Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Zi̇fi̇ri̇ Karanlik

@aysegulcee1


Ölürüm yar seni görmeyince...


🥀


KARABAĞIR


Silah ve emir veren komutanların sesleri, havaya karışan barut kokusu, göğüslerindeki imanla canlarını ortaya koyan askerlerin Allah'u Ekber nidaları.


Genç kadın sesleri işittikçe kokuyu soludukça olduğu yerde daha da küçüldü. "Kenan," dedi ağlamaklı. "Ne olur bana dön sevgilim."


Gizlendiği yerden hapishaneye yapılan saldırı yüzünden çıkamamış Ayla'nın sözlerini anımsamıştı. Dua ederek kaç saat geçirmişti bilmiyordu. Ne gelen vardı artık ne arayan. Silah sesleri giderek hapishaneden uzaklaşsada çıkıp Ayla'nın yanına gitmeye cesareti kalmamıştı.


Telefonunu çıkarıp Ayla'yı aramış ama telefonu çekmediği için ulaşamamıştı. İstemesede Teğmeni aramak için telefonunun ekranını açınca kararan ekran çaresizliğini daha da artırmıştı. Elektrikler kesildiği için şarj edemiyordu.


Onlar için dua ederek beklediği bu odada ne kadar vakit geçirdiğini bilmiyordu. İlk kez ölümü düşündü. Burada karanlıkta yapayalnızdı. Yalnız ölmek. Düşüncesi bile karnına ağrılar girmesine kalbinin panikle çarpmasına yetiyordu.


Odanın kapısı sertçe açılınca eline aldığı neşterle ayağa kalktı. Gelen bir askerdi. Askeri görünce elindeki neşteri yavaşça indirdi ve derin bir nefes aldı. "Benimle gelin Armağan Hanım. Teğmen Kenan'ın emri ile sizi almaya geldim."


Kenan'ın ismini duyunca ayağa fırlamış ve gelen askerle odadan çıkmıştı. "Durum ne? O iyi mi? Şehit yok değil mi?" Yüreği ağzında atıyordu. Askerden bir cevap beklerken onun konuşmadan karanlık koridorda yürümesi öfkelenmesine sebep olmuştu.


Elektrikler kesildiği için göz gözü görmüyordu. İçeriye sızan fırtanının şiddetli sesi ve askerin botlarından çıkan gıcırtı dışında hiçbir şey duyulmuyordu.


"Hey," dedi Armağan. Askerin kolundan tutup durdurdu. "Duymuyor musun beni?"


Asker bir anda Armağan'a dönüp sertçe kolundan yakalayınca Armağan kolunu çekmeye çalıştı. "Kes sesini ve beni takip et! Sana bilgi verme yetkim yok benim." Armağan askerin bakışlarından şüphelenmişti.


"Bırak kolumu! Kimsin sen?"


"Ecelin!" Asker genç kadını zorla sürüklemeye başlayınca kaşlarını çatıp askerin boynuna elinde gizlediği neşteri saplayıp karanlığın içine koştu. Yaraladığı askerin acı dolu çığlığından giderek uzaklaşırken nefes nefeseydi. Kimdi bilmiyordu ama asker olmadığı aşikardı. Çıkış kapısını karanlıktan bulamadıkça da deliye dönmüştü.


Şarjı biten telefonunu sinirle fırlatıp ilk bulduğu odaya girdi. Peşinden gelen ayak sesleri yüzünden saklanacak yer aramaya başladı. Sağa sola çarptıkça acıyla dudaklarını birbirine bastırıyordu. "Allah'ım bana yardım et!"


Girdiği odanın ilaç deposu olduğunu anlaması uzun sürmedi. Çakan şimşekler kısa süreli de olsa odayı aydınlattığından önünü görebiliyordu. Sessizce kolilerin ardına kendini attığında dizinde derin bir sızı hissetti.


Üniformasını üzerinden hissettiği ıslaklıktan dizini koşarken yaraladığını anlaması uzun sürmedi. Bir şimşek daha çakınca dizindeki yaraya baktı. "Nasıl bir gece bu? Kabusun ta kendisi."


Penceredeki demir parmaklıklara bakıp ağlamaya başladı. Öfke, korku, endişe hepsi bedenini ele geçirmişti. Birkaç dakika sonra deponun kapısı açıldı ve içeriye doğru yavaş adımlarla biri girdi.


