Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Şehi̇tler Ölmez

@aysegulcee1


Ne kadar çok yorum ve beğeni o kadar hızlı gelen bir bölüm🙏❤️


🥀


Gözüm gördü gönlüm sevdi. Kalbimin en güzel köşesi sana zimmetlendi...


🥀


Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır


🇹🇷🇹🇷🇹🇷


Adımlarım kendiliğinden onlara doğru akarken içimdeki kıskançlık duygusu da artıyordu. Buna engel olamıyordum. Burada yalnız konuşmaları itiraf etmeliyim ki hoşuma gitmemişti.


Hülya beni fark edince kaşlarını çattı. Beni görmeyi ummadığı her halinden belli oluyordu. Üzerindeki kıyafetle Alpay'ın önünde durması keyfimi kaçırmıştı. "Merhaba," dedim Alpay'a bakarak. Hülya'nın bakışlarının hala üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. "Neden buradasınız?"


Sorumdan sonra Alpay yanıma doğru yaklaştı. Kollarımı göğsümde birleştirip burnumu yukarı doğru kaldırdım. Bu sanki kendi isteğim dışında oluyor gibiydi.


"Alpay neyin oluyor senin?"


Böyle bir soru beklemediğim için tek kaşımı kaldırarak Hülya'ya döndüm. "Sözlüm."


Gözleri dalgınca Alpay'a döndü. Bakışlarımı Alpay'a çevirdiğimde yüzünde hoşnut bir ifade olduğunu gördüm. "Merhaba güzelim. Hülya şimdi geldi. Sana bahsettiğim konu ile ilgili görüştük. Hapishanenin ve askeriyenin yemeklerinden ve suyundan tetkik alıp Türkiye'ye göndermişti. Temiz çıktı. Takibe devam edeceğiz."


Hülya'ya döndü sonra. Hülya'nın yüzü kızarınca dudaklarımı birbirine bastırdım. "Alpay bu gizli bir görevdi. Herkesin bilmesine gerek yoktu."


"Güliz Ada herkes değil Hülya. Evleneceğim kadın. Şimdi izninle az bir vaktim var ve onu da sözlümle geçirmek istiyorum." Aşık oluyor gibiyim. Derin bir nefes çektim. Hayır gibisi fazla düpedüz aşığım.


"Pekala hayırlı nöbetler."


Hülya yanımızdan ayrılırken bakışlarım Alpay'ın üzerindeydi. "Gel şöyle."


Elimden tuttu ve kamelyanın içine doğru çekti. Oturunca elindeki montunu omuzlarıma örttü. Kasım ayı varlığını akşamları daha iyi hissettiriyordu. "Sorun ne?" Gözlerime bakarken kıvranıyor gibiydi. Bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyordu sanki. "Alpay bir şey olmuş."


"Boncuk," dedi derin bir nefesle. "Kuzey Irak'a gidecektik biliyorsun. Öğlen yola çıkmam gerekiyor ve kalabalık gideceğiz."


O anlatırken gözlerimin dolduğunu fark etmemiştim. Baş parmağımı göz pınarıma dokundurdum. "Ne kadar sürer?" Sesim titriyordu. "Ne zaman dönersin bana?"


"Bugün bu yüzden yanına gelemedim kimlerin gideceğinin planını yapıyorduk."


"Ben..." Burnumu çektim. Gidiyordu ve dönememe ihtimali vardı. Bu çok ağır bir yüktü. Bir askerin her ayrılışı son ayrılışı olabilirdi. Her zaman bu ihtimalle yolcu edecektim onu. Asker yareni olmayı ben kendim seçmiştim. Kalbimin ağrısı göğsüme yansırken derin bir nefes aldım. "Ne kadar sürecek?" diye yineledim sorumu.


"Aylar sürebilir boncuk." Ellerini birbirine sürttü. "Uzun sürebilir ve bu süreçte o evde kalmana gönlüm razı değil. Orası askeri bölge ama güvenliği yeterli değil. Peşinde birinin olduğunu bilirken o evde kalmana gönlüm razı değil. Gözüm arkada kalacak."


"Alpay nerede kalabiliriz ki?" Kamuflajının yakasına dokundum. “Gözün arkada kalmasın.”


Bu söylediğimin imkansız olduğunu biliyordum. Ne yaparsam yapayım aklı burada kalacaktı.


"Göreve gitmeden önce seni dedemle tanıştırmak istiyorum. Ayla ve Armağan da bizim birlikte gelsin."


Yutkundum. "Dedenden çekinmeli miyim peki? Aksi biri olduğunu söylemiştin."


Güldü. "Aksi ama bir o kadar da babacandır. Yalnızca inançlarına ve kurallarına bağlı bir adam. Üvey halam geldi yanına. Dedemin babaannemden sonra kısa bir evliliği olmuş. Bu evlilikten tek bir çocuğu var o da Olivia halam. Onu çok seveceksin. Onun Türkçesi dedemden daha iyidir. Emekli ebe. Meslektaş sayılırsınız. Benim için katlanamaz mısın?"


"Katlanırım," dedim sessizce. "Senin için katlanamayacağım hiçbir şey yok Alpay. Sağ salim bana dönmekten başka bir arzum yok. Bu ayrılık beni korkutuyor yalnızca."


Omzundan tuttu ve başımı omzuna yasladı. "Gitmek hiç bu kadar zor gelmemişti boncuk. Hiç bu kadar sancılı olmamıştı."


