Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Si̇yahla Beyaz

@aysegulcee1


Dört yıl önce...


Yatağının altında buldukları narkotik ve uyuşturucu maddeler yüzünden askerlikten ihraç edilmiş ve askeriyenin psikiyatristinin koyduğu şizofreni tanısı yüzünden zindandan farksız bir yere tıkılmıştı.


Günden güne çöküyordu. Oysaki ilaçların ona iyi gelmesi gerekmez miydi? Gelmiyordu. Tam bir yıl o hücrede tedavi görmüş ve en ufak bir iyileşme belirtisi göstermemişti. İlaçları içmediği için de bedeni kontrolünün dışına çıkmıştı.


İçeriye giren görevlilere saldırarak kaçmayı başardığında sokaklarda bir hayalet gibi dolaşmaya başlamıştı. Bedeni yoksunluğa girdiği her saniye bir canavara dönüştüğünü fark edemiyordu. Çıkmak için çabaladığı her saniye daha da pisliğe batıyordu. Biliyordu. Bedeninde dolanan her neyse onu kontrol ediyordu. Bildiği tek şey bedeninin altında yatanın kendi olmadığı.


Gideceği tek bir yer vardı. Önünde durduğu kapıya birkaç kez vurdu ve beklemeye başladı. Sevgi, sevgili oldukları dönemde onu Yüzbaşı Alpay'ın arkadaşı Sinan'la aldatmıştı.


Genç kız, Cafer'i karşısında görünce korkuyla kapıyı geri kapatmaya çalıştı. Cafer hızla içeri girince kadına burnundan soluyarak baktı. Kafasının içinden sesler geliyordu ve ne yaptığının farkında değildi. Ağır adımlarla içeriye girerken genç kadın sağına soluna bakındı panikle.


Eline ne geçirdiyse Cafer'in kafasına atarken bir yandan da bağırıyordu. Sevgi ailesiyle yaşadığı sorunlar yüzünden Ankara'da yalnız kalıyordu bir süredir.


Adam, dağınık eve bakarken kaşlarını çatarak yürümeye başladı. Bağımlı olduğunu öğrendiğinde ayrılmışlardı lakin Sevgi'yi unutamamıştı. Genç kadını yakalayıp boğazına sarıldı. "O adamla görüşüyorsun hala değil mi?" Damarlarında dolan o şey gün yüzüne çıkmıştı yeniden. "Bana ne yaptınız, damarlarımda dolanan bu şey ne?"


"Cafer bırak iyi değilsin. Kendinde değilsin ne olur yapma!"


"Sen beni o Gülperi'yi aldatıyor. Arkamızdan gülüp eğlendiniz mi?"


"Cafer saçmalıyorsun."


"O güvendiğin adam sevgilisi ile kaçacak ve sen de bir metres olarak anılarında kalacaksın yalnızca Sevgi. Oysa çok sevilip şımartılabilirdin. Ney farklı geldi? Sana veremediğim neydi?"


Cafer, Sevgi'ye tecavüz ettikten sonra yaptığının farkına varınca her şey için çok geçti. Sevgi'nin bedeni evin tavanında sallanıyordu. Bir kadın daha solarak bu kirli dünyadan sessizce uzaklaşmıştı. Bu ne ilk ne son olarak kalacaktı.


"Olamaz!" Beynine saplanan bıçakla Sevgi'nin bedenini yere indirdi ve ağlayarak yere yatırdı. Elini yumruk yapıp göğsüne vurdu ve kadının yanına yığılıverdi.


Kaç saat kaç dakika çürümüş cesedin yanında kalmıştı bilmiyordu. Yaşıyor sayılmazdı, içinde kalan ufak bir yaşam kıpırtısı da Sevgi ile birlikte çürüyüp gitmişti. Günler sonra eve gelen ekiplere baktı. Seslerden algılayabildiği Yüzbaşı Alpay'a ve Sinan'a aitti.


Cafer, aniden Sinan'a bakıp saldırdı. Sinan yakasını Cafer'den kurtarmaya çalışırken ellerinin polisler tarafından kelepçelendiğini fark etti. Bir zamanlar aynı yerde uyudukları adamlara bakarken küfürler ediyordu. Vücuduna giren kurşun yüzünden bilincini kaybetti.


Cafer, askeri bir araçla götürülürken araç yolda uğradığı saldırı yüzünden kaza yapmıştı. Aracın arka kapısı açılınca içeriye dolan ışık yüzünden gözlerini kapattı. İki kişinin kollarını yakalamasıyla yaka paça araçtan indirilirken başka bir kamyonete bindirildi.


