@aysegulcee1
|
Fani yüreğime mevlam ömürlük bir sevda bahşetmiş. 🥀 Dikenlerin de başım gözüm üstüne gül kadın yeter ki yuvam senin dalın olsun. Zordur bir askerin yuvası olmak. Bugünü, dünü, yarınları, dönüp dolaşacağı yeri olmak... Hem de öyle zormuş ki bunu onsuz geçirdiğim her an da içim acıya acıya daha iyi öğrenmiştim. Uzun zaman sonra Kars'a dönmek memleketimde, baba ocağında olmak çok güzel hissettiriyordu. Kendimi Alpay'ın kollarında gibi huzurlu, umut dolu hissediyordum. Güzeldi işte. Annem, amcam, babam yanımda en önemlisi de hepsi başımda pervaneydi. Bir şekilde onsuzlukla başa çıkabiliyordum ta ki düne kadar. Ben bir hevesle nişan hazırlıkları yaparken Alpay kaç gün kaç hafta süreceğini bilmediğim bir göreve çağrılmıştı. Kuzey Irak, Suriye, Somali, Afganistan. Neredeydi ben bilmiyordum. Uykusuzluktan kızaran gözlerle yolunu gözlemek ve dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyordu. Sevdiğim adam dünyanın bir ucunda olabilirdi bense yalnızca varsayımlarla dakikaları sayıyordum. Babam bir hışımla, 'unut bu adamı gecesi gündüzü yok,' diyerek esip gürlemişti. Bir kere kalbe aldıktan sonra söküp atması kolay olmuyormuş. Bunu babama kabul ettiremesem de dile getirebilmiştim. Üstelik amcamda babamın üzerine sanki körükle gidiyordu. 'Ömrünü bir pencere önünde çürüteceksin.' Sanki ömür bir şekilde son bulmuyormuş gibi böyle söylemişti amcam. 'Dul bir kadın gibi evlat büyüteceksin.' Yengem de yalnız büyütmüştü. Anlamıyorlardı. Hiçbir zaman da anlamayacaklardı çünkü herkes gibi onlarda kendi canlarının derdindelerdi. İşin en kötüsü de onlara kızamıyordum. Yeter ki bana gelsin. Ben pencere önü çiçeği gibi solmaya razıydım. Suyum güneşim o olsun istiyordum. Bu mutlu olmama yetmez miydi? Bugün bir hafta oluyordu görev için yola çıkalı. Göğsüm sıkıştıkça kızları arıyor saatlerce dertleşiyordum. Vakit buldukça psikoterapi seanslarına gidiyordum. Kullandığım ilaçlar sanki bu bir haftada yeterli gelmemeye başlamış gibiydi. Bazen koca bir boşluğun içine çekiliyordum. Alpay'ın dün akşamüstü gönderdiği çikolata kutusunu ve pembe peluş tavşanı başucuma koymuştum. Görevdeyken bile beni düşünüyordu. Söz konusu bana iyi olduğunu duyurmak olunca imkansız nedir tanımıyordu. Telefonumu elime alıp pencerenin önündeki sandalyeme oturdum ve elimdeki Yasin cüzünü kalbimin üzerine bastırdım. Her gece tüm askerlerimiz için dua okur öyle uyurdum. Kaç dakika pencere önünde oturduğumu bilmiyordum. Omuzlarımın sızladığını hissedince elimdeki cüzü komodinimin üzerine bıraktım. Sesini duymaya ihtiyacım vardı. Telefonumu elime alıp bir hafta boyunca ona attığım mesajları okumaya başladım. Hiçbiri hala ona iletilmemişti. ***Alpay'ım bugün Olivia halayla nişan alışverişine çıktık. Bir sürü şey aldı. Görsen hepsi de öyle güzel ki. Söz tepsisi, bir sürü hediye kutusu, sandıklar, kıyafetler alındı. 🥀 ***Nasılsın sevgilim? Bugün sensiz geçirdiğim üçüncü gün. Annemle sizinkiler için bohça hazırladık. Adetmiş. Üşenmeden hepsini tek tek süsledim inanabiliyor musun? 