Adım sesleri ona doğru yaklaşınca elini dudaklarının üzerine bastırdı ve kolilerin birinden alıp şırıngaya çektiği morfini alıp olası bir saldırı için hazırda bekledi.


Adım sesi biraz daha yaklaşınca oturduğu yerden bir anda ayağa kalkıp gördüğü gölgenin üzerine atıldı ve elindeki şırıngayı omzuna sapladı.


🥀


"Alpay," diyebildim. Sesim sanki bana ait değildi. "Alpay..."


Boynunda bir iple pencereden sallanan kadının yuvalarından fırlamış gözlerine baktıkça midemdekiler ağzıma kadar gelip geri gidiyordu.


Başım dönüyordu. Ayakta durmakta güçlük çekiyordum çünkü tansiyonun düşmüştü. İlk kez ölü görmüyordum ama ilk kez kendimi bu kadar kötü hissediyordum. Alpay'ın gür ve öfke dolu sesi kulaklarıma dolarken kendimi kollarında bulmam uzun sürmedi. Elleriyle sırtımı sıvazlıyor ve saçlarımı öperek sakinleştirmeye çalışıyordu.


Bu gerçek olamazdı. Bu kabusun ta kendisiydi bunu yaşıyor olamazdık. "Alpay," dedim güçlükle. "Midem..."


"Hemen büyükannemi ve ambulansı arayın hemen!" Üst kata çıkan görevlilere ve güvenliğe avazı çıktığı kadar bağırmaya devam etti.


"Efendim," dedi adamlardan biri. "Civarı kolaçan ediyor adamlarım. Dışarıdan girilmesi mümkün değil. Destek ekip gelene kadar kimse dışarı çıkmayacak."


Beni odadan çıkarıp başka bir odaya getirdi ve yatağın üzerine yatırdı. Biraz daha iyi hissediyordum ama ölen kadının yüzü gözümün önünden bir türlü gitmiyordu. "Alpay," dedim. Pencerenin önünde telefonla konuşuyordu. "Burada nasıl buldular bizi?" Peşimizden düşündüğümden daha büyük bir bela vardı. "Ne istiyorlar bizden?"


Yanıma yaklaştı ve yatağın kenarına oturdu. "Bilmiyorum güzelim," dedi alnımdan öperken. "Tek bildiğim bu herifleri bulana kadar bana uykunun haram olduğu."


Tam huzurlu günlere kavuştuğumuzu düşünürken böyle bir şey yaşamış olmamız kabustan farksızdı. "Alpay korkuyorum." Korkum ona bir şey olmasındandı.


Kollarıyla beni sımsıkı sararken kulağıma fısıldadı. "Benim yanımda güvende değilsin gül bahçem. Şu gözlerine korku salan kim varsa yakıp yok edeceğim." Elleri saçlarıma öyle dokunuyordu ki sanki dokunuşları bana zarar verebilecekmiş gibi. Öyle nahif öyle ürkek.


Elini tutup avuç içini öptüm. Ellerinin kokusu benim dünyam olmuşken bu fani dünyada ahir yoldaşım olmuşken ondan gelecek olanı nasıl taşımazdım? "Canım," dedim. O sırada polis siren sesleri gelmeye başladı. "Evimize dönelim. Kızları çok özledim."


"Döneceğiz," dedi. Odaya yaşlı bir kadın girince toparlandık. Büyükannesi olduğunu tahmin ediyordum.


"Alpay," dedi. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Alpay'la birbirlerine sarılırken hıçkırarak ağlamaya başladı. "Ah Alpay bu nasıl olur?"


"Sakin ol," dedi sırtını sıvazlarken. "Bak bu gelinin."


Kadın ıslak gözlerini silip mahcup bir ifade ile bana bakınca ayağa kalmaya çalıştım. Hemen yanıma oturup kalkmamı engelledi ve ellerimi uzandı. "Ah biriciğim. Ah o kadar üzgünüm ki haberi alır almaz çıktım evden. Böyle güzel bir anınızda bunu yaşamanız beni kahretti."


İngilizcem o kadar iyi olmadığından bazı yerleri çevirmesi için Alpay'a baktım. "Siz nereden bilebilirdiniz ki? Ayrıca ince düşüncenizden ötürü size teşekkür ederiz."