"Seni beklediğimi ve dua ettiğimi unutma olur mu? Ne kadar sürerse sürsün ben bir ömür yolunu gözlemeye talibim."


Burnunu saçlarıma dokundurduğunu hissettim. "Ben konuştum ve seni görmek istediler. Şey bir de sana soracağı soruları olacaktır. Kendini cevap vermek zorunda hissetme. Üzerinde baskı oluşturmasına müsade etme. İçinden nasıl geliyorsa öyle davran."


Dedesinin emekli hakim olduğunu biliyordum. Bu ister istemez gerilmeme sebep oluyordu. Neyseki Olivia hala da orada olacaktı. Dedesi Alpay'ı kendisi gibi bir hristiyan olarak yetiştirmek istemiş ama bunda muvaffak olamadığı için torununa ne kadar düşkün olursa olsun sürekli söylenirmiş.


Alpay dedesinin tam tersi muhafazakar bir adam olmuş ve bu yüzden uzun süre küs kalmışlar. Sultan Teyze oldukça kültürlü bir kadındı ve Alpay'ı da güzel yetiştirmişti.


Oldukça zengin oluşu biraz tereddüt etmeme sebep oluyordu. Benim ailem bir köy evinde yaşıyordu ve durumları iyi sayılmazdı. Alpay bunları sorun edecek bir adam değildi ben de ailemden utanacak bir kadın değildim. Beni endişelendiren dedesiydi.


"Şayet dönebilirsem eğer boncuk." Elimi sıktı. "Bizim için bir adım atmak istiyorum."


Dönebilirsem... 


Ailem burada değildi. Nasıl olacaktı bilmiyordum. "Böyle söyleme," dedim ağlamaklı. "Dönebilirsem deme dön Alpay." Onu böyle uğurlamak istemiyordum ama gözlerim elimde olmadan ıslanıp duruyordu.


"Şehit olmak alnıma yazılmışsa bundan kaçamam boncuk. Seninle bir ömrüm varsa da buna kimse mani olamaz. Hem de hiç kimse..."


"Alpay sen benim kaderimsin." Bazen bir bakış her şeye kadirdi. "İnsan kaderinden kaçamıyor işte. Kaçamadım senden."


"Ah boncuk..." Yüzümü kamuflajına yaslarken sessizce ağladım. Dinledi. Ben ağlarken sessizce dinledi. Sitem etmedi, kırılmadı. Yalnızca dinledi.


🥀


Sabah birlikte çıkmıştık ve teknesiyle Mersin’e gelmiştik. Teğmen Kenan, Alpay'ı idare edecekti. Birkaç saat sonra ayrılmamız gerekiyordu ve buna kendimi hazırlamaya çalışıyordum.


O da sanki içimde verdiğim savaşı hissediyor gibi sessizdi. Evden Armağan'ı da almıştık. Ayla nöbetçi olduğu için o şimdilik tanışamayacaktı onlarla. Heyecanlı ve stresli hissediyordum. Annesi ile bile bir araya geldiğimizde bu kadar heyecanlanmamıştım. Armağan başını yaslamış düşünüyordu. Onu da üzen aynı şeydi.


Yavaşça Alpay'a doğru döndüm. Bir elini saçlarına yaslamış hafifçe cama doğru meyillenmişti. Tek eliyle döndürdüğü direksiyona bakarken midemde kelebekler uçuşmaya başladı. "Alpay."


Gözlerini anlık gözlerime çevirdi ve yola döndü. "Söyle güzelim."


"Ben sanırım heyecanlıyım." Duygu karmaşasında boğuluyorum diyemedim. "Konuş benimle fazla sessizsin."


"Kafamın içinde dönüp duran düşüncelerimi bilme diye susuyorum boncuk," dedi direksiyonu hafifçe kırarken. Kırsal bir bölgeye girmiştik. Yol boyu kavak ağaçları sıralanıyordu. "Rahat ol ben yanında olacağım." Başımı salladım yavaşça. Bana baktığını hissettim.


Armağan başını kaldırdı. "Geldik mi?"


Alpay, dikiz aynasından bakıp güldü. "Az kaldı yenge hanım."


"Ayy başım çatlıyor," diye mırıldanırken başını yeniden cama yasladı.


Ona doğru döndüm. "Ağrı kesici ister misin?"


"İndikten sonra içerim. Çantamda parol olacaktı."


Yolun sonundaki eve baktım. Denize çok yakındı. Etrafı ağaçlarla ve duvarlarla çevriliydi. İtiraf etmeliyim ki nutkum tutulmuştu. Alpay'la böyle bir yerde yaşama düşüncesi boğazımın kurumasına yetmişti. Bu yer çok fazlaydı. Büyük demir kapı yavaşça açılırken siyah takım elbiseli iki adam Alpay'a selam verdi.


"Alpay dedenin hakim olduğuna emin misin?" Daha çok İngiliz veliahtına benziyordu. "Burası malikane falan değil."


"Böyle bir evi de Londra'da var boncuk. Orayı yetimhane olarak kullandırıyor. Bir tane de şirketi var Londra'da. Oradan gelen parayla işte çalışanlarının parasını ödüyor. Babasından epey zenginmiş. Üçü dışında kalan şeyleri Mehmetçik vakfına bağışladı."