🥀 ***Umarım iyisindir yakışıklı yüzbaşım. Tüm hazırlıklar bitti. Yalnızca senin bana gelmen kaldı gözümün nuru. Gözümden akan damlayı silerken titreyen parmaklarımla yeni bir mesaj yazmaya başladım. Yüzbaşım🥀 Sevdiğim bir nokta bile göndersen razıyım. Son gönderdiğim mesaj iletilince heyecanla yerimden kalktım. Avuçlarımın arasındaki telefonuma düşen bildirim sesi içimdeki avazın sesi olmuştu adeta. Yüzbaşım🥀 . İçim içime sığmazken bir mesaj daha yazmak için uğraşıyordum. ***Sevgilim? Yüzbaşım🥀 İyiyim gül kokulu kadınım, hepimiz iyiyiz. Çok özledim boncuk gözlerine vurulduğum. Günler sonra karakoldayız. Arıyorum aç lütfen. Seni görmem gerek! Beni ilk kez görecekmiş gibi bir heyecan sarmıştı yüreğimi. Yüzümdeki sırıtışı silemiyordum. Beni böyle ağzım kulaklarımda görmemeliydi. Hızlı hızlı çarparken kalbim ekrana düşen görüntü yüzünden yatağın üzerine düşüp kaldım. Üzerinde kamuflajları vardı. Saçları ıslak ve alnına yapışmıştı. Yağmurda mı yürümüşlerdi? Yüzünün bazı yerlerinde çamur izleri vardı. "Gül kokulum..." Gözlerim dolu dolu bakakaldım ekrana. Uykusuzluktan göz altları morarmıştı. Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Karşısında ağlayıp onu üzmek istemiyordum. "Sevgilim..." "Görev üç hafta daha sürecek sultanım. Merakta kalma, aklın bende kalmasın diye haber vereyim dedim." Yüzüm elimde olmadan asılmıştı. Acelemiz yoktu elbette fakat günler uzadıkça içimdeki korkuda uzayıp gidiyordu. Gülümsemeye çalıştım güçlükle. Ona destek olmam, gücüne güç katmam gerekiyordu. Sessizce ekrana baktığımı yeniden sesini duyunca fark ettim. "Sorun yok değil mi Güliz Ada'm? Yani gelemiyor oluşumu ailen sorun etmiyor değil mi?" Babamla ve amcamla yaptığım konuşmayı anımsayınca boğazıma bir yumru oturdu. Bu yüzdendi sesimin kısık çıkışı. "Ha-hayır sevgilim. Olur mu öyle şey? Elbette sorun etmiyorlar. Senin işin bu Alpay bunu biliyorlar." Sözlerimden sonra rahatladığını hissettim. Sesli bir nefes bırakırken yüzü gevşemişti. "Seni görmek iyi geldi yavrum fakat şimdi kapatmam gerek. Bana söylemek istediğin bir şey var mı? Seni rahatsız eden korkutan herhangi bir şey. Not falan almıyorsun değil mi?" Başımı iki yana salladım. Tuhaf bir şekilde sakin bir ay geçirmiştik. "Aklın bende kalmasın hayatım. Amcamın yanında kimse bana zarar veremez." Başını beni onaylarcasına salladı. "Biliyorum biliyorum. Mert Albay'ımın adı yeter. Yine de saçının teline zarar gelirse hesabını ondan sorarım Güliz Ada. Büyüğüm, üstüm falan dinlemem. Söz konusu sen olduğunda kimseye acımayacağımı biliyorum." Bunu Cafer'in dilini hiç düşünmeden kestiğinde anlamıştım zaten. "Sen yine de benim için kontrolünü yitirmemeye çalış olur mu sevgilim? İlişkimize zarar verecek davranışlardan sana zarar gelecek durumlardan uzak dur." Söylediklerimi ciddiye almıyormuş gibi başını ağır ağır salladı. Yüzünde sahte bir tebessümle bakıyordu gözlerime. Söylediklerimin bir kulağından çıktığına emindim. Alpay Bayraktar dik kafalı ve aklına eseni yapan bir adamdı zira. "Denerim," dedi sessizce. Neredeydi bilmiyordum lakin oldukça ıssız ve karanlık bir yer olduğunu görebiliyordum. Sessizliğimize böcek sesleri eşlik etmeye başlamıştı. "Ne aldınız bakalım halamla?" Neden imayla gülüyordu ki? "Aldık işte bir sürü şey. Kıyafet, çanta, ayakkabı, makyaj malzemeleri, pijamalar falan..." "Hımm," dedi gözlerini kısarak. "Nasıl pijamalarmış onlar bakalım?" Yanaklarım bir anda ısınınca kaşlarımı çattım. Utandığımı anlayınca arsızca güldü. "Söyleme nasıl olsa göreceğim. O şeyler üzerindeyken kızaran yanaklarına bakıp saatlerce seni izleyeceğim Güliz Ada'm." Kalbim göğsümü delecek kadar hızlı atsada konuşmayı başarmıştım. "Bunun için gelmen gerekecek yüzbaşı!" Uzunca baktı. Söylemek istediklerini gözleriyle anlatmaya çalışıyor gibiydi. "Biraz daha kapatmazsan kanat takıp oraya uçmam an meselesi zaten boncuk." "Alpay..." "Sultanım..." "Çabuk gel olur mu?" Sertçe yutkundu. Beni ne kadar çok özlediğini gözlerindeki ateşten anlayabiliyordum. "Geleceğim boncuk. Geleceğim