Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Sadece Bana Saril

@aysegulcee1


Aynı evin yolunu tutalım gün batımında, aynı evin anahtarını tutsun ellerimiz.


Nerede olursa olsun kalbine uğramayı unutma yarim... Hep aynı kaldırımda kesişsin yollarımız.


🥀


Kalbim çarpıyordu. Kalbim elimden tutan adamın gözlerine baktıkça göğsümü dövüyordu.


En son arabaya binerken amcamın çatık kaşlarıyla Alpay'a bakışı kalmıştı gözlerimin önünde. Kalbim aklım öyle çaresiz öyle karışıktı ki dizlerim ancak şu an yanında olduğum adamın yanında titremeyi kesebilmişti.


Arabaya bindiğimizde bana bakmadı ve hiç konuşmadı. Çatık kaşlarıyla gaza yüklenip hızla üsten ayrılmıştı. Onunla kahvaltı yaptığımız o yamaçın kenarındayız yine. Arabayı durdurmuş ve öylece karşıya bakıp durmuştu. Kaç dakikadır arabanın içindeydik bilmiyordum.


Kaşları hala çatık nefesi sıktı. Sakinleşmesini bekledim onunla konuşmak için. Öte yandan elimden tutup sahiplenişini düşündükçe içimde güller açıyordu.


Yüzünü bana doğru çevirince "Alpay," dedim sessizce. "Amcamı böyle yolcu edemem." Beni anlamasını bekliyordum. Ona saygısızlık yapmak canımı daha da yakacaktı.


"Yine ağlatmasını izlemeyeceğim boncuk. Seni bırakmam mümkün değil." Gözlerim dolsada sözleriyle varlığına binlerce kez şükrettim. O varken kendimi güvende hissediyordum. Sözleri, duruşu, beni sahiplenişi bütün korkularımdan arındırıyordu. Alpay, güçlü demekti kuvvetli demekti lider demekti güvenilir demekti. O benim sırtımı yasladığım yıkılmaz bir duvardı.


"Ağlama," diye fısıldadı elini saçlarıma uzatırken. "Gözlerin kızaracak boncuk gözlerinin kızarmasından hoşlanmıyorum."


Burnumu çektim. Kendimi durduramıyordum ki. Adaya geldiğimden beri yaşadıklarım ruh halimi fazlasıyla etkilemişti. Şimdi bir de senin varlığın bütün yelkenlerimi açık denizde alabora etti nasıl derdim? Şu kısacık zamanda ahir ömrümü sana yuva yapmak istiyorum nasıl derdim? Geceye seninle kapatayım gözlerimi sabaha seninle açayım nasıl derdim?


Yüzümü karşıya çevirdiğimde masmavi bulutların denize karışan noktasına baktım. Ufuk çizgisine. Burada mükemmel bir hayatımız olabilirdi. Amcamın bunu elimden almasına izin veremezdim. "Alpay ben gitmek istemiyorum. Hiç istemedim. Sen kendimi buraya ait hissettiriyorsun."


Sonunda kalbime ağır gelen hisleri söylediğim için hafiflemiş hissediyordum. Gözlerimi yüzüne çevirince afallamış yüz ifadesiyle karşılaştım. Dudakları aralandı usulca. "Boncuk," dedi sessizce. "Doğru mu duyuyorum?" Yutkundu. "Sen kendini buraya mı ait hissediyorsun?"


"Kendimi," dedim kalp atışım göğsümü döverken. Gözlerini kapadı. Göğsünün heyecanla kalkışını izlerken midemden ılık bir şey akıp gitti. "Sana ait hissediyorum yüzbaşı."


Gözlerini açmadan güldü. "Sen adamı cehenneme atarsın boncuk," dedi. "Oysa ben cenneti yaşamak istiyorum seninle kızım."


Onun gibi güzel gülüşü olan bir oğlan çocuğunun ona baba diye seslenişini hayal ettim ansızın. Sesi kulağıma çarptı sanki. Baba deyip şefkatli ve güçlü kollarına sığınışı. Tıpkı yüreğimin ona teslim olup sığındığı gibi. Dizlerimi karnıma çekip başımı omuzuna yaslarken gözlerimi kapattım. O konuşsun ve burada dinleyim istiyordum.


"Şimdi ne olacak?" diye sordum. İzinsiz üsten ayrıldığı için başının ağrıyacağını düşünüyordum. "Alpay dönmemiz gerek."


Sesli iç çekti. Gitmek istemediğini biliyordum çünkü aynı hisleri paylaşıyorduk. Telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. Bir süre sadece bekledi. "Komutanım biliyorum," dedi sakince. Dışarıya taşan sesin biraz gergin konuştuğunu duyabiliyordum. Konuşurken elimi kucağına çekti. Gülümsedim. Baş parmağıyla hafifçe okşuyordu. "Bir saate gelsem beni idare edebilir misiniz?"


Binbaşı Turgut'la konuşuyordu. Sesinden tanımıştım. "Bir daha böyle acemi erler gibi davranırsan gerçekten başın ağrıyacak ve bu noktada ben bile yardım edemem sana."


Binbaşı Turgut'la aralarının iyi olduğunu biliyordum. Sivilde sıkça takılırlarmış. Teğmen Kenan tim hakkında Armağan'ı epeyce bilgilendirmişti. Güldüm. İyi de yapıyordu. Ben sormakta hala çekiniyordum. Telefonu kapatınca başımı kaldırdım. "Sorun yok," dedi parmağını gerilen kaşlarımın ortasına bastırırken. "Rahatlasın artık o kalbin."


