@aysegulcee1
|
Hangi yastığa koysam sensiz şu başımı uyumuyor sanki ölüyorum yarim.
🥀
Pencereye çarpan yağmur damlaları yüzünden uykusundan uyanan genç kadın başını güçlükle kaldırıp duyduğu sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı.
Uyumadan önce yaptıkları sakinleştirici yüzünden başında dayanamayacağı kadar şiddetli bir ağrı oluşmuştu. Parmak uçlarından başlayan iğnelenme boğazına kadar devam ediyordu. Günlerdir almadığı ilaçlar yüzünden bu halde olduğunu biliyordu.
Ağır narkotiklere ihtiyacı vardı. Daha ağır narkotiklere...
Yanında uyuyan oğlunun saçlarını koklayıp çalan telefonuna ulaştı. Gözleri o açmaya çalıştıkça kapanıyordu. İç çekiyor ve dudakları titiyordu uyurken. Eğildi ve bir kez daha yanağından öptü. "Affet beni annem," dedi. "Hak ettiğin gibi bir anne olamadığım için ne olur beni affet."
Telefon bir kez daha titreyince yataktan kalktı ve pencerenin önüne geçti. "Ne istiyorsun benden?"
Telefondan gelen, kabusu olmuş o ses bir daha duymayı asla istemediği zamanda aramıştı. "Özgür olunca sana bir özgüven gelmiş Nilay! Yalnız unuttuğun bir şey var güzelim. Ben her yerdeyim. Yeniden o adaya dönmen uzun sürmez."
Canavarın tehditleri korkutmadı genç kadını. Hisleri alınmış cansız bir mankenden farksızdı. "Kendine başka bir oyuncak aradığını biliyorum. Bu yüzden beni boş tehditlerle korkutmaya çalışma."
Güldü. Gülüşü yüzünü tiksintiyle kırıştırmasına yetmişti. "Aferin," dedi. "Kafan hala çalışıyor. Seni uyarmak için aradım Nilay. Boncuk hemşire ile konuştuklarını biliyorum. Yumuşayıp ötmeye kalkarsan dünyanın neresine gidersen git seni bulurum. İlacın bende. Ben olmadan bir hiçsin."
"Bir şey söylemeye niyetim yok," dedi sesini yükselterek. Oğluna baktı. Kıpırdandığını görünce sesini kıstı. "Senden de o babandan da korkmuyorum! Benden uzak dur. Ben tedavi olmaya karar verdim!"
Bu kez daha sesli bir kahkaha attı. "Çeneni kapalı tuttuğun sürece ne yaptığın umurumda bile değil."
"Leşini gördüğümde ne yapacağım biliyor musun Zafer?"
"Adımı zikretme!"
"Üzerine işeyeceğim!"
Telefonu kapatttıktan sonra gökyüzüne bakıp elini ağzına bastırdı ve sessiz bir çığlık attı. Aşağıya baktı sonra. Bir aşağıya bir oğluna baktı. Yapabilir miydi? Gerçekten başarabilir miydi? Tedavi olup oğluna normal bir anne olabilir miydi?
Belki aylarca yıllarca oğlundan ayrı kalacaktı lakin her saatine değecekti bu ayrılık. Oğlunun emin ellerde olduğunu bilecek ve huzurla ona kavuşacağı günleri bekleyecekti. Telefonu yeniden titreyince ekranda gördüğü numara yüzünden dişlerini sıktı. Farklı bir numaradan arıyordu ama kim olduğunu anlaması uzun sürmedi.
"Yine ne var?"
"Önceden bu kadar saygısız değildin."
Telefonun diğer ucundan duyduğu sesle donup kaldı. Konuşamadı önce. Arayan Zafer değildi. "Se-sen..."
"Oğlumla selam göndermişsin eski gelinim."
Dişlerinin gıcırtısı yüreğinin bağırtısını bastırmaya yetmiyordu. "Ne istiyorsun benden?"
"Seni yıllarca bir adada hapis tutanın Mert Albay olduğunu söyleyeceksin!"
"Ne?"
"Duydun. Tüm bunları sana yapanın Gülperi'nin babası olduğunu söylemeni istiyorum."
"Ya o hemşireye..."
"Şimdilik sadece bu!"
