ile gülümserken yanaklarım ısınmıştı. "Tekrar teşekkür ederiz Çelebi. Yolunuz açık olsun. Allah'a emanet olun." "Allah razı olsun boncuk hanım şey yani Güliz Hanım. Siz de kendinize dikkat edin." "Hanım demene gerek yok. Güliz de lütfen." Başını olumlu anlamda sallarken döndü ve bahçe kapısına doğru yürüdü. Kapıyı kapatıp kilitledim. Adada iyi şeyler olmuyordu ve bu his kalbimde vicdan azabı gibi büyüyordu. Saat 22.30'u gösteriyordu. Duş aldıktan sonra bir şeyler atıştırıp alt katta yatak yapmıştık. Hala olayın etkisinde olduğumuz için hiçbirimiz yalnız kalmak istemiyorduk. Televizyonda Selvi Boylum Al Yazmalım oynuyordu. Armağan Teğmen'e ulaşamadığı için uyku pozisyonuna geçmiş İlyas'a Asya'yı aldattığı için homurdanıyordu. Daha çok Teğmen Kenan'a söyleniyor gibi görünüyordu. Ayla'nın gözleri kapalıydı. Benimse aklım onda gözlerim telefondaydı. Elimdeki telefon titreyince heyecanla sıçradım. Alpay'dan bir mesaj vardı. Armağan duymasın diye telefonumu sessize almıştım. Bir ton soru sorardı. Teğmen neden aramıyor diye başımın etini yeme ihtimali büyüktü. Yüzbaşım🥀 (22.35) Boncuk... Onu yüzbaşım diye kaydetmiştim. Bunu görse kim bilir nasıl köşeye sıkıştırırdı beni. Şimdilik bunu benden başka bilen yoktu. Yüzbaşım? (22.35) Yüzbaşım🥀 (22.37) Seni görmem gerek boncuk. Arka bahçeye gelebilme ihtimalin yüzde kaç? Bence yüzde yüz! Güldüm. Bence de yüzde yüzdü. O halde yüzde yüzelli komutanım! (22.40) Ayla'yı uyandırmadan Armağan'ı dürttüm. Başını hızla kaldırınca kaşlarını çattı. "Neden sırıtıyorsun sen pişmiş kelle gibi?" "Yüzbaşı gelmişte. Arka bahçede beni bekliyor. Hemen dönerim." Hızla doğruldu ve kollarını göğsünde birleştirdi. "Kenan neden gelmiyor beni görmeye? Kaç saattir mesajda atmadı." "Öğrenirim," dedim terliklerimi ayağıma geçirirken. Saçlarımı hızla toplayıp pijamalarımı düzelttim. "Nasıl görünüyorum?" Yüzünü ekşiterek yeniden yerine yattı. "Berbat!" Güldüm. Üzerime uzun ceketimi aldım ve kapıyı açıp dışarı çıkarken tedirgindim. Bahçede beni beklediğini bilmek bir nebzede olsa endişemi azaltıyordu. Arka bahçeye geçtiğimde çitlere yaslanmış bir halde buldum. Gözleri beni bulunca genişçe gülümsedi. Ona doğru yürürken hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Önünde durunca gülümsememi beklemediğinden ilk önce afalladı. Öyle korkmuştum ki ona bir şey olacak diye ne düşündüğünü umursamıyordum. "Boncuk," yüzümdeki her noktayı incelerken. "Şükürler olsun ki İyisin." "İyisin," dedim sessizce. "Şükürler olsun sen de iyisin." Güldüğünü görünce midemde kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Saatime baktığımı görünce başını sağ omzuna yatırdı beklentiyle. "Biraz daha kal!" Başını yeniden omzuna yaslayınca kalp atışımın gürültüsünü dinledim. Hayatımda gördüğüm en huzur verici şey onun gülüşüydü. "Gidiyor musunuz?" "Uzun sürebilir. Bu yüzden buradayım boncuk. Henüz ailemi bile görmedim belki de göremem. Çıkmamam gerekiyordu aslında." Yüzümü kaldırıp yüzüne baktım. Epey yorgun görünüyordu. Henüz tıraş bile olamamıştı. Annesinden önce bana gelmesine sevinmem gerekirken üzülmüştüm. Sanki buna hakkım yokmuş gibi. "Sorun yaşamanı istemem. Git lütfen!" "Gidişlere hala zulmediyorum Boncuk. Peki dönüşlere umut bağlamalı mıyım?" Ona söylediklerimi hatırlayınca başımı eğdim. Mahcup bir ifade yayılmıştı yüzüme. "Dönüşler artık bayram yüzbaşı. Dönüşlere umut bağlayın diyemem