Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Sevdamdan

@aysegulcee1


Çok güzelsinizzz çokkk❤️❤️🤤

Ne kadar yorum o kadar erken gelen bir bölüm🥲


🥀


Aç kalbini yarim sana geliyorum, sevmene ihtiyacım var her zerremi.


"Komutanım," dedi Çelebi'nin ağlamaklı sesi. "Canımın yarısı gitti söyleyin ben nasıl devam edeceğim şimdi?" Burnunu çekti hırsla. "Hissetmiş gibi şehit olacağını yazmış satır satır. Ulan Fırat oldu mu bu şimdi?" Ne hayalleri vardı oysaki.


Yüzbaşı Alpay özel kuvvet olmayı kafasına koyduğundan beri başına gelebilecek her türlü felaketi gözü kapalı kabul ettirmişti kalbine ruhuna. Gittiği her görevden çıktığı her dağdan timiyle sağ salim dönmeyi başarmış bir komutandı. Hakurk'ta kaybettiği canlar sanki onun canını da götürmüştü.


Fırat'ın al bayrağa sarılmış tabutuna bakıp ellerini yumruk yaptı. Beraberinde uzayıp giden on iki tabut kalbini intikam ateşiyle harlıyordu. Yemin etti. Şehitlerinin kanı yerde kalmayacaktı. Bu dağa geri döneceğine emindi. Biliyordu. Alınan canlar şehitlerinin kanını unutturmaya yetmeyecekti.


"Allah şahidim olsun ki son nefesimi verene kadar bir adım geride durmayacağım."


Teğmen Kenan arkadaşının kırmızı gözlerine bakarken içi titremişti. Onu ilk kez böyle görüyordu ve bu hali onu bir hayli endişelendiriyordu. "Artık düşünmen gereken bir can daha var Alpay," dedi. "Elbette canımız pahasına olsun intikamımızı alacağız lakin hırsın mantığını kaybettirmesine müsade etme. Döndüğünde bir yuva kurmak için söz verdiğin kadını düşün."


Aklından bir an olsun çıkmamış boncuk gözler yüreğini sızlatmıştı. Ne haldeydi, haberi almış mıydı düşünmeden edemiyordu. Korkuyor muydu? Ölmedim hayattayım diyememek çok zordu. "Aklımdan çıktığı yok ki," dedi kısık bir sesle. "Hata mı ettim beni gözü yaşlı bekleyecek bir kadının kalbini çalarak Kenan?"


"Çok iyi ettin kardeşim." Elini Alpay'ın omzuna koydu. "Öyle iyi ettin ki. Her ne olursa olsun aşkı tatmadan ölmemeli bir insan. Evet işimiz zor. Evet beklenilmek çok zor ama insanın bir bekleyeninin olduğunu bilmesi de her şeye değer be oğlum."


"Haklısın." Ayağa kalktı yavaşça. "Beni sevdiğini düşünmek çorak bir toprağa düşen yağmur damlası gibi."


🥀


Bir çığlık sesi ve güçlü bir titreme ile gözlerimi araladığımda gri bulutlarla çevrilmiş bir gökyüzü ile karşılaşmayı beklemiyordum. Öyle bir titremeydi ki benimi istila eden durdurmam mümkün değildi.


"Güliz!" Ayla'nın adımı feryat edişi başımdaki ağrıyı daha da artırmıştı. "Aman Allah'ım Güliz delirdin mi sen?"


Nasıl göründüğüme dair en ufak bir fikrim yoktu ama iç açıcı görünmediğim aşikardı. Ayla'nın yüzündeki ifade beni bile ürkütmüştü. Kalbimde büyük bir ağırlık vardı. Aklıma gelen adamın ismi ile karnıma bir bıçak saplanmıştı. "Alpay..."


Yanan gözlerimi ovuştururken Ayla omuzlarımdan tutup oturmama yardım etti. "Sana inanamıyorum Güliz Ada. Çıldırdın mı sen?"


Etrafıma bakarken neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Sabaha kadar bahçede mi uyumuştum? "Ayla ben..." Dişlerimin birbirine çarpışı yüzünden doğru düzgün konuşamıyordum bile. Burnumda tuhaf bir koku vardı ve midemi fena halde bulandırıyordu. "Bayılmış olmalıyım."