Kalbinden öptüğüm adam. Onu görene kadar var olduğundan hala bir haberdim merhametli adamların yaşadığından. Bazen bir ömür yetmez birini tanımak ve güvenmek için. Bazen de bir bakış yetiyordu işte. Ben ona güveniyordum. Kim ne derse desin bu adamın bana asla zarar vermeyeceğine emindim.


"Buraya bir ev yapmak istiyorum." Etrafıma baktım şaşkınlıkla. Adanın en yüksek yerindeki ormandan arta kalan bir yamaçtaydık. "Ufak bir av kulübesi gibi." Askeri iki kulübe ve mühimmat deposunun vardı olduğumuz yerde. Buraya bir ev yapmak istemek tam da Alpay gibi bir adamın hayali olabilirdi.


Gözlerim iri iri dinliyordum onu. Parmağını burnuma vurunca gözlerimi şaşı yaparak vurduğu noktaya baktım. "Bakma öyle Boncuk. Yamacın kenarına çit yaparım. Düşmezler..."


"Kim?" diye sordum şaşkınlıkla. Yine kalbimi yolundan saptırmıştı. "Ki-kim düşmez Alpay?"


Saçımı yavaşça kulağımın arkasına sıkıştırırken derin bir iç çektim. Yanaklarım kıpkırmızı olmalıydı. Sesi kulağıma çarparken parmaklarımla oynamaya başladım. "Çocuklarımız!"


Kulaklarıma kadar kızarırken gülerek önüme döndüm. "Bunları düşünmek için erken değil mi?"


Hoşuma gitti! 

Hoşuma gitti! 

Allah'ım çok hoşuma gitti.


Çığlık atmamak için güçlükle dururken parmağını yine burnuma vurdu. "Yapma şunu!"


"Hayal etmek günah mı boncuk?" Küçük bir çocuk gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. Askeriyede kaplan kesilen adam benim yanımda yeni yetme oğlan çocuğuna dönüşüyordu. "Bedava üstelik!"


Güldüm. "Bedava!"


Ayağa kalktı ve elini kalkmam için uzattı. Yavaşça kalkarken üzerime yapışan tozu silkeledim. "Alpay," dedim arabaya doğru yürürken. "Son zamanlarda birtakım problemler yaşıyorum. Bulantılarım azaldı fakat kafamın içinde bir şeyler var sanki."


Bana doğru dönünce bir adım geri çekildim. "Ne demek o?"


"Bilmiyorum. Geceleri kabuslar görüyorum. Bazen de rüya mı gerçek mi ayırt edemediğim sanrılar, silüetler falan. Ayla ile siz görevdeyken psikoloğa gittim. Psikoterapi seansı aldım iki kez. Hayri Bey kan tahlili yaptı ama kan tahlilimde birkaç düşük vitamin değeri dışında bir şey çıkmadı."


"Öyle mi?" Derin nefes aldı. "Hayri Bey iyi bir adamdır. Aramız iyidir. Onunla nöbetçiyken gözüm arkada kalmıyor."


"İyi bir adam. Sağolsun ufak bir Check-Up yaptı neredeyse."


"Boncuk," dedi. İfadesi biraz daha sertti. "Beni korkutuyorsun güzelim."


"Belki de basit bir sorundur belki de ben kendime fazla stres yapmışımdır yaşanılanları. Psikoterapi iyi gelmezse Psikiyatriste gideriz."


"Birlikte," dedi. "Bundan sonra yalnız değilsin boncuk. Yalnız olmanı istemiyorum. Seni eve bıraktıktan sonra merkeze uğrayacağım. Şu notları görüşmek için. Sonra hapishaneye geçip Cafer ve o yakaladığımız adamı sorguya alacağım bir kez daha."


"Cafer mi?" Kolunu sıktığımı fark edince yavaşça çektim. Cafer'den mi şüphe ediyordu?


"Sen bunlara kafa yorma boncuk. Yalnızca kendine dikkat et senden başka bir isteğim yok." Derin iç çekişine içim gitmişti. "Sen iyiysen ben iyi olurum ancak."


"Gündüz mesaim vardı revirde. Rüzgar yalnız kaldı. Haber de edemedim." Telefonumda kapanmıştı. Kim bilir kaç kez aramıştı Hayri Bey? Fena fırça yiyecektim.


"Ben konuşurum Hayri abimle. Ha burada boncuk. Askeri nizama uymanız için oryantasyon eğitimleri almadınız. Albay geçenlerde söylemişti fakat bu son olaylar yüzünden aklımdan çıkmış. Bedensel eğitimler alırken bir yandan da sözlü mülakatlar olacak. Şimdilik kimin ekibinde alacağınız belli değil."


Kaşlarını çatarak dudağını büktü. Bir şey canını sıkıyor gibiydi. "Buna sevindim aslında. Bilgilerimiz tazelenecek."


"Öyle," dedi keyifsizce. "Eğitimleri kim verecek diye düşünmekten gerildim. Boncuk sen beni erken yaşlandırırsın."


Dudaklarımı birbirine bastırırken arabaya bindim. Kıskanması oldukça hoşuma gidiyordu. "Kimin ekibinde olduğum aslında önemli değil. Kendimi savunacak becerilere sahip olayımda."


Şoför koltuğuna otururken direksiyona vurdu. Bir anda sıçrarken kahkaha attım. Ters ters baktı keyif alıyor oluşuma. "Gül bakalım sen," dedi arabayı çalıştırırken. "Ben dışında biri çıksın bakalım o zaman da bu kadar keyifli olabilecek misin boncuk hanım."