Bir sandalyeye bağlanmış ve kafasına poşet geçirilmişti. Şeffaf poşetin içinde gördüğü adamın yüzündeki acılı ifadeye baktı. Oldukça perişan görünüyordu. "Beni tanıdın değil mi?" dedi adam Cafer'in karşısına otururken. "Kızıma bunu neden yaptın?" Cafer, onu hatırlamıştı. Henüz on yaşındayken evlerinin önünde gördüğü o adam.


Cafer perişan bir halde adama bakarken ifadesizdi. "Kendimde değildim. Bir anlık öfkeyle yaptım ve çok pişmanım."


Adam, Cafer'e doğru eğildi. "Hepsi bu mu? Bir anlık kayboluş? Bunları mı söyleyeceksin?" Bu kadar basit olamazdı bir hayatın mahvoluşu. Geride mahvedilen iki hayat... ilk değildi son da bulmayacaktı.


"Cezam ölümse ben yaşamıyorum zaten," dedi Cafer kısık sesiyle. "Ama katil yalnızca ben değilim. O yaptı. Sevgi ile gizliden görüşüyorlardı ve bunu benden başka kimse bilmiyor. Yatağımın altına o uyuşturucuları da o koydu. Bana o hastanede ne yaptılar bilmiyorum ama tedavi etmediklerini iyi biliyorum. Sevgi bağımlıydı. Benim damarlarıma da bu pisliği bulaştıran senin kızın."


"Kes sesini!" Adam sinirle ayağa kalktı. "Kim?" Cafer adamın bağırışıyla sıçradı. "Bana adını söyle!" Kızının bağımlı olduğunu çok iyi biliyordu.


"Sinan. Yüzbaşının en yakın arkadaşı. Defalarca Sevgi yüzünden kavga ettik. Albayın kızıyla birlikte olmasına rağmen sevgiden hiç vazgeçmedi."


"Jandarmayı arayın. Gelsin alsınlar bu pisliği de."


Sevgi'nin babası öfkeyle Cafer'e bakarken gözlerinden ateşler çıkıyordu. "Seni de seni bu hale getirenleri de o Sinan denen adamı da kızımın sebebi olan kim varsa tek tek hesabını soracağım!" Yumruğunu Cafer'in yüzüne indirdi. "Ve bunu tek başıma yapmayacağım. Sen içeride çürürken onun desteğiyle hepinizi mahvedeceğiz. O senin gibi zayıf değil. Yanımda kaldığı uzun yılların karşılığını bana yardım ederek ödeyecek."


Cafer, dişlerini sıktı. "Onu da benim gibi bataklığa çekme. Kimden istiyorsan al intikamını. Öldür istersen beni de ama onun da benim gibi olmasına müsade etme."


Güldü adam. "Daha beteri olacak!"


O günden sonra Sevgi'nin babası Sinan'ın peşini bırakmadı. İlk hedefi albay ve kızıydı. Sinan denen o herifin albayın kızıyla kaçacağını öğrenmişti. O arabayı onlara mezar edeceğinin sözünü vermişti kendine. Arabada yüzbaşının nişanlısının da olduğunu biliyordu.


O gün kaza yapmalarına sebep olan kişi Sevgi'nin babasıydı. Kazadan sağ kurtulan Sinan'a son günlerini zehir edecekti. Sinan tanımadığı adamların kollarında yaka paça boş bir depoya getirilirken korkudan ölmek üzereydi. Ruh hali kazadan sonra toparlayamamıştı.


Korkuyla karşısında duran yüzü maskeli adama bakarken sattığı ilk adam arkadaşı olmuştu. "Ben bir şey yapmadım," dedi korkudan titrerken. Hastane çalışanlarından biri Sinan'ın emriyle Cafer'in yemeğine onu yavaş yavaş zehirleyecek ilaçlar katmıştı bir yıl boyunca. "Hepsi Sevgi'nin fikriydi."


Adam, gözlerini kısarak Sinan'ı dinlemeye devam etti. "Sen de bağımlı mısın?"


"Ha-hayır." Yüzüne yediği yumruğun etkisi ile başı yana düştü. "Cafer'in yatağının altına o maddeleri koyma fikri Alpay'a aitti."


"Alpay öyle mi?"


"Gülperi ile kaçma planını da o yaptı. Sevgi ile mutlu olamayacağımı düşünüyordu."


"Senin o kuş beynin o sıralar ne halt ediyordu?" Yumruğunu Sinan'ın yüzüne indirdi. "Bu hikayenin masumu sensin demek!" Adam, Sinan'ın boğazına sarıldı. "Seni şimdi öldürmeyeceğim. Kime gidersen git bu beni durduramayacak. Ölüm meleğini bekleyen bir hasta gibi her gün gelişimi bekleyeceksin."