Ayla bana korkuyla bakarken çalışanlardan biri elinde battaniye ile bahçeye koşmaya başladı. Hemen ardından Olivia Hala çıkmıştı. "O hayır!" Beni yerde oturmuş titrerken görünce çığlığı basmıştı. Önümde durdu ve buz gibi yüzümü sıcacık ellerinin arasına aldı. "Ah güzelim bana sabaha kadar bahçede kaldığını söyleme."


Dişlerim birbirine çarparken konuşmakta zorlanıyordum. "Ben..." Konuşamadan kendimi Olivia halanın kolunda bulunca küçük dilimi yutmuştum. "Lütfen yormayın kendinizi."


"Sus bakayım," dedi kınayan bakışlarıyla. "Bebeğimin canı beni yormaz."


Ona minnetle gülümserken dün geceyi hatırlamaya çalıştım ama kapkara boşluktan bir şey düşmemişti aklıma. Neden bahçede uyuduğuma dair en ufak bir fikrim yoktu. Üstelik uyumuş gibi de değildim. Gerçekten bayılmış olabilir miydim?


"Alpay'dan bir haber var mı?"


Ayla ve Olivia hala birbirine bakınca kalbim korkuyla çarpmaya başladı. Bir dakika yolunda gitmeyen bir şeyler mi vardı? Salona girince beni koltuğa bıraktı ve üzerime battaniyeyi örttü. "Bir haber aldık Güliz Ada ama doğruluğunu teyit etmek için babam askeriyeye gitti."


Sırtımı hızla kaldırırken gözlerim dolmuştu. "Alpay'a bir şey mi oldu?" Gözlerini kaçırışı tenimi baştan ayağa titretmişti. "Olivia hala!" Ayla yanıma oturup ellerini omuzlarıma koydu. Armağan ayak ucuma oturmuştu. "Ne olur bana doğruyu söyleyin."


"Sabaha karşı görüş mesafesinin olmadığı bir andan faydalanıp üsse sızmaya çalışan bir grupla çatışmaya girmişler." Duraksadı ve alnını yavaşça sildi. Sesi kulaklarımda uğuldarken midemin bulandığını hissettim. Bu doğru olamazdı. Nefes almadan dinliyordum. Sırtım buz gibi olmuştu bir anda. "Çok şehit var ve henüz kimlikleri belli değil."


"Alpay'a ulaşabilmişler mi peki?" Elimi yavaşça kalbimin üzerine yasladım. "O iyi mi?" Üzerimdeki battaniyeyi itip ayağa kalktım. "Üsse gidiyorum ben."


"Güliz bekle canım." Olivia hala ve kızlar peşimden gelirken kabanımı hızlıca üzerime geçirdim. Araba kapının önündeydi ve Alpay'ın dedesi elinde bastonuyla ağır ağır iniyordu. Elinde beyaz bir kağıt vardı. Beni görünce kaşlarını yukarı kaldırdı.


"Gel böyle evlat."


Yavaşça yanına doğru ilerlerken gözlerim dolmuştu. Söz vermişti bana dönecekti. "Lütfen o kağıtta isminin yazdığını söylemeyin bana." Armağan yanımda dururken ağlamaya başlamıştı. Ona kavuşamadan kaybetme düşüncesi düşündüğümden daha fazla yakmıştı canımı. Allah'ım onları bize bağışla.


Elindeki kağıdı yavaşça bana doğru uzatınca titreyen parmaklarımla tuttum ve yavaşça açtım. Kaç askerin adı yazıyordu bilmiyordum ama isimlerden biri kalbime bir bıçak saplamıştı. Sevinemiyordum. Hıçkırıklara boğulurken kızlara doğru döndüm. Armağan bana bakıp başını iki yana sallarken ağlaması şiddetlenmişti. "Güliz Ada Kenan..."


"Fırat," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Fırat şehit olmuş."


Üç kelimelik bir cümle bir hayatın ebediyetle son bulmasının en acımasız özetiydi. İki saniye. Koca bir ömür iki saniyeye sığmıştı. Fırat cennete aitti artık. Hiç bu dünyaya ait olmamıştı. Kağıtta tanıdık başka bir isim yoktu. Rahatlamalı mıydım? Sevinsem acımasız mı olurdum? Sevdiğim adam sağ diye şükretmeli miydim?


Ah Fırat... 


Ayla'ya bakışı gözlerimin önünden gitmiyordu bir türlü. Çelebi'yi düşündüm. Ne haldeydi? Alpay! Kim bilir neler yaşamışlardı? Bir an önce ona kavuşmak ve hayatımızı ömrümüzün sonuna kadar birleştirmek istiyordum. Vakit yoktu. Hayat beklemek için uygun değildi. Bunu şimdi daha iyi anlıyordum.