Aaa ama ne ayıp! "Sizin gibi beyefendi birine yakışmıyor bu sözler yüzbaşım." Yüzümü pencereye çevirdim ve sırtımı koltuğa yasladım.


"Hımm," diye homurdandı. "Yine siz olduk demek."


Biz olduk yüzbaşım diyemedim. Bizler olacağız. Hayal etmek bedava ve günah değildi. Güldüm. Kabul olunmuş hangi duamsınız efendim?


🥀


Üzerine papatya desenli bol bir elbise giyen genç kadın aynanın karşısına geçip saçlarına beyaz bir kurdele tutturdu.


Sade ve mazbut giyinirdi Ayla. Abartıyla elde ettiği güzellik onu mutlu etmezdi. Sabah sekizde uyanmış ve Çelebi'nin kahvaltı için yaptığı teklifle keyiflenmişti. Eğlenceli bir adamdı Çelebi. Ne zaman bir araya gelseler kafasındaki düşüncelerden uzaklaştırmayı başarıyordu.


Alperen'in kalbinde açtığı yara hala taptazeydi lakin hazırlanmaya başladığından beri aklına bir kez olsun düşmemişti sızısı. Güliz Ada'nın sözlerini anımsardı ne zaman ağlayacak olsa.


Bir kapı kapandıysa daha iyisi açılacağından.


Güliz Ada'yı düşününce gülümsedi. Yüzbaşı ile yoluna devam etmesini hatta bir hayat kurmalarını çok istiyordu. Düşüncelerini pek dile getirmemişti ama hisleri bu yöndeydi. İkisini yan yana gördüğünde birbirlerine olan çekimlerini hissederdi. Yakışıyorlardı üstelik. Daha ne olsun diye içinden geçirdi. "Hayırlısı olsun," diye mırıldandığını fark edince gülerek odadan çıktı.


Armağan ve Güliz Ada gündüz mesaisindeydi. Boş gününü evde yalnız geçirmeyeceğine pek memnundu. Merdivenlerden inerken zil çalmıştı. Saçlarını omuzlarının arkasına atarken öksürerek boğazını temizledi.


Kapıyı açtığında Çelebi'yi elinde beyaz tek bir gülle bulmayı beklemediğinden göz kapaklarını şaşkınlıkla kırptı. Genç adamın yüzünde çokça gördüğü o geniş tebessüm vardı yine.


Keyifli hayat dolu bir adamdı. Kendisi hakkında ne düşündüğünü bilmiyordu Ayla fakat bakışlarındaki sıcaklığın dostluktan uzak olduğunu hissedebiliyordu. Ayla ağır başlı anaç bir kadındı. Çelebi ile aslında çok zıtlardı. Alperen'i düşündü. O bir kez olsun ona çiçekle gelmemişti. Romantik bir adam değildi. Başlarda onun sert mizacına aşık olmuştu oysaki.


"Günaydın," dedi Çelebi keyifle. "Güzel olmuşsun."


Ayla kıkırdayınca elini ensesine attı. "Gülme ya. Şey böyle denmiyor mu buluşmalarda"


Ayla cilveli bir yürüyüşle kapıdan uzaklaştı. "Adet yerini bulsun diye yani?"


"Hayır," dedi Çelebi. "Evet. Şey yani ben..." Güldü. "Vay anasını resmen kem küm ediyorum bakma şöyle."


Ayla, karşısındaki adama hayretle bakarken dudaklarını birbirine bastırdı. "Tamam bakmıyorum." Ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı.


"Çıkalım mı?" diye sordu Çelebi. Şimdiden terlemeye başlamıştı.


Ayla başını sallarken anahtarı çantasına attı. Nereye gideceklerini çok merak ediyordu. Çıkarken bahçeye kaydı bakışları. Gece nöbet tutan askeri göremedi. "Çelebi," dedi sıcak gülümsemeyle. "Bugün asker yok mu?"


"Yarbaydan izin çıkmadı. Özel koruma olarak askerleri görevlendirmesi yasakmış. Notlar tek başına tehlike arz etmiyormuş. Üzgünüm. Bülbülüm epey uğraştı ama şu mahkumun ağzından başka bir bilgi alamadı."


"Anladım," dedi Çelebi'nin yanında yürümeye başlarken. "Her an eve hapis kalamayız ya da özel koruma tutamayız. Başımızın çaresine bakacağız artık."


Çelebi bahçe kapısını açtı ve Ayla'nın geçmesi için kenara çekildi. "Buyurun hanımefendi." Ayla gülerek yanından geçerken, "Yalnız değilsiniz," demişti. "Burası asker dolu ve her şeyden önemlisi biz varız."


"Eksik olmayın. Başka türlü gece gözüme uyku girmezdi."


Sohbet ederek yürümeye başladıklarında Çelebi Ayla'ya döndü. "Canımızı sıkan biz olmadığımız zamanlar Ayla," dedi. Elini ensesine götürdü mahcupça. "Yani şey Ayla Hanım."


"Ayla de lütfen. Hanım çok resmi değil mi?"


"Öyle." Başını sallarken önüne döndü ve sahile giden ana caddeye doğru sürdü.


🥀


Alpay beni eve getirdiğinde saat 14.30'a geliyordu. Ayla evde olduğu için gözü arkada kalmadan bırakıp gitmişti. Beni kendine öyle alıştırıyordu ki ondan ayrıldığımda derin bir boşluğa düşüyordum.