"Ben bir şey yapmadım..."


"Hı hım. Ben de bir şey yapmayacağım hatta elimi bile sürmeyeceğim. Öyle ki görünmez kaza ile Albay kızını yüzbaşı ise nişanlısını kaybetti. Ne kara bir alın yazısı değil mi?"


Sinan adama bakarken korkudan ölmek üzereydi. "Senin gibi birinin devletin ekmeğini yemeye hakkı yok. Sen asker olamayacak kadar pislik bir adamsın." Sinan'ın boğazını bıraktı sertçe. "Şimdi git ve ölümü bekle..."


Sinan günlerce evinden çıkmadan ölümü bekledi. Kaçmayı düşünmedi. Günden güne biraz daha kaybetti aklını. Sonunda yaşadığı her şeyin sorumlusu olarak Alpay'ı gösteren bir mektup bırakıp onun silahı ile kendini vurdu.


🥀


Güneş, adayı yavaş yavaş aydınlatırken her şey nasıl da yolunda nasıl da problemsiz görünüyordu.


Biz sorunsuz bir sabaha uyanacağız ve ateş yalnızca düştüğü yeri yakacaktı. Ne acı. Güzel bir söz vardı. Ne zaman duysam kalbimi sızlatan. Cenaze sizin evinizde olmadığı sürece helvası hep tatlı gelecek.


Gecenin ortaya çıkardığı kötülüğü güneş doğarak gizlemişti sanki. Öyle bir kasvet vardı yüreğimde. Sabaha karşı kalkmış ve bahçeye çıkmıştım. Renkli minderlerin üzerine uzanmış gökyüzünü seyrediyordum. Alpay gece gidip sabaha karşı gelmişti ama yine de gözüme uyku girmemişti. Ardında büyük sırla bir cinayetin daha dosyası kapanmıştı.


Ne kadar basitti. İki ölümü birbirine bağlamışlardı. Aralarında bir ilişki vardı ve aynı maddeye bağımlılardı. Peki bir ölüm daha olursa bunu neye bağlayacaklardı? İçimi huzursuz eden bir şeyler vardı. Yalnızca basit bir bağımlılık olmadığını hissediyordum.


Tüm bunların ardında kim varsa eşeğini oldukça sağlam bir kazığa bağlamıştı. Pencereden beni izlediğini biliyordum. Yanıma gelmeden saatlerdir beni izliyordu. Bana zaman tanıması çok güzeldi ama ben gelsin sarıp sarmalasın istiyordum.


Ne kadar daha vakit geçirmiştim bu minderlerin üzerinde bilmiyordum. Kapının açıldığını ve bana doğru gelen onun ayak seslerini işittim. Gözlerimi açtığımda onun yüzünü gördüm. Güzel hilal bıyıklı yüzbaşımın. Belki de başınıza gelen şeyler yalnızca kötülük doğurmayabilir. En azından benim başıma güzel şeyler de geliyordu.


"Günaydın boncuk." Birkaç saattir sesini duymuyordum oysaki. Nasıl da özlemişim bana boncuk deyişini.


"Uyumadın değil mi?"


Başını olumsuz anlamda salladı. Uyumuşa benzemiyordu. O uyusun diye yanından uzaklaşmıştım ama işe yaramamıştı. "Nasıl uyuyabilirim boncuk? Birileri masum genç iki insana sırf eğlence olsun psikopat kalbi zevk alsın diye öldürdü ve bir yandan da sen..."


Doğruldum ve tam karşısına oturdum. Sabah serinliği artık daha da hissedilirdi. Elindeki battaniyeyi omuzlarıma bıraktı. "Ben iyiyim. İyi olacağım sen beni düşünme yeterince zor bir hayatın var Alpay."


Eli yanağıma uzanınca sıcaklığıyla gözlerimi kapadım. "Benim hayatım sensin boncuk. Nasıl düşünmem söyler misin?" Elimin üzerinden öptü uzunca. "Hayatımın merkezinde sen varsın güzel kadın."


"Sen varken yanımda hiçbir şeyden korkmuyorum ben." Sözlerinin verdiği heyecanla güçlü bir nefes aldım. "Varlığın bana kuvvet veriyor Alpay."