Bahçedeki envai çeşit çiçeklere hayranlıkla bakarken şaşkınlıkla ona döndüm. "Nasıl yani?" Dedesinin tutucu bir adam olduğunu söylememiş miydi?


"Benden bir yere bağış yapmamı istemişti. Sorgulamayacağını söyleyince ben de dediğini yaptım."


Gözlerimden çıkan kalplerle ona bakarken genişçe gülümsedim. Bir asker olarak Mehmetçik vakfına bağışlamıştı. Şaşırmamıştım. Tam Alpay'lık bir davranıştı. "Ne diyeceğimi bilemiyorum Alpay. Burası çok güzel."


Arabayı durdurdu. "İnelim güzelim."


Armağan başını kaldırdı ve dışarı çıktı. Peşinden inerken şöför koşarak arabaya bindi ve bizden uzaklaştırdı. "Müjdat kapıya bırak. Uzun kalmayacağım. Garaja çekmene gerek yok abicim."


"Emredersin komutanım."


Güldüm. "Burada da mı komutansın?"


Önden yürümem için eliyle işaret ederken diğer elini sırtımda hissettim. Üzerimdeki trençkotun önünü ilikleyerek kapıya doğru yürüdüm. Sağ tarafımda Armağan vardı. "Sen dışında herkes bana komutanım demeli boncuk."


Hayretle baktım. "Egolu gibiyiz biraz?"


"Gibisi fazla." Gülerek merdivenlerden çıkarken kapı açılmıştı. Arkasından hayretle bakarken geride kaldığımı görünce bana doğru döndü. Yanındaki yerimi alınca kapı açılmıştı. Kapıda görünen ufak tefek kıza baktım.


Üzerinde siyah bir etekle gömlek vardı. Saçlarındaki kırmızı bandanayla oldukça şirin görünüyordu. "Hoş geldiniz abi." Bana baktı. "Hoş geldiniz Güliz Hanım."


"Hoş buldum." 


Alpay bana döndü içeri girerken. "Suna. Ev işlerinde Funda Hanım'a yardımcı oluyor."


Ona abi demişti. Alpay burada epey seviliyordu belli ki. Bu kalbimin biraz daha rahatlamasına sebep olmuştu. Onunla ilgili kafamda fazla soru işareti yoktu. Olanlarda bir bir siliniyordu.


"Beyefendi içeride abi." Alpay başını yavaşça sallayınca genç kadın yanımızdan ayrıldı. Ev çok büyüktü ve Alpay bizi yönlendirmese kaybolabilirdik.


Armağan'ın nefesini kulağımda hissedince irkildim. "Güliz Ada anan seni Kadir gecesi doğurmuş olabilir mi yavrum?"


"Armağan!" Kolunu sıktım hafifçe. Bir yandan da Alpay'ı takip ediyorduk. Bir tarafı cam olan büyükçe salona girince elinde baston olan adam yavaşça ayağa kalktı. Saçları bembeyazdı ve gözleri Alpay'ın gözleri gibi masmaviydi.


Alpay dedesine doğru yaklaştı ve elini öptü. Elini öpmesinden pek memnun olmamış gibi hızla çekti. "Neredesin sen hayırsız?" Türkçesi epey bozuktu.


Alpay gülerek bana baktı. "Aklımı başımdan alan bir kadın beni buradan alıkoydu." Gözlerim büyümüştü sözleriyle. Parmağıyla beni işaret etti. "İşte suçlu orada."


Dedesi bana bakıp hafifçe güldü. Gülünce az da olsa rahatlamıştım. "Gel bakalım boncuk hanım." Armağan kıkırdarken Alpay'a kınayarak baktım. Namımı buraya kadar getirmişti. Elini öpmek için elimi uzattım fakat dedesi elimi tutup dudaklarına bastırdı. Alpay'a döndüm. Gülümsüyordu. "Genç olsam en büyük rakibin bendim evlat."


Yanaklarım kızarırken dedesi Armağan'a baktı. "Sen de hoş geldin hanımefendi." Adam anlattığından da kibardı. Aksi falan değildi hiç öyle.


Elimden tutup koltuğa oturttu. Armağan yanıma geçerken Alpay tam karşımızdaki tekli berjere bacaklarını açarak oturdu ve kollarını kenarlarına yasladı. "Dede sözlümün elini bıraksan iyi olur."


Dudaklarım aralanırken gözlerim büyüdü. Dedesi ona bakıp elimi daha da kucağına çekti. "Buraya girebilmek için kapıdakilerle savaş başlatmak istemiyorsan beni öfkelendirme evlat."


Masaya yiyecekler getiren iki kişiye baktım. Alpay saatine baktı. "Bana servis koymayın. Çok kalamayacağım."


"Bize de," dedim çalışanlara bakıp. Alpay bana merakla bakarken ona döndüm. Kaşları çatılmıştı. "Yolcu etmeye geleceğim Alpay. Sakın olmaz deme çünkü seni dinlemeyeceğim."


Alpay şaşkınlıkla bakarken dedesi kahkaha attı. "Bu kızı sevdim Alpay."


Gözlerime dalarken, "Ben de," diye mırıldandı.


Kalbim hızlanırken yüzüm sıcacık olmuştu. Armağan'ın elini kolumda hissettim. Alpay ayağa kalktı bir anda. "Ben bir yüzümü yıkasam iyi olacak."


