8. Bölüm

8.BÖLÜM-ATEŞ VE BARUT

ilkim GÜNAYDIN
ayshe.myfirst

ATEŞTEN

Albayın bunu demesi üzerine ayaz ve ailesi hızla ayaklanıp çıkmıştı. Ardından albay, çok beklemeden ben de albayın peşinden gitmek için ayaklandım. Ona hem dosyayı soracak hem de beni bu göreve sadece kotundan ve gerekli balolara katılmam için almamıştı, farklı bir şey vardı. Bunu sorup öğrenecektim. Üzerimdeki hafif yorgunluğu atmak için yemek yemeğe veya alışverişe giderdim belkide.

Yorgunluğunu atma yolun beni çok duygulandırdı. Ağlıyorum şuan, bak göz yaşım pıt.

İç sesime bazen ayar oluyordum ama sorun değildi, onunla yaşamaya alışmıştım.

Tabii ki alışacaksın canım, neyse duydum ki bazıları çoktandır yoktum diye demiş ki öldü, onlara söyleyin kral geri döndü ateşiiim.

Evet, ne geri dönmek ama ağlayarak geri döndü.

Ne ağlaması be!

Az önce ağlıyordun ya, iç sesim de bipolardı.

Tam eşyalarımı toplamış metehana albayın odasını soracaktım ki, o ben soramadan cevap verdi.

“Buradan çıkınca sola dönün, asansörle ikinci kata çıkın ve oradan sağa döndükten sonra gördüğünüz ilk kapı savcım.”

“Tamamdır da, sen nereden anladın benim albayın odasına gideceğimi.”

“Gözlerinden, neyse gel ben seni götüreyim. Hem benim de görevle alakalı sormam gereken bazı şeyler var.”

“Tamamdır o zaman yüzbaşım, soldu değil mi?”

“Aynen savcım, ilk önce sol sonra asansör sonra sağ bir ilk kapı.”

Kafamı sallayıp kapıdan geçmesini bekledim, sonrasında ise ilk olarak benim geçmem için elini kapıya doğru ‘buyrun’ der gibi uzattı, ben de bu ısrarına kafamı hafifçe aşşağıya eğerek teşekkürümü ilettim.

ALPARSLAN’DAN

Metehanla sadece bir gün görüşmemiştim. Ama görmeyeli baya kibarlaşmıştı, yani birini kendinden önce kapıdan geçirmesi değildi mesele, önünde biri bayıldığında iki gün önce geri kaçan adam şimdi kucaklayıp revire götürüyordu.

Savcım savcım diye peşinde koşması da cabasıydı, eski savcımız olan fakat şimdi memleketin diğer ucuna sürgün edilen mert savcıya olan uzaklığı ile şimdiki savcı olan ateşe yakınlığı yarışabilirdi.

Sağ kolumun dürtüklenmesiyle o tarafa baktım. Zeynepti, kafasıyla kapıyı gösterdi.

“Tamam çıkalım. Içtima alanına geçer biraz terledikten sonra atış yaparız.”

“Bu kadar mı?”

“Daha ne olsun Zeynep?”

“Ne bileyim komutanım, metehan komutanım olmayınca bizi iki kat çalıştırırdınız normalde.”

“Ama şimdi metehan var.”

Time döndüm.

“Tim, yemekten sonra yapacağız dediklerimi, içtima alanında buluşalım.”

“Emredersiniz komutanım.”

Zeynep, askeriyede as üs mevzusundan dolayı bu şekilde davranmama alışkındı, ama bende dozunu bilmeliydim. Yoksa evde de Alparslan komutanım oluyordum.

Sırayla çıktık toplantı odasından, ne yalan söylemeliydim ki albayın odasında dönen konuşmayı merak ediyordum, albay içimizden birine güvenmemişti ki ateş savcının neden bizimle çalıştığını düzgün anlatmamıştı. Aşırı merak ediyordum neden olduğunu.

Dedikoducu teyzelere döndün iyice!

İç sesime hak veriyordum, ne oluyordu bana! Kendine gel Alparslan, kendine gel oğlum.

Yemekhanenin kapısını açıp içeri girdik, herkes yemek almaya giderken biraz içeriye göz gezdirip boş masa arandım.

Bu sırada ise gözüme bir şey takıldı, Zeynep sadece yeşil bir elma almış az önce gördüğüm boş masaya Asya ile birlikte oturmuştu. Derin bir sohbetin içinde oldukları belliydi de niye yemek almamıştı bu kız? İçtima da bayılmak falan mı istiyordu? Bir de normalde metehan yoksa iki katını yapardık diye soruyordu. Bit gariplik vardı ya, hadi hayırlısıydı.