Buruk bir ifade ile gülümsedi. O gülümsemesinin ardında gizlediklerini biliyordum. "Sorun da bu her zaman yanında olamayacağım ve gittiğim zamanlarda güvende olacağın bir yerde olmanı istiyorum." Mahcup bir çocuk gibi kaşlarını kaldırdı. Evlenip dedesinin malikanesine yerleşmemi istemeyecekti değil mi benden? Acele verilmiş bir kararın pişmanlığını yaşamak istemezdim. "Neyse boşver."

Gözlerindeki korkuyu endişeyi görebiliyordum. Yükü azmış gibi bir de ben dert olmuştum.

"Sadece dikkatli ol gül kokulu kadınım."


Kadınım... 


Gözlerine nazlı nazlı bakarken deli gibi heyecanlandığımı gizlemeye çalışıyordum. İşaret parmağını yanağıma sürterken imayla güldü. "Sözlümsün boncuk. Ne kadar sürerse sürsün sonunda kadınım olacaksın."


Yanaklarım köz gibi kızarırken başımı eğdim. "Alpay!"


"Söyle güzelim."


"Utandırmak hoşuna gidiyor değil mi?"


"Utan, heyecanlan ama sakın korkma. Sana sadece utanmak ve gülmek yakışıyor."


"Sen hayatımdayken aksi mümkün değil gibi hissediyorum yüzbaşım." Ben gülünce onun da yüzüne can gelmişti sanki bir anda. "Bülbül tek bir gülün dalına kondukça o gül hiç solmayacak Alpay."


Saçlarımı öptüğünü hissettim. "O gülü asla soldurmayacağım."


Elimi kalbinin üzerine koydum. Hızlı atıyor oluşu yüzümü gülümsetmişti. "Söz mü?"


"Söz," dedi sesli gülerken. "Asker sözü sözlüm." Ve içim sıcacık oldu. Sarıp sarmalandım. Alpay bana sözleriyle bile sarılabiliyordu.


🥀


Saat 07.30'u gösterirken oturduğumuz minderden birlikte kalkıp hazırlanmak için evlerimize geçmiştik. Bugün onunla birlikte nöbetçi olduğum için içim çok rahattı. Her istediğimde onu görecek olmanın verdiği heyecanla odama çıkmıştım.


Hazırlanıp aşağıya indiğimde Ayla'yı pencerenin önünde telefonla konuşurken gördüm. Sesi bir anda yükseldi ve hızla ayağa kalktı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Neden aradın ki beni?" Salonda bir oraya bir buraya gidip geldi. "Neyin pişmanlığından bahsediyorsun sen Alp?"


Ne yapmaya çalışıyordu bu çocuk? Ayla kendini daha iyi hissetmeye başlamışken üstelik. "Sakın gelme!" Çantamı askıdan alıp omzuma astım. Ayla kalktığı yere otururken ağladığını gördüm. "Bir anlık alınmış bir kararla terk edilmeyi hak etmiyordu bizim sevgimiz."


Yanına oturup başımı omzuna yasladım. "Belki de hak etti Alp. Ben artık yokum. Gelmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek çünkü ben..." Yumruk yaptığı avuçlarına dokundum. "Ben başka biriyle görüşmeye başladım."


Telefonu Alperen'in yüzüne kapatınca göz altını silip bana baktı. "Güliz ben..." Birbirimize sarılırken ağlaması şiddetlendi. Ah Alperen. “Alperen hep böyle bencildi sadece ben göremedim değil mi Güliz?"


"Üzülme canım." Saçlarını kulağının ardına sıkıştırdım. Telefonda konuşurken bile böyle dağıldıysa buraya gelse kim bilir nasıl üzülürdü? "Ayla görüştüğüm biri var dedin. Yoksa Çelebi ile sen..."


"Yalan söyledim Güliz. Kimseyi kalbime alacak kadar iyi hissetmiyorum kendimi. Çelebi çok iyi bir adam ama sadece..." Ellerini havaya kaldırdı. "Güliz ben bir şeyler için acele etmek istemiyorum artık. Elbette Alperen'in yasını tutacak değilim. Hayatıma biri girecekse bu Çelebi gibi bir adam olurdu ama kendi kendime gelin güvey olmak istemem. Yalnızca bir kez görüştük diye bana ilgisi olduğunu göstermez."


Bu Ayla'nın Çelebi'ye ilgisi olduğunu gösteriyordu.


"Mesajlaşıyorsunuz ama," dedim gülerek. "Senin için hayırlısı neyse o olsun istiyorum canım benim. Bir an önce toparlanmandan başka bir şey istemem."


Sarıldı yeniden. "Teşekkür ederim Güliz Ada'm. Siz olmasanız ve bu kadar uzakta olmasak baş edemezdim sanırım." Ayrıldı ve uzattığım peçete ile burnunu sildi. "Sen nasılsın? Dün gece bizi çok korkuttun. Gittiğimiz psikoloğa gidelim yine. Böyle şeyler ihmal etmeye gelmez."


