
BALO GECESİ
Babam.... Hayatımı hem başlatıp hem de bitiren bu adam, şimdi karşımda yeni karısıyla
bana nispet yapar gibi romantik bir dans edip ona kahkaha atıyor ve en içten gülümsemesini
ona sunuyordu . Albayın bize dün bahsettiği görevdeydik, görev gerekli çiftler oluşmuş ve
onlara göre yerler ve alanlar belirlenmişti. Karşımdaki manzara ise içler acısıydı, istediği
kadar görev icabı olabilirdi. O adam benim babamdı ve bir kere dahi anneme bu kadar içten
ve bu kadar aşk dolu bakmamıştı. Yani, küçükken babam anneme ne zaman baksa içim
gider, bir gün ben de onlar gibi unutulmaz ve mükemmel bir aşk yaşayacağım diye hayaller
kurardım.
Babamın yaşadığını ve hatta bir kızı olduğunu öğrendiğimden beri ise bu
hayalimin hem benim hem de hayatımdaki insanlar için fazla masum olduğuna karar
vermiştim.
Çoçukken annemle birlikte hayallerimi süsleyen ve sanki istesem bana dünyaları
verecekmiş gibi bakan adam, bizi terk etmiş ve görev adı altında kendine sıfırdan bir hayat
kurmuştu. Hem de en yakın arkadaşının eşiyle.
Kendimi sıkıyordum, daha önce böyle profesyonel bir görevde bulunmamıştım ve mükemmeliyetçi kişiliğim burada da kendini gösterip bana sınırlarımı hatırlatıyordu. Ama bu adamı bu şekilde görmek... babamdı! Babam,anneme aşkla bakan kardeşim ve baba sevgiyi, saygıyı ve daha bir çok şeyi aşılayan adamdı bu!
Ama şimdi anlıyordum, babam ne
anneme aşık olmuş ne de bize bir şeyler aşılamıştı. Babam bizim yanımızda kalmak için
kalmış ve ilk fırsatta da gözden çıkardığı kişiler ailesi olmuştu.
ŞİMDİKİ ZAMAN
askeriyeden metehan ile birlikte ayrılmıştık. Şimdi ise midemin bana attığı bir kazığı dile sonucu askeriyeye yakın ve onun tanıdığı bir çorbacıya gidiyorduk. Maşallah bendeki midede de ne dil varmış! Konuştu konuştu, resmen midem dile geldi ve konuştu yani. Arada sıkılınca dertleşiyim bari midemle!
A-aa ateşçim ama kırılıyorum hayatım. Ben ne güne duruyorum?
Aman aman kalsın, ikinizle de konuşacağıma gider kendimi dağa taşa anlatırım. En azından onlar bir süre sonra hem dile gelir hem beni anlar.
Daha fazla bu saçma münakaşaya dayanamayarak yaşlandığım yerden dikleştim ve metehana baktım. Büyük bir ciddiyetle arabayı kullanıyordu, ciddileştiğinde veya bir şeyi anlamadığında kaşlarını çatıyordu, bu durum da kaşlarının ortasındaki iki küçük kırışıklığı açıklıyordu. Normalde çok kaşlarını çatan veya mimik yapan bir insan değildi mühtemelen, düz bir suratla gezer, fakat duygularını da çok değişik bir şekilde karşısındakine yansıtırdı.
Çocukluğumdan beri inandığım tek bir şey var ki, o da gözlerin beynin yansıması olduğu. Evet, beynin yansıması. İnsanların çoğunun hatta neredeyse hepsinin bildiği üzere, duygular kalptedir ve bu yüzden aşk, güven sevgi gibi duyguları hep kalbimizde atar sevginin sembolü olarak da kalp yaparız. Sevginin sembolü kısmına pek karışamazdım ama , aslında bu beynimizin bize oynadığı büyük oyunlardan biriydi. Sonuçta beyin her şeyimizi yönetirken neden duygularımızı sadece kan pompalayan kalbimize bıraksın ki? Kalbimizin tek işlevi kan pompalamaktır. Beynimiz ise bizi yönetir, bu yüzden aşık olduğumuzda veya farklı bir
duyguyu hissettiğimizde kalbimizi değil de beynimizi suçlamalıyız. Aslında biz insanlar bunun
üzerine birazcık düşünsek fark edebiliriz ama, kimin umrunda ki? Sonuçta bizler eskilerden gelen şeyleri sorgulamayıp bir bildikleri vardır diyerek ayak uydurmayı, daha masrafsız olduğu için, daha fazla seviyoruz. Aklımdaki düşünceleri bir kenara atarak metehana döndüm. Hani yakındı bu lokanta ya!
