Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Vatanim Sensi̇n

@aysegulcee1


🇹🇷   


🥀


Bilemezsin bazen ceza olduğunu düşündüğün şeyler sana bir lütuf geri olarak döner.


Göremezsin canını yakan acılar ardında nice güzellikler saklar.


🥀


Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selâmlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.


Arif Nihat Asya🍁


🥀


Elim kalbimin üzerinde birkaç saniye ardından bakakaldım. Heybetli duruşu kendin emin bakışları beni etkileyen yegane özellikleriydi. Ona baktığımı hissetmişcesine merdivenlerin başındayken bana doğru döndü. "Çorbadan iç mutlaka. Ölüyü diriltirmiş." Başını sallayarak kendi kendine güldü.


"Annenin eline sağlık. Teşekkür ettiğimi söyle. Tabii çorbayı çalmadıysan."


"Boncuk gözlü tatlı bir kıza götürdüğümü söyleyince seve seve verdi tencereyi." Kalbim heyecanla çarparken o yüzünü ekşitti. "İlikli kemik suyu varmış içinde."


Yüzümü ekşiterek karşılık verdim. "Yemeğe kalmıyor musun?"


"Belki daha sonra. Şimdi tugaya uğramam gerek. Dikkat et kendine." Üniformasının yakasını düzeltip yürüdü.


Merdivenlerden inerken ardında bıraktığı adım seslerini dinledim. Elimi yüzümü soğuk su ile yıkamış aşağıya inmeden düşünmüştüm. Bizi düşünmüştüm. Bizi öğrendiğinde amcamın vereceği tepkiyi düşünmüştüm. Yüzbaşının ölen nişanlısını düşünmüştüm. Yaşadıkları elim kazayı düşünmüştüm ve düşündükçe içinden çıkamayacak bir kuyuya çekilmiştim.


Bilmiyordum. Sonu uzun bir karanlıktı çıktığımız bu yolun. Biliyordum ne o ne de ben hislerimize engel olamayacaktık.

Sonra ona söylediklerimi düşündüm. Akışına, zamana ve Allah'a bırakmak. Elimi kalbimin üzerine dokundurup kapıya yaklaştım. 'Hayatımın en güzel tevekkülü sen olacaksın Bayraktar.'


Banyodan çıktığımda Ayla'nın, "Yemeğe kalsaydınız yüzbaşım," dediğini işittim. Lütfen biraz daha kal yüzbaşı.


"Başka sefere hanımlar."


Banyodan çıkıp odama girdim. Bütün keyfim kaçmıştı gidişiyle. Kapı sesi işitince gittiğini anladım. Nefesim daralıyor ve kalbim hızlanıyordu. Bir gülüşü bir sözüyle kalbimi yoldan çıkarmasına izin verdiğim için en çokta kendime kızıyordum. Göz göre göre bir albayla savaşa itiyordum onu.


Sakinleşmeyen kalbime ve ateş gibi yanan yanaklarıma söylenerek dışarı çıktım. Ne hakkı vardı beni böyle divane etmeye? Ne yapmış etmiş sonunda gözlerimi kapadığımda gözlerini görmeme sebep olmuştu. Elimde sımsıkı tuttuğumu düşündüğüm o ok çoktan yaydan çıkmıştı.


Kendi kendime söyleniyordum merdivenlerden inerken. "Ne hakkı var ki kalbimi böyle çarptırmaya?" Ayaklarımı hızlı hızlı çarpıyordum ahşap merdivenlere. "Kızlar birine aşık olduğunuzu nasıl anlarsınız? Kalbim niye duracak gibi?"


Gözlerimi yemek masasına çevirdiğimde ne bir adım atabilmiş ne de tek bir kelime edebilmiştim. Başımdan aşağıya dökülen kaynar sular keşke gözlerimi de yaksaydı da ben bu anı yaşamasaydım. Çelebi ve Fırat mutfaktan çıkarken Teğmen Kenan henüz ağzına götüremeden havada kalmış çatalıyla bana bakıyordu.


Bunlar yabani otlar gibi nasıl bitivermişti?


Ayaklarım yere çivilenirken yanaklarım cayır cayır yanmaya başlamıştı. Yer yarılsada tam şu anda içine girsem. Nasıl bir sınavdı bu adam? Allah'ım neyle sınıyorsun beni? Masadaki şaşkın gözlerle tek tek bakışırken öyle utanmıştım ki neredeyse ağlayacaktım. Dolan gözlerimi kırpıştırıp, "Si-sizin ne işiniz var burada?" diye sorabildim. Sesim bile utançla kısık çıkıyordu.


Çelebi ve Fırat gülerek birbirine bakarken Teğmen Kenan mahcup bir ifade ile ensesini ovuşturdu. Ayla, elindeki çatalı masaya bıraktı. "Yüzbaşı gidecekken Teğmen ve çocuklar geldi. Onlar da gelince gitmekten..."


Yavaşça yutkundum. Hepsi dudaklarını birbirine bastırırken yüzbaşı ile göz göze geldim. Gözlerinin içinde gül bahçesi açmıştı sanki. "Ben üzgünüm."