🥀


Helikopter pistinin oradaydık. Mahşeri bir kalabalık vardı limanda. Fırat'ın annesi şehit haberini alırken kollarıma yığılmıştı. Ayakta durmakta güçlük çeken kadına bakıp burnumu çektim. Çelebi'nin annesi ve Sultan teyze arkadaşlarına destek olmaya çalışıyorlardı ama onların da Fırat'ın annesinden pek bir farkı yoktu.


Her yerde al bayrağımız dalgalanırken üç ayrı köşeden feryat sesleri yükseliyordu. Büyük bir uçak piste inerken Ayla elimi tuttu. Ayakta durmakta zorluk çekiyordum. Alpay'ın özlemi Fırat'ın acısı ve bedenimde hissettiğim tarifsiz bir yoksunluk hissi gücümü kuvvetimi çekip almıştı.


Dayanılamayacak bir baş ağrısı ile mücadele ediyordum. Uçağın ardından iki helikopter ard arda piste inince kalp atışlarımda yükselmişti beraberinde. Kalabalığın arasından sıyrıldım ve helikopterden inen adama doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. "Alpay..."


Öyle perişan görünüyordu ki kalbim lime lime olmuştu. Ben onu omuzları dik görmeye alışmıştım. O benim hayatımda gördüğüm en güçlü adamdı. Şimdi omuzlarında dünyanın yükü varmış gibi yürüyordu. Öyle anlamsız öyle amaçsız...


Onun peşinden gelen askerlere kaydı bakışlarım. Teğmen Kenan'ın ve Çelebi'nin de Alpay'dan bir farkı yoktu. Hıçkırıklarım artarken Alpay'ın bakışları kalabalığın arasından onun ismini feryat figan zikreden beni buldu. Gözleri gözlerime kısacık değdi ama bütün kuvvetimi çekip almaya yetti. Direndim. Onun için ayakta kalmalıydım.


Aramızda birkaç metre kalmıştı durduğumuzda. Gözleri kıpkırmızıydı ve her yerinde kurumuş kan lekeleri vardı. "Yüzbaşı..." Göğsüm hızla inip kalkarken Armağan'ın Kenan'ın yanına vardığını gördüm. Çelebi, Fırat'ın tabutuna doğru hızlı adımlarla yürürken Fırat'ın annesinin feryadını işittim.


Karşımdaki adama bakarken başım dönüyordu. O bir adım attı ben bir adım attım ve karşı karşıya geldiğimizde dudaklarım yavaşça aralandı. "Diri diri gömülmekten farksız seni böyle karşılamak yüzbaşı."


Başını ağır ağır salladı. Sarılsam ağlayacak gibi bir ifade vardı gözlerinde. "Sana gelmek hiç bu kadar zor olmamıştı gül kadın." Ona doğru bir adım daha atacakken gözlerimin önü karardı ve kendimi hiç beklemediğim bir anda kollarında buldum.


🥀


"Alpay," dedim kuruyan dudaklarımı yavaşça ıslatırken. Revirdeki sedyede açmıştım gözlerimi. Yanımda kimse yoktu. "Alpay neredesin?"


Kolumda takılı olan serum bitmişti. En son neredeydim bana ne olmuştu hiçbir şey hatırlamıyordum. Kuru bir yapraktan farksızdım. Ufak bir esinti yeterdi savurmaya. Güçlükle doğrulurken perde yavaşça aralandı. Ayla ve Olivia hala peş peşe yanıma yaklaştı. "Neler oldu? Alpay nerede Olivia hala?"


"Fırat'ın cenazesi Türkiye'ye gönderiliyor kuzum. Burada hızlı bir tören düzenlendi. Az önce konuştuk gelmek üzereymiş."


Limandaki perişan hali gözümün önüme düşünce ağlamaya başladım. "Güliz ağlama artık lütfen. Tansiyonun çok düşüktü." Ayla sarılınca kollarımı boynuma sardım. "Ne desek faydasız biliyorum ama elimizden de bir şey gelmiyor."


"Yıkılmıştı," dedim çatallı bir sesle. "Çok perişan görünüyordu."


"Toparlar," dedi Olivia hala saçlarımı okşarken. "Güçlüdür Alpay'ım Güliz. Beni endişelendiren sensin. Bir de seni böyle görmesin. Toparlan güzelim bir an önce."