"Alpay o hastaneye gitmemi istemiyor. Araştırdık ve Mersin’de özel bir muayenesi olan psikiyatriste gideceğiz. Oradan sonra dedesiyle tanışacağım." Ayla beni heyecanla dinlerken güldüm. "Gecikeceğim beni merak etmeyin."


"Siz şimdi ciddi ciddi evleniyor musunuz? Aman Allah'ım inanılır gibi değil."


Bu düşünceye alışamamışken Ayla'nın ağzından duymak müthiş bir heyecana kapılmıştım. "Evlilik yoluna adım attık desek daha doğru olur." Bu doğruydu. Alpay bana evlenme teklifi etmişti ve ben de kabul etmiştim. Yüzük olup olmaması bir şeyi değiştirmiyordu. Söz vermiştim bir kere.


"Sevgili olamadan sözlü olan ilk çift siz olabilir misiniz?"


Birbirimize bakıp gülüştük. "Hiç sorma. Belki de böylesi daha hayırlı olur. Neyse ben çıktım. Yarın akşam görüşürüz. Telefonlarını açmamayı dene."


"Denerim." 


Yanağından öpüp evden çıktım.

Alpay, arabasının kaputuna yaslanmış telefonla konuşuyordu. Beni görünce gergin kaşları rahatladı ve kalçasını kaputtan yavaşça kaldırdı. "Beni anladığını düşünüyorum ve kırılmanı istemediğimi gördüğünü umuyorum Hülya."


Duyduğum isimle adımlarım hızlanırken kalbim hafiften çarpmaya başlamıştı. "Hoşça kal." Telefonu kapadı ve bana doğru hızlı birkaç adım attı. "Günaydın boncuk."


Neden o kadınla konuştuğunu ona sormadan nasıl öğrenebilirdim? "Günaydın," dedim. "Önemli bir şey mi var? Bu kadar erken gelen bir telefon beni endişelendirdi."


"Hülya," dedi birden. "Görüşmek istiyor."


Yavaşça yutkunup onu kıskandığımı gizlemeye çalıştım. Hafiften bir ateş basması hissediyordum. "Görüşmek istedi yani." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Seninle, baş başa görüşmek öyle mi?"


"Hülya annemin memleketinden bir arkadaşının kızı. Psikiyatri hastanesinde özel güvenlik şefi. Özel bir görevin içinde ve bana anlatacağı önemli bir şeyleri olduğunu söyledi. Bu seni rahatsız eder mi boncuk?"


"Yok canım." Ona arkamı dönüp yürümeye başladım. Bu yaptığıma inanamıyorum. "Niye rahatsız etsin ki? Sözlüm olan adam bir yüzbaşı ve bu konu gerçekten önemli. Kıskanacak değilim ya..."


"Peki ama nereye gidiyorsun güzelim?" Peşimden geldiğini biliyordum. "Boncuk yapma böyle."


"Nöbete gidiyorum yüzbaşım. Bir şey yaptığım yok."


Güldüğünü işitince gözlerim büyüdü. "Peki neden sözlüne arkanı döndüğünü söyler misin?"


Ellerimi havaya kaldırdım ve "Bilmiyorum," diye bağırdım. "Sanırım seni kıskandım ve trip atıyorum şu an."


Koşarak yolun karşısına geçince o yolun diğer tarafında kaldı. Önümde duran arabanın penceresi açıldığında Yüzbaşı Mücahit bana gülümsedi ve arabadan aşağıya indi. "Merhaba hemşire hanım. Nöbete mi?"


"Evet," derken gözlerim Alpay'daydı. Çatık kaşlarıyla bize doğru geliyordu.


"Buyurun lütfen birlikte gidelim."


"Olur," diyecektim ki kendimi bir anda Alpay'ın kucağında buldum. "Alpay indir beni delirdin mi sen?"


"Sayende boncuk." 


Arkasını döndüğümde bize bakıp gülen yüzbaşıyla göz göze geldim. Başını iki yana salladı ve arabasına bindi. "Alpay bırak beni."


"Sana ne dediğimi hatırlıyor musun?"


Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hatırlamıyorum."


"Ben çok net hatırlıyorum," diye çıkışınca irkildim. "Bana o arabaya binmeyi kabul edeceğini söyleme sakın!"


"Alpay!" 


"Binecek miydin?" 


"Elbette hayır ve bana ne söylediğini gayet net hatırlıyorum."


"Beni kıskanman çok hoşuma gitti boncuk." Eli sırtımı usul usul okşuyordu. "Benim gözüm bir çift boncuk göze tutuldu ve bütün renkler anlamını kaybetti." Bu seni seviyorum demek miydi?


Başımı kaldırıp nazlı nazlı baktım. Gözleri öylesine anlamlı bakıyordu ki yalan söylemediğine emindim. "Alpay ben..." Parmaklarını parmaklarıma geçirip arabasına doğru yürümeye başlarken kocaman gülümsedim.


Askeriyeden içeri girerken elimi bırakmadan bahçede yürümeye devam etti. Kendi karargahının olduğu tarafa dönerken yüzümü yerden kaldıramıyordum. Bahçe bugün her zamankinden daha kalabalıktı. İleride tek sıra olmuş bize bakan askerlerin içinde tanıdık yüzler vardı. "Alpay ben revire gideyim artık." İçtimaya el ele yapmayı düşünmüyordu değil mi?


Bana bakıp güldü. "Dalmışım." Herkesin bize baktığını görünce kaşlarını çattı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Dikkat et."


Bugün epey yoğun bir gün olacaktı. Askerlerin menenjit ve tetanoz aşısı olmaları gerekiyordu. "Kalabalık olmadan gel de aşını ol." Güldüm.


"Yüzbaşı olduğumu unutuyorsun boncuk."


"Rütbeniz revirde geçerli olmayabilir yüzbaşım. Sıra beklemenizi istemem."


Tek kaşını kaldırdı. Çelebi'yle göz göze gelince dudaklarımı birbirine bastırdım. Büyük bir tırmanma demirinin üzerinde oturuyordu. "Öyle olsun bakalım boncuk."


Ona arkamı döndüm ve içeri girip revire geçtim. Dinlenme odasındaki dolabımı açtım ve formalarımı aldım. Bu kez çikolata yoktu. Her nöbete çikolatalı güzel sözlerle başlamaya alışmışken biraz şaşırmıştım. Kapağı kapatıp üzerimi değiştirdim ve aşı dolabının önüne geçtim. Yoğun bir gün beni bekliyordu.


Elimdeki aşı çantasıyla müşahedeye geçerken şimdiden bir sürü kuyruk olduğunu gördüm. Bana bakıp aralarında gülüştükleri için onlara kınayarak bakıp hızlıca içeri girdim. Allah'ım bugünü olaysız geçirebilirsem kendimi şanslı hissedecektim. Bu askerleri göndermeden Alpay buraya gelmemeliydi.


İlk baştaki askere bakıp, "Buyurun sizden başlayalım," deyince genç adam kolunu yavaşça katlayarak önümdeki sandalyeye oturdu. Sanırım kol kasları ile beni etkilemeye çalışıyordu.


Pamuğu koluna sürerken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Merhaba Güliz Hemşire değil mi?" Ona bakıp başımı salladım. "Ben Ümit. Yüzbaşı Mücahit'in ekibindeyim. Dördüncü bölük. Tanışma fırsatımız olmadı. Bundan sonra sık uğrasam mı?"


İğneyi çıkartırken gülümsedim. "O kadar fazla asker var ki hepinizle tanışmam mümkün değil öyle değil mi?"


"Haklısınız." Sırada bekleyen arkadaşlarına baktı. "Hepsiyle tanışmanızı istemem doğrusu. Maşallah pekte güzelsiniz buraya neden geldiniz ki?" Elini saçlarına sürdü. "Gerçi pekte iyi olmuş."


Sandalyemi geriye iterken güldüm. "Bu arada genel kültür olsun diye söylüyorum sözlüyüm ve sözlüm çok kıskanç bir adam. Yani biraz da tehlikeli. Buraya gelmesi muhtemelen. Acele mi etseniz?"


"Asker mi?" diye sordu şaşkınlıkla. "Adı ne kesin tanırım."


"Alpay," dedim elimle kalkmasını işaret ederken. Sıra giderek artıyordu çünkü. "Alpay Bayraktar."


"Bacım daha önce neden söylemiyorsun?" Paravandan öyle bir geçişi vardı ki kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuştum. "Sıçtım yemin ederim sıçtım." Çıkarken sesini işittim. "İçerideki hemşire Bülbül yüzbaşının sözlüsüymüş bilginiz olsun."


Başımı eğip paravanın arkasından bakınca hepsinin bakışlarını başka yöne çektiğini gördüm. O kadar çok mu korkuyorlardı benim bülbülümden? Çelebi ve Fırat'ı sıranın başına doğru ilerlerken görünce elimi onlara doğru salladım. Hepsi birden hazır ola geçmişti. "Sıraya geçin beyler," dedi askerlerden biri. "Eğitim var biz boşuna mı bekliyoruz?"