"Alpay bir gün seni bulur!"
"Belki fakat o beni bulmadan ben istediğimi çoktan almış olacağım."
Teğmen, koridorun sonundaki pencereye hava almak için yaklaşırken Alpay'a Nilay'ın durumu ile ilgili rapor yazıyordu.
Pencereyi açtı ve başını dışarı uzattı. Üst kattan duyduğu sese kulak verdi. Konuşanın Nilay olduğunu anlayınca dikkatle dinlemeye başladı. Genç kadının sesi kah yükseliyor kah alçalıyordu. Güliz Ada'nın ve Alpay'ın adı geçince bir hışımla pencereden uzaklaştı. Müthiş bir öfkeyle merdivenlerden çıkıp genç kadının kaldığı odaya ulaştı.
Nilay, teğmeni karşısında görünce afalladı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Elinde telefonla öylece kalakaldı. "Bu şekilde odama giremezsin!"
Teğmen kaşlarını çatarak Nilay'ın elindeki telefonu çekti. Kiminle konuşuyorsa çoktan kapamıştı. En sondaki numarayı arada fakat aradığınız numara kullanılmamaktadır uyarısı ile karşılaştı.
"Bu ne lan?" Telefonun ekranına bakıp küfretti. "Konuş yoksa kıracağım bu telefonu." Nilay teğmenin elinden telefonu almak için yeltendi ama teğmen elini yukarı kaldırıp bir adım geriye gitti. "Hop hop hop! Nilay beni seni sorguya aldırmak zorunda bırakma. Kiminle konuşuyordun? Üçüncü kez sormam!"
"Ben..."
"Anne!"
Nilay oğlunun sesini işitince derin bir nefes aldı. "Oğlumu uyandırdın! Lütfen çık dışarı."
Teğmen istemesede telefonu Nilay'a uzatıp odadan çıktı. Kapının önündeyken saatine baktı. Saat 01.00'di ve artık adaya dönmesi gerekiyordu. Uyumamış olmasını umarak arkadaşını aradı.
🥀
Hastaneden ayrılır ayrılmaz çiftliğe gitmeden önce sahilde yürümek istediğim için deniz kenarına gelmiştik. Alpay üşütüp hastalanmamdan korktuğu için başta istememişti ama beni de kıramamıştı.
Oldukça salaş bir balıkçıya gelmiştik. Güçlenmem için omega3 almam gerektiğinin şart olduğunu söylemişti benim yakışıklı yüzbaşım. Emrine karşı gelmeden kendime kocaman bir levrek söylemiştim. O ise seçimini somondan yana kullanmıştı.
Balıkçının içi beyaz ve mavi renklerden oluşuyordu. Renklerin uyumu içimi açmış yüreğimdeki kasveti alıp götürmüştü. Etrafa yayılan mis gibi balık kokuları ise iştahımı kabartmıştı. Elime dokununca gözlerimi denizden çekip sevdiğim adamın gözlerindeki denize çevirdim. Denizi seyrederken dalmıştım.
"Sultanım." Elimi dudaklarına götürüp öptü. "Ne düşünüyorsun?"
Üzerimdeki şalı omuzlarıma kadar çektim. "Hiç," dedim. Tek kaşını kaldırıp arkasına yaslandı. İnanmadığını göstermek istiyordu. "Deniz çok güzel değil mi? Işıl ışıl görünüyor."
"Benim manzaram kadar değil," dedi. Kollarını göğsünde bağlayıp başını sağ omzuna yatırdı hafifçe. Gözleri kısılmıştı. "Benim ışıltım daha güzel. Gözlerimi alamıyorum."
Sözleriyle utandığım için yanaklarım hafif ısınmıştı. Yanındayken her şeyi unutabilmek mucizenin ta kendisiydi. "Nilay gerçekten gidecek mi tedavi olmak için?"
"Bilmiyorum," dedi çayından bir yudum alırken. "Sabah hastaneye gideceğim."
Her şeye rağmen onun yanına gidecek olmasına içim eziliyordu. Bu elimde değildi. Bir kadının eşinize aşkla bakışı kabul edilebilir bir durum değildi. Yine de ona belli etmemeye çalıştım. Bana doğru eğildi ve ellerime uzandı. Ne kadar gizlesemde gözlerim kendini ele veriyordu değil mi? Bir bakışımdan içimi okuyabilen bir adam varken karşımda saklanmak mümkün değildi.