ATEŞTEN

Sola dönme ve asansör kısımlarını atlamış şimdi ise bu koridordan sağa dönüp albayın odasına ulaşmak kalmıştı.

Metehanla ilginç bir şekilde anlaşıyorduk yani o benim hareketlerimden veya mimiklerimden ne yapacağımı veya nasıl hissettiğimi anlıyordu. Ben ise onun davranış şeklinden bir şeyden rahatsız olup olmadığını anlayabiliyordum. İki gün içinde bunlar nasıl oluşmuştu, hiç bir fikrim yoktu, sadece uzun zaman sonra bu denli anlaşılmak ve güvende hissetmek yabancı geliyordu.

En son babam yanımızdayken bu duygudaydım ve şimdi yine aynı duyguyu hissetmek bana geçmişi yaşatıyordu.

İdil de metehanda bana geçmişimden bir şeyler hatırlatıp içimdeki intikam ateşini harlıyorlardı. Ben ateştim, bu doğruydu hem de içimdeki intikam ateşi kadar, fakat yanımdaki bu barut kokulu adamın ve geçmişimin zorba kısmını hatırlatan ismin benim bu kadar yakınımda olmaları da bir işaret olabilirdi.

Belki de intikamında en çok onlara zarar verirsin?

Dedi iç sesim, olabilir miydi? Ben intikam alırken, en çok da masumların canını mı
yakardım?

Düşüncelerimle boğuşurken albayın odasının kapısının önüne gelmiştik bile, metehan kapıyı çalınca ‘gir’ komutunu beklemeye başladık. Odanın içinden gelen seslerle birbirimize baktım ama kısa bir süre sonra beklenen komut geldi.

“Girin.”

Kapıyı açıp içeriye adım attıktan sonra kısa bir an için etrafı inceledim. Şüpheli bir şey bulamamıştım.

Nasıl bulacaksın ki zaten? Adamın odasına ilk defa geliyorsun.

Evet, ama yine de belki bir şey yakalarım umuduyla göz gezdirmiştim sadece, metehana yan gözle baktığımda kaşlarını çatmış bir şekilde albayın odasında olan cam kapalı dolaba baktığını gördüm. Ben de dolaba baktım, fakat bir şey anlamamıştım.

“Savcım, korkmaz neden buradasınız? Önemli bir şey mi oldu?”

“Hayır albayım, sadece toplantıda söyleyemediğiniz bir kaç şey oldu, onları sormaya geldik.”

“Tamamdır savcım, otur lütfen ayakta kalma.”

Kafamı sallayıp masanın önündeki koltuklardan sağ taraftakine oturdum.

“Sen korkmaz, timinle yemekhanede olman gerekmiyor mu?”

“Benim de size soracak bir kaç şeyim var komutanım. Onları soracaktım.”

“Sor bakalım. Neymiş bu sorular? Sonra da yemeğe in.”

Metehan kafasını sallayıp konuşmaya başlayacakken araya girdim.

“Albayım, benim soracağım sorular biraz da metehanı da ilgilendiriyor. Acaba kalsa olur mu?”

“Peki kızım, öyle olsun.”

Bana askerleri yanındayken veya as üs ilişkisindeyken hep savcım diyordu, şimdi kızım dediğine göre artık as üs yoktu. Metehana döndü.

“Otur bakalım yüzbaşı.”

Bu insanlarla bu denli yakınlaşmak, hem de sadece bir iki günde. Gerçekten büyük bir güvendi, sonuçta farklı bir şehirden atama ile gelmiş ve onların üzerinde on bir yıldan fazla çalıştıkları görevin ana adamının öz kızı olarak yanlarına gelmiştim. Hoş, o adam artık yüzü belli olduğu için bir şey yapamıyordu ama yine de bu güven bana tehlikeymiş gibi geliyordu.

Planımdan şaşmamalıydım.

“Öncelikle albayım, ben sizin benim bu görevle ilişkim hakkında toplantı odasında yaptığınız açıklamadan pek tatmin olmadım. Sanırım bir şey daha vardı ve siz söyleyemediniz, veya birinden şüpheleniyorsunuz.”

Derin bir nefes vererek gözlerini kapattı.

Biliyordum! Biliyordum! Bir şey vardı.

“Evet kızım, birinden şüphelendiğim için değil bir kaç kişiden şüphelendiğim için
söylemedim.”