Arkasından, kafamda kavak yelleri eserek bakarken dedesinin sesiyle kendime geldim. "Alpay bana bir şeyler anlattı. İstediğiniz kadar kalabilirsiniz burada." Bastonunu hafifçe yere vurdu. "Bu ev benim mezarım olacaktı. İyi ki geldiniz."


Birkaç gün burada kalmamı istemişti ve benim için rapor almıştı. Onu kırmamak için kabul etmiştim.


Şaşkınlıkla dedesine bakarken içim sıcacık olmuştu. Anlatılanın aksi bir tavırla karşılaşmış olmak epey afallatmıştı. "Açık konuşacağım Güliz Ada. Alpay evlenme teklifi etmiş ve sen de kabul etmişsin. Şayet aksi bir durum yaşanmazsa benim gelinim olacaksın. Burada yaşamanızı istiyorum. Tabii sen de istiyorsan."


Alpay'la bir yola girmiştik evet ama hala birbirimizi tanıma aşamasındaydık. Düşüncemiz evlenmekti bu doğruydu. "Eğer nasip olur da dediğiniz gibi Alpay'ın eşi olursam burada yaşamak isterim." Burada yaşamamız için Alpay’ın adadan ayrılması gerekiyordu.


Alpay yanımıza gelirken son söylediğimi duymuştu. Gamzesinin ortaya çıkışının sebebi buydu zira. Koltuğa keyifle otururken merdivenlerden gelen sese döndük. Genç ve güzel bir kadın gülerek bize doğru geliyordu. Saçları simsiyah ve beline kadar uzanıyordu.


Alpay ayağa kalkınca peşinden bende ayaklandım. Halası Olivia olmalıydı. Üzerinde bedeninin tümünü örten pembe bir elbise vardı. "Bebeğim." Oliva Hanım Alpay'a sarıldıktan sonra bana baktı ve elini uzattı. "Ah çiçeğim. Ne kadar güzelsin." Alpay'a döndü gülerek. "Ne diyordunuz siz? Hah. Maşallah!"


Utançla gülümsedim. "O sizin güzelliğiniz efendim." Bembeyaz bir teni vardı. Dudağının üzerindeki ben ona çok yakışmıştı.


Bana sarıldı ve kulağıma fısıldadı. "Olivia de lütfen güzelim." Eli sırtımı usul usul okşadı. "Alpay anlatırken abartmamış kesinlikle." Alpay beni mi anlatmıştı?


Başımı yavaşça sallarken, "Teşekkür ederim," diyebildim. Armağan'la da tanıştıktan sonra Alpay gitmesi gerektiğini söylediği için kapının önüne çıkmıştık.


O kendi arabasıyla yanımızdan ayrılırken dedesi Armağan'la beni kendi şoförüyle göndermişti. Alpay'ı zorlayacağına emindim. Şimdiden bizi uzak tutmaya başlamıştı bile. Yol boyu kalbimdeki burukluk yüzünden nefes almakta güçlük çekiyordum. Korkuyordum ve bu his benim hayatımın bir parçası olacaktı bunu da biliyordum.


Araba limanda durduğunda vakit kaybetmeden indim. İner inmez Alpay'la birbirimize koştuk. Önümde durunca yüzüme dikkatle baktı ve elimi avucunun içine aldı. Teğmen Kenan Armağan'a doğru yürüyordu. "Alpay."


Söylemek istediğim çok şey vardı ama konuşamıyordum. "Boncuk."


Bu ne ilk ne de son veda olacaktı. "Rabbime emanetsiniz. Buraya al bayrağa sarılı bir tabutta gelme."


Gülümsedi. "Asker olduğundan beri şehit olmaktan başka bir hayali olmayan adamdan hayalinden vazgeçmesini mi istiyorsun gül kokulum?"


Boğazıma bir düğüm atılmıştı. Başımı yavaşça salladım. Bacaklarım titriyordu. "Hı hım. Benim için vazgeçemez misin?"


"Bunu düşünme olur mu? Yalnızca beni düşün çünkü aklımdan bir olsun çıkmayacaksın."


"Alpay," dedim sessizce. "Kocam olmak için dönmek zorundasın."


Adem elması yavaşça hareket etti. Gözleri ışıl ışıl olmuştu. Elimi göğsüne yasladı. "İşte bu bana kuvvet verecek tek şey boncuk." Kalbi çok güçlü atıyordu. Tıpkı onun gibi güçlü... "Döneceğim ve sen eşim olacaksın."


Gözlerim taşarken başımı salladım. "Eşin olacağım."


"Allah'a emanet ol güzelim."


"Sen de Allah'a emanetsin yüzbaşım." Cebimden çıkardığım mendili ona doğru uzattım. İçinde kurumuş, henüz tomurcuk olan bir gül vardı. Bunu alışveriş merkezinin önünde satan genç bir kızdan almıştım. Üzerine işlenmiş mavi gözler ve dua vardı. "Bunu yanından ayırma. Dua okudum ona. Gözlerim yolunu aydınlatsın."


Mendili burnuna götürüp kokladı. "Boncuk bu..." Dişlerini sıktı ve arkasını dönüp hızlı hızlı helikoptere doğru yürüdü. Üzerinde kokum vardı. Binmek üzereyken bana bakınca ona doğru birkaç adım attım. Armağan hemen yanımdaydı.