"Güzelim," dedi sessizce. "Nilay'dan alınan kanların birer örneğini özel bir hastaneye gönderdim. Şüphelendiğim şeyler var ve sonuçların doğruluğundan emin olmam lazım."
Gözlerine korku veren neydi? "Alpay," dedim. "Kafandakileri söyle bana."
Gözlerini benden kaçırdı. Elleri saçlarında dolandı durdu dakikalarca. "Senin için donanımlı bir hastane araştırıyorum sevgilim."
Kaşlarım anında çatılmıştı. Bunu bana ne zaman söyleyecekti? "Öyle mi?"
"Güzelim bak..."
"Delirdiğimi düşünüyorsun değil mi?"
"Saçmalama," dedi sertçe. "Sadece şüphelendiğim ve delicesine korktuğum şeyler var."
"Ne?"
Sesli bir nefes koyverdikten sonra ellerini yumruk yaptı. "Sen baygınken bir ara çiftliğe gittim duş almak için. Odamızdaki dolapta büyük bir çikolata buketi ve ayıcık buldum."
Söyledikleriyle hayrete düşerken kaşlarım çatıldı. "Evet. Sen göndermiştin Kars'tayken. Adadayken dolabıma bıraktığın çikolatalardandı."
Başını hızlı hızlı salladı. "Ben göndermedim," dedi dişlerini sıkarak. "Ben sana kırmızı güller göndermiştim boncuk."
"Alpay..." Yüzündeki ifade ve gözlerindeki endişe korkutmaya başlamıştı artık.
"Sana şimdi bir şey söylemeyecektim. Emin olmadan korkmanı üzülmeni istemedim güzelim. Nilay'ın, senin ve çikolataların tahlil sonucu çıktıktan sonra konuşacaktım."
"Benden kan mı aldırdın?"
"Adada kriz geçirdiğinde Hayri abiden kan almasını istedim."
"Ama neden?"
"Sorma," dedi. "Aldığı kanlar temiz çıktı ama ben başka bir hastaneye yolladım."
"Alpay Hayri Bey'den mi şüpheleniyorsun?"
"Şüphelendiğim ve yakın takibe aldığım biri var evet. Boncuk şimdi bir şey sorma güzelim olur mu? Sadece bana güven." Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi ve sımsıkı sarıldı. Diğer masalardaki insanlar bize bakıyordu. "Bana güven sevgilim. Tüm bunların bitmesi için elimden geleni yapıyorum."
"Sana güveniyorum elbette. Sadece başımıza ne geleceğini bilmemek beni çok korkutuyor."
"Korkma," dedi saçlarımı koklarken. Defalarca öptü. Garson elinde balıklarla masaya gelince benden uzaklaştı ama yanımdan kalkmadı. "Şimdi bu balığın hepsini yiyorsun sultanım."
Gülümseyip önümdeki balığa döndüm ama kafamdakileri susturmam mümkün değildi. Beni izlediğini hissedince gülümseyip tabağındaki balığı işaret ettim. "Bence yemelisin kocam." İmalı gülüşümden ne anladığını tahmin etmek zor değildi.
"Yiyeceğim," dedi. "Önce bu balığı sonra seni."
"Alpay..."
Balıkçıdan çıkmıştık. Kolumu beline sardım ve başımı göğsüne yaslayıp yanında arabaya kadar ağır ağır yürümeye başladım.
İkimizin de ayağında siyah botlar başımızda ise beyaz yün bereler vardı. 14 Şubat Alpay'ımın doğum günüydü. Bu çift berelerini doğum günü için örmüştüm ama o günü bir kabusa çevirdikleri için burada verebilmiştim.
Başımı kaldırıp sevdiğime baktım. Beyaz montunun üzerine çok yakışmıştı ördüğüm bere. Beyazın içinde parıldayan mavi gözleri ve sarı saçları gönlümü şenlendiriyor yaşadıklarımı unutturuyordu.
Uzunca onu izlediğimi fark edince durdu ve gözlerime baktı. Bıyıkları keyifle kıvrılmıştı. "Çok mu yakışıklı olmuşum sultanım?"