Baş dönmem dışında bir sorun yoktu. Uyandığımdan beri içimde bir boşluk vardı ve sanki tüm kanımı kalbim oraya pompalıyordu. Öyle bir uyuşmuşluk hissi. "Onunla konuşursam toparlarım. Onunla konuşmaya ihtiyacım var."


"Biraz bahçeye çıkalım. Hava almak iyi gelecektir." Ayla'ya bakıp başımı yavaşça salladım. Yavaşça koluma girdi ve ayağa kalkmam için yardım etti.


"Ayla," dedim ağırlığımı kollarına verirken. Olivia hala sol tarafımdaydı. "Çelebi'yle konuşabildin mi?"


"Hayır," dedi yüzünü kırıştırırken. "Ama konuşmak istiyorum. Hali hiç hoşuma gitmiyor."


Henüz aralarında bir şey olmasada ilişkilerinin gidişatı ileriye yönelikti. Bunu gözlerinde oluşan parıltıdan anlayabiliyordum. Ayla hislerini belli edebilen bir kadın değildi. En azından kafasında oturana dek dışa vurmazdı. Çelebi'nin adı geçtiğinde hafif bir tebessümle baktığını görebiliyordum.


"Toparlamaktan başka çareleri yok," dedi Olivia hala saçlarımı severken. Hiç çocuğunun olmayışına üzülmüştüm. Oysaki çok güzel bir anne olabilirdi. "Başka türlüsü mümkün değil."


Bahçeye çıktığımızda bakışlarım Tufan Albay'la konuşan Alpay'ı buldu. Yüzü hala sıkıntılıydı. Konuşurken devamlı kaşları çatılıyordu. Bakışları beni bulunca kaşları gevşedi ve omuzları yavaşça aşağıya düştü. Albaya selam verdikten sonra bize doğru yaklaşmaya başladı. Olivia hala banka oturduktan sonra yanımdan kalktı.


Ayla ile birbirlerine bakıp yanımızdan uzaklaştılar. Gözlerimiz yeniden buluşunca içimdeki hasrette gün yüzüne çıkmıştı yeniden. Özlem taşıması ağır bir yüktü. Yanımdaki boşluğa oturduğunda bir bakışı yetmişti ağlamama. Kollarını açınca göğsüne sığındım gözyaşlarımla. "Alpay," dedim sessizce. "Canımdan can gitti." Beklemek hiç bu kadar zor gelmemişti.


Yavaşça saçımı okşarken derin derin nefes alıp veriyordu. "Ne ağır bir yükmüş ardında gözü yaşlı kadın bırakacak olmanın korkusuyla göreve çıkmak." Yavaşça doğruldum ve ıslak gözlerimle gözlerine baktım. "Ve bir karar verdim boncuk."


"Ne kararı?" 


Elimin üzerini usul usul sevdi. Parmakları, elleri yara içindeydi. "Yuvamızın temellerini atalım." Göğsü yavaşça inip kalktı. "Ne yaşarsam yaşayayım döndüğümde sığınacağım senin koynun olsun istiyorum artık boncuk."


"Olsun," dedim barut kokusunu içime çekerken. "Gönül kafesimin yegane bülbülü sensin yüzbaşı."


Yüzüme öyle bakışı vardı ki gözlerindeki keder kısa bir süre içinde olsa silinip gitmişti. Baktı, baktım. Bakışları içinde bulunduğum andan çıkarıyor bambaşka diyarlara götürüyordu sanki. "Yeniden dağlara döneceğim." Kalbim birkaç kez çarptı. Ellerini saçlarından geçirdi sıkıntıyla. Bir iki hafta kadar sürecek. Döndüğümde senin için bir sürprizim olacak."


"Dönmenden başka bir isteğim yok," dedim elinin üzerine elimi yaslarken. "Buraya gelirken varlığınla tanışmam en büyük sürprizdi Alpay. Dahası olması mümkün değil."


"Kendini iyi hissetmiyorsan revire geçelim."


Tansiyonum normale dönmüş olmalıydı. Kendimi daha iyi hissediyordum. "Eve dönelim.”

Hiç istemesede başıyla onayladı. Birlikte ayağa kalktıktan sonra arabasına doğru yürümeye başladık. Bahçede uyuyakaldığım günden beri kendimi halsiz ve bitkin hissediyordum. Sanki geçmek bilmeyen bir soğuk algınlığı gibiydi. Unutkanlık problemi yaşadığımı ona söylemek istedim lakin sırası olmadığına karar vermiştim. Yeterince canı yanıyordu.