lakin dönüşlerin artık tek bir adresi var." "Ah boncuk," diye mırıldandı. Sırtını ağaca yaslayıp başını havaya kaldırdı. "Nasıl gidilir bu adadan?" Hiçbir şey söylemeden kalp atışlarımı dinlemeye devam ettim. Peki ben ne yapacaktım onsuz cehenneme dönecek bu adada? Etkisinden kurtulunca saatime baktım. Gitme vaktinin geldiğini biliyordum. Elleri boynuna gitti ve askeri künyesini kavradı. Boynundan çıkartırken merakla onu izliyordum. Künyesini saçlarımın üzerinden geçirip boynuma takınca yüzüne heyecanla baktım. "Bu benim mi?" Sesim titremişti. "Ama sen ne takacaksın?" "Bir tane daha var," dedi. Boynumdaki künyesine bakarken oldukça keyifliydi. Zincirlerinden tuttum ve kazağımın içine bıraktım. Birbirimizin gözlerine bakarken nefes alışverişlerimiz hızlanmıştı. Tenime değen buz gibi zincir ve göğüslerimin arasına akan soğuk metal tüylerimi diken diken etmişti. "O artık senin." Parmaklarımı yavaşça çekerken göğsüme dokundum. Gözlerime bakarken sertçe yutkundu. Gözlerinde gördüğüm o sevgi bedenime tarifsiz bir huzur yaymıştı. Dudağını ıslattı ve bana doğru bir adım daha attı. "Güliz," dedi sessizce. Ses tonundaki gizli isyanı yalnızca ben anlayabilirdim. "Sana bir sır vereyim mi?" Kulağıma doğru eğildi ve saçlarımı kenara çekti. "Gül artık bülbüle ait Boncuk." Bir adamın bir kadına bunu söylemesinin ne anlama geldiğini bilirdim. Sen benimsin demişti. Hem de defalarca. Kalbim göğsümü delip çıkacaktı sanki. Başım dönüyordu nefesinin sıcaklığıyla. Tutmasa düşerdim. "Sabırlı bir adam değilim boncuk. Sana karşı nasıl bir sabır içinde olduğumu görmelisin." Görebiliyordum. "Rabbimin benim olmanı nasip edeceği günü nasıl bir sabırla bekliyorum bir bilsen." Sözlerinin etkisiyle gözlerimi kapadım bir kez daha. Avucumun içinde tuttuğum Ayetel Kürsiyi ona doğru uzattım. Avucumda tuttuğum kağıda bakarken hafifçe tebessüm etti. "Seni karşıma çıkaran Allah'a kurban olurum ben." Gülümsemesi büyürken arkasını döndü ve hızla benden uzaklaştı. Peşinden sesli bir nefes koyverirken elimi çitlere yasladım. Bir kadının ayakları nasıl yerden kesilir çok iyi biliyordu. Gözlerini aklımdan silip kendime gelmeye çalışırken ağaçların arasından duyduğum hışırtı sesi ile bahçeden uzaklaştım. Ön bahçeye geldiğimde Teğmen Kenan'la karşılaştım. Gülerek Armağan'a el sallıyordu. Beni görünce gülümsedi ve selam verdi. "İyi geceler Teğmen." "İyi geceler boncuk." Bana göz kırptıktan sonra Alpay kapıdan seslenmişti. Armağan'a el sallayıp yavaşça yürüdü. Gözlerim Alpay'daydı. Arkasını dönüp gitmeden önce uzunca baktı. Yarın onsuz bir güne mi başlayacaktım? Çenesiyle evi işaret edince elimi kaldırdım ve Armağan'ın yanına doğru yürüdüm. Biz içeri girene kadar beklemişti. Armağan Leyla hallerimi görünce keyifle sırıtttı. "Oldunuz siz oldunuz." Kalbime bakacak olursak olmuştuk. Olmuştuk olmasına da bizi nasıl günlerin beklediğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Bir yandan amcam diğer yandan gelen notlar. "Yarın nöbetçiyim Armağan. Artık uyusam iyi olacak." Raporum bugün bitmişti. Yan yana yatağa uzanınca belime sarıldı ve yorganı üzerimize örttü. "Yerim kız ben bunları," diye kıkırdadı beni gıdıklarken. "Aptal aşıklara döndüler." "Sessiz ol Armağan! Ayla uyuyor." Gülmeden edememiştim. "Kimin aptala döndüğü belli." Yaptığım imayla yüzünü tavana çevirdi. "Buraya gelirken böyle hayal etmemiştim Güliz. Her şey o kadar