@aysoyaa.1
|
Okurken önereceğim şarkılar; Lana Del Rey - Born to die Melanie Martinez - Cake -------------
YAZAR Güven, tahmin bile edemeyeceğiniz zorluklar ile doludur. Yazık, ölüm bile güven yanında o kadar basit bir şeydi oysaki. Küçümsediğiniz her şey sizin karşınıza bir ecel olarak geri dönebilirdi çünkü ölüm basitti, öfke de öyle. Tabi bu düşünce de olmam ya da olmamız bizim elimizde olan bir şey değildi. Kutay haklıydı, bunu sizde biliyorsunuz... Etten kemikten olma insanoğlu, bir gün toprak olacağını unutmuştu ve onlar için en yıkıcı son da buydu. Eh, hepimizin kırılan güveni oldu tabi ama bu uyanık olmadığınız sürece size geri döner ve musallat olurdu. Hayatınız boyunca ve bu hikaye sürecinde size vereceğim tek tavsiye; keskin gözleriniz olacak. Uyanık olun ve güler yüzle yaşamaya devam edin. Gülümsemelerinizin arkasında sizi koruyacak gözleriniz olsun. İlk sınavınız da bu hikaye de ki süreci takip etmek, katili bulmak ve Efendi'nin kim olduğunu çözmek, size güveniyorum. Kaldığımız yerden devam ediyoruz:) --------------------
ANKA KUŞLARI KARARGAHI POYRAZ Canım acıyordu ve ölmek istiyordum. Her aynaya baktığımda onu görüyordum. Damga. Keşke şuan bir annem olsaydı ve ona deseydim ki, 'anne, kızgın demirle bana işkence ettiler. Her kaybettiğimde beni dövdüler anne. Küçüklüğümden beri insan öldürüyorum ve bunu yapmak istemiyorum. İstemeden yaptığım için günah olmaz değil mi anne? Efendi kim bilmiyorum ama Vezir, hep onun bize değer verdiğini söylerdi. Ben inanmıyorum anne, sen inandın mı? Anka Kuşları Karargahında ki herkes bana garip bakıyor anne. Nihal, bana geçmiş bir günah dan bahsetti biliyor musun? Bir dedikodu... Bir anneyi evladından ayırmışlar anne. İkizleri ayırmışlar. Herkes tuhaf anne, Acemiler bunu soruşturmak istiyorlar çünkü buraya güveniyorlar. Ben güvenmiyorum, sevmiyorum, istemiyorum. Sadece özgür olmak istiyorum. Ama bu imkansız, değil mi anne?' ----------------------------
OKUL AYÇA Bugün hastaneden çıkar çıkmaz okul yolunu tutmuştum çünkü artık 'dinlenmek' kelimesi bana bir travma haline gelmişti. Götümün üstünde oturmuş sadece o yaranın iyileşmesini beklemiştim. Neyse ki acısı tam olarak geçmese de, daha iyiydim. Sadece karnımı tutarak yürümeyi bırakmam gerekiyordu. Lanet olası bir alışkanlık haline gelmişti bu çünkü. Annem ise korkusundan ötürü bugün beni okula bırakmak istemişti. Canım annem, benim hayatımda ki kıymetlim oydu. Bu hayatta ki en güzel sevgilerden biriydi de. Her ne kadar beni soru yağmurlarına tutsada. "Kızım, polislere de bir şey anlatmadın. Bana da anlatmıyorsun ama ben o günü merak ediyorum haklı olarak." O bir anneydi. Ne diyebilirdim ki? Ancak ne kadar az bir şey bilirse o kadar iyiydi. "Anne, görmedim ki bir şey yoksa söylerdim." Annem bana tek kaşı kalkık bakınca onu daha fazla ikna etmem gerektiğini anladım. "Yemin ederim. Belli ki silah falan patladı." Dedim. Bu sefer derin bir nefes verdi ve bir şey demeden önüne döndü. Bende ses etmeden annemle beraber yürüdüm. Okulun girişine vardığımızda bizimkilerin orada beklediğini gördüm. Leman beni görür görmez sarılmak istedi ama annem, yaradan