Dakikalar sonra bahçenin önünde durunca ağacın altındaki renkli minderlerimizin üzerinde Ayla'yla Çelebi'nin oturduğunu gördük. Biraz daha iyi görünüyordu. İçeri girmeden önce Alpay'a döndüm. "Akşam Sultan anneyle yemeğe gelir misiniz? Olivia Hala da gelecek."


Gülüşü yavaşça büyürken yanaklarım kızarmaya başlamıştı. Gözlerini ışıl ışıl yapan annesine anne dememdi şüphesiz. Bu his kalbimi yumuşacık etmişti. "Sultan annenle yemeğe geliriz güzelim."


Utançla gülümserken ona arkamı döndüm ve bizi izleyen Ayla ve Çelebi'nin yanına doğru yürüdüm. Çelebi'yi böyle görmek canımı yakmıştı. Alışkın değildim. Çelebi deli dolu bir adamdı. Her daim gülebilen bir adam...


"Merhaba," dedim sessizce. Çelebi başını yavaşça salladı. Dizlerini karnına doğru çekmişti. Hava serindi. Hasta olabilirlerdi. Bakışlarımı Çelebi'ye çevirdim. "Başın sağolsun Çelebi. Başımız sağ olsun."


Gözleri kan çanağına dönmüştü. Burnunu çekip bakışlarını gökyüzüne çevirdi. "Vatan sağolsun yenge," dedi. Dünyanın en zor iki cümlesini yan yana getirirken sesi titremişti. Ayla dolu gözlerle bize bakarken omuzları düşüktü. "Sadece onsuzluğa bir an önce alışmak için dua ediyorum. Aksi ne beni yaşatır ne de öldürür."


"Geçecek," dedim yalnızca. Bu konularda pek iyi sayılmazdım. Yalnızca geçeceğinden emindim. Hangi yara kabuk tutmazdı ki? Ölüm bir şekilde kabullendiğimiz hayatın kaçılmaz bir gerçeğiydi. "Tek bildiğim o artık bir cennet kuşu."


"Ve seher vakti uçtu," deyince Ayla ağlayarak ayağa kalktı. Çelebi Ayla'nın peşinden ayağa kalktı ama peşinden gidemedi. Mahcup bir ifade ile bana baktı. "Çok üzgünüm yenge. Lütfen yanına git."


"Görüşürüz dikkat et kendine."


Başıyla selam verdikten sonra arkasını döndü. Ona bakmak için bahçe kapısına doğru döndüğümde kollarını çitlere yaslamış ve acılı bir yüzle bize bakan adamla göz göze geldim. Gitmediğinin farkında bile değildim. Bir süre bakıştık ve Çelebi komutanının yanına ulaşınca yavaşça sırtımı döndüm. Onu öyle görmeye daha fazla dayanamayacaktım.


🥀


Bir hafta sonra...


Elimdeki eldiveni öfkeyle çıkarttım ve sandalyeye oturdum. Elime batan iğneyi yaptığım mahkumun epey yüksek enfeksiyonu vardı.


Hızlıca temizlemiş ve antibiyotik başlamıştım ama yine de korkuyordum. Günden güne güçten düşen bedenim bir de enfeksiyonu kaldıramazdı. Bugün epey yoğun bir gündü. Askeriyedeki aşıları tamamladıktan sonra iki gün izin yapmıştım.


Saat 16.00'yı gösterirken nöbeti teslim etmek için ayağa kalktım. Bugün Armağan gececiydi. Dolabımdaki çikolatayı alıp üzerimi hızlıca giyindim. Hemen hemen her gün birlikte vakit geçiriyorduk. Dün daha iyi görmüştüm onu. En azından gülebiliyordu. Ya da canının acısını çok iyi gizleyebiliyordu.


Çelebi hala aynıydı. Işık saçan gözleri etrafına ruhsuzca bakıyordu artık. Düzeleceğini biliyordum. Öyle ummaktan başka çarem yoktu. Kapı çalarken çantamı omzuma takıyordum. "Gel."


Hayri bey elinde kırmızı bir dosya ile içeri girince duruşumu düzelttim. "Güliz Ada bu dosyadaki bilgiler sisteme geçecek. Hallettikten sonra çıkabilirsen memnun olurum."


"Hemen hallediyorum," dedim elindeki dosyayı alırken.