güzel ki." "Bugüne kadar evet öyleydi," dedim sağıma dönerek. "Şu saldırı çok can sıkıcı." Başını yavaşça salladı. "Böyle günlerde böyle elim olaylar yaşanmasına alışığız biz millet olarak." Gözlerini kapamıştı. "Kuvvetli olduğumuzu görmeye dayanamıyorlar." Haklıydı lakin bu seferki saldırının terör saldırısı olduğundan emin değildim. Alpay görevden döndüğünde ilk işim notlardan ve tehditlerden bahsetmek olacaktı. En azından sevdiklerimizin başına bir şey gelmesini engelleyebilirdik birlikte. "İyi geceler," dedikten sonra Ayla'ya doğru döndüm. Gözlerimi kapatacağım esnada mutfak kapısında ayakta duran bir karartı gördüm. Başımı hızla kaldırınca Armağan'da sıçramıştı. Gözlerimi birkaç kez açıp kapatıp açtım lakin mutfak kapısında bana bakıp sırıtan Cafer'i görmeye devam ettim. "Güliz?" "A-Armağan..." Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken gözlerimi kapatıp açtım bir kez daha. Gitmişti. "Güliz korkutma beni neyin var?" Bu da neydi şimdi? Başımı yavaşça sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Yaşadığım korkulardan dolayı halüsinasyon mu görüyordum? "İyiyim." Bilinç altımın bir oyunu olmalıydı. "Bir şey görmüş gibiydin Güliz Ada? Yüzün bembeyaz oldu." Başımı yavaşça yastığa bırakırken son kez mutfak kapısına baktım. Kimse yoktu. Hayal görmüştüm ve bu hiç iyi değildi. "Göz yanılması sadece," diye mırıldandım. "Bir gölge gördüğümü sandım." "Korktun tabii," dedi yeniden uzanırken. "Uyursak kendimize gelebiliriz." Uyuyamayacağımı biliyordum. Evimize daha önce birinin girdiğini biliyorken az önce gördüğümün bir ilizyonlan ibaret olduğunu bilsemde içimdeki korkuyla uykuya dalamayacaktım. *** "Günaydın Hayri Bey." Hapishanenin girişinde Hayri Bey'le karşılaşmıştık. Beni görünce genişçe gülümsedi. Kaç gündür görüşmediğimiz için hemen yanıma geldi. "Günaydın Boncuk hanım," dedi. Güldüm. "Nasılsın? Özlettin kendini." "Siz de mi?" dedim utanarak. Birlikte içeri girerken elini omzuma attı. "Ünün yayıldı Güliz Ada. Herkes Bülbülün boncuğunu konuşuyor." Törendeki zeybekten sonra buna şaşırmamıştım. Amcamın beni araması an meselesiydi. "Yaa," dedim üzgünce. "Herkes mi?" Hemşire odasının önünde durunca şefkatle baktı. Babacan bir adamdı. Hiçte söyledikleri gibi değildi. "Bülbülüm iyi adamdır," dedi gururla. "Aramız iyidir." Göz kırptı ve odasına doğru yürüdü. Kapıyı açacakken beni durdurdu. "Bir saat sonra tedaviye başlayalım Güliz. On iki gibi çıkacağım. Altı gibi gelirim. O zamana kadar Rüzgar sana destek olacak." "Peki efendim," dedim ve odasına girince hemşire odasının kapısını açtım. Dolabımı açınca üzerinde notla bir çikolata buldum. Güldüm. Alpay göreve gitmeden önce buraya uğramıştı anlaşılan. Telefonumu alıp ararken elimdeki nota baktım. ***Ağzının tadı bozulursa bozuşuruz boncuk. Bugün güneş daha bir parlak değil mi? Sana da öyle gelmiyor mu? Yüzbaşın :) İki kez çalınca telefonu açtı. Açmasını beklemiyordum esasında. "Güneş bugün daha bir parlak bence de," dedim. Güldü keyifle. "Çikolata için teşekkür ederim yüzbaşım." "Güneşin bugün parlak oluşuna çok sevindim boncuk." Arkadan hışırtılar geliyordu. Sesi uzaklaşınca üzerini değiştirdiğini düşündüm. "Göreve çıkmadan aradın. İyi yaptın Güliz Ada. Çok iyi yaptın. Telefonları karargahda bırakacağız. Sesini duymam çok iyi oldu." Günlerce ondan haber alamayacak olmam can sıkıcıydı lakin buna alışmaktan başka şansım yoktu. O