Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Kanli Eller

@aysegulcee1


Barut ve kan kokusunun içinde bile senin kokunu alabiliyorum gül kadın.


Bilesin ki kalbimdeki muharebenin tek sebebi senin varlığın.


***


Bilirsin, gözlerini gördüğün andan beri bedeninin ruhunun her zerresine nakış nakış işlendiğini. Susarsın ama. Dile getiremezsin çünkü bazı şeyleri.


Çoğu geceler düşünmekten bile kaçındığım o şeyi öfkeme yenik düşüp sesli beyan etmiştim. Nereden bilebilirdim ki fırsatçı herifin dinlenme odama girip sinsi sinsi bir köşede ona yakalanmamı beklediğini?


Usta bir avcı edasıyla karanlığın içinden çıkıp beni kıskıvrak avlamıştı. Kıpırdandım ama bedenimi saran güçlü bakışlarının etkisinden kendimi kurtaramadım. O okyanus mavisi gözlerinin kıskacından olabildiğince uzaklaşmak için sırtım duvarla bütünleşmişti. Beni köşeye sıkıştırıp pençeleriyle kıskıvrak yakalamıştı.


Pes ettim ve gözlerimi kaldırıp gözlerine baktım. Karanlıkta bile cam gibi parıldayışından bir şey kaybetmemişti. "Yüzbaşı..." Sesim öyle cılız çıkmıştı ki burnundan güldüğünü işittim. Az önce duyduklarından sonra oldukça keyifliydi baş belası herif.


"Boncuk!"


Ah Güliz. Bir tutamadın çeneni. Bülbül gibi şakıyordum gözlerini her gördüğümde.

Bülbül oydu oysa. Ben güldüm. Ben ne diyordum böyle? Biri beni derhal susturmalı.


"Limanda bekleyeceğinizi sanıyordum?" Az önceki duyduklarını unutmasını arzu ediyordum. "Çabuk pes ettiniz?"


İmayla güldü. "Ben pes etmem," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. "Hele ki az önce duyduğum şeyden sonra..." Sigara içeli çok olmamıştı. Üzerindeki nikotin kokusunu alabiliyordum. "Buraya gelmem gerekti. Haberi duyduğunu öğrenince endişe etmemen için ayaklarım beni doğrudan buraya getirdi boncuk."


Benim için mi gelmişti? Ben üzülmeyeyim diye buradaydı?


Kaç saniye tutuğumu sayamadığım nefesimi sesli bir şekilde bıraktığımda dudakları aralandı ve gözleri irileşti. "Boncuk," dedi güçlükle. Nefes almamdan rahatsız gibiydi. "Adını böyle sabaha kadar şakıyabilirim."


Sözlerimiz arasında artık mesafe kalmamıştı. Onu gördüğümden beri mesafe neydi ben unutmuştum ki. Karşı koyamıyordum. Ben bu zamana kadar kalbime hiçbir erkeği bu kadar yaklaştırmamışken yüzbaşıyı oradan kovamıyordum.


Birbirimizin gözlerinin içine bakarken soluklarımız karışmaya devam ediyordu. "Sabah seni limanda bekleyeceğim Boncuk." Kirpiklerimi usulca kırpıştırdım. "Seni adadan uzaklaştırmak istiyorum. Buraya çok uzak sayılmayacak mesafede bir ada var. Orayı görmen gerek." Hafifçe kıvrılan dudaklarını ıslattı ve yavaşça nefes aldı. "Geleceğini biliyorum gül kokulu kadın."


"Gitmem gerek," dedim sessizce. Bedenim gözlerinin etkisiyle kuru bir yaprak gibi titriyordu. Bakışlarını gözlerimden çekti ama sıcaklığı hala oradaydı. "Yaranız var mı?"


"Hayır," dedi elini ensesine atarken. "Kenan'ın yanına döneceğim." Cebinden telefonunu çıkartırken gözlerimi ondan alamadım. "Numaramı kaydet boncuk. Bir şey olursa araman için..."


Hafif bir tebessümle süslenen dudaklarım kıvrılırken telefonumu elime aldım. Başımı olumlu anlamda sallarken o bana numarasını söylemiş ve ben de onu çaldırmıştım. Yüzbaşı diye kaydettim ve cebime koydum. İkimiz de sessizce beklerken ne o çıkabilmişti ne de ben.