"Alpay!" Kalbim durmazsa ona söylemek istediğim şeyi gitmeden söyleyecektim. Bunu söylemek zorundaydım dönemeyebilirdi.


"Boncuk!" 


Helikopter çalışmaya başlayınca bağırdım. "Seni seviyorum."


Hiçbir şey söyleyemeden bakarken içeriden komut gelince helikoptere bindi. Armağan kolumdan tuttu ve beni oradan uzaklaştırdı. Bir sürü helikopter arka arkaya havalanıp ayrılırken dudaklarımdan bir hıçkırık koptu ve Armağan'la birbirimize sarılıp ağladık.


🥀


Onları uğurlamamızın üzerinden iki ay geçmişti. İlk kez bu kadar uzun sürüyordu. Belki daha da uzayacaktı bilmiyordum. Pek haberleşebildiğimiz söylenemezdi.


Karakola indiklerinde birkaç dakikalığına duyuyordum sesini. İyi değildim. Bu kocaman adaya sığamıyordum. Armağan'ın da benden pek farkı yoktu. Alpay'ın halası ve dedesi bizi çok güzel ağırlamışlardı. Onlara minnet duyuyordum. Her şey yolundaydı. Ne bir tehdit ne de can sıkıcı bir olay yaşamıştım. Bıçak gibi kesilmişti notlar.


Bu sessizlik hayra alamet değildi yine de düşünmemeye çalışıyordum. Her nöbete başladığımda çıkarken dolabıma bir çikolata koyduruyor ve sanki ondan uzakta değilmişim gibi bana yazdığı mesajları ağlayarak okuyordum. Sanki benden kilometrelerce uzakta değilmiş gibi hissetmemi sağlıyordu.


Seanslara devam ediyordum. Evde olmak iyi hissettirmiyordu. Doktor artan sanrılarım ve başlayan unutkanlıklarım için ilaç kullanmam gerektiğini söylemişti. Alpay'ın söylediği kliniğe gitmiştim kızlarla. Söylediği doktor bana çok sevecen yaklaşmıştı.


Yaşadığım şeyleri anlatırken beni sessizce dinlemiş ve bir antidepresan yazmıştı. Psikoterapi seanslarımı aksatmamamı tembihlerken bir ay sonrası için randevu vermişti.


İlacımı alıp bir bardak suyu içerken kapı çaldı. Elimdeki cüzü kapatıp rafa kaldırdım. Okuduğum dualarla onları yardım etmeye çalışıyordum. Elimden başkası gelmiyordu.


Ayla ve Olivia Hanım içeri girince ayağa kalktım. Olivia Hanım normalde Londra'da yaşıyormuş lakin babası için senenin uzun bir bölümünü Mersin’de geçiriyormuş. Sıcaklanlı bir kadındı. Onunla iyi anlaşmıştık. Boşluk bulduğumuz ilk fırsatta bizi teknesiyle adadan aldırıyordu.


"Kendini odaya kapatma güzelim. Hadi gel bahçeye çıkalım." Olivia Hanım elini yavaşça omzuma koydu. "Buna alışacaksın tatlım. Biz alıştık. Başlarda yüreğimiz ağzımızda bekliyorduk yengemle. Dedesi de bu yüzden istemedi asker olmasını ama Alpay'ım çocukluğundan beridir bir hayranlık beslerdi askerlere. Elinde oyuncak tabancayla oradan oraya koştururdu."


Güldüm. Onu öyle hayal edince kalbim sıcacık olmuştu. "Alışmaktan başka şansım yok. Sadece yoğun kar yağışı beni tedirgin ediyor. Göğsümde bir ağırlık var ve ne yaptıysam geçmedi."


"Kötüyü çağırma," dedi Ayla sessizce. "Az önce Çelebi mesaj attı. Sonra yine kapandı telefonu. Sanırım çeken bir yerdeydi. İyiyiz yazmış ha bir de sana mesaj var. Yüzbaşının telefonu kırılmış. İlk fırsatta ulaşacakmış sana."


"Çok şükür." İyi olduklarını bilmek az da olsa yüreğimdeki sıkıntıyı hafifletmişti.


Bahçede bir saat çay içtikten sonra yalnız kalmak istediğim için içeri geçmemiştim. Armağan sabah erken kalkacağı için bana fazla eşlik edememişti. Olivia Hanım'sa babasının ilaçlarını kontrol etmek için gitmişti. Giderken de dışarıda fazla kalmamamı tembihlemişti.


Kar yoktu burada ama hava epey soğuktu. Omuzlarımdaki battaniyeye sarıldım ve telefonumu elime aldım. Whatsapp'taki son görülmesi iki hafta önceydi. Bana gönderdiği en son resme tıklayıp baktım. Yüzü kıpkırmızıydı. Fotoğraftan bile ne kadar üşüdüğünü görebiliyordum.


Sesini duymaya ihtiyacım vardı. Hem de çok...


Fotoğrafa dalmışken arkamdaki büyük gül çalılarının hışırdadığını işittim. Omuzlarımın üzerinden yavaşça arkama baktığımda hepsi sallanıyordu. Sanki birisi aralarında koşuyor gibi. Ama kapıda korumalar vardı buraya giremezlerdi değil mi?


Öyle olmasını umarak ayağa kalktığımda başım döndü. Bütün bahçe bir pervane gibi dönmeye başlarken ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Bayılacak gibiydim, kalbim sıkışıyordu. Sendeledim ve dengemi kaybettim. "Ah..."