askerdi ve hasret askerliğin kardeşiydi. "Dönmeyi unutma olur mu?" Sesli bir nefes alışı doldu kulağıma. "Bu mümkün değil." Öksürdü kuvvetlice. "Kapatmak zorundayım boncuk." "Peki." Sesli bir nefes alışı daha. "Boncuk," dedi uysal bir sesle. "Şimdi ben uzaktayım ya, seni göremiyorum ya..." "Evet." "Kahretsin bunu söylemek bu kadar zor olmamalı." İsyanına karşın güldüm. Bana söylemeye çalıştığını bilmiyordum lakin kıvranmasına bakılırsa epey zor olsa gerek. "O beyaz elbiseni ve benzer şeyler giymesen olur mu?" "Olur." Kabul edeceğimi beklemiyor olsa gerek birkaç saniye sadece nefes alışını işittim. "Alpay," dedim dayanamayarak. "Epey kıskanç bir adam olduğunu biliyorum." Güldüğünü işitince kalbim yine rayından çıkmaya başlamıştı. Aramızdaki çekimi yok sayamazdım. Hem ona karşılık verirken isteklerini göz ardı edemezdim. Üstelik görevdeyken onu üzmek istediğim en son şeydi. Ekrana görüntülü arama bildirimi düşünce başımı iki yana salladım. "Merhaba," dedi bembeyaz dişlerini ekrana sokarken. "Merhaba." "Yanakların yine kırmızı." Yüzünü ekrana daha da yaklaştırdı. Dudaklarını görüyordum yalnızca. Ne yaptığını anlamamıştım. Geri çekilince muzipçe göz kırptı. "Uzakta olmam yanaklarını ısırmama engel değil." Arkadan Fırat'ın sesini işittim. "Bülbülüm çıkıyoruz." Kaşlarım çatılmıştı gayriihtiyari. Ona böyle seslenmelerini sanırım birazcık kıskanıyordum. Ekrana yaklaştı ve elini dudağının kenarına koydu. "Şşştt," dedi gülerek. "Yalnızca senin bülbülünüm boncuk." Allah'ım sen bana sabır ver. Bu adam beni erken yaşta kalp hastası yapabilirdi. Üzerine sağlığa zararlıdır diye not düşmeyi aklımın bir köşesine kazımıştım. "Kapatmak üzereyim bana çabuk bir şey söyle boncuk. Öyle ki doping etkisi yaratsın." La havle... Sanki öyle ha deyince söyleniyordu. Durdum ve derin bir nefes aldım. Gözlerinin içine bakarken, "Gül bülbüle ait komutan," dedim. Yalan değildi üstelik. Ben onu ilk gördüğüm anda kalbime kabul etmiştim. Bir şey söyleyemeden ekran kararınca bıkkın bir nefes koyverdim. "Allah'a emanetsin yüzbaşım." Üzerimi değiştirdikten sonra tedavileri hazır edip bilgisayar başına otudum. Tedavi ve bakımları girdikten sonra tedavi arabasıyla müşahade odasına geçtim. Elleri kelepçeli iki mahkum girişte oturuyordu. Odaya girince yanlarındaki askerle mahkumlardan birini içeri aldım. Tuhaf tuhaf bakıyordu mahkum. Bakışlarından rahatsız olup arkamı döndüm. "İğne istemiyorum hemşire. Hap ver sen bana." Başımı sinirle sallarken asker mahkumun ensesine vurdu. "Hemşire hanım diyeceksin hayvan herif! Yat şuraya." Adamın tansiyonu 19'a fırlamış hala iğne istemiyorum diyordu. Askere ters ters bakarken sedyeye uzandı ve alt kıyafetini hafifçe sıyırdı. İğnesinden sonra dil altı haplarını avuçlarına bıraktım. "Sabah akşam alacaksın. Sabahları tansiyon kontrolü yapmayı unutma." Onlara hizmet etmek yeterince zorken bir de rahatsız edici bakışlarına maruz kalıyorduk. "Eyvallah," dedi ve sedyeden kalktı. Dışarı çıkarken omuzlarının üzerinden bakmayı ihmal etmemişti. "Elin pamuk gibiymiş güzelim." Asker ensesine silahını sertçe vurunca önüne döndü. Çıktıklarında derin bir nefes aldım. Hapishanede hemşire olmak hiçte kolay değildi. Diğer mahkumun pansumanı için malzemeleri hazırlarken telefonum titredi. Kahretsin! Arayan amcamdı. Sessize aldım ve kapıyı açtım. Bu konuşmayı öğleden sonra yapsam daha iyi olacaktı. Diğer mahkum içeri girerken eldivenlerimi giyiyordum. O sırada içeri Hayri Bey girdi boynunda stetoskopla. 