Metehan da ben de dikleştik. Şüphelendiği kişi onun timi olamazdı, yoksa niye bu göreve
timini soksundu ki? O zaman geriye sadece onlar kalıyordu.

“Merak etme metehan, ayazlardan şüphelendim. Kızları İdil, pek ağzı sıkı birine benzemiyor. Sonrasında da annesi ve babasının geçmişi yüzünden sadece İdil’i çıkarıp da söyleyemezdim. Sonuçta, onlar da geçmişlerinde birlerine ihanet etmişlerdi.”

Tam tahmin ettiğim gibi ateş, ay neyim ben ya! Sherlock Holmes falan mı!

Albayın, ayaz ve eşiyle bir geçmişi vardı. Ayaz küçük bir paydı, ama Seçil öyle küçük bir pay olamayacak kadar büyük ve derin bir iz bırakmıştı. Albayın yüzünden okunuyordu.

“Seni bu göreve sokmamın sebebi ne baban ne de Ankara’da yaptığın o kahramanlık kızım sen bu görevin ana parçasısın, bir satranç oynuyorsak sen şah’sın. Seni mat ederlerse on bir yıllık emek bir hiç olur.“

Anlamadım kar tanesi? Şahsın derken? Benim bu insanlarla şahsi bir meselem mi var yani?

“Anlamadım? Daha fazla açar mısınız lütfen konuyu?”

Derin bir nefes aldı.

Ay yeter be adam! Odadaki oksijen bitti senin yüzünden!

“Ben sana şuan ne anlatsam boş ateş, yavaş yavaş yakalayacağımız bu itler aslında ülkeyi uyuşturucuyu falan değil, seni istiyorlar diyebiliriz. Baban seni hiç bir zaman onlara anlatmadı kızım, senin peşindeler evet, ama baban yüzünden değil. Bu kadarını bil, gerisi zaten biz bu itleri yakaladıkça ortaya birer birer dökülecek. Sen hiç merak etme.”

Ben hala anlamadım yanlız, niye şahız biz ayol?

“Pek fazla anlamadım, hatta hiç anlamadım. Ama bir bildiğiniz vardır diye
sorgulamayacağım.”

“Aynen öyle kızım. Bir bildiğim var ki seni koruyorum.”

Ufak bir gülümsemeden sonra başka sorum var mı diye bir beyin fırtınası yaptım. Yoktu sanırım.

Nasıl yok ayol? Ayazın yüzü ifşanlandıysa niye saha görevine gideyo bu adam?

İç sesime bir madalya lütfen.

“Peki o zaman çok sıktım biliyorum ama bir sorum daha olacak.“

“Hiç sıkıntı değil.”

“Ayaz yüzbaşı, eğer ifşalandıysa neden hala saha görevine çıkıp bizimle baloya geliyor?”

“Savcım sen de hep benim sorulardan ilerliyorsun. Yok mu başka sorun?”

Diyen Metehanı duydum. Fakat duymamazlıktan gelmek benim için daha cezbediciydi. Ona cevap vermek yerine iki koltuğun arasında duran sehpayı ona doğru sertçe ittirdim. Dersini alırdı umarım.

“Şöyle diyim kızım, ayazın sizinle görevde olması seni tehlikeye atar. Fakat, olmaması bizim bu itlerin yerini bulmamızı çok zorlaştırır.“

Albayın suratına boş boş bakınca daha detaylı anlatmaya başladı.

“Ayaz, Seçil ve idile bir kolye verildi. Aslında sadece İdil’e verildi, diğer ikisinin ise askeri künyelerine takılan son teknoloji bir takip cihazı sayesinde etraflarında sinyal kesici olsa bile onları bulabilicez. Kısaca, ayaz gittiğiniz görevde kaçırılsa bu cihaz sayesinde yeri bulunacak ve acil bir operasyon ile ayazı götürdükleri yere baskın düzenlenecek.”

Anladım der Gibi kafamı yavaş yavaş aşağı yukarı salladım.

Ateşim, peki bizi kaçırırlarsa ne yapıcaz?

İç sesim bu gün fazla akıllıydı. Bunu tarihi kazımalydık. Ama ben bu soruyu sorana kadar metehandan bir soru geldi.

“Peki komutanım, biz kaçırılırsak ne olacak?”

“Şöyle olacak metehan, sizler zaten var gücünüzle savcıyı koruyacaksınız. Fakat ola ki sizden biri kaçırıldı yapacak bir şey yok bize ulaşacak ve kendiniz kurtulacaksınız. En azından bu teknoloji Türkiye’ye gelene kadar.”

“Nasıl yani, bu cihaz Türkiye’ye sadece üç tane mi geldi?”

“Hayır, ama Türkiye’de olan 81 ile de yetecek kadar gelmedi ve bu cihazı üreten firma maalesef ki seri üretime geçmedi.”

Dudaklarımı büzdüm.

“Hımm o zaman kaçırılmamamız lazım öyle mi?”

“Aynen kızım.”

Düşünceli bir şekilde kaşlarımı kaldırdım. Ardından metehana baktım, göz göze geldik o da benim gibi düşünceliydi.

“Eee bana soracağınız başka soru kaldı mı?”

“Benim bitti albayım.”

İkimizde metehan döndük.

“Savcım benim soracağım bütün soruları sordu valla komutanım. Bana gerek kalmadı.”

Burnundan nefes vererek güldü albay.

“Tamam o zaman.”

Diyerek metehan da ben de aynı anda ayaklandık.

“Kızım bir çay falan içseydin.”

“Yok albayım sağolun başka sefere artık, ben gideyim. Hem daha tam yerleşemedim işlerimi
hallederim.”

“Tamam kızım, yardıma ihtiyacın olursa söylemen yeterli ”

Gülümsedim. Mahçup oluyordum, iki gün önce tanıdığınız insana bu kadar nasıl
güveniyorsunuz? Diye de içim içimi yiyiyordu. Ama yine bozuntuya vermedim.

“Tamamdır albayım, hemen haber veririm size.”

“Komutanım merak etmeyin savcımda benim numaram var. Hemen arar beni.”

Tam kaşlarımı çatıp metehana bir şeyler söyleyecekken kafama bir şey dank etti. Dosya!

“Albayım! Albayım, bir şey daha vardı.“

Panik olduğumu görünce ikisi de aynı anda bana döndü.

“Ne oldu kızım, tamam bir sakin ol. Anlat bakalım neymiş bu şey?”

Metehana döndüm.

“Dosya! Hatırlıyor musun? Revirdeki dosya!”

Albaya döndüm.

“Albayım revirde bir dosya vardı. Benim yattığım yatağın hemen üzerinde tavana açılmış gizli bir oyuktan mavi renkli bir dosya gözüküyordu.”

“Evet komutanım, selime çaktırmadık ama sizin kayıp dediğiniz dosyaya benziyordu.”

Albayın dudağı yukarı doğru kıvrıldı.

“Olmuşsunuz siz. ”

“Ne?”

İkimizin de aynı anda sorduğu soruya gülerek cevap verdi.

“O dosyayı oraya ben koydum. Selimin haberi yok, söylememeniz de iyi olmuş. Ateşin davayla asıl ilgisinin anlatıldığı dosya o. Doğru düzgün saklatmıştım ama gördüğünüze göre daha iyi bir yer bulmalıyım. Söylediğiniz için sağolun. ”

Şokla birbirimize baktık.

“Peki komutanım, sıradaki yerini biz bilecek miyiz?”

“Hayır, dava sonunda görürsünüz. ”

Kafamızı salladık.

“İşte şimdi başka bir şey kalmadı albayım.”

Diyerek arkamı döndüm. Metehanın da hemen arkamdan yürümeye başlaması ile tam kapıyı açacakken albayın söylediği ile durduk.

“Metehan, ateşle barut yan yana gelince ne olur?”

Ne biçim soruydu bu?

“Patlar komutanım.”

“İyi, dikkat edin de siz de ateş ve barut gibi patlamayın o zaman. Hadi çıkın şimdi, beni öğlen yemeğimden mahrum ediyorsunuz.”

Ne demek istiyordu bu adam? Patlarsınız derken? Metehana baktım. O da benim gibi şaşkındı ve albayın ne dediğini idrak etmeye çalışıyordu. Göz göze geldiğimizde ‘boşver’ der gibi omuzlarımı silktim. Ne olduğunu ne o ne de ben anlamamıştık, ama albay kesinlikle bir şeye net ve keskin biri vurgu yapmıştı.

 

Nağberrrrr bu bölüm yazdığım ve yayınladığım en sıcak bölüm,bugün yazdım çünküüü ne diyorsunuzzz yorumn vee okunmamız çok az lütfen yakınlarınıza da önerin arkadaşlar bir de yorum yapmayı ve oy atmayı unutmayın sizleri seviyorehhhh.Bu hikaye tamamen amatörce ve keyfi yazılmıştır bunu bilerek okuyalım lütfenn.

Bölüm : 03.10.2024 19:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...