Alpay büyükannesine bakıp yanımda kalmasını söyledikten sonra odadan çıkmıştı. Kadın gözlerime öyle çaresiz bakıyordu ki nasıl teselli edeceğimi bilemiyordum üstelik olayın etkisinden hala çıkamamışken. Ellerini tutup sadece sarılabildim. İletişiminiz sağlıklı olmayacağından sarılıp onu bir nebze rahatlatmak istiyordum.


Saatler süren sorgulamadan sonra evden ayrılıp Alpay'ın dedesinin uçağıyla Londra'dan ayrıldık. Cinayeti işleyen güvenliklerden biri çıkmıştı. Sorguya dayanamadığı için suçunu itiraf etmişti. Neden yaptığıysa bir muamma. Kişisel problemleri varmış söylediği buydu.


Alpay buna inanmamıştı ama yapabileceğimiz bir şey yoktu. Adada olanları anlatınca orada bir dakika bile kalamamıştık. O da iyi değildi. Cesedi penceremizden sallandırdığı için cinayeti işleyen adamı döverek öldürmekten beter etmişti. Onu sorgu odasından çıkarken gördüğümde sanki bambaşka bir adamdı.


En sevdiğim yönü ne kadar kendini kaybederse kaybetsin göğsüne sığındım an tüm öfkesi uçup gidiyordu. Şu an bile elim avucunun içinde olsa bile içinin öfkeden endişeden cayır cayır yandığını biliyordum. Başını pencereye yaslamış düşünüyordu.


"Sevgilim," dedim elini sıkarken. "Bak bana."


Başını kaldırıp bana döndüğünde gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Göz altları halka halka olmuştu. Elimi yanağının üzerine yaslayınca gözlerini kapadı. "Boncuk deva mısın güzelim?"


"Deva olabiliyor muyum yüzbaşı?"


Güldü gözleri hala kapalıyken. Dudaklarının üzerindeki hilal bıyıkları gülüşüyle açılınca dudaklarına bir öpücük bıraktım. "Gülmek sana çok yakışıyor kocam."


Eli ensemi sıkınca dudaklarımı dudaklarından çekemedim. "Sen var ya..."


Gözlerimi açmadan gülüşüne karşılık verdim. Onun yanında tüm sıkıntılarımı unutuyor olmak mucize gibi bir şeydi. Eş böyle bir şey değil miydi zaten? Tüm dertlerini unutturan kişi eşin olmalıydı. Dert değil derman olabilmekti asıl mesele. "Ben var ya..."


Ellerim yüzünde kıpırdandıkça öpüşü derinleşiyordu. "Sen benim tek dermanımsın boncuk. Sen benim canımın yarısısın." Geri çekildiğinde yüzündeki ifade değişti.


"Sorun ne?" 


"Mersin'e bırakacağım seni," deyince kaşlarımı çattım. "Adaya dönemezsin buna müsade etmem Güliz Ada."


Gözlerim dolu dolu başımı iki yana sallarken gözlerini kaçırdı. "Ayrılıyor muyuz?" Sesim titriyordu konuşurken.


"Gülüm," dedi yapma der gibi. "Ne olur yapma böyle! Ortada ne döndüğünü bilmiyorum ada desen ne durumda onu da bilmiyorum. Benimle gelemezsin bakma öyle boşuna."


"Kızları görmem gerek."


"Gider gitmez ilk fırsatta getireceğim sana."


"Alpay anlamıyorsun ben..."


Omuzlarımdan tutup yeniden göğsüne çekince saçlarıma dudaklarını bastırdı. "Seni dedemden başka kimseye emanet edemem yavrum. Bursa uzak oraya gitmekten vazgeçtim şimdilik Mersin'de tuttuğum çiftlik evinde yaşayacağız. Dedem ve halam da ben dönene kadar seninle olacak."


"Yaşayacağım," dedim sitemle. "Yaşayacağız deme bana."


"Sana gelmek için tüm sınırları zorlayacağımı biliyorsun sultanım. Sadece beklemeni istiyorum senden. Beni beklemez misin?"


"Ne ilgisi var?" dedim sitemle. "Asır da sürse seni bekleyeceğimi çok iyi biliyorsun Alpay."


"Karımın güvende olmasını istemekten başka gayem yok bebeğim. Beni anlaman gerek."