"Gideyim ben," dedi ve yavaşça arkasını dönüp kapı kulpuna uzandı.


"Çikolata için teşekkür ederim yüzbaşım."


Omuzlarının üzerinden bana baktı ve hafifçe gülümsedi. Devamı gelecek gibi hissediyordum. Her güne bir çikolata ile başlarsam kilo almam muhtemeldi. "Hayırlı nöbetler Boncuk." Kapıyı açıp çıktığında bir süre arkasından baktım. Gitmişti ama ardında kokusunu bırakmıştı odaya.


Odadan çıkacağım anda adım atar atmaz gözlerimin önü kararır gibi oldu. Siyah noktalarla bulanıklaşan görüntü dengemi kaybetmeme sebep olmuştu. Elimle duvardan destek alırken gözlerimi kapatıp açtım birkaç kez. Siyah noktalar geçince baş dönmem de geçmişti. Çağrı cihazım ötmeye başlayınca odadan hızla ayrıldım.


***


Bahçedeki banklardan birinde otururken saat 03.45'i gösteriyordu. Gece oldukça yıldızlı ve sessizdi. Uyku tutmayınca kendimi bir anda bahçede bulmuştum. Kolay kolay uyku problemi yaşamazdım lakin kalbime çöreklenen kötü bir his dönüp durmama sebep olmuştu.


Belki de burası anksiyete yapmıştı. Kalbimin pır pır oluşu ondandır diye düşünüyordum. Telefon elimde açıktı. Dakikalardır adının üzerinde bekliyordum. Söylediklerimi düşünüyordum. Ona gitmem demek bir adım atmam demekti. Saatlerce zihnimin bununla meşgul olacağı belliydi.


Çevrimiçi olduğunu görünce hemen telefonumu kapatıp göğsüme bastırdım. Sanki onu izlediğimi görecek gibi çarpmaya başlamıştı yüreğim. Bu çok hoş aynı zamanda zor bir histi. Gözlerimi yavaşça aralarken dudaklarım usulca kıvrıldı. Ben sanırım bu hissi sevdim.


Birkaç saniye sonra adını ekranda görünce kalp atışlarım yine artmaya başlamıştı. Midem bulanıyor ve avuç içlerim terliyordu. Bu saatte neden uyanıktı ki? Evde miydi burada mıydı bilmiyordum. Ekrana boş boş bakarken telefon sustu. Yutkundum. Geri aramalı mıydım? Aramak için tuş kilidini açacakken ekrana bir mesaj bildirimi düştü.


*Yüzbaşı

Menzilimde dolaşırsan yakalarım boncuk :)


Mesajına gülümserken elimi yanaklarıma bastırdım. Mesajı açtım ve bir süre ekranla bakıştım. Çevrimiçi görünüyordu hala. Bir cevap vermemi beklediği aşikardı.


Kenan Teğmen'i merak etmiştim. Sonra uyandırmaktan endişe ettim. Malum saat dörde geliyor.


*Yüzbaşı

Teğmen Kenan iyi ve onu merak ettiğin için kalbi göğüs kafesini delmek istercesine hızlı atıyor gül kadın.


*Yüzbaşı

🥀


Dudaklarımı birbirine bastırıp ne cevap vermem gerektiğini düşündüm. Gül kadın. Ah bir kadın nasıl mutlu edilir çok iyi biliyordu. Ayla yanımda olsaydı diye düşündüm iç çekerken. Ben bu konularda oldukça tecrübesiz bir kadındım.


Onu merak ettiğim için bu kadar mutlu olacağını bilseydim daha erken yazardım. Siz neden uyumadınız?


*Yüzbaşı

Uykusuz gecelerimin suçlusu bir çift boncuk göz.


Allah'ım bu kadar çarptırma yüreğimi. Durmasından korkuyorum. Gerçekten hep beni mi düşünüyordu? Yalan söylüyordu. Yalancı herif diye söylendim içimden. İstediklerini elde edene kadar yapamayacakları şey yoktur. Beni yakalamasına izin vermemeliydim. Gelin görün ki kalp insana en büyük düşmandı.


Telefonumu cebime koydum ve ayağa kalktım. Hafif bir esinti başlamıştı ve sabaha karşı olduğu için ürpermeme sebep olmuştu. Uyusam iyi olacaktı. Uyursam düşünmezdim. Rüyalarımı da esir almazdı değil mi?