Çelebi, askere bakıp elini kaldırdı. "Çene çalma işine bak devrem."


Fırat yanıma gelince merakla baktım. "Sıraya geçin çocuklar."


"Alpay'ım gönderdi yenge," dedi Çelebi sedyeye zıplarken. "Onun biraz işi var sonra ona devredeceğiz nöbeti."


Sıranın başından almaya devam ediyordum bir yandan da. "Ne nöbeti?"


"Aşı nöbeti," dedi Fırat. "Epey gergin gelemiyor ya. Bugünü mü bulmuş aşı diyordu en son. Vallahi özel günündeki kadınlar gibi."


Bu yoğunlukta onu idare edemezdim. Gelmemesi işime gelirdi esasında. "Asılan oldu mu?" diye sordu Çelebi.


Aşısını yaptığım asker bana bakınca Fırat ensesine vurdu. "Olmadı. Abartmayın ya. Askerlere aşı yapıyorum. Ne kadar zor olabilir ki?"


"Tabii," dedi Çelebi. "Yıllar sonra revire genç ve birbirinden güzel hemşireler başlamış. En fazla ne olabilir ki? Yenge burası askeriye! Bilmem anlatabildim mi?"


Onların yengesi olmuştum ve hiçte rahatsız etmiyordu. Aksine kalbimdeki kıpırtı hoşuma bile gidiyordu. "İltifatların için teşekkür ederim Çelebi ve evet anladım."


Bacak bacak üstüne attı. "Eyvallah Boncuk yenge."


Aralıksız bir saat aşı yapınca kollarım şimdiden ağrımaya başlamıştı. Neyse ki yemek saati olduğu için kuyrukta azalmaya başlamıştı. Son aşıyı yaparken sırada on beş kişi vardı. Çelebi ve Fırat ayaklanınca baktıkları yöne çevirdim bakışlarımı. Ayla elinde saklama kabı ile bize doğru geliyordu.


Bakışlarım Fırat ve Çelebi'ye kaydı. İkisi de Ayla'ya hülyalı hülyalı bakıyordu. "Merhaba."


Ayla önce bana sonra çocuklara baktı. "Canım sıkıldı ve size kıymalı börek yaptım." Çelebi'ye gülümserken Fırat'a bakmamıştı. Fırat'ın düşen yüzüne bakıp kaşlarımı çektim. Hayır bu olamaz. Yanılıyor olmayı isterken Ayla Çelebi'nin yanına, sedyeye oturdu. Böreklerden atıştırırken bir yandan da aşıya devam ediyordum.


Çelebi ve Ayla birbirlerine romantik bakarak aynı saklama kabından börek yiyordu. İstemeden güldüm. Fırat'la göz göze gelince bakışlarımı kaçırdım. Çelebi ve Fırat ayağa kalkarken baktıkları yöne doğru döndüm. Ayla imayla omzuma vurdu.


Üzerindeki kamuflajın içindeki asil duruşu ile yüzbaşım bana doğru yaklaşıyordu. Sıradaki askerler duruşlarını düzeltirken birbirimizin gözlerine bakmaya devam ettik. Güzel gülüşüyle beyaz dişleri inci gibi gün yüzüne çıkarken ayağa kalktım. Önümde durup alnımdan öpmesini beklemiyordum. Herkes bize bakıyordu ve bu hareketi kalbimi tekletmeye yetmişti. "Alpay..."


Yüzüme bir bakışı ile ne kadar yorulduğumu anlamıştı. "İyi misin?"


Acıkmıştım ve biraz da başım ağrıyordu. Elimdeki eldivenleri çıkarıp atığa attım. Ayla'nın kucağından içinde tek bir börek kalan kabı aldım ve elimle dudaklarına doğru uzattım. "İyiyim. Sadece biraz açım."


Böreğin yarısını bana verirken gülümsedim. "Herkes yerine. Bugünlük bu kadar yeterli." Arkasına döndüğünde sırada kimsenin kalmadığını gördü. O gelir gelmez hepsi kaçar gibi gitmişti. Birbirimize bakıp gülüştük.


"Neden bu kadar korkuyorlar senden?"


"Yemeğe gidelim," dedi ve parmaklarını parmaklarımdan geçirdi. Bunu her yapışında ben daha da ona akıyordum. "Bölüğümdeki askerler onlara yaptıklarımı anlattığı için namım meşhurdur. Olması gereken de bu Boncuk. Biraz da korkmaları gerek. Yoksa bu kadar adamı nizama sokmak kolay mı?"


O en doğrusunu bilirdi. Ben asker değildim. Hep birlikte yemekhaneye doğru giderken parmaklarımı hafifçe sıktı. "Yarın sabah Kuzey Irak'a gideceğiz boncuk." Alışıyordum gitmelerine ama uzaklık korkutuyordu.


Üzüldüğümü belli etmeden gülümsedim. "Bana dönmeyi unutmadığın sürece sorun yok." Elini okşadım. "Güle güle gidin."


Sadece baktı ve iç çekti. Biz birbirimize büyülenmiş gibi bakarken yemekhaneye girmiştik. Masalardan birine otururken elimi öptü. Bunu herkesin içinde yapması şart mıydı? Utanıyordum işte. Çelebi elindeki tepsiyi önüme koyunca gülümsedim. "Zahmet oldu Çelebi. Teşekkür ederim."


"Afiyet olsun yenge."


Bakışlarım Alpay'ı buldu. Çelebi yenge dediği için genişçe gülümsüyordu. Bana bakınca gözlerimi kaçırdım. Bu duruma ne zaman alışabilecektim? Belki de aylar sonra kocam olacaktı ama hala düşündükçe yanaklarımın kızarmasına engel olamıyordum.


🥀


Yemekten sonra onu bir daha görememiştim. Akşama kadar pansuman ve aşılardan başımı kaldıramamış Ayla’da aşıya yardım ettikten sonra saat sekizi geçince gitmişti.


Revirde tek kalınca sedyeye uzandım ve ayaklarımı uzattım. Aklım ondaydı. Onu görmek istiyordum. Ne yapıyordu acaba? Hiç yanıma da uğrayamamıştı. Telefonumu elime aldım ve mesaj yazmak için kilidi açtım. Mesaj ekranına giremeden onun araması ekrana düşünce kocaman güldüm. Kalp kalbe gerçekten karşı yüzbaşım.


"Alpay."


"Benim güzel sözlüm ne yapıyor?"


Kapı çalınca doğruldum. "Biraz uzanmıştım. Sen ne yapıyorsun?"


Elinde tek bir gülle içeri bir asker girince afalladım. Asker elime gülü tutuşturup çıkınca arkasından bakakaldım. "Devriye geziyordum. Yarın ki görev için plan yaptık yanına gelemedim." Uzunca bir iç çekiş... "Beğendin mi?"


Gülü burnuma yaklaştırıp kokladım. "Çok beğendim ama senin elinden almayı isterdim."


Güldü. "Farklı bir şeyler yapmak istedim." Benimle flörtleşmeye çalışıyordu. "Erkek sevdiği kadına kurye ile kapısına çiçek gönderir. Eee benim hayatım askeriyeden ibaret."


"Anladım," dedim sessizce. "Bitmedi mi peki işin?"


"Bitti benimle on beş dakika sonra arka bahçede buluş."


Bu kez sesli güldüm. "Yakamda karanfil olsun mu yüzbaşım?"


"Gözleriniz sizi tanımama yeter hanımefendi."


"Pekala bayım. Sizinle on beş dakika sonra buluşacağım."


Telefonu kapattıktan sonra aynanın karşısına geçip saçlarımı tarayıp serbest bıraktım. Yüzüme biraz kapatıcı sürdükten sonra gözlerime rimel sürdüm. Aynadaki görüntüme bakıp güldüm. Sözlenmiştik şimdi de sevgili mi oluyorduk?


Kalbim gümbür gümbür atarken parfüm sıkıp dışarı çıktım. Hava hafif serinlemişti. Sonbahar kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Adımlarımı arka bahçeye doğru yönlendirirken içimde fazlaca heyecan vardı.


Az ilerideki kamelyanın önünde Alpay'ı gördüm. Karşısındaki kadını görünce adımlarım yavaşladı ve içim bir garip oldu. Yüzüm asılırken onlara doğru yaklaşmaya devam ettim.


🥀


Sevgili olmayı unutup sözlendiren koca yürekli yazarınızı övün acıkta😂🙈Sevgili yapmayı unutmuşumdur skakalala


Söz verdiğim gibi bir hafta dolmadan yeni bölümle geldim. Siz de desteğinizi esirgemeyin lütfen❤️


Okunmaların düşüsü ve doğru düzgün etkileşim alamamak epey keyfimi kaçırdı. Geri dönüş almak hikayenin gidişatı için önemli bir detay. Lütfen beğeniyorsanız bunu belirtmekten kaçınmayın🌺


Bir sonraki bölümde görüşmek üzere🙏


Loading...
0%