Düşerken oturduğum koltuğun kenarına vurmuştum. Bilincimi kaybetmeden önce gördüğüm tek şey yüzüme düşen bir gölge olmuştu.


🥀


Operasyon bölgesinde kar yüksekliği diz boyuna kadar ulaşmıştı. Dışarıda kar fırtına ve tipiden kıyametten farksız bir an yaşanıyordu. Göz gözü görmeyen bir hava vardı ve rüzgarın ürpertici sesinden başka çıt çıkmıyordu dağların arasında.


Sabah ezanı ile birlikte kalkmıştı Yüzbaşı Alpay. Askerlerini sabah namazına kaldırmak için yerinden kalktı ve elindeki mendili koklayıp cebine koydu. Güliz Ada'sının söylediği son sözden sonra kendine gelebilmiş değildi. Mendilin içine işlenmiş gözlere ve duaya bakarken içi titredi. Kokusunun sindiği mendili kalbinin üzerinde taşıyordu iki aydır.


"Sesini duysam sönecek bir yangın var yüreğimde boncuk. Ya dönemezsem sana..."


Askerlerin birkaçı seccadedeydi. Fırat elindeki mektubu katlayıp göğsüne sıkıştırdı. Çelebi, Fırat'ın koynuna koyduğu mektubu görmüştü. "Hayırdır yavrum. Aşk mektubu mu yazdın?"


"He Çelebi he aşk mektubu yazdım dağın başında."


Çelebi elinden tuttuğu arkadaşını ranzadan düşürdü. "En güzel aşk mektubu dağ başında yazılır oğlum."


Askerler onlara bakıp gülerken Fırat yüzünü ekşitti. "Kaç kez aşk mektubu yazdın da konuşuyorsun acaba?"


Çavuş'a döndü Çelebi. Çavuş, elindeki seccadeyi katlıyordu. "Düldülüm yazar ben yazmazsamda. O bilir. Değil mi gülüm?"


"Çelebi boş yapma da kıl namazını. Bülbülüm damlar birazdan. İçimde kötü bir his var. Dışarıda kıyamet kopuyor. Çıkıyoruz derse şaşırmam."


Onlar konuşurken Yüzbaşı Alpay koğuşun kapısını açtı. İçeri girerken elini kapıya vurdu. "Koğuş kalk!" Askerlerinin çoktan uyanmış olduğunu görünce gülecek gibi oldu. "Şafakla beraber çıkacağız."


"Emredersin komutanım!"


Fırat Çelebi'nin omzuna dokundu. "Bu yolun dönüşü yok biliyorsun değil mi? Göz gözü görmüyor dışarıda."


"Bu yol şehadet yolu kardeşim. Her şeye eyvallah." Birlikte omuz omuza kıbleye dururlarken içlerinde bir hüzün vardı.


Dışarı çıktıklarında Teğmen Kenan, Yüzbaşı Mücahit ve Yüzbaşı Alpay komutasındaki iki tim sırtlarındaki çantalarla fırtınanın içinde yola düşmüştü. Alpay elini kaldırıp bağırdı. "Bu yol nereye gidiyor aslanlarım?"


Hep birlikte bağırdılar. "Şehadete komutanım!" Kalplerindeki iman ve vatan aşkıyla yola düşen askerlerin tek yardımcıları şüphesiz ki Allah'tı.


Ne görebiliyorlar ne de yürüyebiliyorlardı. Gözleri menzillerinde elleri tetikteydi. Teğmen Kenan ve Yüzbaşı Alpay timinin önündeydi. "Bu nasıl bir tipi bülbülüm?"


Yüzlerindeki maskelerden dolayı sesleri boğuk çıkıyordu. "Kör kurşun değilse bile bu soğuk öldürür bizi." Omuzlarının üzerinden onları takip eden askerlere baktılar. "Az kaldı aslanlarım. Dayanın." Bölge temizdi ve üsse geri dönüyorlardı. Üzerlerinde karda kamufle olmak için beyaz renkli kamuflajlardan vardı.


Alpay, ileride yolu kontrol eden askere seslendi. "Ramazan durum nedir?"


"Olumsuz komutanım. Görüş mesafesi sıfır."


Birbirlerini güçlükle görerek yürürlerken yollarında karşılarına ne çıkacağı belli değildi. Yüzüne yün kumaşlı maskeyi çekti. Yüzbaşı Mücahit ve timi farklı bir rotadan gidiyorlardı. Planları bölgeyi çembere almaktı.


"Komutanım," dedi Fırat yüzbaşının yanına gelerek. "Eğer şehit olursam naaşımı memleketime gönderin. Adada kalmak istemiyorum. Annemde çok ağlamasın."


Yüzbaşı Fırat'a baktı. Uzun zamandır birliktelerdi ve onları belli edemesede çok seviyordu. "Döneceğiz aslanım. Hem ne biliyorsun belki ben şehit olurum."


"Sizi korumak için elimizden geleni yaparız komutanım. Komutan ölürse askerler ölür. Bir komutan orduyu bir ordu ülkeyi kurtarır bülbülüm."


Elini Fırat'ın omzuna koydu Alpay. "Eyvallah aslanım. Eyvallah..."


Çelebi arkalardan seslendi. "Komutanım bir türkü yakın be!"