O aslında beni koruyarak kendi canını düşünüyordu. Peki ya benim canım ne olacaktı? "Benim canım Allah'a emanet sevgilim. Allah'a emanetsin."


Alnımdan öpüp bir anda kucağına alınca kollarını boynuna sardım düşmemek için. Arkadaki küçük odaya girdiğinde çift kişilik bir yatak olduğunu gördüm. Saniyeler içinde üzerindeki kazaktan kurtulurken kendimi kollarının arasında bulmam uzun sürmedi.


Bir daha ne zaman beraber olabilirdik bilmiyorduk ikimiz de. Son kez sevişiyormuşuz gibi dokunuyorduk birbirimize. "Boncuk," dedi huşu ile çıkan sesiyle. Bana her boncuk deyişi başka bir yangını harlıyordu. "Nasıl böyle divane ettin kendine?" Yüzümü ve boynumu örten saçlarımı başımın üzerine topladı.


"Bu şehir girdap gülüm. Girdapta mehtap gülüm. Girdapta mehtap gülüm. Feleğin bir suyu var su değil kezzap gülüm su değil kezzap. Feleğin bir suyu var su değil kezzap gülüm su değil kezzap..."


En çokta bana türküler söylemesini özleyeceğimi biliyordum. Bir adam düşünün kadınıyla birken kulağına yüreğinden dökülen nağmeleri aşkla fısıldayan.


"Alpay," dedim. "Her sensediğimde gelir misin bana?"


Güldü. "Her sensediğimde geleceğim gülüm."


🥀


KARABAĞIR

Saat: 04.45


Binbaşı Turgut gizlendiği yerden çıkıp Yüzbaşı Mücahit'e işaret verdi. Büyük bir kayanın ardında gizlenmiş iki terörist vardı. Yaralı olduklarını düşündüğü hedefi gösterirken Yüzbaşı Mücahit keskin nişancıya işaret verdi.


Teröristler başlarını çıkarır çıkarmaz ikisini de indirmişti. Komutanlarına işlerinin tamam olduğunu gösteren bir işaret verince menzillerinden çıktılar.


Teğmen Kenan ve Binbaşı Turgut cesetlerin arasında yürürken her birine tükürüp tekme atıyorlardı.


Sabah ezanına kadar süren kovalamacada iki dağın arasında sıkıştırmışlardı çeteyi. Saatler süren çatışmadan sonra yorgunlukları yüzlerinden okunuyordu.


Üç askerini şehit eden bu leşleri bir çukura atıp yakacaktı. Toprakta çürümeyi bile hak etmiyorlardı. "Kenan," dedi binbaşı sert bir sesle. "Büyük bir çukur kazılsın."


Bülbül timi ve Yüzbaşı Mücahitin timi birbirlerine bakıp gülümsediler. Sabah ezanını duyunca hepsi silahlarını havaya kaldırıp "Emredersiniz komutanım," diye bağırdılar. "Allah'u Ekber!"


Teğmen devriyeyi, Yüzbaşı Mücahit'e devredip hapishaneye doğru giderken yüreği alev alevdi. Armağan. Kömür gözlerine görür görmez vurulduğu kadın güvenli bölgeye geçebilmiş miydi, gönderdiği asker emanetini alabilmiş miydi bilmiyordu.


Üsse geldiğinde vakit kaybetmeden mahzene indi. İçeride yalnızca Armağan yoktu. Ayla, teğmeni görünce ayağa fırlayıp yakasına yapıştı. "Armağan nerede Kenan?"


Teğmenin kaşları çatılmış gözü sinirden seğirmeye başlamıştı. "Ne demek Armağan nerede Ayla? Onu buraya getirmesi için bir asker gönderdim hapishaneye."


"Ha-hayır Armağan buraya gelmedi!"


Teğmen deliye dönmüş bir halde mahzenden çıkarken bağırarak bahçeye çıktı. Bölüğündeki askerlerden birinin yakasına yapıştı. "Size hapishanede bir hemşire var demedim mi lan ben?"


"Alması için bir asker gönderdim komutanım!"


Askerin yakasını bırakıp tokat atarken elleri titriyordu. "Ben sana vermedim mi görevi? Nerede lan Armağan?"


"Ko-komutanım..." 


Teğmen hızlı adımlarla hapishaneye doğru yürürken korkudan hiçbir şey düşünemiyordu. Hapishanenin kırık pencerelerine bakıp küfretti. Kapıdaki jandarmaların önünde durdu. "İçeride kimse var mı?"