ve nikahı basıp seni koynuma alacağım." Sözleri yüzünden gözlerim yuvalarından fırlayacak kadar büyümüştü. Bacaklarımın canı çekilirken terlemeye başladım. Bu adam neden bu kadar açık sözlü ki? Ne diyeceğimi bilemiyordum. Saçmalamamak için konuşmamam daha iyi gibiydi. "Yeter ki gel sevgilim," dedim bir anda. Sesim çatallı çıkıyordu. "Gel ve beni karın yap." "Ulan," dedi dişlerini sıkarak. "Kapat telefonu boncuk kapat. Yoksa ben burayı ateşe vereceğim." Elimde olmadan güldüm. O kadar tatlı görünüyordu ki. Keşke kendini bir kez benim gözümden görebilseydi. "Allah'a emanet ol ve bir an için bile aklımdan çıkmayacağını unutma." "Alpay," dedim sessizce. "İyi ki sana çarpıp suya düşmüşüm." Ortaya çıkan gamzelerinden o günün gözlerinin önüne düştüğünü anladım. İnsana acımayan bir gülüşü vardı. Güzeldi. Çok güzeldi ve en önemlisi benimdi. "İyi ki bana çarpmışsın o zaman vicdansız." "Hediyen için teşekkür ederim sevgilim. Çok güzeller." "Rica ederim boncuk. Senin kadar değiller ama beğenmene sevindim." Odamın kapısı tıklanınca telefonumu kapatmak zorunda kaldım. Gelen amcam ya da babam olabilirdi çünkü. "Güliz Ada," dedi amcam kapının ardından. "Müsait misin yavrum?" Hemen ayağa kalkıp omuzlarıma örme şalımı örttüm. "Müsaitim amcam buyur lütfen." Kapıyı yavaşça açtı ve iri cüssesi ile karşımda durdu. Bakışlarında endişe ve huzursuzluk vardı. "Seni merak ettim," dedi elimden tutup yatağımın karşısındaki koltuğa oturturken. Saçı başı dağınıktı, ahırdan yeni gelmiş olmalıydı. "Alpay'dan bir haber var mı?" Başımı yavaşça salladım. "Az önce konuştuk amca. Karakola ulaşmışlar ve iyiler." Başını ağır ağır salladı. "İyi bakalım. Seninle buraya son kez konuşmaya geldim Güliz. O adada yaşadıklarını biliyorum lakin o notlara dair hiçbir iz yok. Bunun arkasında kim varsa epey sinsi ve usta. Belli ki dertleri doğrudan seninle değil." Yutkundum. Amcamın konuyu nereye bağlayacağını gayet iyi biliyordum çünkü. "Amca yine Alpay diyeceksen..." "Bak Güliz sen bu dünyadaki tek evladımız tek yeğenimsin. Sen benim gözümün nurusun kızım. Sana da bir şey olursa babanla benim de arkandan geleceğimizi unutma. Unutma ve son kez Alpay'la o adaya dönme kararını gözden geçir. Vereceğin kararların geri dönüşü olmayabilir çünkü." Gözlerim dolmak için bahane arar gibi dolmuştu. Yanağıma akan bir damlaya engel olamadım. "Amca lütfen..." Kalbime bir sancı girmişti. "Benden sevdiğim adamı terk etmemi istemeyin. Bunu yapamam, bunu Alpay'a yapamam hele ki görevdeyken." Eli saçıma uzandı yavaşça. "Şu an bize kızıyorsun lakin sonrasında ne demek istediğimizi anlayacaksın. Elbette seni sevdiğin adamdan zorla ayırmayacağız kızım. Sadece baban için biraz düşünmeni istiyorum. Kalbi zayıf. İyi değil zaten bildiğin bir şeyi senden saklayacak değilim. Yaşayacağı bir acı vefatına sebep olabilir." Amcamın sözleri bedenimin her bir noktasına zehirli iğneler saplamıştı sanki. "Amca neler diyorsun böyle? Allah korusun benim yüzümden babama bir şey olursa ben ne yaparım?" Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra bir şey söylemeden ayağa kalktı. "Abdestim varken namazımı kılıp uyuyayım kızım. Sende konuştuklarımızı biraz düşün." Amcamın arkasından bakarken ağlamaya başladım. Benim yüzümden babama bir şey olma düşüncesi yüreğime fazla ağır gelmişti lakin bunun vebalini Alpay'ıma yükleyemezdim. Yaşadıklarımda onun bir suçu yoktu. Baş ağrım nüksedince kalktım ve duşa girmek için üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Boynumdaki künyeyi çıkarıp komodinin üzerine bırakırken Alpay'ın fotoğrafına takıldı gözüm. Çerçeveletip başucuma koymuştum. Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk yüz onun ki oluyordu. Saçlarımdaki tokadan kurtulduktan sonra banyoya girdim. Sıcak suyun biraz da olsa sinirlerime iyi geleceğini umuyordum. 🥀 1 Aralık Cuma 2023 Suriye/el-Bab askeri üs bölgesi Yüzbaşı Alpay Bayraktar Bir hafta süren Irak operasyonundan sonra dinlenmek ve askeri eğitimlere devam etmek için Suriye'deki askeri üslerimizden birine gelmiştik. Burası diğer bölgelere nazaran biraz daha sakindi. Duş bile almadan ilk işim boncuk gözlü sözlümü aramak olmuştu. Burnumda tütüyordu. Özlemi geçen her günde biraz daha ağır gelmeye başlamıştı. Kavuşmalıydık hem de bir an önce. Çok bile sabretmiştim. Gözleri aklıma düştükçe üzerimdeki kamuflaja bile sığamıyordum artık, öyle geçmek bilmez bir hasret vardı yüreğimde. Telefonu kapadıktan sonra bir süre ekrana koyduğum resmine baktım. Revirde çalıştığı günlerdendi. Haberi olmadan çekmiştim. Öyle duru öyle saf bir güzelliği vardı ki Güliz'imin. Yalnızca yüzü güzel değildi, bu güzelliği yüreğine de yayılmıştı. Elimi kalbimin üzerine yasladım. Böyle çarptırana şükürler olsun. "Elhamdülillah." Önümde çatırdayan ateşe bir odun daha atarken omzuma değen el yüzünden irkildim. Çocuklar günlerdir dağda düzgün bir şey yiyememişti istekleri üzerine mangal yapıyordum. Elindeki etleri yanıma bırakıp yere oturan arkadaşıma baktım. Yüzünde güller açıyordu. "Hayırdır," dedim maşa ile ateşi karıştırırken. "Niye yeni gelin gibi kırıtıyorsun?" Son zamanlarda etrafımda yüzü gülen tek adam Kenan'dı. Gülerek pantolonun cebinden siyah kadife bir kutu çıkardı. "Şırnaktan aldım," dedi gururlu gururlu. "Deli dolu bir kız ama tam benim aradığım bir kadın bülbülüm." Gülerek ona doğru yaklaştım ve sarıldım. Elimi sırtına vurdum birkaç kez. Kenan benim tek kardeşimdi. "Allah utandırmasın kardeşim," dedim elindeki kutuyu açarken. İçinde daha önce görmediğim güzel bir yüzük duruyordu ve taşı gözüme kaçmak üzereydi. "Paraya kıydırdığına göre Armağan'ı tebrik etmem gerekiyor." Kollarını geriye doğru yaslayıp başını gökyüzüne doğru kaldırdı. "Dalga geçme lan. Zaten stresliyim. Ya evet demezse?" Buna ihtimal dahi vermiyordum zira Armağan Kenan'ı ilk gördüğü anda gözüne kestirmişti. Tıpkı benim boncuğuma yaptığım gibi. "Hayırlısı olsun yavrum. Bilirsin kimse nasibinden kaçamaz." Başını yavaşça salladı. "Haklısın kardeşim. Nasipten öte köy yok demişler." Biz sohbet ederken Çelebi ve Çavuş beraberinde birkaç askerle ateşin başına geldi. Ellerinde tencere ve salata kasesi vardı. Salatanın kokusu beni benden almıştı. Çelebi'nin akıllara zarar bir çoban salatası vardı. Ya da bize dağda bu kadar mükemmel geliyordu bilmiyorum. Bildiğim tek şey domates ve biber kokusunun bana evimi hatırlatıyor oluşuydu. "Komutanım etleri koyalım mı artık? Midemde savaş var?" Közü karıştırıp etleri ızgaraya dizmeye başladım. Benim midemde farklı değildi. Diğer askerler yavaş yavaş ateşin başına dizdiğim minderlere oturmaya başlamıştı. "Çavuş," dedim gülerek. "Çelebi'ye ekmeğin arasına salata koyup ver. Önden doysun ki bizde yiyebilelim koçum." "Emredersin komutanım." Düldül, emrimi ikiletmeden yerine getirirken Çelebi kırgın baktı. "Aşk olsun komutanım. Vallahi kırdın ponçik kalbimi." Askerler kendi aralarında gülüşürken Kenan Çelebi'nin ensesine bir tane geçirdi. "Hadi lan oradan! Ponçikmiş..." Bir yandan etleri pişiriyor diğer yandan edilen sohbetlere kulak veriyordum. Gözlerim Çelebi'nin yanında