Koşarak merdivenlere dönerken yüzbaşının ayağa kalktığını işittim. "Güliz dur lütfen!"


Çıldırmış olmalı. Durupta ne diyecektim? Kendimi güçlükle odaya atıp hemen kapıyı kilitledim. Sırtımı kapıya yasladım ve bir süre kalbimin sakinleşmesini bekledim. "Allah'ım ben ne yaptım?" Herkesin içinde söylenecek şey miydi bu? Herkesin içinde bir aşığım demediğim kalmıştı.


"Güliz Ada," dedi kapıya vururken. Ses vermedim. Yanaklarım hala sıcacıktı. "Güliz lütfen!" Hislerimi ona söylemeden bu şekilde ima etmem utanç vericiydi. Hem de bunu ikinci kez yapıyordum. "Boncuk!"


"Git," diye fısıldadım. "Gidin lütfen. Çok utanıyorum." Yüzüne bakmam mümkün değildi.


"Kapıyı açmadan hiçbir yere gitmiyorum."


"Lütfen," diye mırıldandım. "Çok utanıyorum."


"Kapının ardındaysan çekil hemen!" Kapıyı kırmazdı değil mi?


Nefes alamadığımı hissedince kapıdan ayrıldım ve pencereye koştum. Yüksek değildi ve buradan kaçıp biraz kendime gelebilirdim. Başımı çevirip kapıya baktım. Sesi gelmiyordu artık. Pencereye çıktım ve arkamı dönerek ayağımı korkuluklara yerleştirdim. Ne not ne de yaşadığım o olay beni durdurmaya yetmemişti.


Demirlere tutunarak aşağıya indim. Yere yaklaşınca atladım ve bahçe kapısına doğru hızla koştum. Evin kapısının açıldığını duyunca panikle yola attım kendimi. Bir iki adım atmıştım ki onun göğsüne çarpıp sendeledim. "Sen akıllanmamışsın," diye bağırırken kollarından kurtulmaya çalışıyordum. "Tek başına nereye gidecektin boncuk?"


"Bırak beni!" 


"Keçi," diye söylendi. Ellerinin bileğimi tuttuğunu fark edince öfkeyle soluyarak bıraktı. "Keçi gibi tırmanmışsın. Ya düşseydin Boncuk? Canıma kastın mı var senin?" Kaçamıyordum. Heybetli duruşu ile tam önümdeydi.


Kumsala doğru birkaç adım attım. Yüzüne bakamıyordum neden anlamıyordu? Gülerek peşimden geldiğini görünce yanaklarımı şişirdim. "Sen nereye geliyorsun ya? Bırak benim peşimi!"


"Peşini bırakmamı söylemek için epey geç kaldığını söylemek isterim güzelim."


Dudaklarım hayretle aralandı. Adam düpedüz bana yürümüyor koşuyordu. "Sizinle görüşmeyi düşünmüyorum Alpay Yüzbaşı. Kur yapmayı bırakmalısınız."


"Alpay diyen diline kurban olurum kız senin."


Bir an da durdum ve kollarımı göğsümde bağladım. Yüzünde muzip bir ifade vardı. "Peşimi bırakmazsan askeriyeye gider revirde kalırım!"


Eliyle saçlarını düzeltirken olduğum yere çöküp oturdum. "İyi ben de sabaha kadar burada otururum."


Gülerek dudaklarını ısırdı. "Kalkar mısın yerden?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Arkamızdaki eve dönüp baktı ve gözlerini kıstı. "Annem bizi görmeden bence kalk."


İki katlı pembe bir evdi hemen arkasında duran. Duvarlarını gül sarmaşıkları sarmıştı. "Burası sizin eviniz mi?"


"Annemle babamın evi." O burada kalmıyor muydu? Bizim evle arasında iki ev vardı yalnızca. Perdenin kıpırdandığını görünce panikle ayağa kalktım ve aşağıya doğru yürümeye başladım. Gülerek yanımda yürümeye başladı. "Sultan'ım seni görür ve beğenirse hiç kurtuluşun yok boncuk!"


Yüzüne bakamıyordum hala. Ellerimle oynarken "Kurtalamadığım neymiş?" diye sordum.


Yönüm ona dönük değildi lakin bana baktığını hissedebiliyordum. Sahil yoluna döndük birlikte. "Karım olmaktan."


Sözlerine karşı kalbim küt küt atarken avuç içlerim terlemeye başlamıştı. Hayatımda böyle açık sözlü bir adam daha görmemiştim. "Beğendiği çok kız olmuştur. Kaç tane karın var yüzbaşı?" Gülümsediğimi görmemeliydi. 'Senin karın olmak hayalini bile kuramayacağım kadar güzel ve uzak yüzbaşı."


"Oldu elbette lakin onun beğendiklerini ben hiç beğenmemiştim boncuk." Allah'ım sen kalbime mukayyet ol.


Nefesim hızlanırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Kalplerimiz birbirine koşarken kaçmam anlamsızdı. Bir şey söylemedim. Konuşmak işkenceye dönüşüyordu her saniye. Ben susunca sessizce yanımda yürümeye devam etti.