"Gururlu musun? Ayrıca sen bu lokantanın askeriyeye yakın olduğuna emin misin? Kaç
dakikadır gidiyoruz! Git git bitmiyor!"
Burnundan nefes vererek güldü.
"Biliyorum savcım, az kaldı sabret. Ve ne için gururlu muyum?"
"Umarım az kalmıştır çünkü midem alfabeyi söktü, sökecek."
Attığı gür kahkahayla sözüm yarım kalmıştı.
"Gülme ya!"
Kendini sakinleştirmeye çalışarak konuştu.
"Tamam tamam gülmem de, ben hala sorumun yanıtını alamadım."
"Türkiye'de kadınların saha görevlerine gitmeleri yasaktı, senin timin bir ilk sanırım. Bu
yüzden diyorum, gururlu musun?"
Yüzünde oluşan gülümsemeyi daha önce bana sunmadığı için kıskandım. O kadar içten ve o
kadar sıcak bir gülümsemeydi ki bu tarifi edilemezdi.
Ben ederim ateşçim, böyle aynı evde yaşasanız ve o hep bu gülümsemenle evde dolaşsa kışın ortasında don atlet gezerdim. Öyle bir sıcaklık.
İç sesim, bazen benim değil de başkasınınmış gibi davranıyordu. Derin nefes alarak metehanın gülümesemesinden gözlerimi çekerek gözlerine baktım.
"Gururluyum. Hem de tarif edemeyeceğim kadar çok."
Kafamı onaylar şekilde salladım.
"Fark ettim."
Tekrar önüme döndüğümde tenha ve yıkık dökük binaların olduğu bir sokağa girdik. Hava
kararmıştı, saat sanki arkasında bir tabur asker varmış gibi çok hızlıydı. Mahallenin tam
ortasında bir lokantanın ışığı yanıyordu sadece, diğer bütün apartmanlar karanlığa
bürünmüştü, sanki sadece bu lokanta vardı orada. Sokak çok bakımsız değildi, aksine sokak
bakımlı evler berbat haldeydi. Sokakta ağaçlar, lambalar çiçekler varken apartmanların bir
penceresi bile yoktu. Metehana yaklaşıp ona fikrimi söyledim.
"Metehan, sence de bu lokantanın başka bir yere taşınması gerekmez mi? Burası hiç tekin
bir yermiş gibi durmuyor da."
Dudağının köşesi yukarı doğru kıvrılırken beni sırtımdan destekleyerek lokantaya yürüttü, bu
sırada da sorumu cevaplıyordu.
"İçeri gir bak, dışıyla yargılamadan önce kitabın içini iyice bir incele oku demişler savcım."
Kafamı salladığım sırada tam lokantaya girecekken yansımadan gördüğüm kadarıyla iki genç çoçuk zar zor yürüyerek metehanın arabasının yanına gidip arabaya yaslanmaya başlamışlardı. Çok kafama takmayarak önüme döndüm, çünkü sürgülğ kapının eşikte olan küçük çıkıntısına takılıp iki seksen yere yapışıyordum.
Bir yetmiş.
Ne?
Sen bir yetmişsin kızım! Nasıl iki seksen yere yapışacaksın? Bir yetmiş yere yapışacaksın
tabii!
İç sesime gözlerimi devirerek önüme dönüp lokantayı incelemeye başladım. İçeri ilk
adımınızı attığınızda bile anlayabileceğiniz üzere burası bir aile restorantaydı ki bunun en
büyük kanıtı, üst kata çıkan merdivenlere asılı duran bir sürü fotoğraf vardı. Tam o sırada arkamızdan bir ses geldi.