Fırat'ı arıyordu. Böyleydi işte. Bugün var yarın yoktuk. Neyse ki Düldül Çelebi'ye Fırat'ın yokluğunu aratmamaya çalışıyordu. Pişen etleri askerlere dağıtırken bir asker elinde sazla yanımıza oturdu. "Komutanım müsade var mı?" Güldüm. Saz demek ben demekti ben demek türkü demekti türkü demek sevda demekti. Başımla onaylayınca asker oturdu ve sazı tıngırdatmaya başladı. Dilime dolanan türküyü söylememek için kendimle savaş veriyordum. Bizim çocukların gözü üzerimdeydi. Biliyorlardı çünkü saz sesi duyduğumda yüreğimden geçenler dilimden dökülüverirdi. O elim olaydan sonra kalbim atmaz sanıyordum. Şimdi nasıl sussun yüreğim delicesine tutulmuşken ahu gözlü bir dilbere. Evet ben aşık olmuştum. Hem de öyle basit bir aşk değildi. "Aramızda dağlar yollar yıllar var iken. Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş. Sargın yaprakmışım dallarına. Yangın toprakmışım yağmurlarına..." Başımı kaldırıp baktığımda herkesin sessizce beni dinlediğini gördüm. Güldüm. Bu gece sakin geçeceğe benziyordu. Etleri ortaya koyarken saza eşlik etmeye devam ettim. "Türkü olmuşsun. Umudummuşsun. Sevdama, yarınlarıma..." 🥀 Bir ay, Alpay'ın beni adadan gönderdiği zamandan bu yana tam otuz gün geçmişti. Gelmiyordu. O ne o ne de ondan bir haber... Adı dilimde türkü olmuştu. Babam da amcamda gözümün içine bakıyordu Almanya'ya gitmem için. Uzaklaşırsam unutmam daha kolay olurmuş. Sinir bozukluğu ile güldüm ve baş ucumda duran ilacımdan bir tane alıp içtim. Annem sessizdi. Amcamın ve babamın korkusundan ağzını açıp tek bir kelime etmiyordu. Bakışlarıyla benim yanımda olduğunu biliyordum. Konuşmasada desteği yetiyordu. Olivia halayı Sultan anneyi ve Gilbert dedeyi aramaya yüzüm yoktu. İki gün önceki ziyaretlerinde amcam kaba bir şekilde babamın rahatsızlandığını söyleyip kapıdan geri çevirmişti. Öylece bakakalmıştım arkalarından. Babama bir şey olur korkusundan sabırla Alpay'ın geleceği günü tek bir kelime etmeden bekliyordum. İki gündürse odamdan hiç çıkmamıştım. Amcam inatla odamın kapısına geliyor ve yemem için bir şeyler bırakıyordu. Acıkmıştım. Hem de artık baş edemeyecek kadar açtım. Kapı çalınınca yataktan kalktım. Hızla kalktığım için gözlerimin ünü kararmıştı. Elimle kapıdan destek aldım. Amcam elinde tepsi ile bana bakıyor ve oldukça öfkeli görünüyordu. Başımı ayaklarıma doğru eğdim. Onları üzmek istemiyordum. Onlarda benim gibi düşünmek zorundalardı. Bunu başka şekilde gösteremezdim. Tepsiyi elinden aldım ve kenarda duran sehpanın üzerine bıraktım. "Amca..." "Baban aşağıya çağırıyor Güliz. Tansiyonu biraz yükseldi. Seni görmek istiyor." "Neden daha önce söylemedin amca?" Amcamı ardımda bırakıp telaşla merdivenlerden inerken babamın koltukta halsiz bir halde uzandığını gördüm. Annem elinde bir bardak su ve ilaçla yanında oturuyordu. "Baba!" Gözlerim karıncalanınca bastığım yeri göremeden ayaklarım boşlukta savruldu ve ben kendimi sert bir şekilde yerde buldum. Annem oturduğu yerden adımı feryat ederek kalktı ve düştüğüm yere geldi. Amcamın sert bir şekilde merdivenlerden indiğini işitiyordum. "Güliz!" Amcam kucağına alıp yerden kaldırırken gözlerimi kapadım. Işık canımı yakıyordu. "Güliz'im iyi misin annem?" Amcam beni dikkatle koltuğa bırakınca yavaşça gözlerimi açtım. Annem korku dolu gözlerle bana bakıyordu. "İyiyim anneciğim. Bir an gözlerim karardı. Korkuttuğum için özür dilerim." Eğildi ve saçlarımın üzerine uzun bir öpücük bıraktı. "Korkuttun annem. İyi misin şimdi? Başını sert vurdun. Acile gidelim bir." Annem amcama bakarken başımı