İçeriye doğru birkaç adım atmıştım ki cebimdeki telefon titremeye başladı. Arayan Hayri Bey'di. Kaşlarım çatıldı gayriihtiyari. Bugün cezaevi revirinde nöbetçi olduğunu biliyordum. Endişe ile açtım telefonu. "Hayri Bey?"


"Güliz Ada," dedi nefes nefese. "Müsaitsen hemen yan tarafa gel. Yardıma ihtiyacım var." Arkadan boğuk sesler geliyordu.


İçeri koştum ve nöbetçi doktora yan tarafa geçtiğimi haber verdim. Nöbetçi askerler kapıyı açtıktan sonra hızlı adımlarla diğer tarafa geçtim. Hapishaneden içeri girdikten sonra kapıda bir jandarma karşıladı beni. Silahını göğsüne yaslamıştı. Oldukça sinirli görünüyordu. "Benimle gelin." Askeri zemin kata kadar takip ettim. Zemin kat tehlikeli mahkumların hücrelerinin bulunduğu kattı. Burayı sevmiyordum. Oldukça ürkütücüydü.


Kapısı açık hücrenin önünde durduk. İçeride Hayri Bey'le birlikte beş kişi daha vardı. Yatağa zincirledikleri mahkumu görünce kalbim çarpmaya ve bacaklarım güçsüzleşmeye başladı. Karnında derin bir kesi vardı. "Dikiş atılacak Güliz," dedi Hayri Bey. "Sakinleştirici yaptık güç bela. Ekip mesai saatleri dışında gelemiyormuş. Kusura bakma seni buraya kadar yordum."


Gözlerimi Cafer'den güçlükle çektim ve Hayri Bey'e baktım. Başımı hızla sallarken kenara çekildi ve malzemeleri bana doğru uzattı. Yaklaştı ve kulağıma fısıldadı. "Yarasını temizleme ki gebersin hayvan herif!" Göz kırptı. "İşin bitince yukarı gel. Bu kez kahveler benden."


Gülümsedim. "Gelirim." Bu adamlara yardım etmeyi ben de istemiyordum. Kim bilir kaç kişinin hayatını mahvetmişlerdi. Gelin görün ki biz bir sağlıkçıydık. İstemesekte görevimizi yapmakla mükelleftik. Hücreye bakıp yüzümü buruşturdum. Adaleti sağlamak bizim görevimiz değildi. Ölüm onlar için kurtuluş olurdu. Bu yerde çürüyerek cezalarını misliyle çekiyorlardı.


Hayri Bey çıktıktan sonra Cafer'in karnındaki yaraya baktım. Debelenmesi bittikten sonra askerlerden iki tanesi hücreden çıkmıştı. Kesisi fazla derindi. Yarayı nasıl yaptığına dair en ufak bir fikrim yoktu.

İğneyi tenine sertçe batırınca başını hızla kaldırdı ve gözleri etrafa manasızca baktıktan sonra geri düştü.


Gözlerimi sıkıp açtım. O gün yaşadıklarım gözlerimin önüne bir perde gibi örtülmüştü. Ona nazik davranmam mümkün değildi. Hele ki yüzbaşıya yaptıklarını hatırlayınca. Kurtulamıyordum gözlerimin önüne düşen görüntülerden.


Derin bir nefes aldım. İşimi ne kadar çabuk bitirirsem bu adamdan o kadar çabuk kurtulacaktım. Ben yarasını dikerken o inleyerek bir şeyler söylüyordu. "İntikam..." Diliyle kurumuş dudaklarını ıslattı. "Kış çok yakın." Hırıltılıydı nefes alışları. "Hepinize! O burada!"


Kafasını kaldıracağı esnada askerlerden biri kafasına sertçe vurup hareketsiz durmasını sağlamıştı. Aldığı sakinleştiricinin etkisiyle sersem bir hale gelmişti. Onunla işim bittiğinde hücreden nasıl uzaklaştığımı bilmiyordum. Sarsak adımlarla ilerlerken yavaşladım. Koridor bitiminde yüzbaşıyı gördüm. Sivildi ve dağınık saçları ile oldukça yorgun görünüyordu. Yorgun ve çok hoş...


Bir askerle konuşuyordu. Uykusuz ve sinirli görünmesinin sebebi Teğmen olmalıydı. Sahi Armağan neden beni hiç aramamıştı? Siyah kapüşonlu bir kazak vardı üzerinde. Altındaki krem eşofmanla farklı görünüyordu. Bir eli dağınık saçlarının arasında dolanırken diğer eli eşofmanının cebindeydi.


Duruşumu dikleştirip yürümeye devam ettim. Asker yanından uzaklaşırken benden tarafa döndü. Ona doğru yaklaştığımı görünce bir an duraksadı ve bana doğru yaklaştı. Tam yanında durduğumda bakışları yüzümü talan etmeye başlamıştı. Gözlerindeki endişe ve öfkenin sebebi bu saatte bu katta oluşumdan kaynaklanıyor olmalıydı. Her daim çatık kaşları mümkün olduğu kadar çatıldı. "Boncuk?"


Güldüm. "Yüzbaşı?"


Başını iki yana sallarken dudaklarından sinir bozucu bir gülüş kaçtı. "Böyle karşılaşmayı bırakmalıyız."


Kaşlarımı kaldırdım. "Karşıma çıkma diyorsunuz yani?"


Dudağı hafifçe kıvrılırken bir elini cebine yerleştirdi. Yoğun bir sigara kokusu vardı. Bu gece fazla içmişe benziyordu. "Bu mümkün mü?" Başını hafifçe sağ omuzuna yatırdı.


Derin bir nefes aldım ve çıkışa doğru yöneldim. "Gitmem gerek. Size hayırlı geceler."


Arkamı döndüm ve yürümeye başladım. "Bahçede bekle boncuk," dedi emir vererek. "Beş dakikaya geliyorum." Omuzlarımın üzerinden baktım. Yüzümdeki ifade sorgular biçimdeydi. Güldü. "Bu bir emirdir hemşire hanım!"


Elimi şakağıma yaslayıp asker selamı verdim. "Emredersiniz komutanım!"


Bahçeye çıktım ve üssün bahçesindeki banklardan birine oturdum. Esneyip duruyordum. Sakin bir gece olmasına rağmen doğru düzgün uyumamıştım. Kocaman esnerken karanlığın içinden çıkan ve bana doğru yaklaşan adamı gördüm. Kuledeki askerlere işaretle bir şeyler söyledi.


Elimle ağzımı kapatıp oturuşumu düzelttim. Yanımdaki boşluğa yavaşça oturdu ve bana doğru döndü.

"Yorgun görünüyorsunuz."


Kafasını yavaşça salladı. Gözlerinin altı kızarıktı. "Zor bir gündü," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Sakalları uzamıştı. "Yarın sabah Manisa acemi birliğine uçacağım. Yemin töreninde görevliyim. Sonra önemli bir askeri kongreye katılmam gerek."


"Epey yoğun bir gün olacak. Evinizde olup dinlenmeniz gerekmez mi?"


Sırtını yavaşça banka yasladı ve kolunu benden tarafa uzattı. "Alışkınım," dedi gözünü kırpmadan. Yüzündeki sert ifade hoşuma gidiyordu. Kendinden emin duruşu insana güven veriyordu. "Uykusuzlukla sorunum yok." Parmaklarının saçlarımın ucuna dokunduğunu hissediyordum. "Saat sekizde yola çıkmam gerek." Saatine baktı dikkatle. "Altıda limanda olacağım boncuk."


Ayağa kalktı ve omuzlarının üzerinden bana baktı. Gözlerimi kaçırmadım. Bir şey söylemeden yürümeye başladı. Benden uzaklaşmasını izlerken sıkıntılı bir nefes koyverdim gökyüzüne doğru. Gökyüzü ağarmaya başlamıştı. Saat 05.00'i gösteriyordu artık. Ayağa kalktım ve revire girdim. Armağan'ın nöbeti teslim almasına üç saat vardı. O gelmeden buradan çıkamazdım.


Yarım saat kendi düşüncelerimle savaş vermiş ve pes ederek revirden çıkmıştım. Hızlı adımlarla limana doğru yürürken bir yandan da kendi kendime söyleniyordum. Durdum ve elimi saçlarımın arasından geçirdim. "Ne yapıyorum ben?"


Yüzümü gökyüzüne çevirdim ve gözlerimi kapadım. Birkaç damla düştü yüzüme. Hava bugün kapalıydı. "Allah'ım ne olur yanlış bir şey yapmama izin verme!" Arkamı döndüm ve eve gitmek için bir adım atacakken yeniden durdum. Ayaklarımı yere vurup hafif bir çığlık attım ve limana doğru yürümeye başladım. "Allah'ın cezası herif!"


Dakikalar sonra limanın önündeydim. Teknelerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladım ve sona kadar devam ettim. Teknesinin en sonda olduğunu yazmıştı. Geleceğimden o kadar emindi ki. Dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırdım. Aptal Güliz diyordu bir ses. Adam haklı çıkmadı mı?


Arkamdan duyduğum adım sesleri durmama sebep olmuştu. Sabahın erken saatleri olduğu için burada benden başka kimse yoktu. Omuzlarımın üzerinden bakacakken ağzıma kapanan ve belime dolanan el bir teknenin içine hızla çekti. Belimi öyle sıkıyordu ki canımın acısıyla çığlık atmak istemiş ve dudaklarımın üzerindeki mendil yüzünden başarısız olmuştum.


Kim olduğunu göremiyordum. Ciğerlerime dolan ağır Kloroform kokusu kalp atışlarımı yükseltmeye başlamıştı.


Çırpınarak kurtulmaya çalıştım lakin bedenimi taş gibi kolların arasından kurtaramadım. Gözlerim kararmadan önce karın boşluğumda hissettiğim keskin acı gözlerimin kararması ve bilincimin kaybolması ile karanlığa karışmıştı. Kıyafetimin içine yayılan kanın sıcaklığını hissedebiliyordum. Yere sertçe düştüğümde kaçarak uzaklaşan ayakkabılara bakıp dudaklarımı oynatmaya çalıştım. "Yardım ed..."


***


Yüzbaşı teknenin ön tarafında oturmuş telefonundan Güliz Ada'nın tarlada uyurken çektiği fotoğrafına bakıyordu.


Parmaklarının arasındaki sigarayı yavaşça dudaklarının arasına alıp dumanı gökyüzüne bıraktı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Zorlu operasyonlarda pusularda bile böylesine çarpmamıştı oysaki. "Sende bir şeyler var kadın," diye mırıldandı. "Gözlerinin esiri olmuş bu yalnız kalbimin kalabalığı olacak gibisin."


Meğer ne tatlıymış böyle hissetmek. Yıllar önce nişanlısını elim bir kazada kaybetmişti Alpay Yüzbaşı. Severdi onu ama böylesine güçlü vurmamıştı kalbi göğüs kafesine.

Kendini bildi bileli Nilay vardı etrafında. Tanıyordu, güveniyordu. Evlilik için yeterli sebepler olduğunu düşündüğünden nişanlanmıştı.


Rahmetli nişanlısı aklına düşünce içinden bir Fatiha okudu. Şimdi hissettiği şeyleri ise yeni tanıyordu. Gözlerini düşlediğinde heyecanla çarpan kalbi bakışını, gülüşünü, yürüyüşünü ve bedenini anımsadığında kalbinde bambaşka hisler uyandırıyordu.


Ellerini yumruk yaptı. Ona ait olmayan bir kadını mı düşünüyordu? "Kendinden utan lan!" Elindeki simitten koparıp denize fırlattı. Bu kadar aceleci davranmasının sebebi buydu. Aralarında güçlü bir çekim vardı. Kaçarken nazlı nazlı bakıp kovala diyor diye düşündü.


Saatine bakıp bıkkın bir nefes koyverdi. Saat 07.45'i gösteriyordu. Gelmemişti. Belli ki yanılmıştı yüzbaşı. Kendi kendine küfrederek ayağa kalktı. Tekneden indiğinde limandan hızlı adımlarla uzaklaştı. İskeleye doğru yürüdü. Buraya varana kadar kaç sigara içmişti bilmiyordu. Havalanmak için hazır bekleyen helikoptere bindi ve Albaya selam verip yerine yerleşti.


Boncuk hemşireyi düşüncelerinin arasından sıyırıp görevine odaklandı. Bülbül güle aitti. Bülbül nereye giderse gitsin dönüp konacağı yer bir gül dalıydı.


***


Yıldıza basmayı unutmayın❤️🙈🇹🇷👀Beni takip edebilirsin🙃

Loading...
0%