ötürü müsaade etmedi. Leman'da yavaş yavaş sırtımı sıvazladı. Aras, "Gözümüz yollardaydı be deli." Dedi gülerek ve anneme başıyla selam vererek, "Merhabalar Mercan teyzeciğim." Dedi kibar bir sesle. Annem sırıtarak, "Sana da oğlum sana da. Kızım size emanet." Dedi ve Melih de hemen öne atılarak, "Hiç şüpheniz olmasın." Dedi. Gözlerim direkt onun ela gözlerine kaydığında ve bu sözleri kulağımda yer edindiğinde, midemi yakan bir ateş hissetmiştim. Bir an yaradan dolayı diye düşünsem de aslında ondan kaynaklı değildi. Nilsu ve Leman, birbirlerine sırıtarak bakıyorlardı ve bu Vera'nın gözünden kaçmamıştı. Annem, "Tamam o zaman, Allah zihin açıklığı versin hepinize." Dedi ve başıma bir öpücük kondurup gitti. Annemin gitmesinde fırsat bulan Nilsu yanıma gelip, "Hımm, surat da kızarmaya başlamış gibi sanki." Dedi dalga geçercesine. Hemen arkama dönüp çimdikledim. Nilsu'nun canı acısa da gülümsemesi silinmiyordu ve gülmenin bulaşıcı olduğunu bir kez daha anlamış oldum çünkü gülmekten birbirimizi alıkoyamıyorduk. Hatta Leman da yanımıza gelip bize katıldı. Leman, "Artık ne zaman söyleyeceksin?" Diye sordu. Bu soru her sorulduğunda hiçbir zaman net bir zaman dilimi söyleyememiştim, şuanda da söylememiştim. Bu kararsızlık içinde yaşamak bana zor gelse de artık alışmıştım ve bu, kızların bana 11. Soruşuydu. 11 kere aynı hisse kapıldım, battım, düşündüm, bahane aradım ama artık tükenmeye başlamıştım. "Ne zaman cesaret edersem." Dedim. Yani kısacası hiçbir zaman. Bunu onlarda anlamışlardı ama bozuntuya vermediler. Nilsu, "Bakın, düğününüzde nikah şahidi ben olacağım." Dedi. Leman, ters bir bakış atarak kalçasıyla onu ittirdi. "Hadi lan ordan." Dedi. Bu konuda atışmaları, yüzümün gülmesine neden olmuştu. Düğün.. Düğün olursa kim nikah şahidi olur kavgası yapıyorlardı ve o kadar tatlı atışıyorlardı ki. Leman, "Bak kızım, içimde ki Japon'u çıkartma." Nilsu, ellerini beline yerleştirdi ve Leman'a yukarıdan bakarak, "Çıkartsana hadi cüce." Dedi. En sonunda kendilerini tutamayarak gülmeye başladıklarında bende onlara katıldım. Resmen okul girişini inletiyorduk. Ancak gülümsemem, Vera'nın bize olan bakışıyla bir anda düşüvermişti. Açık kavhe gözleri, güneşe olan temasıyla sarı rengine bürünmüştü. Şimdi de o sarı renk bana ilk defa öfkeyle bakıyordu. Kaşlarımı çatarak ona bakmayı sürdürdüm lakin o hiçbir şey demeden okula girmişti. Zaten pek konuşkan birisi de değildi ama bu tavrını anlamamıştım. Onu dışladığımızı mı düşünmüştü? Görünürde öyle gözüksede benim amacım onu dışlamak değildi. Nilsu, "Ne oldu?" Deyince bir anda ona döndüm. Belli ki asılmış suratımdan ve Vera'nın gittiği yerden baka kaldığımdan bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı ancak bozuntuya vermemiştim. "Hiç." Dedim ve ikisinin koluna girerek, "Hadi okula girelim." Diye de ekledim. Okula girdiğimizde bana sürekli geçmiş olsun dilekleri ile gelen kişileri görünce yüzüm gülüyordu. Hatta biraz popom kalkmıyor da değildi ama bu hoşuma gittiği içindi. Nilsu ve ben sınıfa girdiğimizde de bu devam etti. Hatta bir kişi beni şaşırtmıştı: Berfin. Normalde insanlara sataşan Berfin, sanki