Teğmen Kenan Çelebi'ye bakarken yüzünde biriken karları sildi. "Keklik gibi avlatacaksın bizi herhalde Çelebi?"


"İki gözümün çiçeği. Son bir defa yanık sesini duymadan mı öleyim?"


Çelebi, nöbet kulübesindeki Fırat'ın yanına giderken aklına ansızın düşen kadını düşünüyordu. Görse halimi benimle görüşmeye devam eder mi diye sormaktan kendini alamıyordu. "Ne durumdasın Fırat?"


"Fena bir sessizlik var lan. Hiçbir şeyde görünmüyor anasını satayım."


"Hayırlısı kardeşim. Bülbülüm de bir hülyalı hülyalı dolanıyor. Yenge seni seviyorum diyerek uğurladı. Ulan nasip olur mu be?"


Eldivenlerini birbirine sürttü Fırat. "Boncuk yengeye de helal olsun ha." Dudaklarından çıkan buhar neredeyse havada donacaktı. "Boşuna bülbül demiyorum oğlum. Adam duygusal. Aşk adamı..."


"Mabatına mermiyi yersen aşk adamını görürsün Fırat!"


İkisi de komutanlarının sesini duyunca hazır ola geçti. Yüzbaşı dürbünü eline aldı. "Komutanım görüş mesafesi hiç yok. Bu hava şartlarında üssün tahliye edilmemesi ne kadar doğru?" İki aydır havadan ve karadan vuruyorlardı bölgeyi.


"Soruyu yanlış adama sordun Fırat. Bu fikrini TSK'ya bildiririm." Güldü askerine bakıp. "Gözünüzü dört açın."


Yüzbaşı nöbet kulübesinden ayrıldı ve bir sigara içip dışarıdaki tipiye bakıp içeri girdi. Saat 02.45'i gösteriyordu. Fırat dürbünü ile ileride hareketlilik olduğunu görünce telsizi ile içeriyi uyardı.


Silahlarıyla içeriye sızmaya çalışan gruba ateş etmeye başlayınca teröristlerin attığı roketle kulakları sağır eden bir patlama oldu. "Fırat nerdesin?"


Fırat Çelebi'nin sesini duyunca gizlendiği yerden ateş etmeye devam ediyordu. "Dikkat et kardeşim!"


Bütün askerler farklı yerlere siper alırken bombanın ardından üzerlerine kurşun yağmaya başlamıştı. Yüzbaşı Alpay gizlendiği yerden askerleri kontrol etmeye çalışırken bir yandan da telsizle bağlantı kurmaya çalışıyordu.


"Göz açtırmayın aslanlarım köpeklere!" Menzilinden yavaşça ayrılmaya çalışıyordu. "Yaralanan var mı asker?"


"Üç ağır yaralı var yanımda komutanım."


Askerlerden aldığı komutla dişlerini sıktı yüzbaşı. Askerler göremedikleri hedefe doğru ateş etmeye başladı. Öyle sıcak çatışmaydı ki kimse yerinden bile kıpırdayamıyordu.


El bombalarıyla karşılık veriyordu tim. "Kenan!"


"Söyle bülbülüm."


"Çelebi, Fırat, çavuş ne durumdasınız?"


"Cephane bitmeden üsse ulaşmamız gerek komutanım." Çelebi yüzbaşının yanına gelince Alpay telsizini çıkardı ve üsle destek için bağlantı kurmaya çalıştı.


Askerlerden biri acıyla bağırınca Alpay sesin geldiği yöne baktı. "Mesut, Ahmet ses verin."


"Komutanım Tekin yaralandı. Uzağımda. Ona ulaşamıyorum."


"Yerinden ayrılma." Çelebi'ye döndü. "Koru beni." Yavaşça yerinden ayrılırken, "Tekin ses ver!" diye bağırdı bir kez daha.


Üst taraftan bir asker sesi daha gelince yüzbaşı dişlerini sıktı. "Gökhan Buca Amasya komutanım." Yaralı asker tekmil getirirken sesi kısılıyordu. "Hakkınızı helal edin. Göğsümden..." Ses kesilinle Çelebi yerinden kalktı.


Yüzbaşı Tekin'e ulaşınca askerini kucağına çekerek çukura çekti. "Aslanım cevap ver!"


"Komutanım iyiyim bırakın beni."


"Dayan aslanım. Nişanlın için dayan."


Yeniden siper aldı ve el bombasını hedefe fırlattı. Çelebi, Fırat'ın ve Çavuş'un yanına ulaşmayı başarmıştı. "Kaç kişiler lan bu köpekler?" Çelebi hedefi vururken burnundan soluyordu.


"Hiçbir şeye yanmam da pusuya düşerek şehit olduğumuza yanarım. Kaç gündür dağda dolanıyoruz bir tanesine rastlamadık şerefsizlerin!" Çavuş elindeki bombayı karşıya fırlatınca karşıdan çığlık sesi yükseldi.


Birkaç saniye sonra arkalarındaki duvara düşen bombayla ellerini kafalarına siper ettiler. "Sizin aldığınız nefesi ben..."


"İyi misiniz aslanım?"


Fırat, Teğmen Kenan'a nefes nefese cevap verdi. "Yaşıyoruz hala komutanım."


Yüzbaşı omzuna aldığı kurşun yarası ile inledi. "Devam edin sorun yok!" Kurşun sıyırıp geçmişti.