"Teşekkür ederim. Kolay gelsin kızım." Yavaşça tebessüm ettikten sonra odadan çıktı. Babacan bir adamdı Hayri Bey. Bana kızı gibi davranıyordu. Onu kırmaktan çekiniyordum. Alpay'a biraz işimin çıktığını yazdıktan sonra kapattığım bilgisayarı açtım. O sıra cevap gelmişti.


Yüzbaşım🥀 (16.10)

On beş dakika değil bir ömür beklesem seni gıkım çıkmaz boncuğum.


Mesajına kalbim delirircesine atarken terleyen avuçlarımı pantolonuma sürdüm yavaşça. Midemdeki kelebeklerle nasıl anlaşacağını iyi biliyordu zalim. Bakışlarımı elimdeki dosyada yazan isme çevirince mideme bir ağrı saplanmıştı sanki. Cafer Soysal. İsminin üzerinde kırmızı boya vardı.


Kaşlarım çatıldı. Tedavisi tümüyle değişmiş ve yenilenmişti. Dosyada yazan ilaçları order (elektronik tedavi ve doktor takip tabelası) ederken kapı tıklatıldı. "Girin."


Gelen Alpay'dı. Üzerinde kamuflajları vardı. "Kolay gelsin," diyerek içeri girerken beresini düzeltti. Bugün nöbetçiydi ve onu bırakıp gitmek canımı sıkıyordu. "Mesajıma yanıt gelmeyince merak ettim boncuk."


Elimdeki dosyayı kapatırken gülümsedim. "Az kalmıştı. Bitince yazmak istedim. Seni görmeden gideceğimi mi düşündün?" Ayağa kalktım ve bana uzattığı kabanımı giydim. "Sözlümü görmeden ona dua etmeden onu Allah'a emanet etmeden gecem huzurlu geçer mi benim?"


Yavaşça inip kalktı adem elması. Kollarını göğsünde bağlarken büyülenmiş gibi görünüyordu. Birkaç saniye sadece baktı. "Annem beni kadir gecesi doğurmuş boncuk biliyor musun? Hep bunun hayrının olduğunu söylerdi üzerimde." Derin bir nefes çekti içine. "Sen benim hangi duamın kabulüsün gül kokulum?"


Ondan önce odadan çıkarken kalbim delirmiş gibi atmaya başlamıştı. "Alpay sen böyle konuşunca ben nefes alamıyorum." Birlikte çıkışa doğru yürürken bana bakıp güldü. "Bakma şöyle yüzbaşı. Dünyadaki tek kadın ben değilim."


Kapıdan çıkar çıkmaz soğuk hava yüzüme bir tokat gibi çarpmıştı. Kabanımın önünü sımsıkı bağladım. Ayrılma vakti gelmişti. Önümde durdu ve elinde tuttuğu atkıyı boynuma sardı. "Dünyadaki tek kadın sensin boncuk." Geri çekildi ve etrafına bakındı. "Benim kadınım."


Yüzüm cayır cayır yanarken dudağımı ısırdım utançla. Ruhumu aşka, ilgiye, merhamete doyuruyordu Alpay. Bir kadın başka ne isterdi Allah'tan? "Hayırlı nöbetler," dedim gülümseyerek. "Sabah görüşürüz."


Her göreve onu dualarımla uğurlamak istiyordum. Adımlarımız farklı yönlere yönelirken bana baktı uzunca. "Boncuk," dedi dişlerini dudağına bastırırken. Utanıyor muydu? İşte bu çok şaşırtıcıydı. "Seni çok seviyorum."


"Seni seviyorum bülbül komutan."


Gülerek başını iki yana salladı. "Çavuş seni kapıda bekliyor boncuk. Dikkatli ol olur mu?"


"Allah'a emanet ol." Ona arkamı dönüp kapıya doğru yürürken elimi kalbime yasladım. Kendi kendime mırıldanıyordum. "Kalbim hep böyle çarpacaksa bir tek senin gülün olurum yüzbaşı."


Çavuş, Ayla'yla beni eve bıraktıktan sonra geri dönmüştü. Armağan nöbetçi olduğu için evde yalnızdık. Olivia hala yanımıza geleceğini söyleyince çayın yanına kek poğaça yapmaya başlamıştım. Ayla'nın tarifleri sayesinde bir şeyler yapmayı öğreniyordum.


"Güzel kabardı Güliz," dedi Ayla imalı bir bakışla. Yanaklarım fırınında etkisinden ateş gibiydi. "Yakında kendi evinde yapacaksın. Yüzbaşı ister senden böyle şeyler. Öğrenmen iyi oldu."