"Çok," dedim göğsümü gere gere. "Gözlerimi alamıyorum hilal bıyıklı kocam."
Çenemden kavrayıp dudaklarını dudaklarıma öyle bastırdı ki öpüşüyle kalbim teklemiş ayaklarım yerden kesilmişti. Buz gibi deniz esintisinde içimi sıcacık etmişti öpüşüyle. Elimi üşümüş yanaklarının üzerine yasladım. Sakalları elime batacak kadar uzamıştı. "Sevgilim."
Ayaklarım yere yeniden basınca burnumun ucundan öptü. "Söyle sultanım."
Kolunun altından çıkıp tam karşısına geçtim ve yavaşça botlarının üzerine çıktım. "Yarı İngiliz olduğunu öğrendiğimde Türk askeri oluşunu önce saçma bulmuştum. Sonra bu denli ülkü sevdalısı bir adam olduğunu tanıdıkça hayran oldum sana." Kollarımı boynuna sararken kısık ve çapkın bakışlarıyla beni izliyor ve belimdeki parmaklarını etime bastırıyordu. "İyi ki benimsin sevgilim. İyi ki çıktın karşıma. İyi ki aldık biz o cezayı." Parmak uçlarımda yükselip çenesine öpücük kondurdum. "İyi ki sevmişim seni benim güzel sevdam. İyi ki doğmuşsun sen."
Ben konuştukça o kendinden geçiyordu. Gözlerini kapatıp yüzünü gökyüzüne çevirip derin bir iç çekti. "Boncuk," dedi gözlerini açmadan. Sesi sarhoş gibiydi. "Boncuk! Ah boncuk..."
"Efendim," dedim kıkırdayarak. "Efendim kocam efendim..."
Gülerek gözlerini açtı ve sakallarını boynuma batırırcasına öpüp belimden gıdıkladı. "Şu cilvelerini evimiz de yapsan sultanım."
"Üşüdüm," dedim göğsüne sığınırken. "Evimize gidelim o halde."
Hiç beklemediğim anda kucağına alınca boynuna sarıldım. "Alpay dur!"
"Niye duracakmışım?"
"Yerler kaygan. Düşeceğiz şimdi."
Kahkaha attı beni döndürürken. "Düşmüşüm ben düşeceğim kadar yavrum."
Gülüşerek arabanın olduğu yere gelince yavaşça yere bıraktı. Ayaklarım karın üzerine basınca eğildim ve yerden bir avuç kar aldım. Ayağa kalkıp aldığım karı Alpay'a atacakken yerde birkaç damla kan gördüm. Tazeydi. Alpay'a bir şey söylemeden doğruldum ve etrafıma baktım. Arabanın ön tarafına doğru devam ediyordu kan damlaları.
Alpay, bagajda bir şeyler arıyorken birkaç adım atıp damlaların nereye kadar gittiğini anlamaya çalıştım. Ön tekerleğin dibinde yoğunlaşıyordu. Biraz daha yaklaştığımda çığlık atmamak için elimi dudaklarıma bastırdım. Kafası kopartılmış bir köpek arabanın tamponunda öylece duruyordu.
"Alpay," dedim midemin bulantısını engellemeye çalışırken. Zavallı hayvana bunu kim neden yapardı anlayamıyordum. Göz yaşlarımı durduramıyordum. "Allah belanızı versin!"
"Boncuk," dedi panikle yanıma gelirken. Parmağımla hayvanın cesedini gösterdim. Başımı kollarının arasına alıp beni arabadan uzaklaştırdı. "Şşştt. Güzelim buradayım." Ana caddeye doğru yürürken beni kollarının arasından bir an olsun çıkarmamıştı. "Tüm bunları yapanı bulacağım sevgilim. Bulacağım ve her bir damla göz yaşın için bedenlerinden bir et koparacağım."
Sesi öyle gürlüyordu ki öyle öfke doluydu ki ben en çokta bu öfkesinden korktum. Tüm bunların ona zarar vermeden bitmesini istiyordum. Yoldan geçen ilk taksiyi durdurup bindiğimizde çiftliğin adresini söyledikten sonra telefonla Kenan'ı aradı ve arabasının olduğu yerin konumu atarak durum kontrolü yapmasını istedi. Bir eli elimi hiç bırakmıyordu. Soğuktu parmakları. Çok soğuk...