Ayla Çelebi ile kahvaltıya çıkmıştı. Anlatırken sıkça tebessüm etmesi gözümden kaçmazken yüzünün biraz da olsa güldüğünü görmek sevindiriyordu. Sakince dinlemiş ve onun kafasını karıştıracak bir imada bulunmamıştım. Ayla hassas bir dönemden geçiyordu ve o Armağan gibi çabuk adapta olabilen bir kadın değildi.


Onları yakıştırıyordum ama bunu onunla paylaşmadım. Acelesiz ve sağlam temeller üzerine bir ilişki inşaa etmeliydi. Güzel vakit geçirmesine sevinmiştim. Birlikte bir film izledikten sonra temizlik yapmıştık. Saat 17.30'a geldiğinde Armağan eve dönmüştü.


Önce Hayri Bey'i sonra Rüzgar'ı aramıştım. Benim için yirmi dört nöbetine devam edeceğini söylemişti. İyi insanlarla karşılaştığımıza seviniyordum. Armağan duş alıp aşağıya inerken elinde tuttuğu çantayı havaya kaldırarak ıslık çaldı. "Kalkın bakalım tembel tenekeler. Geldiğimizden beri evdeyiz yahu. Şöyle bir alışveriş yapalım."


Armağan ve mağaza seferleri...


Ayla ile birbirimize bakıp yüzümüzü ekşittik. "Armağan bize dokunmasan bugün."


Başını iki yana sallayarak kolumuzdan tuttu. İkimizi de aynı anda kaldırışına hayretle baktım. Bu kızın askeri nizama filan ihtiyacı yoktu. Eve geldiğimde onlara biraz bahsetmiştim bu eğitim olayından. "Yarım saatiniz var. Akşama kadar güzel sesimle konser vermemi istemiyorsanız hemen hazırlanın. Bakın üçe kadar sayıyorum."


"Bir..." 


Bir der demez ikimiz de merdivenlerden paldur küldür çıkarken peşimizden bağırdı. "Ulan o kadar mı kötü be sesim?" Kendi kendine söylenirken Ayla ile çoktan odama girmiştik.


"Sen niye buraya çıktın Ayla?"


Gülerek dolabımı açıyordu. "Ay ne bileyim bir an panik oldum." Kırmızı spor elbisemi kucağına atarken kahkaha attım.


"Alpay'la konuşmam gerek Ayla. İzin vermezse ne yapacağız?" İlk kez her şeyimi birine danışıyordum ailemden sonra. Bu hem tuhaf hem de güzel hissettiriyordu.


"Bilemedim şimdi. Vermeme ihtimali yüksek gibi." İmalı bakışı ve gülüşü yanaklarımı pembeleştirmişti.


Üzerime krem bir gömlek ve açık renk kot geçirdikten sonra saçımı at kuyruğu yaptım. Önlerden iki bukle salık bırakmış ve yalnızca göz kalemi sürmüştüm. Telefonla birlikte odadan ayrılırken telefonu çalmaya başladı. Bugün nöbetçi değildi. Belki o da gelirdi bizimle. Onunla bir şeyler yapmak çok hoşuma gidiyordu.


"Boncuk." 


Kocaman güldüm. Her boncuk deyişi ayrı bir mide kelebeği demekti. "Alpay ben şey için aramıştım."


"Bir şey mi oldu?" 


"Hayır hayır sakin ol. Ben şey..." Allah'ım bir erkekten izin almak ne kadar zor olabilir ki? "Şey almak için aramıştım."


Kahkaha atınca kaşlarım çatıldı. Nasıl hoşuna gitmişti kim bilir? "İzin mi alacaksın güzelim benden? Ne için?"


"Evet öyle yapacaktım. Nasıl da hoşuna gitti bakıyorumda?"


"Gitmez mi? Gitti valla inkar mı edeyim? Kenan söyledi şimdi. Armağan senden önce davranmış."


"Gidelim mi?" 


"Dikkat edin boncuk. İşiniz bitince ara mutlaka. Almaya geleceğim."


"İşin mi vardı? İstersen birlikte gidelim diyecektim."


Arkadan su sesi gelince utandım. Elimi yanağıma bastırınca kızardığımı fak ettim. Evde olmalıydı. "Çocuklarla balık yapacağız. Epeydir nöbetlerimiz denk gelmiyordu. Söz verdim yoksa seni onlara tercih ederdim güzelim." Duşa kabinin açılma sesini işittim.


Dudağımı hafifçe çekiştirirken elimi kalbime bastırdım. Her sözüne de sarhoş olmam normal değildi. "İyi eğlenceler," dedim utandığımı epey belli eden bir sesle. "Aklın bende kalmasın."


Kızardığımı görebilirmiş gibi çekinmeye başlamıştım. Ne düşündüğünü şu an ne hissettiğini mesafelere rağmen hissedebiliyordum. "Aklımın sen den başka gideceği bir yer yok gül kadın." Derin bir iç çekiş. "Bir tek sende kalıyor ve bir daha bana uğramıyor."


Gül kadın... 


İçimden tekrar edip durdum. "Siz de dikkat edin olur mu?"


"İçmezlerse bu dediğini yapabiliriz sanırım." Güldü. O da içiyor muydu acaba? "Neyse ki ben varım. Teknemi tek parça adaya getirebilirim." İçmiyordu.


"Görüşürüz yüzbaşım." Söylenmesine müsade etmeden telefonu kapatınca dudaklarımı birbirine bastırdım. Yüzünün geldiği hali görebiliyordum.