Kıkırdarken fırındaki tepsiyi çıkardı. Dudağımı ısırdım yavaşça. Evlilik fikri zaten yeterince stresliydi. Aynı evin içinde yaşamak karı koca olma düşüncesi kalbimi sıkıştırıyordu. "Ayla utandırma beni. Hem henüz evlenme teklifi etmedi. Yani o gün etmişti ama..."


"Bir çiçek bir yüzükle ansızın kapımıza dayanırsa hiç şaşırmam." Hazırladıklarımızı masaya koyarken zil çaldı. "Yüzbaşının daha fazla beklemeyeceğine eminim boncuk."


Kolunu sıktım ve mutfaktan çıktım. Gelen Olivia halaydı. Elindeki paketi yavaşça uzattı. "Merhaba bebeğim." Yanaklarımdan öptü ve içeri girdi.


"Merhaba. Hoş geldin hala."


"Hoş bulduk boncuğum. Ay yengem görmesin diye resmen sürünerek girdim." Kocaman bir kahkaha attı. "Ay sen niye böyle al al oldun?"


Ellerimi yanaklarıma bastırdım. "Mutfakta fazla kalınca böyle oluyorum." Uzun siyah saçlarını iki yandan örmüştü. Triko takımı onu oldukça genç göstermişti. "Masaya geçelim mi?"


Elimdeki paketi koltuğa bırakırken Olivia hala ve Ayla masaya oturmuştu. Çaylarımızı servis ederken Olivia hala yine eski sevgililerinden birini anlatmaya başladı. Bayılıyorduk onu dinlemeye. Ses tonu ve diksiyonu çok hoştu. İnsana huzur veriyor ve gevşetiyordu.


Gecenin ilerleyen saatlerinde Olivia hala gitmek için ayaklanırken Alpay için hazırladığım tabağı paketledim. Kız kıza bir akşam geçirdiğimizi bildiğinden hiç aramamıştı. Özlüyordum. Sesini duymaya ve onu görmeye ihtiyacım vardı.

Elimdeki tabağı Olivia halaya uzatırken gülümsedi. "Sen de gelsene benimle. Birer çay içer kalkarız ha ne dersin?"


Asla hayır diyemeceğim bir teklifti. Ayla'ya döndüm hevesle. "Gidelim mi Ayla?"


Askıdan kabanlarımızı indirdi gülerek. Oldukça hevesli görünüyordu. "Harika olur."


Birlikte üsse doğru yola çıktıktan sonra Alpay'ı arayıp geleceğimizi haber vermiştim. Yanımızda halası olduğu için olumlu karşılamıştı. Şoför askeriyenin önünde bırakınca Alpay'ın kapıda bizi beklediğini gördüm. Kollarını göğsünde bağlamıştı.


"Senin ki yolunu gözlüyor bebeğim."


Çekinerek baktım Olivia halaya ve heyecanla arabadan indim. Alpay bana doğru geldi ve arabanın kapısını kapattı. Önümde durunca elimdeki tabağa baktı ve hafifçe güldü. "Bensiz boğazından geçmedimi gülüm?"


"Geçmedi," dedim sessizce. Ayla ve Olivia hala bizi izliyordu. "Vaktin var mı biraz?"


Eliyle kapıyı işaret etti. "Sana her zaman vaktim var boncuk."


Ben durduğum yerde kızarırken Alpay halasına döndü ve elini dudaklarına götürdü. "Hoş geldin güzelim."


"Hoş buldum paşam."


Liseli aşıklar gibi peşinden içeri girerken Ayla koluma girdi. "Ben Armağan'ı çağırıp geliyorum."


Onu onayladıktan sonra Ayla yanımızdan ayrıldı. Üçümüz Alpay'ın odasına girdik. Masada altı tane çay vardı. Olivia hala odadaki büyük koltuğa otururken ben tabağı açıp masaya koydum. Alpay'ın yanına otururken kapı çaldı ve Çelebi elinde bir zarfla içeri girdi. "Komutanım gelebilir miyim?"


Alpay başıyla onaylayınca Çelebi içeri girdi ve elindeki zarfı Alpay'a uzattı. Alpay zarfı açtı ve içindeki kağıdı okuyunca bana baktı. Bakışlarındaki duygu içimi titretmeye yetmişti. "Görev mi?"