Titreyen elimi dudaklarına bastırdı. "İyi misin boncuk?"
"Gözlerimin önünden gitmiyor zavallı hayvan. Aklım almıyor Alpay! Bu nasıl bir canilik? Kim bunlar, bizden ne istiyorlar?"
"Nilay," dedi karşıya bakarken. "Tüm cevaplar onda."
"Bildiklerini söylemeye niyeti yok gibi." Ellerini ısıtmaya çalışıyordum. Taksi çiftlik yoluna girdiğinde ürpermeden edemedim. İki yanı kavak ağaçları ile kapatılmış uzun dar bir yoldu. Alpay'dan ayrı olduğum zamanlarda çiftlikten çıkmak için fırsatım olmamıştı. İlk kez bu yoldan geçiyordum ve oldukça iç karartıcıydı.
"Var aklımda bir şeyler," dedi. Saçımdan öpüp başımı göğsüne yasladı. "Sadece senden uzak durmanı istiyorum güzelim. Her ne olursa olsun ne kadar sürerse sürsün çiftlikten çıkmayacaksın."
"Ama Alpay..."
"Aması yok güzelim. Bu iş iyice çığırından çıktı. Gerekiyorsa Türkiye'den gideceksin. Bu krizlerin atakların benim hiç hoşuma gitmiyor!"
"İyiyim ben," dedim burnumu çekerek. "Hiçbir yere gitmiyorum. Askersin sen! Hem de özel kuvvet. Sonsuza kadar birilerinden kaçarak yaşayamam. Hele ki sensiz..."
Bu konunun uzayacağını biliyordu bu yüzden bana cevap vermeden başını arabanın koltuğuna yaslayıp uzunca bir nefes bıraktı. Adada değildim. Daha fazla uzağa gitmeye ise hiç niyetim yoktu.
Taksi çiftlik kapısının önünde durunca parasını ödeyip indik. Arabanın sıcağına alışan bedenime serin hava sertçe çarpınca ürperdim. Gözlerimin önünde ise o vahşi manzara varlığını hala koruyordu.
Otomatik kapı açılınca Olivia hala telaşla bana doğru atıldı. Yanında annem de vardı. "Canımm."
"İyiyim," dedim. Benden ayrıldı ve telaşla yüzümü incelemeye devam etii. "Gerçekten iyiyim."
"Tanrıya şükürler olsun. Aklımızı aldın kuzum."
Kendimi zorlayıp gülümsedikten sonra benden ayrılıp Alpay'a sarıldı. Anneme yaklaşıp hasretle sarıldım. Çok özlemiştim. O kadar sevinmiş ve şaşırmıştım ki Mersin'e ne zaman geldiğini bile sormadım. "Annem."
"Güzel kızım," dedi. "Sana sürpriz yapmak için gelmiştim. Yavrum duydum ki fenalaşmışsın adada. Ne oldu söyle bana?"
"İçeride konuşun hanımlar," dedi Alpay elimden tutarken. "Hava epey soğuk."
Hep birlikte içeri girince bizi Alpay'ın dedesi karşıladı. Yemek masasında çeşit çeşit yemek vardı lakin o kadar toktuk ki yemek kokusuyla yediklerim ağzıma geliyordu.
"Hoş geldiniz çocuklar," dedi. Önce ben öptüm elini. "Nasılsın güzel gelinim?"
"İyiyim," dedim. "Siz nasılsınız?"
"İyiyim güzel kızım. Azrailin bana uğramasını bekliyorum." Bunu gülerek söylemişti ama hiçbirimiz gülmemiştik.
"Allah gecinden versin," dedi annem.
"Öyle öyle," dedi. Eliyle masayı işaret etti. "Hadi buyurun. Yemekler soğuyor."
Masaya doğru yürürken Alpay'la birbirimize bakıp güldük. İkimizin de bir kaşık daha yemek yiyecek yeri yoktu. Dedesini üzmemek için masaya oturmuş ama yemeklerden yiyememiştik.
🥀
Telefon üçüncü kez çalmaya başlayınca söylenerek dudaklarını boynuma bastırdı. "Ulan Kenan!"