"Hayır komutanım," dedi askerlerden biri. "Doktor Hayri yaralılara bakmak için üsse geçti. Hemşirenin arka kapıdan çıkarıldığını biliyoruz."


Teğmen başını sallayarak içeri girdiğinde baktığı ilk yer revir ve dinlenme odası olmuştu. "Armağan!" İçeride kimse yoktu ve her şey yerlere saçılmıştı. "Neredesin güzelim?"


Armağan hiçbir yerde bulamayınca bağırıp askerleri toplamıştı. "Armağan hemşireyi bulup bana getiriyorsunuz! Bulamayan karşıma çıkmasın."


Askerler içeriye ve civarlara bakmak için dağılırlarken teğmen malzeme deposunun önünde baygın yatan bir asker buldu. Boynundan kan akmış ve başının altında göllenmişti. Devrilmiş kolileri görünce adımlarını oraya doğru hızlandırdı.


Bağırarak üzerine atlayan kadına sarılmak için kollarını iki yana açacakken boynuna saplanan iğne ve damarlarına hızla yayılan ilaç yüzünden gözleri hızlıca kaydı. "Armağan!"


Armağan ilacı enjekte ettiği adamın Kenan olduğunu anlayınca avazı çıktığı kadar bağırdı. Birkaç asker depoya koşarak girince teğmen çoktan sevdiği kadının kollarında yere yığılmıştı. Gözlerini açamıyor dudaklarını oynatamıyordu. "Ulan," dedi güçlükle. "Vahşi kelebek seni."


"Ay Kenan sus Allah aşkına. Yardım edin çabuk!"


Çelebi ve Mücahit Yüzbaşı depoya girince teğmeni Armağan'ın kucağında buldular. Yüzbaşı gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Çelebi tepkisini sesli vermişti. "Vay anasını avradını! Bülbülümü itin teki ısırdı iki gözümün çiçeğini yavuklusu şişledi. Uyyy sıradaki kurban ben miyim?"


"Ee yuh Çelebi," diye bağırdı Armağan. "Yok kılıçtan geçirdim! Tövbe estağfurullah!"


🥀


Tekne Mersin Limanına yaklaşırken yüreğimi yeniden sıkıntılar sarmaya başlamıştı.


Tekne yaklaştıkça limanda bekleyen askerler olduğunu gördüm. Alpay huzursuzlandığımı görünce kıpırdandı. "Askerler seni çiftliğe bırakacak güzelim. Benim helikopterle hemen adaya dönmem gerek."


"Ayrılık vakti öyle mi yüzbaşı?"


"Söyleme böyle boncuk. Senin canın için her şeye katlanırım ben. Bu ayrılık benim canımı yakmıyormuş gibi konuşuyorsun."


Sırtımı göğsüne yasladım. Onu böyle uğurlamak istemiyordum. "Beni merakta koyma olur mu?"


Elimin üzerinden öptü ve ayağa kaldırdı. Dudakları boynuma dokununca saçlarının kokusunu içime çektim. Tekne limanda durunca elimden tutup ön tarafa geçti. Askerlerin hemen arkasında dedesi ve onun yanında bir sürü koruma bekliyordu.


Tekneden indiğimizde az ileride helikopter beklediğini gördüm. Gitmeden bir kez daha sarılmak için ona döndüğümde Alpay'ın arkasına bile bakmadan helikoptere doğru yürüdüğünü gördüm. Bir eli yumruk olmuş diğer eli yüzündeydi.


"Alpay..." 


Sanki dönüp bir kez baksa gidemezmiş gibi telaşlıydı adımları. Kendiyle beraber yüreğimi de götürüyordu. Helikopterin havalanışını izlerken Olivia Halanın eli omuzlarımdaydı. "Olivia Hala!"


"Gel buraya."


Yüzümü boynuna gizleyip dakikalardır tuttuğum göz yaşlarımı serbest bırakırken sevdiğim adam karanlık gökyüzünde kaybolmuştu.


🥀


Ay Allah'ım o kadar zor yazdığım bir bölümdü ki kısa da olsa nihayet sizinle buluşturmayı başardım.


Yıldıza basmayı unutmayın sizi çok seven ablanız❤️😘


Yıldıza basmayan🔫


Loading...
0%