Başını salladı yavaşça. "Hakkari'ye çağırıldık boncuk. Bir iki hafta içinde dönmüş olurum."


"İnşallah," dedim sessizce. "Rabbim ayağınıza taş değdirmesin."


"Amin," dedi Olivia hala. "Biz kalkalım paşam artık." Keyfimizin kaçtığını gördüğü için ayaklanmıştı. Bana döndü. "Ben arabada bekliyorum kuzum."


Çelebi'yle birlikte odadan çıktıklarında ikimiz aynı anda ayağa kalktık. Gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmiyordu.


"Alpay."


"Güliz Ada'm..."


İkimiz de aynı anda gülümsedik. Bu kez onu gözyaşlarımla uğurlamak istemiyordum. "Önce sen söyle," dedim. "Lütfen."


Parmağını yavaşça kaküllerime doğru uzatınca gözlerimi kapadım. "Bekle beni olur mu?"


Elini tuttum ve yavaşça dudaklarıma götürdüm. Avucunun içi çok güzel kokuyordu. "Aksi mümkün mü?"


Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Boncuk bakma şöyle." Baş parmağını yavaşça çenemde dolaştırırken yutkundum. "Çok güzelsin çok..."


"Alpay..." 


Kapı çalınca hızlıca birbirimizden ayrıldık. Alpay homurdanırken Ayla'ya bakıp güldüm. "Şey afedersiniz. Gidiyor muyuz?"


"Evet." Alpay'a döndüm gülerek. "Allah'a emanet ol." Başımı ellerime eğdim. "Sözlüm..."


Odadan ayrılırken ellerini cebine yerleştirdi ve durduğu yerde kısık gözlerle bana baktı. "Sözlüm diyen diline ölürüm senin."


Koşar adımlarla oradan ayrılırken nefes nefese kalmıştım. "Güliz Ada adam fena kızım."


"Ayla sus lütfen kalbim duracak şimdi." Düşmemem için koluma girince hızlı adımlarla askeriyeden ayrıldık. Telefonuma gelen mesajı heyecanla açarken parmaklarım titriyordu.


Yüzbaşım🥀

Göğe bak benimle birlikte boncuk. Yıldızlar ışığını gözlerinden çalmış.


Seni çok seviyorum Alpay. Öyle çok öyle deli öyle sabırlı. Nasıl bu kadar bağlanabildim sana?


Yüzbaşım🥀

Sevdamdan bu kadar güzel oluşu sözlerimin boncuk. Sevdamdan bu şiirlerim, şarkılarım.


🥀


Bu sabah öyle heyecanla öyle sevgi dolu uyanmıştım ki yürümüyor adeta uçuyordum. Alpay bugün görevden dönüyordu ve yolda beni aramıştı.


Erkenden kalkıp duş almış ve onun için hazırlanmıştım. Sürprizini öyle merak ediyordum ki. Birkaç kez sormama rağmen söylememişti. Aşağıdan mis gibi kokular geliyordu. Ayla yine döktürmüştü anlaşılan.


Üzerime yeşil triko bir kazakla siyah kumaş bir pantolon giyip odadan ayrıldım. Heyecandan ve özlemekten kalbim durmak üzereydi. "Günaydın."


Armağan beni görünce ıslık çaldı. "Vay anasına! Kızım adamın kalbine mi indireceksin? Bu ne güzellik be hatun?"


Ayla sesli gülerken Armağan'a bakıp güldüm. "Abartma istersen Armağan."


Gülüşerek masayı kurarken zil çalınca elimdeki tabağı masaya bıraktım. Alpay olabilir miydi? Telaşla kapıya koştum ve saçlarımı düzelttim. Kapıyı açtığımda kalakalmıştım. "Baba..."


Anne ve babam bana şefkatle gülümserken yavaşça yutkundum. "Siz..."


"Yavrum." 


Anneme sımsıkı sarılırken babam saçlarımı okşuyordu. "Siz nasıl geldiniz buraya?" Asker ailesi dışında adaya sivil gelmesi yasaktı. "Ben çok şaşkınım."


"Mavi gözlü bir oğlan çocuğu getirdi bizi," dedi annem. "Maşallah gamzeli dalyan gibi bir adam. Pekte yakışıklıydı. Güliz Ada kim bu adam annem? Muhakkak tanıyorsun."


Alpay... 


Kalbim delicesine çarparken yutkundum. "İçeride konuşalım mı anne?"


🥀


Yıldıza basmayı unutmayın❤️🙈

Loading...
0%