Aramızdaki sessizlik rahatsız etmeye başlamıştı artık. Konuşsun bir şeyler söylesin istiyordum. Kalbimin atışının duyulmasından korkuyordum zira. Öte yandan sussun ve hiçbir şey sormasın istiyordum. Ne demek istedin, bana aşık mı oluyorsun diye sormasından çok korkuyordum. Hoş artık sormasına da gerek yoktu ya.


Sessizce mırıldandığı şarkıyı duyunca gülüşümü engelleyemedim. Onun da güldüğünü işitince bacaklarımın gücü çekilmişti. "Kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin?"


Bir anda durup ona bakınca gözlerinde bir parıltı buldum. Hiçbir şey söylemeden bakışırken zaman kavramını da kaybetmiştim. Ben konuşmayınca daha önce onun ağzından duyduğum o türküyü söylemeye başladı. 'Ben seni görünce mültecin olurum. Göğsüne sığınıp iltica ederim."Ben seni sevince canım ben seni sevince gülüm bir başka olurum."


Kendimi türkünün sözlerine kaptırmış onunla birlikte mırıldandığımın farkına bile varamamıştım. Öyle ki türküyü ne zaman söylemeyi bıraktığını bile fark edememiştim. Öksürüğü ile kendime gelince çok utandım.


"Geri dönelim mi?"


Kaşlarını oynatıp, "cık," dedi. "Artık olmaz!"


Eliyle yürümem için işaret edince sesli bir nefes koyverdim. Limanda bekleyen tekneye bakarken midemin bulandığını hissettim. Elimi dudaklarıma bastırdım korkuyla. Kalp atışlarım hızlanıyordu. Yavaşladığımı hissedince omuzlarının üzerinden bana baktı. Yüzümdeki ifade kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. "Güliz!"


"Alpay! Ben sanırım kusacağ..." Elimi dudaklarımdan çeker çekmez midemde ne var ne yoksa çıkarmıştım. Elimle onu ittirirken diğer yandan da karnımı tutuyordum.


"Boncuk!" 


Çabalarıma rağmen eğildi ve saçlarımı eline aldı. Diğer eli belimi tutuyordu sımsıkı. "İyi misin Güliz Ada?"


"Lütfen bakma." Yaşadığım o korkunç an gelmişti gözlerimin önüne. Beni bu hale getiren o olmalıydı. İyi değildim lakin onu endişelendirmek istemiyordum şimdi.


"Tekneye binelim de elini yüzünü yıkayalım." Omuzlarımdan kavrayarak yürümeme destek olurken ağzımdaki acı tattan bir an önce kurtulmak için adımlarımı hızlı atıyordum. "Özür dilerim Boncuk," dedi mahcup bir sesle. Yüzümdeki saçları omuzlarımın üzerine attı. "Ben düşünemedim kendini kötü hissedeceğini."


"Sorun değil," dedim. "Kusunca rahatladım. Birkaç gündür böyleyim. Sanırım midemi üşüttüm."


Tekneye çıkacakken içeriden orta yaşlarda bir adam çıktı ve kolumdan tutup çıkmamda yardımcı oldu. "Hoş geldiniz komutanım," dedi adam Alpay'a gülerek. Sonra bana baktı tebessümle.


Alpay adama gülüp omzuna dokundu. "Hoş bulduk Nihat kaptan. Bizi şehre götür bakalım."


Teknesinde görevli kaptan olduğunu anladığım adama gülümsedikten sonra Alpay'ın yönlendirmesiyle içeriye girdim.


Birlikte lavaboya girdik. Musluğu açarken aynadan yüzüne baktım. Aynadan gözlerimiz buluşunca yüzündeki endişe ve merakla karşılaştım. "Kalem var mı?" diye sordum. Kalemi ne yapacağımı merak ettiği için kaşlarını gözlerine indirdi.


Aynayı açıp dolaptan aldığı kurşun kalemi bana uzattı. Dikkatle ne yapacağımı izliyordu. Saçlarımı tepeden toplayıp kalemle sabitleyince dudakları usulca kıvrıldı. Birkaç saniye baktı ve "Çok güzel oldu," dedi.


"Teşekkür ederim."


Banyodan çıkıp güverteye geçtiğimizde yerdeki minderlerin üzerine oturdu. Eliyle mindere vurdu oturmam için. Derin bir nefes çekip yanına oturdum. Kollarını arkasına yaslamış gökyüzüne bakıyordu. Deniz kokusu usulca genzime dokunurken bacaklarımı kendime çekip onu arkamda bıraktım.


"Çok güzel kokuyor," diye mırıldandım. Sözlerimden sonra nefesini ensemde hissedince gözlerimi kapadım. Derince çekti içine havayı. Kokladığı ben miydim deniz mi emin değildim.


"Çok güzel kokuyor hem de," dedi. Parmaklarının saçlarıma dokunduğunu hissediyordum. Kalbim bir kuş gibi cıvıldarken içimden sıcacık bir şeyin aktığını hissettim. "Hiç böyle hissetmemiştim boncuk."


Ben de yüzbaşı, ben de böyle sarhoş hissetmemiştim. Kalbim seni istiyorken nasıl git derdim? "Alpay," diye mırıldandım. Omuzlarıma örttüğü battaniyenin bir ucunu kendi omuzlarına da çekti. "Az önce duydukların..."