🥀 Öğleye kadar Hayri Bey'le bütün muayeneleri yapmış ve tedavileri bitirmiştik. Bugün daha sakindi lakin ayaklarım yine de oturamamaktan ağrıyordu. Hayri Bey çıktıktan sonra Rüzgar destek için yanıma gelmişti. Hoş sohbet ve oldukça çalışkan bir adamdı. Çay molasında epey sohbet etme fırsatımız olmuştu. Üç yaşında bir kızı vardı ve eşinden bir sene önce ayrılmıştı. Şimdi ise sözlü olduğunu ve yakın zamanda yeniden düğünü olacağını söylemişti. Hayat bazen insana ikinci baharını yaşatırdı. Rüzgarda o insanlardan biriydi. Mutluluğu ilk aşkında bulamayanlardandı. Çayından bir yudum alıp bana baktı. Çayı yakmış olmalıydı yüzünü buruşturdu. "Eee Güliz Ada," dedi neşeli bir sesle. "Hep benden konuştuk. Biraz da sen anlat." Omuzlarımı kaldırdım. "Ne anlatayım ki? Öyle pek farklı bir hikayem yok. Amcamla lojmanlarda büyüdüm. Ailem Kars'ta çiftçilik yapıyor. Uzun zamandır da kızlarla birlikteyiz." "Şu yüzbaşı," dedi imayla. "İkinci bölük komutanı Bayraktar. Birlikte misiniz?" İtiraz etsemde yanaklarım kendini ele veriyordu lakin inkar etmek daha mantıklı gelmişti. "Hayır," dedim sessizce. O da nereden çıktı?" "Dün," dedi. "Törende pek yakındınız." Zeybek oynadığını o da görmüştü demek ki. "Size öyle gelmiş," dedim. Soğumuş çayımdan bir yudum alıp ayağa kalktım. "Ben içeri geçiyorum. Kayıt tutmam gerek. Geliyor musun?" Parmaklarının arasındaki sigarayı havaya kaldırdı. "Birazdan gelirim." İçeri girdiğimde Cafer'i iki askerin kolunda kendinden geçmiş bir halde götürürlerken gördüm. Başı omuzlarının üzerine düşmüştü. Ağır bir tedavi alıyordu ve bu tedaviler ona düzeltmek yerine daha da kötüye götürüyordu. Yanımdan geçerlerken Cafer baygın bakışlarla bana baktı. Dudakları kıpırdandı lakin bir şey anlamadım. Askerler uzaklaşırken odaya girdim. Bedenimde bir titreme peyda olmuştu. Sanki içerisi birden soğumuştu. Üzerime hırkamı giyip malzeme sayımı yapmaya başladım. Eksik malzemeleri almak için personele ulaşamadığımdan malzeme deposuna kendim indim. Depoya girip ışıkları yaktığımda koliye eksikleri doldurmaya başladım. Burası daha soğuk olduğundan parmaklarımın uçları uyuşmaya başlamıştı. İçimde tuhaf bir his vardı. Sanki bir eksiklik, koca bir boşluk... Gözlerimin önü kararınca olduğum yere çöktüm dinlenmek için. Tansiyonum düşmüş olmalıydı. Ağzımın içi kupkuru olurken baskın bir karın ağrısı saplanmıştı. Öyle ki doğrulmak için bile hareket edemiyordum. Telefonumu çıkardım. Rüzgarı aramak istedim lakin burada şebeke çekmiyordu. Deponun ışıkları bir anda kararınca çığlık attım. Elimi duvara yaslayıp ayağa kalktığımda karnımdaki ağrı da azalmıştı. Tuhaf bir tıslama sesi işitince hareketsizce bekledim. Fısıltı sesi geliyordu arkadaki kolilerin ardından. Nabzım korkuyla yükselirken kapı açıldı ve görevli personel ışığa bastı. Gözlerim ışıkla kamaşırken elimi yüzüme kapadım. "Güliz hemşire! İyi misin? Ne yapıyorsun burada karanlıkta bir başına?" "Malzeme almaya gelmiştim. Sana ulaşamadım bir türlü? Neredeydin?" Odadan çıkarken Osman Efendi kolileri yüklenmişti. "B bloka geçmiştim. Yardıma çağırmışlardı." "Tamam." Elimi şakaklarıma bastırarak dinlenme odasına geçtim ve tansiyon aletini bileğime sardım. Gördüğüm değerle gözlerim büyürken panikle askeriyeye geçtim. Tansiyonum 18'e yükselmişti. Yaşadığım bu