hızla salladım. "Gerek yok anne. İyiyim ben." Gözlerimin içine inanmak istercesine bakıyordu. Yavaşça doğruldum. Babam uzandığı yerden başını kaldırmış korkuyla bana bakıyordu. "İyiyim babacığım. Sen nasılsın? Aldın mı dil altı ilaçlarını?" Yalnızca başını sallayıp başını yastığa bıraktı. Son günlerde konuşmaya bile mecali kalmamış gibiydi. Annem omzuma dokundu yavaşça. "Düştü tansiyonu merak etme. Yarın kontrolü var. Sabah erken kalkacağız. Bizi göremeyeceğince endişe etme." "Tamam annem." Amcam kolumdan tutup kaldırdı ve merdivenlerden çıkmam için bana destek oldu. Bir yandan da söyleniyordu. "Suçuna ortak olup gittin o adaya ruh sağlığında bozuldu. Ağır geliyor besbelli kızım şu antidepresanlar." "Amca babamlar bilmiyor değil mi? Ne olur söyleme. Bir de bunun için oynamasın tansiyonu." Yalnızca baktı ve başını sağa sola salladı. "Şimdilik Güliz Ada! Şimdilik hiçbir şey söylemedim onlara ama başına gelenleri öğrendiklerinde Alpay'ı katiyyen istemeyecekler." Yalvarır gibi çaresiz çıkmıştı sesim. Amcam bana bu acımasızlığı yapmazdı bilirdim lakin istediğini almadan da durmazdı. "Amca ne olur bir şey bilmesinler. Ben Alpay'dan başka bir adamla mutlu olamam. Yanımda, kalbim de ondan başkasını hayal bile edemem." "Uyu dinlen," dedi yatağımı işaret ederken. "Bunları daha sonra konuşuruz. Hadi Allah rahatlık versin kızım." Amcam ışığı kapatıp kapımı çektiğinde başımı yavaşça yastığıma bıraktım. Başımın arkasında şişlik oluşmuş ve zonkluyordu. Gözlerimi kapamadan önce telefonumu kontrol ettim. Alpay'dan bir sesli mesaj gelmişti. Yüzbaşım🥀 Ben seni sevince mültecin olurum. Gönlüne sığınır iltica ederim. Ben seni sevince canım ben seni sevince gülüm ben seni sevince ömrüm bir başka olurum. Arkadan çok güzel bir saz sesi geliyordu. O güzel sesiyle okuduğu türkülere bile hasrettim. Kaç kez dinlediğimi bilmiyordum. Telefon elimden kayıp düşünce göz kapaklarımı daha fazla zorlamadan kapadım. 🥀 Burnumdan yakarak genzime dolan kesif bir koku yüzünden gözlerimi araladığımda yüzümün önünde karanlık bir silüet durduğunu gördüm. Kalbim korkuyla atmaya başlayınca çığlık atmak için dudaklarımı araladım lakin ağzıma bastırılan bez parçası yüzünden sesim boğuk çıkmıştı. Ağzıma bastıran adamın ellerinin üzerine tırnaklarımı geçiriyordum can havliyle. Gücünden erkek olduğunu anlamıştım. Ben debelenince bacaklarımın üzerine oturup ağzımdaki bez parçasını daha da bastırdı. Can havliyle dizimi bacaklarının arasından çıkarıp özel bölgesine sert bir şekilde geçirdim. Üzerimdeki adam inleyerek yüzüme tokat attı ve hızla üzerimden kalkıp odanın penceresinden atladı. Ben genzime yayılan yakıcı tatla savaşırken tüm gücümle çığlık attım. Boğazımın içinde sanki binlerce cam parçası vardı. Odamın kapısı sertçe açılınca ardına çarptı. Odanın ışığı gözlerimi çok yakmıştı. Gelen kimdi bilmiyordum. "Odamda biri vardı!" Gözlerim kararmadan önce tek söyleyebildiğim buydu. Uyandığımda midemin fena bir halde bulandığını fark ettim. Kalksam midemde ne var ne yok çıkarabilirdim. Başımda dahil bütün kemiklerim ağrıyordu. Annemi ve amcamı başımda görünce şaşırdım. Neden bana öyle korkuyla bakıyorlardı? "Anne!" Yanımdaki sandalyeye oturdu ama bana cevap vermedi. "Amca?" "İyi misin yavrum?" "Biraz midem bulanıyor. Kemiklerim sızlıyor üşüttüm sanırım. Siz neden odamdasınız?" Amcam ve annem birbirine bakıp bana döndüler. Neler oluyordu? "Hiçbir şey hatırlamıyor musun?" Başımı iki yana salladım. "Ne hatırlamam gerekiyor amca? Bir şey mi oldu?" Annem tebessüm ederek saçımı