"Evet," dedi kısık bir sesle. "Az önce bana aşık olduğunu duydum." İkimizin de aldığı sık nefesler bedenimde baş edilmesi imkansız bir yangın harlamıştı.


"Aşığım demedim," diye itiraz ettim. Parmakları saçlarımın uçlarında oynamaya devam ediyordu. "Aşık oluyor olabilirim dedim." Güldü. Yüzümü yıldızlı geceye çevirdim göz göze gelmemek için. Çünkü gözler yalan nedir bilmezdi.

"Yani bunu olmadan engelleyebilirim."


"Cık," dedi. "Engelleyemezsin. Yayından çıkan oku tutamazsın boncuk. Kadere karşı gelemezsin." Yüzümü ona çevirdiğimde karşıya baktığını gördüm. "Boncuk." Beni bırakmayacağını hissedince dolan gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Ben böyle sevilmedim bir adam tarafından. Böyle güzel sevilmedim ki hiç. "Boncuk, benim boncuğum..."


Benim boncuğum. Bu amcamdan ve babamdan gördüğüm sevgi gibi değildi. Bu bambaşka bir şeydi. Kalbimi kaynatan çok başka bir histi. Nefesi kulağımın hemen yanındaydı. Kayan bir yıldızı izlerken mırıldandığını işittim. Sözleri şefkatle sarmıştı kalbimi. "Ben seni görünce mültecin olurum. Göğsüne sığınır iltica ederim."


Gözlerimi kapatıp sesinin huzuruna bıraktım kendimi. Bülbül meydana çıkınca gül sevincinden tomurcuk açarmış. Tek tek yeşeriyordu benim de dallarım. "Ben seni sevince canım bir başka olurum."


Sözlerinin sıcaklığından mütevellit sıcaklamaya başlamıştım. Şu an ihtiyacım olan tek şey bir bardak soğuk suydu. "Gitmeliyiz," diye mırıldandım. Deniz nazlı bir gelin gibi karşımızda dalgalanıyordu. "Kızlar merak eder. Gecikmeyelim."


"Kal! Lütfen bu gece burada kal Güliz Ada. Yalnız da değiliz eğer bunu sorun edersen." Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı sözlerinin etkisiyle. "Bu mümkün mü boncuk?"


"Gitmek istiyorum yüzbaşı ama bir o kadar da kalmak. Sen bana ne yaptığının farkında mısın?"


Sırt üstü uzandı ve kollarını başının altına yerleştirdi. Çenesiyle yanını işaret edince güldüm. "Korkma," dedi. "Sana zarar vermem." Buna emindim. Kendimi amcamdan sonra güvende hissedebildiğim tek yerdeydim.


Sırtımı yavaşça yanına bıraktığımda battaniyeyi üzerime örttü. Bana yaklaşmadığı için onun üzeri açık kalmıştı. Ona döndüğümde gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. "Dalgaların sesini işitiyor musun?"


Onun yaptığı gibi gözlerimi kapadım. Müthiş bir sessizlik vardı. Gecenin ve denizin gürültüsü duyuluyordu yalnızca. "Evet. Mükemmel değil mi?"


"Ben duyamıyorum," deyince gözlerimi hızla açtım. Yüzü bana dönüktü. Göz göze geldik ansızın. "Gözlerin menzilime girdiğinden beri sağır oldum boncuk. Senden başka bir şey duyamıyorum."


Utandığım için yüzümü gökyüzüne çevirdim ve gözlerimi kapattım. Bedenim böylesine heyecanla dolmuşken ona bir şey söyleyemezdim. Bir daha onun sesini duymadan uykuya çekilirken kalbim göğsüme usulca vurmaya devam etmişti.


***


Güneş ışıkları rahatsız etmeye başlayınca uzun zaman sonra uyuyabildiğim derin uykumdan uyanmıştım. Kulağıma gelen uçak sesleriyle gözlerimi araladığımda Alpay'ın kolları arasındaydım.


Uyku mahmurluğundan kurtulmaya çalışırken kıpırdandı ve kollarını daha da sıkınca nefessiz kaldım. "Günaydın!" Homurtulu sesler çıkartarak gerinirken belimi sıkmaya devam ediyordu.


Elimi sertçe göğsüne vurdum. "Hey! Uyumadığını biliyorum."


Gözlerini araladı ve kollarını yavaşça gevşetti. "Günaydın boncuk." Kollarının arasından çekildim ve kaşlarımı çattım. "Uyku sersemiyle sarılmış olmalıyım."


Gözlerini kaçırınca homurdandım. Berbat bir yalancı olduğunun farkında mıydı acaba? Yanaklarını şişirip başını yere bıraktı. Üzerimizden iki tane uçak geçip havada birbiri ile dans ederken bileğimden yakalayıp sırt üstü düşmemi sağladı. "İzle boncuk," dedi keyifle. "İki sevgili gibi cilveleşmelerini..."


Gökyüzünde renkli dumanlar bırakarak bir sürü şekil çizen iki uçağa bakarken göğsüm gururla yükselmişti. Çizdikleri kalbin ortasından geçerlerken kahkaha attım. "Bu mükemmel yüzbaşı!"