süt dökmüş kedi gibiydi. Öncekinden daha farklı sevecen ve nazik bir biçimde yaklaşmıştı bana. Başını öne eğerek, "Çok geçmiş olsun, Ayça. Umarım iyisindir." Dedi. Yüzünde büyük bir acı görmüştüm ama sebebini anlamamıştım. Bu hiç normal değildi. Nilsu'da bunu anlamış olacak ki benimle beraber ayağa kalktı. Berfin'in omzuna dokunarak, "Sağ ol Berfin. Sen iyi misin peki? Garip.." söylediğim şeyi düzeltmeye çalıştım. "Yani, yüzün asık." Dedim. Berfin'in gözleri dolmuştu ve çenesi titrediği için kekeliyordu. "Ö-özür d-dilerim." Dedi zar zor. Benden niye özür dilemişti? Nilsu'yla anlamaz gözlerle birbirimize baktık. Tam Berfin'e bir şey diyecektim ki hoca geldi ve Berfin arkasını dönüp sırasına oturdu. Ders boyunca onu izledim ama bir kere bile bana bakmamıştı. Ne garipti ki tıpkı o metro günü gibi şimdi de içimi yiyip bitiren o kötü his vardı. Teneffüs de onunla konuşmam gerekiyordu yoksa bu his asla geçmeyecekti. Kafaya takmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu birde dersi tamamen dinlemediğimde fark etmiştim. Hocanın söylediği tek bir kelime bile hafızam da değildi. Sadece adımı söylediğinde ayağa kalktım. "Evet hocam." Dedim. Soru sormamasını umut ettim ancak öyle olmadı. "Ben en son ne demiştim, Ayça?" Diye sordu. Sadece boş gözlerle bir hocaya birde Nilsu'ya baktım. Dinlemediğim için verecek bir cevabım yoktu. Hoca da bunu anlamış olacak ki başını iki yana sallayarak, "Hadi otur. Bir dahakine dersini iyi dinle." Dedi. Rahat bir nefes verip yerime oturdum. Hoca sınıf defteriyle ilgilenirken Nilsu bana dönerek, "Berfin'e mi bakıp duruyordun?" Diye sordu kısık bir sesle. Başımı 'evet' anlamında salladım. O da bir gariplik olduğunu fark etmişti. "Bir şey oldu Nilsu. İçimde bir huzursuzluk var, tıpkı o metro günü gibi." Dedim. Nilsu'nun tek kaşı havaya kalkarken yan sırada ki bir kızın çığlığı ile ikimizinde yerimizden sıçramamıza neden olmuştu. Çığlık, hemen Berfin'in yanında oturan kızdan geliyordu. O tarafa döndüğümüzde hayatımda gördüğüm en korkunç görüntü ile karşılaşmıştım. Gözümün önü kararmaya başlamıştı. Bir an nefesimi tuttum, kusmak istedim, kendime gelemedim... Onu gözetlediğim zaman Berfin'in elinde bir pilot kalem vardı. Şimdi ise o pilot kalem göğsüne, daha doğrusu kalbine saplanmıştı. Sanki bir canlı bebek gibi karşısında ki duvara açık gözleriyle odaklanmıştı ve hareket etmiyordu. Derken ağzından gelmeye başlayan ve durmayan kanlardan sonra yavaş yavaş yere düştü. Göğsünden akan kanlar, zemini ele geçirirken benim tek yaptığım ayak uçlarıma ulaşan kırmızı sıvılardan kaçmak olmuştu. Hoca kocaman açılmış gözlerini Berfin'den ayırmadan herkese, "Hemen çıkın sınıftan ve ambulans çağırın çabuk!" Dedi ve Berfin'in baş ucuna çöküp nabzına baktı. Sınıfta ki bütün öğrenciler, içlerinde yeşeren büyük bir şok ve korkuyla sınıftan çıkıyorlardı. Ben ise hareketsiz kalan Nilsu'yu kolundan tutup dışarı çıkardım. Sanki boğulmuş gibi öksürmeye başlamış ve derin bir nefes almaya çalışıyordum. Ne kötüydü ki aldığım nefes bile beni kötü hissettiriyordu çünkü şuan o sınıfta bir kız nefes almıyordu... Çünkü Berfin intihar etmişti.