Telefonu kapattıktan sonra evden çıkmıştık. Çelebi'nin kız kardeşi Rüya'yı da davet etmiştik. O da bizimle buluşacaktı. Davetimiz onu çok mutlu etmişti. Kafa dengi bir kızdı. Liseyi Ankarada okumuş ve sınavlardan istediği puanı alamayınca üniversiteye henüz gidememişti. Şimdi ise ailesi ile birlikte Mersin'de kalıyordu.


Alpay'ın bizim için gönderdiği tekne ile Mersin'e bir saatte gelmiştik. Alışveriş merkezine girdik ilk olarak. Armağan vakit kaybetmeden bir mağazaya sokmuştu bizi. İhtiyacım yoktu lakin kendimi askılara bakmaktan alıkoyamamıştım.


🥀


Yüzbaşı Alpay ve timi yatla denize açılmıştı. Binbaşı Turgut son anda işi çıkınca ekibe katılamamıştı. Çelebi yanından ayırmadığı sazını kenara koyarken Fırat elindeki balıklarla barbeküye doğru yaklaştı.


Mangalın başında Yüzbaşı Alpay vardı. Teğmen Kenan elindeki şişeleri havaya kaldırıp güverteye çıktı. "İşte hayat bu beyler!"


"Adamsın iki gözümün çiçeği diye bağırdı Çelebi sazı hafiften tıngırdatırken. "Bu gece içilir anasını satayım."


Alpay, elindeki maşayla Çelebi'nin kafasına hafifçe vurdu. "Kimsenin anasını ağlatmak yok bugün oğlum. Yemin ederim hepinizi açık denizde bırakır giderim. Sizden daha önemli bir işim var."


Düldül Çelebi'nin omuzlarının üzerinden başını çıkardı. Yüzünde muzip bir ifade vardı. "Komutanım bekarlık size hiç yakışmıyordu zaten. Tahmini ne zaman lacileri çekip oynarız şöyle karşılıklı?"


Alpay boncuğu beyaz gelinlikle hayal edince gözleri büyüdü. Hayali bile kalbini heyecanla çarptırmaya yetmişti. "Özel hayatımı sizinle konuşacak değilim," deyince bütün ekipten aynı anda itiraz sesleri yükseldi.


"Ulan her haltımızı biliriz ama iş özel hayata gelince mi çekinir oldun?" Teğmen Kenan keyifle arkadaşına doğru yaklaştı. Hava ılık deniz oldukça sakindi.


"O değilde bizim kızlara asılan filan olmaz değil mi komutanlarım?" Çelebi Fırat'a şaşkınlıkla bakarken Alpay'ın kaşları çatıldı. Öfkeden bütün bedenini geren senaryolar yazması çok vaktini almamıştı.


"İnternete resim atmışlar. Hepsi de maşallah düğüne gider gibi giyinmişti." Çelebi bunu oldukça keyifsiz söylemişti. İlk kez durgun olan oydu.


Alpay Çelebi'ye şüpheyle baktı. "Hangi ara takipleştiniz lan siz?"


"Ayla Hanımla takipleşiyoruz bülbülüm. Sizden hızlıysam benim suçum mu?"


Yüzbaşı içinden söylenirken Kenan yanına yaklaşıp ızgaraya dizdiği balıkları mangalın üzerine bıraktı. "Armağan'da yarım saattir mesajıma cevap vermedi."


Fırat ve Düldül birbirlerine bakıp muzipçe gülüştüler. "Şeytan azapta gerek," diye fısıldadı Düldül Fırat'ın kulağına. Çelebi neyin peşinde olduklarını hemen anlamıştı.


"Alışveriş merkezleri de bugün kalabalıktır komutanım. Malum pazar bütün avare delikanlılar ava çıkmıştır." Düldül imayla kaşlarını kaldırarak baktı komutanına.


Alpay, kaşlarını çatıp omuzlarını dikleştirirken onlara fark ettirmeden telefonunu çıkarıp Güliz Ada'yı aradı. Araması yanıtsız kalınca öfkeyle Düldül'e baktı. "Senin beynini..." Başını sağa çevirerek La havle çekti. "Abartmayın lan! Günler sonra kız kıza çıktılar. Düşürmeyin aklıma kurt."


"Şimdi ben fena kıllandım bülbülüm. Ayla Hanım da telefonuna bakmıyormuş." Düldül Fırat'a bakıp göz kırptı.


"Rüya da açmıyor." Çelebi ayağa kalkıp komutanlarının yanına yaklaştı. "İki gözümün çiçeği. Yengeye bir mesaj daha mı yazsanız?"


Teğmen Alpay'a bakıp çenesini kaldırdı. "Yok canım. Kız arkadaşını darlayan o maço erkek gibi görünmek istemem. Kadınlar dedikodu yaparken dünya yansa duymazlar." Dudağını büktü. "Bu yüzden telefonlarını sessize almış olabilirler."


Yüzbaşı Alpay çenesiyle telefonunu işaret etti. "Çelebi haklı. Sen yaz bakayım bir tane daha."


"Sen niye yazmıyorsun oğlum?" Teğmen, Çelebi'ye bakıp sırıttı. "Bu da iyice hanım köylü oldu. Korkuyor." Çelebi ve Alpay üzerine doğru gelince arkasını dönüp bağırdı. "Yazmam boşuna uğraşmayın!"


🥀


Teğmen Kenan, kaşları çatık karşısında oturan iki adama bakıyordu. "Sizi şu denize atıp çekip gitmeyen adam değil."


Yüzbaşı gömleğini üzerine geçirip arkadaşının yanına oturdu. "Abartma lan! Alt tarafı ne yapıyorsun diye mesaj yazdın."


Armağan'dan dakikalar sonra cevap gelince dördü de teğmenin tepesine üşüştü. "Ne yazmış?" Alpay parmaklarını saçlarına daldırarak endişesini gizlemeye çalışıyordu.


Teğmen başını sinirle oynatıp mesajı açtı. Hepsi aynı anda mesajı okurken Teğmen ayağa fırladı. "Lan!"


Armağan (19.05) 


Birkaç serseri ile uğraşmamız gerekti canım. Merak etme hallettik. Birkaç edepsiz söz ettiler hepsi bu. Şu anda karşımızdaki masada oturmuş yalnızca bıyık altından bakmakla yetiniyorlar🫣


Teğmen boynunu yavaşça kütürdetirken Alpay elindeki telefonu alıp mesajı tekrar tekrar okudu. "Ben o gözlerini oyup dillerine sarıp barbeküye atmaz mıyım?"


Düldül Fırat'ın kulağına eğildi. "Adam öfkelenirken bile barbekü düşünüyor. Allah boncuk yengeye sabır versin vallahi."


"Düldül!" diye kükreyen yüzbaşı elindeki telefonu Kenan'a verdi.


"Komutanım bence oraya gitmeliyiz." Teğmen başını olumlu anlamda sallarken yüzbaşı ellerini yumruk yapıp başını hızlıca salladı.


"Gidelim!" 


"Ulan üniformalarla gitmek kimin fikriydi?" Teğmen onları silahları ile içeriye alamayacağını söyleyen güvenlik görevlisine bakıp ağzının içinden söylendi.


"Komutanım böyle daha korkutucu olur diye düşündüm." Çelebi Fırat'ın arkasına gizlenmiş ve kolunun altından başını uzatmıştı.


"Ben silahımı kimseye teslim etmem!" diye bağıran Yüzbaşıya bakan adamlar çoktan silahlarını güvenliğe teslim etmişti.


"Sizi ben çivili tahta üzerinde şınav çektirmez miyim?"


🥀


Kızlarla birer Türk kahvesi içtikten sonra kafeden çıkmıştık. Telefonumu çıkardığımda Alpay'dan birkaç çağrı olduğunu gördüm. Bizi alması için arayacakken içeriye doğru gelen iki adamı görünce durdum.


Teğmen Kenan ve Çelebi öfkeli bir suratla bize doğru geliyorlardı. Henüz bizi görmemişlerdi.


"Armağan," dedim kıkırdayarak. Başımı korkuluklardan aşağıya doğru sarkıttım. "Şu gelenler tanıdık mı?" Bir de bir saatlik yolu üniformaları ile gelmişlerdi. Bunlar bu gece alem yapmayacaklar mıydı?


"Kenan!" diye bir karış ağızla teğmene bakan Armağan'a Ayla ve Rüya'nın şaşkınlığı eklendi.


"Ay ben şaka etmiştim." Elini dudaklarına bastırıp güldü. "Allah'ım bir de üniformayla gelmişler."


"Sen ne yaptın Armağan?" Bu kız bir gün uslu durursa vallahi horoz keseceğim.


"Ay kıskandırmak için bize birilerinin asıldığını yazmıştım. Ne bileyim kalkıp bu halde buraya geleceklerini." Herkes şaşkınlıkla onlara bakıyordu.


Arkadan Fırat ve Düldül de görününce kahkaha attım. "Çoluk çocukla uğraşma kızım ya!"


Hızla alt kata indiğimizde dördüyle karşı karşıya geldik. Bağırarak gülmemek için elimi dudaklarıma bastırıyordum. "Armağan sen hiç büyümeyecek misin kızım? Keyiflerini niye bozdun?" Neyse ki benim yüzbaşım bu çocuklara uymamıştı. "Hiç üşenmemişler bir de üniformalarını giymişler. Vallahi tam çocuk bunlar."


"Şu güvenlikle tartışan yüzbaşı değil mi?"


Armağan dudaklarını birbirine bastırırken ben belinden silahını çıkartıp güvenliğe teslim eden adama bakıp kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırdım. "Alpay!"


Teğmen ve diğerleri önümüzde durunca Armağan yavaşça Kenan'ın koluna girdi. "Canım hoş geldiniz. Ne güzel bir sürpriz böyle ama biz sizi yarın bekliyorduk." Planımız bu geceyi burada geçirmekti.


Armağan ne fenasın sen... 


Teğmen tek kaşını kaldırarak Armağan'a bakarken burnundan soluyordu. "Siz niye sivil değilsiniz? Bugün birlikte vakit geçirecektiniz?"


Kenan, Çelebi'ye bakıp homurdandı. "Armağan deli etme beni kızım? O nasıl mesajdı öyle? Tankla gelmediğimize dua et." Sağına soluna bakındı. "Nerede o lavuklar?"


Alpay bize doğru yaklaşırken gözleri gecikmeden beni buldu. Sinir küpüne dönmüş adama bakarken kahkaha atmamak için dişlerimi sıktım. Allah'ım bir adam sinirliyken bile tatlı görünemez. Tıraşta olmamıştı. Kirli sakallı haliye dışarıya çıkmasını yasaklasam benimle dalga geçer miydi?


"Sakın boncuk," dedi parmağını yüzüme doğru uzatırken. "Sakın gülme!"


Hepimiz aynı anda onlara bakınca içimde güçlükle tuttuğum o kahkaha patlayarak dışarı çıkınca iki büklüm oldum. Kendimi durduramıyordum. "Alpay ben üzgünüm."


Kaşlarını çatarak ellerini beline yerleştirdi. Ben delirmiş gibi gülmeye devam ederken elimi karnıma bastırıyordum. "Alpay çok tatlısın." Karnıma ağrılar girmeye başlamasına rağmen duramıyordum. Yanaklarım cayır cayır yanmaya başlamıştı. Elimi yüzüme doğru salladım ama faydasız kalmıştı.


Kolumdan tutarken şaşkınlıktan gerilen yüzüne baktım. Bakmamla gülme krizine girmem bir olmuştu. "Allah'ım Alpay çok sevimlisin."


"Kızım ne tatlısı ne sevimlisi?" Başını oynattı yavaşça. "Diline düşürme beni şunların."


"Elimde değil ama durduramıyorum. O kadar şeker görünüyordun ki."


"Şeker öyle mi?" Bileğimden tuttuğu gibi bacaklarıma sarılınca kendimi bir anda omuzlarında buldum.


"Alpay delirdin mi sen?" Gülmeye devam ettim. "Herkes bize bakıyor rezil olduk."


"Olduk evet," dedi sert adımlarla güvenliğe doğru yürürken. "Bir daha yanından ayrılırsam ben de Alpay değilim."


Güvenliğin elinden sertçe silahını alırken kocaman bir kahkaha attım. "Nasıl da kalkmış gelmişsin buralara kadar. Alpay çok şirinsin."


"La havle..." 


🥀


Nöbet teslim defterini imzalayıp Hayri Bey'in yanına gitmek için odadan ayrıldım. Saat 16.00'yı gösterirken heyecanım da artmaya başlamıştı. Mesaim bitmişti. Alpay'ın bugün adaya döndüğünü hatırlayınca gülümsememi engelleyemedim. Bu his benimle bir ömür yaşar mıydı?


Allah'ım gönlümden geçenleri biliyorsun. Sen yolumuzu aydınlık kıl. Sana mahcup olmadan bir hayat yaşatacak adam o. Sen ayağına taş değdirme. Son zamanlarda dualarımda yalnızca o vardı o ve bütün askerler...


Onu bir haftadır görmüyordum ve böylesine özlemiş olmam bana da tuhaf hissettiriyordu. Libya'dan gelen yüz kişilik gruba eğitim vermek için görevli komutanların arasında o da vardı. Bir hafta önce Ankara'ya gitmişti. Geç saatlere kadar eğitim verdiğini ve bazen birkaç saatlik uykuyla devam ettiğini biliyordum. Çocuklar da Irak'ta görevde olduklarından ada hiç olmadığı kadar anlamsız gelmişti.


Yalnızca telefonla görüşebilmiştik bu süre boyunca. Libya'dan eğitim almak için Türkiye'ye asker gelmesi gurur verici bir şeydi. Bu yüzden onu sabırla beklemiştim. Öte yandan eğitim görevi için Somali'ye de birkaç rütbeli gideceği söylentisi yayılmıştı. Tek duam onun bu rütbeliler arasında olmamasıydı. Oradaki durumu biliyordum. İç savaşla mücadele eden askerlere eğitim vermek için gelen kişiler güvende olmayacaktı. Hele ki bu askerler Türk'se.


Bir an önce nöbeti Rüzgar'a teslim edip buradan çıkmak istiyordum. Elim, cebimdeki dolabımda bulduğum çikolataya gidince kalbim birkaç kez çarptı. Her zaman en sevdiğimden alır bırakırdı. Ben uyurken gelmiş olmalıydı. Üzerinde güzel bir sözle çikolata bulmak alıştığım en güzel şey olmuştu.


Hayri Bey'in odasının önünde durdum ve kapıyı çalmak için elimi kaldırdığımda kapı hızla açıldı. Telaşla elindeki eldivenleri parmaklarına yerleştirmeye çalışıyordu. "Hah Güliz Ada. Hemen müşahadeye geçelim."


"Ne oldu?" demeye kalmadan iki askerin kollarında duran ve boğazından kanlar fışkıran adamı görünce dudaklarımdan bir "Hih," kaçtı.


Mahkumu apar topar sedyeye yatırdılar ve geri çekildiler. Elimdeki tamponları şah damarının üzerine bastırırken Hayri Bey, pansuman setlerini hazırlıyordu. Asker bir yandan da Hayri Bey'e durum bildirisi yapıyordu. "Ambulans helikopter hazır mı?" Şehir hastanesine kadar dayanabileceğini sanmıyordum. Şah damarının üzerinde derin bir kesi vardı.


"Hazır doktor bey. Koğuşundaki kavga ettiği mahkum hücreye alındı. Yarası mühim değil." Hayri Bey küfür ederken midemin bulantısı şiddetini artırmıştı. Kan kokusu katlanılır boyutta değildi. Odaya yarbayla birlikte hapishane genel müdürü girdi. Hayri Bey yaranın üzerini kapatınca içeri giren acil tıp teknisyenleri mahkumu sedyeye bindirdi.


Ellerimi yıkarken yarbay ve müdürün Hayri Bey'le hararetli bir konuşma içerisinde olduklarını gördüm. Yüzümü kuruladıktan sonra arkamı döndüğümde birine çarptım. Başımı yavaşça kaldırırken genç bir askerin bana gülümsediğini gördüm. "İyi misin hemşire hanım? Yüzün bembeyaz oldu."


"İyiyim," dedim sessizce. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum. "Teşekkür ederim."


Genç adam gözlerini gözlerimden ayırmadan bakmaya devam edince gözlerimi kaçırdım. "Müsadenizle."


Kapıya doğru yürürken Yarbayın, "Mücahit Yüzbaşı tutanağı imzaladım. Mahmut bundan sonra tekli hücrede kalacak. Bir ay tek öğün verilsin," diye emir verdiğini işittim.


"Emredersiniz komutanım." Yüzbaşı olduğunu anladığım askere selam verdikten sonra odadan çıktım. Temiz hava yüzüme çarpınca bolca içime çektim. Kan kokusu hala burnumdaydı.


Telefonumun titrediğini hissedince heyecanla cebimden çıkardım. Arayan Alpay'dı. Telefonu açar açmaz kadife sesi tenime usulca çarptı. "Akşam üstü bir yağmurla, uğra bana ben ölmeden. Kapım açık çay ocakta, gir içeri görünmeden."


Nefes bile almadan söylediği şarkının sözlerini dinlerken aklım başımdan öylece uçup gitmişti. Bülbül sesli komutan.

Ruhumu şefkatle okşayan adam bekle sana geliyorum zaten.

Öksürerek boğazını temizleyince daldığım hayallerden hızlıca sıyrıldım. "Biraz daha gelmezsen kendimi denize atacağım boncuk."


Güldüm. "Bir hanımı ayağınıza çağırmak size hiç yakışmıyor yüzbaşım."


"Kapının önünde seni bekleyen araca bin ve bir an önce bana gel." Gülümseyerek gözlerimi kaparken güzel gülüşü gözlerimin önüne düştü ansızın. "Biraz işim vardı ve sürprizim için vakit kaybetmeden tekneye gelmem gerekiyordu."


Sürpriz mi hazırlamıştı? Bana gelişi sürprizlerin en büyüğü olmuştu zaten. Fazlasında gözüm yoktu ki. Kapının önünde bekleyen askeri araçtan inen asker Düldül'dü. Beni görünce hafifçe gülümsedi. "Hoş geldin boncuk yenge."


Utanarak gözlerimi kaçırınca boğazını temizledi. "Komutanım sizi bekliyor. Gecikirsek canıma okur." Düldül genelde askeriyede kalıyordu. Karadenizli olduğunu duymuştum. Bazen konuşurken şivesi kayıyordu.


Başımı usulca salladım ve açtığı kapıdan içeri girdim. "Eve uğrayabilir miyiz?" Formalardan kurtulmak istiyordum. Bazı yerlerinde kan lekeleri vardı. "Çok bekletmeyiz komutanını."


Yüzünü yoldan ayırmadan gülümsedi. "Emrin olur yengem uğrayalım tabii." Çavuş yenge dedikçe kalbimde bir kelebek kanat çırpıyordu.


Yarım kollu, sade beyaz bir elbise ile evden çıktım ve kızlar evde olmadığı için kapıyı kilitledim. Dakikalar sonra marinadaydık. Çavuş yatın önüne kadar getirmişti. İnmeden önce ona döndüm gülümseyerek. "Teşekkür ederim Çavuş."


"Eyvallah!" Göz kırptı ve arabadan indikten sonra gaza yüklenerek benden uzaklaştı. Arkamda duran yata döndüm ve saçlarımı omuzlarımın gerisine attım. Kalbim onu görecek olmanın sevinciyle bayram ederken bacaklarımda ansızın bir titreme peyda oldu. Karnıma ağrılar girerken nefesim sıklaşmıştı. Beni bi ateş basıyordu ki sormayın...


Güverteye çıktığımda onu gözünde güneş gözlüğü ile uzanırken buldum. Telefonla konuşuyordu. Geldiğimi henüz fark edememişti. Fırsattan istifade gözlerimi süsleyen bu nefes kesici manzarayı seyrettim. Kısa kollu lacivert gömleğinin düğmeleri açık ve içinde bir şey yoktu.


Yüzüne düşen gölgemi fark edince hızla doğruldu ve güneş gözlüklerini çıkardı. Ayağa kalkarken kocaman gülümsüyordu. Gözleri yüzümün her bir noktasında dolaşırken gülüşüyle içimdeki özlemi körüklüyordu. "Hoş geldin yüzbaşım." Güvertenin en üst kısmında beyaz örtülü şık bir masa kuruluydu. Fazlası mümkünmüş gibi daha da heyecanlanmıştım.


O bir adım attı ben bir adım attım. Aramızda bir adım mesafesi kalmışken karşılıklı durduk. "Hoş buldum boncuk," dedi gözlerime dalıp giderken. Dalgın dalgın salladı başını. "Hoş buldum Saadet-i seniyyem..."


Ne demek istemişti anlamamıştım ama ruhunu ruhuma katacak bir şeyler söylediği aşikardı. Bakışlarına donup kalmış gözlerimi kaçırarak olduğum yerde beklemeye devam ettim. O düğmeleri açık gömleği işleri zorlaştırıyordu.


🥀


Yeni bölümde görüşmek üzere🥀Saadet-i Seniyyelerim🙈🫣🤤 beğeni sayıları çok düşük yorumlardan bahsetmiyorum bile🥲


Hızlı gelen bölümleri bir yıldız ve yorumla ödüllendirin❤️‍🔥


🤤


ALPAY😍

Loading...
0%