"Öyle," dedi gururla. "Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı şerefine bugün gün batana kadar adanın üzerinde uçacaklar Güliz. Bütün Akdeniz'i kuşatacaklar."


Birkaç dakika gökyüzünü seyrettik. Kızlar aklıma gelince telaşla doğruldum. Telefonumun şarjı bitmişti. Döndüğümde fırça yemem kaçınılmazdı tabii peşinden sorgu sual beni bekliyordu. Telefonu titreyince o da benden sonra doğruldu. Saçlarını karıştırdı ve boğazını temizleyip telefonu açtı. "On dakikaya oradayım."


"Kutlama için bugün buralarda olmam gerek. Seni bıraktıktan sonra döneceğim." Ayağa kalkıp bana elini uzattı. "Saat ikide başlayacak. Geleceksiniz değil mi?"


Elini tutup kalkarken sendeledim. Gözlerim kararmış ve midem bulanmıştı. "Elbette geleceğiz. Bugün kutlu bir gün."


Boğazıma taşan acı tat yüzünden yüzümü buruşturduğumu görünce endişeyle baktı yüzüme. "Yine mi başın döndü boncuk?"


"Biraz. Geçti şimdi."


"Doktora gitmelisin," dedi. Yerdeki battaniyeyi alıp içeriye yürüdü. "Yarana da baktırmalısın."


Onu takip ederken gülümsedim. "Emredersiniz yüzbaşım."


***


"Bu elbise konusunda içim rahat değil." Ayla ve Armağan aynı anda bana bakıp göz devirdiler. Üzerimde etekleri bol beyaz bir elbise vardı. Kolsuz ve omuzları balon modeldi. Dizlerimin üzerinde olması rahatsız ediyordu.


Bugüne özel kırmızı beyaz kombin yapmak istemişti Armağan. Saçlarımda ise kırmızı bir bandana vardı. Boyum kısaydı. Bacaklarımın dikkat çekmediğini düşünsemde geri dönüp değiştirme isteğini bastıramıyordum. "O kadar tatlısın ki yüzbaşı bugün heyecandan oyunun ortasında düşebilir."


Birbirlerine bakıp gülüştüklerinde elimi belime koyup kaşlarımı çattım. Her fırsatta yüzbaşı ve benimle ilgili imada bulunuyorlardı. "Çelebi iki kez kapıya geldi seni sormak için." Ayla gözlerini kaçırdı. "Hem de birbirinden saçma bahanelerle. Ben ima ediyor muyum?"


Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp kırmızı eteğini çekiştirdi. Üzerinde beyaz bir tişört vardı. Altın sarısı saçlarıyla uyum içindeydi. "Ne iması edebilirsin ki Güliz? Evlerinde tuz bitmesi doğal bir şey." Çelebi ailesiyle yüzbaşının evinin hemen arkasındaki tek katlı bahçeli evde kalıyordu. Annesi ile ayak üstü tanışma fırsatımız olmuştu. Tonton tatlı bir hanımdı Meliha teyze. Ayak üstü günlerine çağırmıştı.


"Ya ya gayet normal sıradan bir şey. Ben aksini iddia etmedim ki zaten kuzucuğum."


Ayla'nın yanaklarının pembeleştiğini görünce güldüm. Üzerine gitmek istemiyordum. Çelebi'nin ona olan ilgisi beni ancak mutlu ederdi.

Elimizde bayraklarla sahile doğru inmeye başladık. Armağan telefonunu çantasına yerleştirirken gülümseyerek bize döndü. "Bizimkiler tören alanındaymış." Uzandı ve koluma çimdik attı. "Yüzbaşı ve ekibi zeybek oynayacakmış."


Böyle bir planı olduğunu bilmiyordum. Gülümsedim elimde olmadan. İçimde yükselen gururla başımı dimdik tuttum. "İzlemek için sabırsızlanıyorum."


"Biz de." İkisi de aynı anda göz kırpınca utanarak önüme döndüm. Tören alanına yaklaştığımızda askerlerin ve çalışanların toplandığını gördük. Askerler ve askeri araçlar her yerdeydi. Büyük bir kutlama olacağından ve Azerbaycan Genel Kurmay Başkanı konuşma yapmak için geleceğinden güvenlik önlemleri hat safhadaydı.


Yaklaştıkça içimdeki heyecanda artarak devam ediyordu. Sanki orada görev alacak olan bendim. Baş edilemez bir hissin ortasındaydım. Heyecanım onu görecek olmaktandı şüphesiz. Henüz aramamıştı. Yoğun olduğunu biliyordum lakin mesaj bekliyor oluşuma engel olamıyordum bir türlü.


Tören alanına ulaştığımızda Teğmen Kenan girişte bizi karşılamıştı. Üzerinde üniforması vardı. "Hoş geldiniz hanımlar." Teğmene selam verirken gözlerim yüzbaşıyı arıyordu. Çelebi ve Çavuş uzaktan el sallayarak bizi selamladıktan sonra bariyerlerden geçip içeriye doğru yürüdük.