"Alpay önemli olabilir."
"Sırası mı?" dedi dişlerinin arasından. "Şu an mı?"
Başımın hemen yanındaki çarşafı avuçlarının arasına alıp sıktı. Hasretle kavuşan tenlerimizi bir kez daha birleştirirken tırnaklarımı omuzlarına bastırdım. Elleri kalçalarımı iki yandan kavrayıp bacaklarımı beline doladı ve varlığı içimde daha yoğun hissetmeye başladım.
Bu gece bitmeyecekti biliyordum. Bitsin istemiyordum. Kokusuyla teninin teriyle harmanlandığım bu gecenin bitmesini nasıl isteyebilirdim ki? Sabah gideceğini bilirken bu mümkün müydü? Değildi. Biliyordum ki hiçbir zaman ona doyamayacaktım.
Alnını alnıma koyduğunda nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Yemekten sonra salondan kaçıp odamıza çıkmıştık. "Boncuk," dedi gözlerimin içine bakarak. Dudaklarını burnuma bastırdı. "Ne kadar sevsemde seni sönmeyecek bir ateş var içimde. Her geçen gün harlanıyor. Ben nasıl baş edeceğim kızım bu yangınla?"
Hala tenimde birken bu sözleri duymak gözlerimi kaçırmama yetmişti. Yanaklarım kızarıyor mideme kramplar giriyordu. Kaç yaşına gelirsek gelelim liseli ergenler gibi başımda kavak yelleri estirecekti sözleri. Hiç bitmeyecek bir aşk ve hiç bitmeyecek bir heyecanla ömür geçireceğimi düşünmek ayaklarımı yerden kesiyordu.
"Bilmem," dedim nazlı nazlı. "Hiç sönmesin istediğimi biliyorum yalnızca..."
Dudaklarını çenemden yavaşça boynuma kaydırıp oradan göğüslerime inerken gözlerimi kapatıp kendimi bir kez daha öpüşünün esaretine bıraktım.
🥀
"Ulan," dedi Teğmen. Yüzbaşı Mücahit, Çelebi ve Çavuş oturdukları yerden kıs kıs gülerek teğmen'e bakıyorlardı. "Göreve gider dönmek bilmez. Gerdeğe girer çıkmak bilmez!" Alpay'ın arabasına bırakılan ölü köpekle ilgili bir şeye de ulaşamamıştı.
"Hoop," dedi yüzbaşı. "Meslektaşıma laf söyleme Kenan!"
"Lan başlattırma şimdi meslektaşından. Israrla arıyorsak önemli demekki."
"Açamayacak halde belki iki gözümün çiçeği," dedi Çelebi. Gemidelerdi ve adaya dönüyorlardı. Nilay'ın ailesi gelmişti ve artık odasının önünde onların ayarladığı özel korumalar bekleyecekti. "Günler sonra karısına kavuştu bülbülüm."
"O telefonu açsın öttüreceğim ben onu."
"Duymasın komutanım," dedi Düldül. "Malum kuşlar belki bülbülüme cıvıldar."
"Yarın mahkumların arazi günü Çavuş," dedi Teğmen. Armağan'dan ardı ardına mesajlar geldiği için dikkati dağılıyordu. "O kuşlar hasatta cıvıldamak ister mi bir sor bakalım?"
Çelebi ve Düldül birbirlerine bakıp hemen hazır ola geçince Yüzbaşı Mücahit ve yanındaki askeriyle birbirine bakıp güldü. "Yarın ben olacağım başlarında," dedi teğmene bakarken. "Yardımcı olarak Çelebi ve Düldül'ü istiyorum Kenan."
"Komutanım sizin timinizde bizden daha kabiliyetliler var." Çelebi Düldül'e devam et der gibi işaret etti. "Biz birkaç güne göreve gideceğiz. Eğitimler falan..."
"Kes asker!" diye bağırdı yüzbaşı. "Size fikrinizi sordum mu?"
İkisi birden ayağa fırlayınca Kenan keyiften dört köşe olmuştu. İkisi aynı anda selam verdi. "Emredersiniz komutanım!"
🥀
Arayı çok açmamak adına bölümü paylaşmak istedim. Gül Reçelinde görüşmek üzere😘
|
0% |