okşadı. "Kabustu belli ki. Gece çığlığınla uyandık yavrum. Odamda biri var diye bağırdın." Hiçbir şey hatırlamadığım için, "Kabus gördüm anne," dedim. Endişelendirmek istemiyordum. Çünkü gerçekten kabus görmüş olabilirdim. "İyiyim merak etmeyin. Bugün kontrol için psikiyatriye gideceğim. Kan tahlili vermeyeli de epey oldu. Endişe edilecek bir şeyim yok ğfakat sizin içiniz rahat etsin. Vitamin değerlerime bir baktırayım." "İyi olur," dedi annem ayağa kalkarken. Amcam ondan önce dışarı çıkmıştı. "Dikkat et kızım kendine. İhmal etme hiçbir şeyi. Ben bir babana bakayım." Başımı olumlu anlamda salladım. Annem odadan çıkınca kalktım ve üzerimi değiştirdim. Annemin getirdiği zencefilli çay ve krakerler midemi yatıştırmıştı. Odamdan dışarı çıkınca amcamla babamın bağırıştığını işittim. Yine neler oluyordu? "Bize şimdi mi söylüyorsun bunları Mert? Tüm bunlar olurken sen neredeydin?" Neyden bahsediyordu babam? "Abi bir sakin ol. Yine çıkacak tansiyonunun. Araştırdım elbette lakin Güliz Ada'yı yaralayan, tehdit notları gönderen her kimse bir ize rastlamadım. Niye o yere yeniden göndermek istemiyorum sanıyorsun? Bugün Gözde yola çıkıyor. Onunla birlikte gönderelim Güliz'i de." Gözlerim doluyordu amcamın söylediklerini dinledikçe. Nasıl yapardı bunu bana? Çocuk muydum ben? Nasıl sormadan hayatım hakkında böyle ciddi bir karar verirdi? Babam yerine oturunca elini yüzüne sürdü. "Gönder onu Mert. Bir kızımızı da daha göz göre göre kaybetmeyelim." Hızla merdivenlerden inince üçünün de bakışları beni buldu. Annem çok üzgün amcamsa gergindi. "Amca?" Yüzüne bakışım hayal kırıklığı ile doluydu. "Ne demek bu? Bana sormadan nasıl böyle bir karar verirsin? Üstelik bana bir söz vermiştin." "Güliz haddini bil! Karşında kim var senin?" "Karşımda amcam var! Babam bildiğim, baba yarım var! Karşımda beni sırtımdan vuran bir adam var!" Amcam kaşlarını çatıp bana doğru bir adım attı ve elini havaya kaldırdı. "Alırım şimdi seni ayağımın altına." "Abi dur gözünü seveyim." Annem amcamın önüne geçip elini tuttu. Hırsla birbirimize baktıktan sonra ilk konuşan amcam olmuştu. "O divane arkadaşının hapise girmesini istemiyorsan Gözde'yle bugün Almanya'ya gidersin." Öfkeden yumruk yaptığım ellerimdeki tırnaklar avuç içime batmıştı. Ona söyleyecek bir sözüm daha yoktu. Bu yaptığı, onca yıllık emeklerini bir çırpıda silip atmıştı. Bütün değerini saygısını yitirmişti gözümde. "Gideceğim," dedim çatallı çıkan sesimle. "Ama sende şunu iyi bil amca. Senin Güliz diye bir kızın yok artık." Odama valiz hazırlamak için çıkarken ardımdan bağırdı ama ben duymadım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Şimdilik tek çare gitmekti. Alpay'ım beni anlardı, o beni bulurdu. Benden asla vazgeçmeyeceğini bildiğim için şimdilik kabul etmiştim lakin bunu da unutmazdım. Mert diye bir amcam yoktu benim artık. Dakikalar sonra elimde tek bir valizle aşağıya indiğimde doğrudan kapıya yürüdüm. Hiçbiriyle vedalaşacak değildim. Bana çocuk muamelesi yapmayı bıraktıklarında belki onlara hak verirdim. Evlatlarına zarar gelmesinden korkuyor oluşlarını yadırgamıyordum. Bir anne değildim ya da bir baba. Onları anlayamazdım. Yine de beni korumak için seçtikleri yol Alpay'dan ayırmak olmamalıydı. Gözde kapıda arabasının önünde bekliyordu. Gözde amcamın baldızıydı. Almanya'da çalışıyordu yıllardır. Epey varlıklı bir aileden geliyorlardı. Elimde valizimle son kez onlara döndüm. Annem ağlıyordu. Babam kapıda değildi ve amcamın öfkesi hala yerindeydi. Gitmek için önüme döndüğümde gördüğüm