Hep birlikte uçakların gösterisini beklerken Orgeneralin yaptığı konuşmayı dinliyorduk. Azerbaycan Genel Kurmay Başkanını selamladıktan sonra törenin gidişatı ile ilgili bilgiler vermeye başladı. Saygı duruşundan sonra yerlerimize oturduk.


Solo Türkler gökyüzüne renkli dumanlar bırakarak muhteşem hareketler yaparken her geçişlerinde büyük bir alkış tufanı kopuyordu. Teğmen, biz yerimize yerleşir yerleşmez yanımızdan ayrılmıştı. Ayla dalgındı. Ara ara gökyüzüne baksada canının sıkkın olduğunu görebiliyordum.


Bakışlarım kalabalığın üzerinde dolanırken askerlerin olduğu bölümde onu gördüm. Çatık kaşlarla olduğumuz tarafa bakıyordu. Bir süre gözlerimizi birbirimizden çekmeden bakıştık. Üzerindeki üniforma ile oldukça hoş görünüyordu. Elini cebinden çıkardı ve girişin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Neden kaşlarının çatık olduğunu anlamak için yanına gitmek istiyordum.


Ayla'ya döndüm hemen. "Ayla lavaboya gidiyorum geliyor musun?" Başını sallayıp ayağa kalkarken Armağan bize doğru döndü. "Lavaboya gidip geliyoruz. Yerimizi kaptırma Armağan."


Alan çok kalabalıktı ve ayakta durmaya bile yer yoktu. Armağan başını olumlu anlamda sallarken arkasına yaslandı. Alışveriş tezgahlarının olduğu tarafa doğru yürümeye başladık. Hala gelenler olduğu için yürümekte çok zorlanıyorduk. "Yüzbaşıyı göremedim," dedi Ayla gülerek. "Ama onun seni gördüğüne eminim. Bu elbise ile dikkatini çekmemiş olman imkansız."


Kaşlarımı yukarı kaldırdım. Elbette yüzündeki o ifade elbisemdendi. Bunu anlayınca kalbim hızla çarpmaya başladı. Kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışırken karşımıza Fırat ve Çelebi çıktı. Daha doğrusu Ayla Fırat'ın göğsüne çarpınca durmak zorunda kalmıştık.


Ayla başını kaldırıp Fırat'la göz göze gelince utanarak geri çekildi. Bakışlarım Çelebi'ye kaymıştı istemsiz. Kaşları hafif çatılmıştı. Boğazını öksürerek temizledi. "Merhaba kızlar." Bakışları Ayla'nın üzerinde dolaştı ve gözlerini buldu. "Çok güzel olmuşsun. Şey yani olmuşsunuz."


Dudaklarımdan kaçan ufak bir gülüş Çelebi'nin kendine gelmesine yetmişti. Fırat, "Gidiyor musunuz yoksa?" diye sordu. "Biri bir şey mi yaptı yoksa?"


İkisi de hindi gibi kabarınca araya girdim. "Kimse bir şey yapmadı çocuklar. Dolaşıyoruz sadece."


Ayla başını kaldırıp Çelebi'ye bakınca kirpiklerini birkaç kez hareket ettirdi. Onları üniformaları ile ilk görüşümüz değildi lakin bugün bambaşka görünüyorlardı. Daha özenli ve daha yakışıklı. "Lavaboyu bulmaya çalışıyoruz biz aslında," dedim gülerek.


Onlar bakışırken ben etrafa bakınıp onu arıyordum. Nereye kayboldu ki bu adam? "Lavabolar diğer tarafta. Ben götürürüm sizi."


"Siz gidin," dedim Çelebi'ye dönüp. Onu büfelerin arasına girerken görmüştüm. "Ben su alıp geleceğim."


"Olmaz boncuk hanım. Yalnız dolaşmayın. Sonra bülbülüm canımıza okur." Fırat peşimden gelirken ben çoktan kalabalığa karışmıştım. Omuzlarımın üzerinden Fırat'a baktım. Yanlış yöne gidiyordu.


Önüme dönüp yürümeye devam ederken asker kalabalığına girdiğimi fark edince afalladım. Yürümek için çarptığım genç adamlar bana bıyık altından gülerek bakıyorlardı.


Çıkışa ulaşmak için oflayıp puflarken biri beni kolumdan yakaladı ve sol tarafa savurdu. Beni bileğimden yakalayanın yüzbaşı olduğunu görünce genişçe güldüm. Hızlı adımlarla geçen sefer çektiği büfenin arkasına sürüklemişti. Bileğimi bırakmadan büfenin duvarına yasladı ve çatık kaşlarıyla gözlerini yüzümde dolaştırmaya başladı. "Fırat nerede boncuk?" Burnundan soluyordu. "Ne işin var kalabalığın içinde?"


"Fırat'la mı olmam gerekiyordu?" Neden bu kadar öfkeli olduğunu biliyordum lakin rol yapmak hoşuma gitmişti. "Neden bu kadar gerginsin?"


Bileğimi bıraktı ve parmaklarını saçlarına sürttü. "Yanına yaklaşamıyorum ve evet Fırat'la olman gerekiyordu." Gözlerini hızlıca elbiseme indirip yüzüme çıkardı. "Kıskanç bir adamım ben boncuk. Epey kıskanç bir adam..."