Yaralı askerlerin sayısı her geçen saniye artarken tansiyonda yükseliyordu.

"Komutanım," dedi Çelebi. "Buraya destek gelene kadar hepimiz nalları dikmiş olacağız."


"Yavaştan yaklaşmamız gerek," dedi Yüzbaşı Alpay. "Hepsi leş olana kadar devam ediyoruz Çelebi yok öyle nalları dikmek."


Yavaş yavaş ileriye doğru giden askerler birçok teröristi etkisiz hala getirmişti. "Roket kaldı mı?" diye bağırdı Teğmen Kenan.


"Son bir," dedi erlerden biri.


"İşaret verdiğimde nişan al!"


Asker Yüzbaşı Alpay'a bakıp başını salladı.


"Bülbülüm bir türkü yakın."


Alpay, Çelebi'ye bakıp başını iki yana salladı.


"Kurt ölür, davut ölür

Şehitler ölmez, ölmez

Şehitler ölmez..." 


Dağdaki kurşun bomba seslerine komutanlarının türküsü karışmıştı. Milleti rahat uyusun diye yankılan bu sesi yalnızca dağdakiler duyabilirdi.


'Çünkü yağmur ıslanmayana, aşk yaşamayana, savaş savaşmayana güzeldi.'


-Şehit Teğmen Eril Alperen Emir anısına-


Yüzbaşı gizlendiği yerden çıkarak desteğe ihtiyacı olan askerlerin olduğu yere geçerken türküyü söylemeye devam etti. "Öğüt ölür, ağıt ölür

Söğüt ölür, yiğit ölür, ölür...

Şehitler ölmez, ölmez

Vatan bölünmez..."


"Siz bu dağların aslanlarısınız," diye bağırdı yüzbaşı. "Bu dağlar bizim onların değil bunu unutmayın!"


Fırat, boynundaki dürbünle karşıya baktı. İkinci bir roketatarın hazırlandığını gördü. Menzili komutanın olduğu tarafaydı. Gizlendiği yerden çıkarken, "Komutanım," diye bağırdı. Yüzbaşı Fırat'a ateş eden teröristi vurdu. Çelebi ise Fırat'a bakarken avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Fırat, yüzbaşıya ulaşamadan roket üzerlerine düşmüştü.


Kulaklarda uğultu bırakan ses kesildiğinde F16'ların sesi duyuldu. "Fırat!" Çelebi üzerlerine roket düşen askerlere koşarken yüzbaşı ve Teğmen Kenan Çelebi'ye koşuyordu. "Kardeşim!"


Alpay, Fırat'ı görünce dizlerinin üzerine düştü. Çelebi, arkadaşının başını dizlerine koyarken Çavuş yanlarına çöktü ağlayarak. "Ulan oldu mu şimdi bu Fırat?"


"Hakkını helal et devrem." Fırat güçlükle Çelebi'nin gözlerine son kez baktı. "Göğsümdeki mektubu al."


Dakikalarca süren çatışmada yirmiden fazla terörist etkisiz hale getirilmişti. Yüzbaşı, şehit olan on iki askerine bakarken eli Fırat'ın saçlarında dolanıyordu. Birileri rahat uyusun diye ebedi uykunun kollarına atılan on iki kahraman Türk Askerlerini tarih ilelebet yaşatacaktı.


Fırat'ın mektubu...


Canımın içi ciğerim gardaşım. Ulan ne çok seviyorum seni biliyorsun değil mi? Sabahtan beri içimde bir sıkıntı var ve geçmiyor. Biliyorum bu dağ bana ve bazılarımıza mezar olacak. Bir rüya gördüm lan. Yemyeşil bir yerde öylece yürüyorum. Kuş gibiyim sanki. Kanatlarım var uçuyorum sandım. Uyandığımda o ağırlık hala göğsümün üzerindeydi. Mektubu okuyorsan rüyam gerçek olmuş demektir. Umarım kendimizi feda ettiğimiz insanlar buna değiyordur Çelebi. Hakkını helal et kardeşim. Bu ne zamandır kalbimde bir yüktü. Ayla. Gördüğüm ilk gün yüreğime düştü. Ne ona ne sana söylemeyi düşünmedim çünkü ona bakışlarını yakaladığımda benim için bitmişti. Onun da sana ilgisi var gibiydi. Ama sana her bakışında içimde oluşan o habis duyguya engel olamadım ve seni kıskandım kardeşim. Sana bir anlık içinde olsa böyle hissettiğim için beni affet. Rüyamda siz de vardınız. Ayla Hanım'ı beyaz bir gelinlikle gördüm. Yanında sen vardın. Eğer adam gibi hisler beslediysen evlen kardeşim. Bırakma çünkü o kadın senin kaderin.


🥀


Pençe kilit şehitleri anısına...🇹🇷


O kadar üzgünüm ki ne yazsam az kalacak. Normalde bölüm atmayacaktım ama şehitlerimizin anısına yazıp paylaşmak istedim.


Başta hemşehrim güzel şehidim "Yasin Karaca" olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Ateş bizim yüreğimize de düştü. Kardeşimin silah arkadaşıydı. O kadar çok şey var ki ne söylesem yetmeyecek. Kardeşim ve bütün askerimizi Allah'a emanet ediyorum❤️🙏


Loading...
0%