AVCI KARARGÂHI YAZAR "Selim, bunun doğru olduğuna emin değiliz. Eğer Mercan beni bir daha görürse..." Selim, karşısında ki adamın sözlerini kesip kendi sözü devraldı, "Merak etmeyin, her şey kontrolüm altında." Dedi sadece. Adamın ona güvenmesini istiyordu lakin bu zor gibiydi. Adam, sahip olduğu karargahın görkemli odasında ki büyük koltuğa geçti ve Selim'den, buzdolabından bir bira getirmesini istedi. Selim'e teklif etse de kendisi alkol kullanmıyordu. "İnan bana senin kontrolün umrumda değil. Ayça'yı görsem yeter bana." Dedi adam. Selim yandan sırıttı ve eliyle burnunun kemerini sıkarak gülmeye devam etti. Adam da bunu fark ettiğinden, "Komik galiba." Dedi. Söyleyiş tarzı oldukça dalga geçer gibiydi. Selim elini burnundan çekerek omuz silkti ve bozuntuya vermeyerek, "Estağfurullah." Dedi ve başıyla selam vererek, "İzninizle." Diye de ekleyip kapıdan çıktı. Karargah koridorları, tamamen iç karartıcı ama bazı renklerle de yeşermiş gri ve zümrüt yeşilinden oluşuyordu. Bir labirent gibi yol ayrımlarına giriyordu. Yerde ki yeşil halısı, koridor boyunca uzanan bir sarmaşığı andırıyordu. Duvarlar, el yapımı tablolar ile doluydu ve her biri kendine has bir anlamını taşırdı. Avcı da ki öğrenciler de, ellerinde ki saksıları koridorda ki küçük masalara yerleştirmiş ve hoş bir görüntü oluşmasını sağlamışlardı. "Konuştun mu?" Diye sordu Selim'in yanına gelen bir kadın. Selim kadını baştan aşağı süzerek, "Evet." Dedi. Kadın; Selim'in boylarında, açık yeşil gözlü ve kısa, kızıl saçlara sahipti. Burun çevresini kaplayan çilleri ve keskin yüz hatları da vardı. Adı; Efsun idi. Efsun, Selim'in sağ koluydu. 8 yaşından beri eğitim görmüş ve artık bir uzman haline gelmişti. Burada ise Avcı'da ki öğrencileri eğitmek amacıyla çalışıyordu. Efsun, "Ne diyor? Sonuç olarak buraya 7 çocuk gelecek. Farkındaysan reşit olmayanlarda var." Dedi. Avcı ekibine girmek istiyorsanız mutlaka reşit olmak durumundasınız. Çünkü eğer bir can giderse bu, bir çocuğun canı olmamalıydı. Avcı ekibi, Anka Kuşları'na karşı kurulduğundan ötürü ortada bir savaş söz konusuydu. Bir ölüm kalım savaşı. Selim, "Merak etme, o veletlere bir şey olmaz. Sadece birisi 16 yaşında yani o sıkıntı çıkarır ama hallederiz." Dedi. Efsun normalde Selim'in her planına sadık kalırdı. Ancak ortada çocuklar olunca bu plan, Efsun'un hoşuna gitmiyordu. "Buna izin vermezdi. Kusura bakma Selim ama o çocukları getirme sebebini biliyorum. Üstelik Anka Kuşların'a yeni bir saldırı düzenleneceğini de ve oradan bir çocuğa karşı intikam almalarına yardım edeceğini de." Efsun'un bu söyledikleri nedense Selim'in hoşuna gitmişti. Selim, "Aklımı okumanda yeni bir fantezin mi?" Diye sordu, çapkın bir edayla. Efsun gözlerini devirerek başını iki yana salladı. Selim'de bunun üzerine öksürerek kendisini düzeltti, "Pekâlâ, bu aslında işin eğlenceli kısmı. Düşünsene ikiz kardeşlerden biri, diğerini vuruyor. Ne kadar trajik." Dedi. Sesinde dalga geçer bir tını vardı. Efsun tek kaşını kaldırarak Selim'e döndü ve bir şeyleri anladığında gözlerini kocaman açtı, "Seni vurmaya çalışan çocuk. Yoksa o..." Selim onun sözünü kesti ve kendisi devam etti: "Evet, o çocuk beni kurtaran kızın ikizi oluyor." Dedi. Kendisine ait odasına geçer geçmez kilitli çekmecesini açtı ve içeriden bir dosya çıkardı. Efsun, dosyayı hızlıca eline aldı ve inceledi. Ad - Soyad: Poyraz Kaya Yaş: 17 Doğum tarihi: 12 Şubat 2007 Anne - Baba adı: -- (...) Efsun, dosyayı geri masaya bırakırken Selim'e sert bir bakış attı. "Her şey biliyordun zaten." Dedi. Selim güldü. Efsun konuştukça daha da gülüyordu. "İkizleri karşı karşıya getireceksin." Dedi. -----------
YİNE BİR BÖLÜM SONU İLE KARŞI KARŞIYAYIZ. BU SEFER BİR ÖNCEKİNE GÖRE DAHA UZUN TUTTUM, UMARIM BEĞENİRSİNİZ. SELİM KARAKTERİNİN BU YÖNÜ SİZİ ŞAŞIRTTI MI? EFSUN HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? YORUMLARDA BEKLİYORUM:)) Dipnot: Efsun sadece Selim'in sağ kolu değildi.
|
0% |