"Hım," dedim dudaklarımı birbirine bastırırken. "Peki şu an neyi kıskandın bu kadar epey bekar Alpay Bayraktar?"


Tek kaşını kaldırdı ve elini başımın yanına yasladı. Gülüşü aklımı başından almaya yetmişti. Birinin bizi bu kadar yakın görmesi onun için pek iyi olmazdı. Amcamın her yerde gözü olduğuna emindim ama bunu çokta umursuyor gibi değildi. Parmağını burnunun ucuna dokundurdu. "Çok tatlı olmuş bir kızı," dedi. "Üzerindeki bakışları engelleyemediğim bir kızı..."


Kalbim sözleriyle çarparken çapkın bakışlarının esaretinde kaybolup gidiyordum. Bir adam konuşmadan bakışlarıyla hislerini böylesine güzel hissettirebilir miydi? O hissettiriyordu. Şu an üzerimdeki elbiseden kurtulmak istediğine adım kadar emindim.


"Gideyim mi ben artık?" Güldü. Ondan izin istemem hoşuna gitmiş olmalıydı. "Armağan yalnız kalmıştı."


Elini ve yüzünü çekmeden mırıldandı. "Git madem boncuk." Dudağı muzipçe kıvrılmıştı. "Ya da bekle! Fırat'ı arıyorum." Dediğini yapıp Fırat'ı aramasını bekledim.


"Girişteki büfenin arkasına gel."


Fırat'ın telefondan taşan sesine güldüm. Güldüğümü görünce burnumu parmaklarının arasına aldı. Burnumdaki parmağına bakmaya çalışırken şaşı olan gözlerime bakıp kahkaha attı. "Büfenin arkasında ne işiniz var bülbülüm? Yoksa... Yenge duymasın." Hemen ardından gelen gülüşme sesleri.


Alpay dişlerinin arasından söylenirken keyifle onu izledim. O yenge benimdir değil mi?

Öksürerek boğazını temizleyip, "Fırat," dedi uzunca. "Meydanda zeybek oynamak yerine şiir okumak istemiyorsan bir dakikaya burada ol!"


Fırat ve timin geri kalanını elinde kağıtla şiir okurken hayal edince sesli güldüm. Telefonu hırsla kapatıp yeniden bana yaklaştı. Eğildi, eğildi ve yanağımdan öpüp hızla uzaklaştı. Arkasından ağzım kulaklarımda bakarken Fırat'ın sesini işittim. Düldül, Çelebi ve Fırat gülerek beni izliyorlardı.


Duruşumu düzeltip yürümeye başlayınca üçü de beni takip etmeye başlamıştı. Fırat'ın omuzlarımın üzerinden uzattığı su şişesini alıp kuruyan boğazımı ıslattım. Hava sanki birkaç derece artmış gibiydi.


🥀


Uçakları izlerken telefonuma gelen mesaj dikkatimi dağıtmıştı. Telefonumun ekranına baktım. Gelen mesajdaki numarayı tanımıyordum. Mesajı açtığımda profil fotoğrafında Fırat'ı görünce genişçe gülümsedim.


Tören alanının dışındaki büfede seni bekliyorum boncuk. Acil gelmen gerekiyor özledim


Gülerek hızlıca cevap yazdım.

Geliyorum


Ayla'nın kulağına eğildim. "Birazdan gelirim."


Gülerek başını sallarken kalktım ve kırışan eteğimi düzelttim. Ona doğru yürürken heyecanlandığımı fark edince ayaklarım birbirine dolaşmaya başlamıştı. Biz ciddi ciddi flörtleşiyorduk ve bu hiçte kötü hissettirmiyordu. Tören alanının dışında çıktım ve bahsettiği büfeye doğru yürümeye başladım.


Yürürken kulağıma zeybek müziği gelmeye başlamıştı. Zeybek oynamayacak mıydı? Merakla büfenin arkasına geçtiğimde orada kimsenin olmadığını gördüm. Sağıma soluma bakındım lakin Alpay'ı yakınlarda göremedim.


Telefonumu çıkardım ve bana mesaj gönderdiği numarayı aradım. Aradığınız numara kullanılamamaktadır diyordu sekreter. Kalbim korkuyla hızlanırken konteynırların olduğu tarafa doğru biraz daha yaklaştım. Benimle dalga mı geçiyordu bu adam?


Geri döncekken ağzıma kapanan mendille kenara savruldum. Çırpındım lakin belimi kavrayan kollardan kurtulamadım. Karanlık bir yere çekince kulağıma fısıldadı. "Sana patrondan selam getirdim hemşire hanım. Diyor ki uslu durmalı. Notlardan kimseye bahsetmemeli. Aksi halde ada seri cinayet haberleri ile çalkalanabilir."


Yüzünü görmek için başımı çevirmeye çalışınca boynuma parmaklarını bastırıp engelledi. "Ah!" Canım çok yandığı için de bakmaya devam edemedim. Sesi tanıdık değildi. "Kimsiniz siz?"


"Sen tanımazsın," dedi kalın sesi ve doğu şivesiyle. "Belki de tanırsın küçük hanım."