"Ooo metehan efendi! Sen uğrar mıydın buraya yaa!"
Metehanın derin bir nefes vererek güldüğünü duydum. Karşımızda sakalları ve saçları
beyazlamış, ama oldukça bakımlı duran, elleri ve yüzü kırışıklıklarla dolu, ama bir o kadar da
sevimli görünen bir amca vardı.
"Ali amca, nasılsın? İyisin dimi. Senin karatalar bir şey yapmadı."
Adının Ali olduğunu öğrendiğim amca metehana ilk önce elini uzatmış sonra da onu daha
fazla beklemeden kolları arasına almıştı. Dışarıdan bakan bir insan onların bir baba oğul
sarılması yaptığını sanardı, ama aksine onlar birbirlerinden o kadar alakasızdı ki. Ali denen
adamın yaşlılığından kaynaklı değildi bu, yüzlerinin şekilleri bile farklıydı. En sonunda bana
döndüklerinde sapık gibi onları izlediğimi fark ettim.
"Bu kız kim? Gelinim mi yoksa?"
Metehan önce gözlerini devirdi. Ardından;
"Ali amca, yanımda gelen her kadına bunu yapmak zorundasın değil mi?"
Her kadın? Yanında götürdüğü? Pardon, ateş ne diyo bu! Parçalarım ben bunu.
"Her kadın? Oğlum buraya geldiğin tek kadın bu hanım kızımız."
Ateeşşşş, amca seni hanım kız sandı. Sıçtık.
Artık olaya bir el atmam gerektiğini düşünüp konuşmaya başladım.
"Merhabalar efendim, ateş ben. "
Ay ateş, kızım hiç güleceğim yoktu. Kibar olacağım diye kasıntının teki oldun ya sen!
"Merhaba kızım, merhaba. Ali bende, bizim bu öküz seni tanıtmayınca sana kaldı onun kusuruna bakma sen."
Ben kıkırdarken, metehanın somurttuğunu fark ettim.
"Sıkıntı değil, ben alıştım artık sizin öküzün bu huylarına."
Metehan şaşkınlıkla bana dönerken ben ve Ali amca kahkahalarla gülüyorduk.
"Neyse Ali amca, biz yukarı kata çıkalım. Sonra bol bol konuşuruz."
Gülerek metehanın beni yukarı kata sürüklemesine ayak uydurmaya çalıştım. Beni önüne
katıp merdivenleri çıkmaya başladığımızda kendimi zar zor durdurmuştum.
"Savcım, alıştım artık galiba buralara?"
Kafamı salladım.
"Yani, hala bir çok şeye yabancıyım ama yine de alıştım bence. İyi ayak uydurdum yani.Ben
bile kendimden bunu beklemiyordum."
"Neyi beklemiyordun?"
Merdivenleri tamamlamış boş masa için göz gezdiriyorduk.
"Normalde asosyal ve oldukça içine kapanık biriyimdir. Yeni tanıştığım insanlarla az
konuşmak değil, konuşmamak tercihim anlayacağın."
Köşede cam kenarında boş bir masa gördüm. Oraya doğru yürümeye başladığımda beni takip ediyordu.
"Hiç öyle birine benzemiyorsun aslında, çok sıcak kanlı ve cana yakın duruyorsun."
Burnumdan gülerek cam kenarına doğru geçtim ve çantam ile paltomu yanımdaki sandalyeye koydum. Metehan da karşıma yerleştiği anda yanımızda genç, sarışın ve mavi gözlü bir garson belirdi. Hizmette kusur yoktu.
"Hoşgeldiniz efendim, afiyet olsun."
"Sağolun, bize bir adet tavuk suyu ve?"
Metehan bana doğru döndüğünde masanın üzerinde duran peçeteliğin üzerine yapıştırılırmış
quar kodu okutmuş menüye bakıyordum. Dışarıdan baya eski gözüküyordu fakat içi baya
teknolojikti anlaşılan. En azından dışına göre.
"Ben bir mercimek çorbası istiyorum ya."
"Tamamdır efendim, hemen geliyor."