belirtiler keyfimi kaçırmıştı. Bulantılar baş dönmeleri halüsinasyonlar... Neyim vardı benim? Ayla gündüz mesaisindeydi bir an önce onunla konuşmak istiyordum. Burası bana korktuğum o şeyi yaşatıyordu. Ada bana zarar vermeye başlamıştı ve bu düşünce tüylerimi diken diken ediyordu. Revire geldiğimde düşmek üzereydim. Tansiyonumun yüksekliği bacaklarıma ve mideme vurmaya başlamıştı. Ayla beni görünce panikle yerinden kalktı. "Güliz!" Kendimi kollarıma bıraktığımda bağırdı. "Yardım edin!" Kendime geldiğimde revirde sedyenin üzerindeydim. Kolumda serum takılıydı ve dilimin altında tansiyonumu düşürmesi için dil altı hapı vardı. Perde sıyrıldı ve Ayla endişeyle baş ucuma oturdu. "Çok şükür Güliz. Çok korkuttun beni. Ne oldu da o kadar yükseldi tansiyonun?" "Hiçbir şey ben aslında son zamanlarda kendimi iyi hissetmiyorum." Serumu kapattı ve yanımdaki sandalyeye oturdu. "Neden söylemedin bize? Son birkaç gündür solgun görüyorum seni lakin yaşadıklarından ötürü normal olduğunu düşünmüştüm." Normal olan tek şey Alpay'la aramızda geçenlerdi. "Ben de öyle düşündüm. Belki de öyle lakin olmayan şeyler görüp duymaya başladım Ayla." "Travma sonrası bunlar olabiliyor Güliz. İstersen bir terapiste gidelim. Ha ne dersin?" Kulağa mantıklı geliyordu. "Haklı olabilirsin." 🥀 Alpay göreve gideli tam bir hafta olmuştu. Bir hafta içinde boş günlerimde dinlenip kendime gelmeye çalışmıştım. Armağan'ın bulduğu terapiste Ayla ile iki kez gitmiştik. Konuşmak iyi gelmişti. Kendimi daha iyi hissediyordum. Pencereden bahçeye baktım. Armağan mangalın başında cebelleşiyordu. Sabah nöbet çıkışı Çelebi durdurmuş ve akşam ailelerinin lojmana ziyarete geleceğini söyleyip yemeğe davet etmişti. Aralarında Alpay'ın annesi de olacaktı ve ben oldukça heyecanlıydım. Güldüm kendi kendime. Biz de eli boş gitmek istemediğimizden Armağan'ın bu ilginç ikramını yapmasını kabul etmiştik. Bu kız istediğinde fena bir dişi istediğinde ise tam bir delikanlı oluyordu. Bana döndü ve elindeki yelpazeyi havaya salladı. "Hadi gel gülüm. Etler pişmek üzere." Kokusu dört bir yanı sarmıştı zaten. "Giyinip geliyorum." Kolsuz, dizlerime kadar uzanan toz pembe elbisemi giydikten sonra aynadan yüzüme baktım. Göz altlarım fazla belirginleşmişti son zamanlarda. Yüzümü ve ellerimi kremleyip odadan çıktım. Alpay'ın annesi ile tanışacağım için oldukça heyecanlıydım. Alt kata indiğimde kızların etleri paketlediğini gördüm. Üçümüz de oldukça özenli görünüyorduk. Birbirimize bakıp kıkırdadık. "Bütün aileler toplanınca bizim haller," diyerek keyifle saçlarını savurdu Armağan. "Benim her zamanki halim bakmayın hiç öyle." Ayla elindeki saklama kabıyla kapıya yürüyünce Armağan'la birbirimize bakıp sessizce gülüştük. Kırmızı tulumuyla hoş görünüyordu. Neşeli bir halde evden çıkarken ılk bir esinti yüzümü yalayıp geçmişti. Gün batmak üzereydi. Adımlarımızı hızlandırdık. Onlarla yiyeceğimiz ilk akşam yemeğine geç kalmak istemiyorduk. Buraya uzun yoldan gelmişlerdi bizim için. Lojmanın bahçe kapısından içeri girince kalabalığın toplandığını görmek heyecanımı daha da artırmıştı. Çelebi'nin kız kardeşi Rüya karşıladı bizi. "Hoş geldiniz kızlar. Buyurun masaya geçin." Çelebi ile çok benziyorlardı. Ayla kızaran yanakları ile masaya otururken gözler üzerimizdeydi. Teyzelerle sohbete karışırken bahçe kapısından sarı saçlı bir kadın girdi. Bizi görünce gülümseyerek elini kaldırdı. Çelebi'nin annesi Fatma Teyze ayağa kalktı. "Hoş geldin Sultancığım. Nerede kaldın? Soğudu börekler." "Ancak gelebildim. Alpay'ım gelmiş bir onu göreyim dedim. Ona kıyafet filan bıraktım öyle geldim." Kulaklarım duyduğu isimle kabarırken kalbim öyle çarpmaya başlamıştı ki heyecandan bayılabilirdim. Erken gelmişlerdi epey. Neden aramamıştı peki beni? Sultan Teyzenin bakışları beni bulunca parıldadı. "Siz de hoş geldiniz güzel kızlarım. Kaç gün oldu bir tanışmaya gelemedik. Pek keyifsiz bir günde toplandık ama kusura bakmayın." Adaya yeni gelen genç bir askerin cansız bedeni kıyıya vurmuş bir halde bulunmuştu. Çok genç olması bizi sarsmıştı. Her şey yeteri kadar zor değilmiş gibi bir de bu intihar olayı canımızı sıkmıştı. Asker psikiyatrik tedavi görüyormuş. Adaya da ceza aldığı için gönderilmiş. Bedeninde her hangi bir darp izi olmadığından intihar raporu verilmişti. Bedeninde yüksek dozda MET(Metamfetamin) bulunmuş. Metamfetamin, merkezî sinir sistemi uyarıcısı olan sentetik bağımlılık yapan bir maddeydi. Ciddi yan etkileri ve sinir sistemi üzerinde öldürücü etkisi olduğundan yasa dışı satışı dışında piyasada bulunmazdı. Askerin nasıl eline geçirdiğine ve bu kadar fazla almasına şaşırmıştık. Masaya otururken ben sadece gülümsemiştim. Armağan, "Hoş bulduk," demişti üçümüzün yerine. "Siz de hoş geldiniz efendim." Herkes masaya oturmuş ve yemek eşliğinde koyu bir sohbete girişmişti. Tek tek tanışırken biz kendimizden bahsetmiştik. Alpay'ın annesi her fırsatta elini saçlarıma uzatırken tatlı talı gülümsüyordu. Anlaşılan tören alanında yaşadıklarımızdan haberdardı. Oğluyla ilgili yaptığı her imada yanaklarım kızarıyordu. Fırat, Çelebi, Teğmen Kenan ve Alpay'ın anneleri tıpkı onlar gibi yakın arkadaşlardı. Mersin'deki birbirine yakınmış. Yakınlıkları ailelerinden geliyordu belli ki. Çelebi'nin iki kız kardeşi, Fırat'ınsa bir erkek kardeşi vardı. Teğmen ve Alpay'ınsa kardeşi yoktu. Alpay'ın babasının İngiliz olduğunu öğrenmiştik. Babası annesi için İngiliz vatandaşlığındam ve soyadından vazgeçmiş. Annesi gururla anlatırken ben de hayran kalmıştım. Bayraktar soyismi aslında annesininmiş. Bu çok zor ve her erkeğin yapamayacağı bir hareketti. Bu yüzden Alpay'ın babasının ailesi ile görüşmediğini ve dedesinin Bursa'da yalnız yaşadığını öğrenmiştik. Dedesi büyük baş hayvan yetiştiriyormuş. Hiçbir zaman gelinini kabul edememiş bu sebepten ötürü. Üzülmüştüm. Eşin ve ailen arasında kalmak kolay değildi. Yemekler yendikten sonra kızlarla sofrayı toplamaya yardım etmek için ayağa kalktık. Elimizde tabaklarla içeri girerken Çelebi ve Teğmen kenan bahçeye girdi. Teğmen Armağan'a gülerken Çelebi annesinin elini öpdü. Teğmen masaya oturunca ona Alpay'ın neden gelmediğini soramamıştım. Tabakları mutfağa bırakırken lavaboya gitme bahanesiyle yanlarından uzaklaştım. İki kez aramama rağmen telefonunu açmamıştı. Kaşlarım çatılırken bedenime salt öfke yayıldı. Biraz düşündükten sonra dışarı çıktım. Yorgun olabilirdi belki de gelir gelmez uyuya kalmıştı. Bencillik ettiğimi fark edince öfkem de azalmıştı. Çaylar içilirken epey dalgındım. Aklımdan bir an olsun çıkaramıyordum. Kendimi sohbete dahil ettikçe zihnimin bir yanı hep onunla meşguldu. Aptal herif bana gelmek için ne bekliyordu? Sultan Teyzenin telefonu çalınca kendime gelmiştim. "Efendim oğluşum?" Arayanın o olduğunu öğrenmek bile kalbime büyük bir sancının girmesine yetmişti. Bu denli kendine bağlamış olması inanılır gibi değildi. "Çay içiyoruz. Gel bir bardakta sen iç." Bakışları beni bulmuştu. "Hem teyzenlerde özlemiştir seni. Görsünler öyle gidersin. Deden kaçmıyor ya." Şehire mi gidiyordu? Hem de beni görmeden. "Tamam Alpay. Dikkatli git oğlum." Telefonu kapattı ve bize döndü. "Benden çok dedesini ziyaret ediyor. On beş dakikaya çıkacakmış. Ben de kalkayım da uğurlayayım. Kızmıyorum fakat gücenmiyor da değilim." Çelebi'nin annesi Fatma teyze arkadaşının omzunu sıvazladı. "Aman koca adam çocuk mu Sultan? Oturuyoruz şurada güzel güzel kızlarımızla. Yaşlı adam işte. Bir başına kalamaz diye gidiyor Alpay oğlum. Gurur duy canım arkadaşım." Öfkeden terlemeye başlarken ayağa kalktım. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? "Herkese iyi geceler. Biz artık kalkalım." Teğmen'in ağzının içine düşen Armağan'ın koluna çimdik atınca, "Ay," diye sıçradı. "Armağan kalkalım mı?" Kaşları çatık bana bakarken teğmen'e ve masadakilere baktı. "Her şey için teşekkür ederiz. İyi geceler herkese." Ayla peşimden ayaklanırken Rüya bizi kapıya kadar geçirmek için peşimizden gelmişti. Eve doğru yürürken kızları durdurdum. Şimdi onu görmezsem uyuyamazdım biliyordum. "Kızlar ben gidiyorum." İkisi de bir anda bana dönünce dudağımı ısırdım. Armağan her an üzerime atlayacak gibiydi. "Çıldırdın her halde?" "Onu görmem gerek. Siz gidin ev şurası zaten." Armağan başını iki yana sallarken, "Sen akıllanmaz bir kaçıksın," diye söyleniyordu. Ayla bana endişe ile bakıp, "Gecikme ve tek gelme lütfen," dedi ve Armağan'a yetişmek için koşturdu. Kızlar bahçeye girince hızla arkama döndüm ve eve doğru yürümeye başladım. Arabası hala evin önündeydi. Evin ışığı yanan tek odası arka bahçedeydi. Bunu yaptığıma inanamıyorum. Rolleri değişmek bu olsa gerek. Yerden aldığım taşı penceresine attım. Kafasına atsam yeriydi ya neyse. Yine de sakin kalmakta fayda var. Kollarımı göğsümde birleştirirken ayağımı yere vurmaya başladım. Odasının perdesi yavaşça sıyrılırken elindeki havlu ile bana bakakaldı. Islak saçlarını kurularken şaşkınlıkla bana bakmaya devam etti. Gözlerini birkaç kez kırptıktan sonra pencereyi açtı. Üzerinde siyah bir tişört vardı. "Beni görmeden gidecektin öyle mi?" Bir elim farkında olmadan belimin üzerine yerleşmişti. "Sen bana gelmezsen ben sana gelirim." Yok öyle uçup uçup geri çekilmek. Sorumdan sonra keyifle güldü domuz herif. Pencerenin altına yaklaşırken yavaşça yutkunuşunu izledim. Derin bir nefes çekerken içine kaşları gevşedi ve gözleri büyük bir rahatlama ile kapandı. "Canını ver desen hiç düşünmem sererim ayaklarına ömrümü boncuk." Gözlerini açtı ve yüzüme dikkatle bakıp dudağını ısırdı. "Madem buradasın..." Bedeni pencereye doğru yavaşça eğildi. "Bana duymayı özlediğim o güzel sözlerini söylesen? Bu modele bayıldım❤️🙈 Oldukça hızlı bir bölümle geldiğime göre yorumu hak ettim bence🙈❤️ Yerim ben bunları ya😁🥰 Her şeye rağmen boncuk bülbül aşkı kurguyu masumlaştırıyor🙊 Sizce Güliz Ada'nın yaşadığı problemler neyden kaynaklanıyor? Peşindekilerin amacı ne olabilir? Yavaş yavaş olayların içine çekilmeye başlıyoruz. Bir yandan kötü şeylerle mücadele ederken diğer yandan amca beyin korkusu var. Tüm bunların içinde bizim aşkımız giderek büyüyecek❤️🔥🤓 Yıldıza basmayı unutmayın❤️ Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşça kalın... |
0% |