"Benimle derdiniz ne?" Üzerinden ağır bir koku geliyordu. Ağır bir kimyasal ya da ilaç gibi. Tanıyamıyordum.


"Öğreneceksin lakin vakit doğru vakit değil. Şimdi ağzını açarsan burada katliam yapılmasına sebep olursun."


"Beni öldürmeyecekseniz neden bu işkenceye devam ediyorsunuz?"


"Onun oyuncağısın. Kimse oyuncağını kaybetmek istemez." Beni itekleyip yere düşmeme sebep olurken depodan hızla çıktı. Arkasından korkuyla bakarken kuruyan boğazım midemin bulanmasına sebep olmuştu. Birkaç dakika orada öylece bekledim ve dışarı çıktım. Kendime gelmeye çalışıyordum.


Tören alanına doğru yürürken kalabalığın dağılmaya başladığını gördüm. Zeybek oynarken öyle çok istemiştim ki görmeyi. Benimle ne dertleri vardı bilmiyordum. Belki de dertleri doğrudan benimle bile değildi lakin ne dertleri varsa basit olmadığı aşikardı.


Titreyen bacaklarımla tören alanına vardığımda bizimkilerin ve birkaç askerin ayakta beklediğini gördüm. Alpay'ın bakışları beni görünce kısıldı. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Önümde durdu ve koluma dokundu. "İyi misin Güliz Ada? Yüzün bembeyaz olmuş."


Bir şey belli etmemeye çalışarak cevap verdim. Bulantı hissinden kurtulmuş değildim üstelik. "Lavaboya gitmiştim," dedim çekinerek. "Oyununuzu kaçırdığımı fark edince üzüldüm. O yüzden..."


Arkasına döndü ve toplanmaya başlayan orkestranın olduğu tarafa doğru eliyle işaret verdi. Tim ve ekibin diğer kalanı ortaya doğru yaklaşırken ben ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Herkes etrafımızda yuvarlak olurken tam önümde durdu ve kollarını genişçe iki yana açtı. "Hiçbir şey için," dedi sessizce. "Üzülmene izin vermem boncuk."


Ben hayranlıkla oynayışını izlerken her ayağa kalktığında nefesi yüzüme çarpıyor kalbimi harekete geçiriyordu. Kollarını açtı ve kulağıma yaklaştı. İzleyen kişiler artarken benim de heyecanım artıyordu. Öyle ki yakınlığı yüzünden bayılabilirdim. Yaşadıklarımın etkisinden kurtulmuş değilken üstelik.


"Güliz," dedi. Nefesim duruşundaki güzellik yüzünden hızlanmaya başlamıştı. "Gül bülbüle vatan olmuş."


Yere çöktü, kalktı ve bu kez arkama geçti. Yanaklarım utançla yanmaya başladı. Herkesin içinde yaşadığımız bu şey onun için normal miydi bilmiyordum lakin benim için hiç kolay değildi. Askerlerin önünde sergilediği gösteri amcamın kulağına gidecekti buna emindim. "Benim vatanım olur musun?"


Gözlerimi kapattığımı kulaklarımıza gelen siren ve çığlık seslerinden sonra fark etmiştim. Birbirimize bakarken ilerideki kalabalığın kaynadığını gördük. Telsizlerine gelen sesle harekete geçerlerken omuzlarının üzerinden bana baktı. "Hemen buradan çıkın!"


"Alpay!" 


Kulakları sağır eden patlama sesiyle olduğumuz yere çökerken sağa sola koşuşan insanlara bakıp elimi kalbime bastırdım. Bunu yapan az önce beni depoya çeken adam olabilir miydi?


"Canlı bomba var!" diye bağırdı bir asker. Polisler kalanları güvenli alana doğru götürürken bakışlarım askerlerin içinde Alpay'ı arıyordu. "Herkes bariyerlerin dışına çıksın." Teğmen bize baktı ve silahını kavrayarak uzaklaştı.


Alpay ve askerlerin olduğu yere bakarken donup kalmıştım. O yapmıştı biliyordum. Hepsi benim yüzümdendi. Kim bilir kaç tane canlı bomba vardı? Kalabalıkta kızları da kaybedince tüm gücümle çığlık attım. "Alpay!" Armağan nefes nefese kolumdan yakalayınca bariyerlere doğru koştuk.


"Armağan Ayla yok." 


Hem koşuyor hem Ayla'yı arıyorduk. Bir kadının çığlık attığı yere bakınca Ayla'nın kalabalığın içinde olduğunu gördüm. "Patlayacak!" Genç bir kızın gözlerimizin önünde patladığına şahit olmuştum. Çelebi Ayla'ya doğru koşup kendini ona siper ederken Armağan'la bariyerlerin arasına girmiştik.


Güçlü bir sesle üzerimize devrilen demirlerin altında kalırken Armağan'la birbirimize sarıldık. Patlamanın ardından yükselen silah ve ambulans sesleri kulaklarımı sağır etmişti.


***


🙈🙈❤️seven sevdiğiyle zeybek oynasın ayol😍😍🙃


🙈🙈iyi akşamlar caniçlerim❤️ Nasılsınız? 🥀

Loading...
0%