Siparişimi verdikten sonra cama doğru döndüm. Hava kararmış, apartmanların yoğun olduğu
bir mahallede olsak bile görebildiğim yıldızlara gülümsedim. Hava bu aralar soğuk kış
ayından dolayı erken kararıyor ve ay erken gün yüzüne çıkıyordu, bazen hiç gitmiyormuş
gibi hissediyordum.
"Yansımaları seviyorsun galiba?"
"Nasıl yani? "
"Yıldızlar ve ay, güneşin yansımasıdır. Bunu ortaokulda öğretiyorlar diye biliyorum."
O sırıtırken ben bu tavrına göz devirmekle yetinmiştim.
"İzlemeyi severim. Işık gösterilerini, ay ve yıldızları, havai fişekleri, hatta arabaların farlarının
ışıklarını bile izlemeyi çok severim. Bir şey katmıyorlar bana ama yapması içimde garip ve
huzurlu bir his bırakıyor. Sanki dünyadan ve gerçeklikten biraz da olsa uzaklaşıyorum. Yani
kısaca söylersem... senin deyişinle yansımaları izlemeyi çok severim, yüzbaşı."
Ağır ağır kafasını salladı.
"Şehrin ışıklarını sever misin?"
"Evet, onlar bana küçüklüğümden beri başka bir boyut gibi geliyorlar. Sanki bir çeşit
büyüymüş gibi."
"Büyü?"
"Evet! Büyü, garip değil mi ama, küçük şeffaf bir toptan renkli renkli bir ışık çıkıyor ve
kocaman bir odayı aydınlatmayı başarıyor. Bu bana hala inanılmaz geliyor."
Yüzündeki sarhoş olmuş ifadeyle gülümsedi. Heyecanlanmam onun boşuna gitmişti.
"Şehrin ışıkları, insanların ay ve yıldızlar ise güneşin yansımasıdır savcım. Bakış açın çok
güzel fakat, bu saydıkların doğaya ve bir çok hayvana zarar vermiyor mu? "
Kafamı salladım. Güzel noktaya değinmişti.
"Evet, ama yine de bazen hayattaki bütün kötülükleri unutup o anki güzel şeylere
odaklanmalıyız. Hem dünyada hayvanlara ve doğaya zarar veren bu etkenleri halla
kullanmaya devam ederken, bunları izliyorum diye bana laf edilmememeli bence."
"Eleştirilere kapalısın."
Tam itiraz etmek için ağzımı açtığım sırada telefonum çalmaya başlamıştı. Telefonumu
çantamdan çıkarıp kimin aradığına baktığımda ise ufak bir kriz geçirdim. Niye beni
arıyordu ki bu! Halledecektim işte.
"Çok özür dilerim, bunu açmam gerek."
"Tabi tabi savcım, önemli değil"
Mahçup bir gülümsemeyle ayağa kalkıp üst katın tuvaletlerine doğru yürüdüm. Bu sırada da
çok dikkat çekmemek için telefonun yanındaki tuşa basıp sessize almıştım. Tuvalete ulaşıp
rastgele kabinlerden birine girdiğimde arama kapanmak üzereydi. Daha fazla bekletmeden
hemen açıp konuşmaya başladım.
"Alo, ne diye arıyorsun çat diye şimdi! Adamla yemekteyim ya anlarsa! Adam bordo bereli
özel harekat askeri, sence anlamaması gibi bir seçenek var mı? Lütfen bak senin gibi
birinden rica ediyorum. Sakın ama sakın , beni ben seni arayana kadar arama kaplan!"
Bir yandan da tuvalete birinin girip girmediğini dinlemeye çalışıyordum. Kapıyı kilitlemeyi
unutmuştum!
"Sakin ol, sakin kızıl, her şey yolunda ama senin bir an önce İdil ile ilgili bir kaç bildiği alman
gerek, bundan sonra seni aramam senin dediğin gibi olsun. Ama dediğimi yapmazsan, o
zaman külahlar değişir kızıl."
Burnumdan sertçe bir soluk verdim.
"Telefonumu dinliyorsun değil mi alçak herif! Neyse tamam, ben de o iş."
Telefon dinlemek ne ya! Hangi devirdeyiz Allah aşkına!
"Tamamdır patron, hadi sen daha fazla bekletme aşkını."