adam yüzünden dizlerimin bağı çözülmüştü bir anda. Alpay! Elinde bir demet kırmızı gülle Alpay'ı karşımda görünce küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Çatık kaşlarla bir bana bir elimdeki valize bakıyordu. Ailesi kapının hemen ardında duruyordu. Ellerinde bir sürü hediye paketleri vardı. Beni istemeye mi gelmişti? "Alpay..." Bana doğru bir adım attı. Kaşları hala çatıktı. "Boncuk! Bu valiz ne?" Ne diyeceğimi ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Dilim onu günler sonra karşımda bulmuş olmanın heyecanıyla tutulmuştu. "Geldin..." "Ben geldim de güzelim. Sen nereye böyle?" "Güliz Ada Almanya'ya gidiyor. Onu buradan gönderiyorum?" Amcamın sözlerinden sonra sinir bozukluğuyla güldü. Elini havaya kaldırdı ve, "Bir dakika bir dakika! Doğru mu duyuyorum?" dedi. Bir adım daha attı. "Benim sevdiğim kadını, haberim olmadan rızası olmadan gönderiyorsunuz öyle mi?" "Sen kimsin Alpay Bayraktar?" Çenesini öyle bir sıkıyordu ki gıcırtısını duyuyordum. "Ben kim miyim? Ben Güliz Ada'nın evlenmek istediği adamım. Sizin evlenmemiz için söz verdiğiniz adamım. İstemeye geleceğimi bile bile, size haber verdiğim halde onu benden kaçıracaktınız öyle mi?" Güldü. Gözleri anında kızarmıştı. "Benim kadınımı kimse bir yere gönderemez de götüremezde." Elindeki gülleri bana verdi ve yüzüme bakmadan amcamın önünde durdu. "Şimdi ben buradan sevdiğimi Allah'ın emri peygamberin kavliyle isteyeceğim. Siz de ailesi olarak üzerinize düşen görevi yapacaksınız. Zira aksi sevdiğim kadını üzmekten başka bir işe yaramaz." Amcama omuz atıp eve giren adama bakarken kalbim korkuyla atmaya devam ediyordu. Olivia hala ve diğerleri de içeri girerken mahcup bir ifade ile halasına baktım. İyi ki Gilbert dede yoktu. Peşlerinden içeri girdim. Alpay babamın önünde eğilmiş elini öpüyordu. Babam sessiz amcamsa şaşkındı. "Adnan baba," dedi Alpay. "Kızınızı çok seviyorum. Onun saçının teline zarar gelse ölürüm. İkimiz de yetişkin insanlarız. İsteriz ki sizin rızanızla olsun her şey. Kötü bir adam değilim. İçki içmem kumar bilmem. Güliz'i gördükten sonra bütün kadınlar öldü benim için. Bir başkasına dönüp bakmam. Ona el kaldırmam onu aç bırakmam. Korumak için elimden geleni yaparım. Evet bir sür şey yaşadık fakat elimden geldiğince onu sakındım. Şimdi söyleyin bana? Kızınızı bana neden vermek istemezsiniz?" Babam başını yerden kaldırıp önce Alpay'a sonra bana baktı. Ben ağlıyor ve ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Ağladığımı görünce elini Alpay'a uzattı. "Tek bir damla yaşının hesabını senden sorarım delikanlı. Yalnız tek bir şartım var düğüne kadar kızım yanımda olacak ve düğünden sonra Türkiye'de yaşayacak." Alpay babamın elini öptü ve başını salladı. "Güliz Ada bir daha o adaya ayak basmayacak." Babamın yanına gidip elini öptüm ve sarıldım. Bana bunu yapmak zorunda bırakmadığı için çok minnettardım. "Seni çok seviyorum babacığım." Olivia hala içerideki havayı değiştirmek için birden ayağa kalktı ve koluma girdi. "Hadi bakalım gelinimizi süsleyelim de yüzükleri takılsın." Annem ayağa kalktı hızla. "Ben de kahveleri yapayım." Kahveleri benim yapmam gerekiyordu. Kalbim de aklım da karman çorman olmuştu. Merdivenlerden çıkarken son kez sevdiğim adama baktım. Dağ gibi duruşu her daim şükür sebebim olacaktı. 🥀 Evet uzun bir aradan sonra nihayet geldim. Yoğun ve sıkıntılı günleri atlattım. Eski tempoda bölümleri yayımlayacağımı ümit ediyorum. Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayın ki büyümeye devam edelim😍❤️🫠 |
0% |