Onun keyifli sesini ve kahkahasını duymak insanı çileden çıkartırdı. Daha fazla dayanamayarak telefonu yüzüne kapattım. Ve kalbinden çıktığım anda aynadaki dağılmış ve solmuş yüzümle karşılaştım. Evden çıkarken yaşadığım allık körlüğünden şimdi eser yoktu, adam öyle bir kan emiciydi ki! Yüzümdeki allığı bile uçuruyordu!
Daha fazla metehanı bekletip şüphelendirmemek için elimi çabuk tutup boynuma ve bileklerime su tutup hızla tuvaletten çıktım. Stresten elim ayağıma karışırken bir yandan da hızla masaya ulaşmaya çalışıyordum. İdil hakkında kurulun büyük şüpheleri vardı. Bunları gidermem gerekiyordu, fakat bu gibi şeyleri bana arayıp söylemek yerine mesaj atsalar daha iyi olurdu! Sonunda masaya vardığımda
çorbalarımızın gelmiş olduğunu gördüm.
"Kusura bakma, biraz uzun sürdü."
Kafasını telefonundan kaldırıp karşısına oturan bana uzun uzun baktı.
"Sıkıntı değil de, iyi misin savcım? "
Kafamı sallayıp konuşmaya başladım.
"İyiyim iyiyim. Konuşanda hoşuma gitmeyen bir şeyler oldu da."
"Anlatmak istersen... dinlerim biliyorsun."
"Hayır hayır, gizli kalmalı. Başka bir şey yani. Özel."
Acayip saçmalıyordum şuan, bunu benden beş metre uzaktaki insan bile anlardı ve onun anlamaması mümkün değildi. Derin nefesler alarak rahatlamaya başladım. Metehanın şüpheli bakışları üzerimdeydi, ama bir yandan da çorbasını içmeye başlamıştı. Ben gelene kadar beklemişti. Konuya girmem gerekiyordu.
"İdil... üniversite 2'ye gitmiyor mu?"
"Evet."
"Peki neden şuan benim bütün edişimin İdil üzerinden? İdil üniversite ikiye gidiyor daha
stajyer avukat bile değil."
Kafasını salladı. Peçeteyle ağzını sildikten sonra bana döndü.
"Bilmiyorum, tek bildiğim albayın onu da bu görevde tutmak istemesi."
Dudaklarımı büzdüm. İlginçti. Etrafımda büyük bir oyun vardı ve ben bu oyunu bir türlü çözemiyordum.
*
*
*
Çorbalarımız sessizce arada bir havadan sudan konuşarak içmiş, şimdi ise hesap için kasaya ilerliyorduk. Benim için oldukça gergin bir yemekti ama bir şekilde dikkatini dağıtmayı başarmıştım, en azından ben öyle umuyordum. Kasaya geldiğimizde elim çantama gitti, elimi tutup,
"Ben hallederim savcım, sen arabaya git hadi."
Aslında şimdi bunu söylediği için ona hayatı dar etmeliydim ama sonradan benim için
oldukça yorucu bir gün olduğunu fark edip omuzlarımı silkerek Ali amcaya başımı hafifçe
aşağıya eğerek selam verdim.
"Çorba çok güzeldi elinize sağlık."
O da bana sıcak bir gülümseme sunarak,
"Afiyet olsun kızım. Benim hanımın eli lezzetlidir, bir daha gel bir daha yapsın sana."
"Geleceğimden emin olabilirsiniz."
En sonunda gülümseyerek lokantanın dışına çıktığımda derin bir nefes aldım. Son yarım
saat, en azından telefondan sonraki, cehennem gibi geçmişti. Umarım bu cehennemden
kendime ve sevdiklerime zarar vermeden çıkardım.
Nasıl buldunuzzzzz yazdığım en uzun bölümdüğğğ umarım beğenirsinizzkeyifli okumalarrrr.Geç attım çok özür dilerimmmm yorum ve oy atmayı unutmayınnn.Bu hikaye tamamen amatörce yazılmıştır bunu bilerek okumanız dileğiyle.Hepinizi çok seviyorumm.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.21k Okunma |
76 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |