@aysoyaa.1
|
YAZAR Her şey, uzun yıllar öncesinde yaşanan bir hikaye ile başlamıştı. Hemen hemen o dönemde en çok konuşulan asil ve varlıklı bir aileye sahip, tek yumurta ikizleri olan Kutay ve Turgay kardeşlerinin hikayesiydi bu. Aile, yaşadıkları lüks yalı da bir çok kez balo ve benzeri organizasyonlarla davetler vermiş, ayrıca başka varlıklı aileler ile iş birliği yapıp şirketlerinin daha fazla ün kazanmasını sağlamışlardı. Manşetler de en çok yer alan sayılı ailelerden biriydiler. Ancak her şey tek bir gece de mahvolmuştu. İkizler, genel olarak parti ve davetlerde yaşıtları olduğu özgürce eğlenebiliyorlardı. Ta ki en son oyunları ölümle bitene kadar... Bir gün aile, yeni bir şirket daha kurulmasının kutlaması ardından yeni bir davet verdi ancak davet gecesinde, ikizler ve bir kaç davetli dışındaki herkes acı bir şekilde katledilmişti. İki yıla aşkın bir soruşturma başlatıldı lakin zanlı ya da zanlılar bulunamadığından ötürü dosya kapatılmak zorunda kalmıştı. İkizler yetimhaneye yerleştirilmiş ve reşit olduktan sonra da oradan ayrılmışlardı. İşte o vakit bir intikam hikayesi başlamıştı. Bir örgüt kurdular ki bir sürü masum can yok oldu. Bir örgüt kurdular ki iki kardeş birbirine düşman oldu. Anka Kuşlarıydı, örgütün adı. Küllerinden doğan bir kuşun adıymış.
17 YIL ÖNCE Anka Kuşu Casusları her zamanki gibi düşman ekibe karşı o korkunç planını ortaya koymaya hazırdı, yaptılar da. Belki de birçok kişinin kaderini değiştirecekti ama karşılığı onlara göre bir zaferden ibaretti. "Bir kız bir erkek." kadın ağlamaya başladı. "Ama oğlum, oğlum ölmüş. Kızım hayatta." dedi kadın. Adam onu avutmak istese de kadın ona izin vermedi. Başını kaldırdı ve adamın tam gözlerinin içine baktı. Resmen öfke kusuyordu. "Her şey senin yüzünden aşağılık herif. Senin yüzünden öldü oğlum, git şimdi o eski sevgilinin yanına!" kadının sesi daha da yükseliyordu ama adam utancından tek kelime edemiyordu. Kadın daha çok ağlıyordu ve hıçkırmaya başlamıştı. Gözlerinden akan yaşlar, tek tek avuçlarına damlıyordu. Bebeğini kuvöze almışlardı. Adam titreyen sesle, "O kadın benim hiçbir şeyim değil. O sadece delirmiş." dedi. Kadın alaylı bir şekilde güldü. "Defol git buradan. Bir daha ne kızımı ne de beni görebilirsin." dedi kadın. Adam inkar etse de kendini açıklamaya çalışsa da hiçbir işe yaramamıştı. Adam en sonunda kapıyı çarpıp gitti ve seneler boyu kadının karşısına çıkmadı. Ta ki o metro günü gelene kadar..
GÜNÜMÜZ AYÇA Koş Ayça! Koşmalısın, daha hızlı. Soğuk rüzgarın yüzüme çarpmasıyla gözlerimi kısmaya başlamıştım. Sert yağmur damlaları yüzünden de doğru düzgün koşamaz olmuş, hatta kaymaya başlamıştım. Lise 3. Sınıf olmak kolay değildi ve bugün deneme sınavı vardı o yüzden yetişmek zorundaydım. Aslında Melih, deneme sınavlarını çok önemsememem gerektiğini söylerdi ama bu imkansızdı benim için. Kendimi denemem ve netlerim benim için önemiydi ama tabi ki hiçbir koşulda Nilsu gibi olamıyordum. En akıllı arkadaşım oydu ve bazen keşke onun kadar başarılı bir öğrenci olsaydım diyordum. Okula varır varmaz kızlar tuvaletine koşup ıslak saçlarımı peçetelerle kurutmaya çalışmıştım. Neyse ki çantadan su sızmamıştı. Böylelikle kitaplarım da sağlamdı. Eşyaları karıştırıp telefonumu bulunca bir sürü cevapsız aramaları görmüştüm. Anneme mesaj atıp tam sınıfa doğru gidecektim ki Nilsu tuvalete gelmişti. "Kızım, sen neredesin? Şükür ya!" deyip sarıldı. Bende ona karşılık verdim. Bileğinde ki saatine bakıp, "Tamı tamına 14 dakika 32 saniye geç kaldın." dedi. "Hmm, bence şuan 35 saniye falan olmuştur." dedim gülerek. O da gülümsememe karşılık verdi ve sınıflara girdik. Her ne kadar azar işitsem de hoca beni dersten atmamıştı ve deneme sınavı 3. Dersti. Aslında bakarsam, bilerek ilk derse hiç girmeseymişim diye düşündüm çünkü ders tarihti ve ben tarih dersinde sıkıldığımdan sürekli uyurdum, her ne kadar Nilsu beni uyandırsa da. Her dersi dinlemem gerektiğini ve netlerini düşünen insanın nasıl olurda tarih dersinde uyuduğuma kızar, azarlardı. Haklıydı ama elimde de değildi. Ben sayısalı özellikle sözel derslerden kaçmak için seçmiştim ama yine de kurtulamamıştım. Nilsu sayesinde artık uyumayacağıma emin olduğumdan dolayı boş boş hocayı izlemekle yetindim. İlk ders bitince hemen ortak toplanma alanımız olan kantine gelmiştik. Biz yedi kişilik bir gruptuk. Ben ve Nilsu dışında iki kız daha vardı, kalanları da erkek. Melih, aramızda ki en büyük iki kişiden biri, kumral, ela gözlü ve uzun boyluydu. Ona arkadaş gözüyle baktığımdan da emin değildim. Leman bana ondan hoşlandığımı söyleyip beni çıldırtıyordu. Nilsu Ceren, benim yaşıtım ve dediğim gibi aramızda ki en akıllı kişi. Başımız belaya girse götümüzü kurtaracağından emin olduğum arkadaşım. Orta boylarda, esmer bir kızdı, koyu renkte kıvırcık saçları ve sürekli taktığı bir gözlüğü vardı. Leman, aramızda ki en küçük ve en farklı kişi. Hatta en cesur da olabilir. Kısa boylu, uzun siyah saçlı ve çekik koyu gözlere sahipti. Saçlarını çok değişik örgülerle süslemeyi severdi. O yüzden okulda dikkat çeker bazen de dalga konusu olurdu. Vera, aramızda en az konuşan kişi. Asosyal denmez ama bazı konularda kendini ifade edemediği çok açıktı. Genellikle hep agresif olurdu. Kısa boylu, altın sarısı saçları ve açık kahve gözleri vardı. Güneş ışığında gözleri sarı renge dönüşüyordu. Aras, grubun neşesiydi. Genellikle en stresli ortamda bile neşesini kaybetmez aksine neşe dağıtırdı. Orta boylarda, sarışın ve iri mavi gözlere sahipti. Baturay, Aras'ın kuzeni, Melihle beraber diğer büyük kişiydi. Kuzenine göre o kadar da neşeli değildi. Tam tersi aramızda ki en saf kişiydi. Masum ve temiz kalpliydi. Uzun boylu, kumral, koyu gözlere sahipti. Ve son olarak da ben. Bizim grubumuz da bundan ibaretti. Melih'e karşı olan istemsiz gelen hislerimin, arkadaş ortamımıza zarar vereceğinden korkuyordum. Ancak içimde tutamadığımdan bunu sadece Leman ve Nilsu'ya söyleyebilmiştim. Aras, "Ayça maşallah kızım, kıyafetlerine yağmur banyosu mu yaptırdın?" diye sordu. Saçlarım nemli, kıyafetlerimin bir kısmı da halen ıslaktı. "Evet ya öyle." dedi sırıtarak. Aras, "Neyse tamam, çıkışta halı saha var bir tur da onlar ıslanacaklar." dedi ve kötü bir kahkaha attı. Baturay dışarı bakıp Aras'a döndü, "İyi de oğlum, şuan yağmur dindi." dedi. Aras gibi birinin yağmurdan bahsetmediğini anlamıştık, tabi Baturay hariç. Aras iki eliyle Baturay'ın omuzlarını sıktı, "Ah saftirik ponçiğim, ben ıslanacaklar dedim ama yağmur ile demedim. Korkudan altlarına işeyecekleri için çişleriyle ıslanacaklar. Değil mi lan göt Melih?" dedi. Hepimiz gülmüştük. Melih gülerek, "Oğlum iğrençsin ya." dedi ve Aras'ın saçlarını karıştırdı. Leman, "Yalnız beyler, dikkat edin de çişiyle ıslanan siz olmayın. Belli mi olur? Belki altınıza işeyen siz olursunuz." dedi. Erkekler hariç kızlar olarak gülmüştük, Vera bile. Aras, iki elini beline koyup, "Bak görüyor musunuz? Bu kıza Türkçeyi öğretende kabahat, bize karşı kullanıyor resmen. Seni küçük yelloz." Leman ona dil çıkarmıştı. Evet, genel olarak her zaman böyle gülüyorduk. Tabi benim gülümsemelerim, Melih'in varlığıyla ibaretti. İri yeşil gözlerimin içi, onun bakışlarıyla parlıyordu. Sanki o hiç olmasa, asla mutlu olamayacakmışım gibi de hissediyordum. O yüzden hep yakınımda olsun istiyordum. Aslında böyle bir zamanda birine karşı duygularınızın olması hem bir hayal kırıklığı hem de bir mutluluktu. Eskiden mantıkla hareket eden ben, artık duygularımın kölesi olmuştum ve bunu belli etmekten çok korkuyordum. Tabi sonsuza dek duygularımı yutacağımı da düşünmüyordum. Nilsu bir hışımla ayağa kalkarak, "Evet, kaldırın artık o koca kıçlarınızı, zil çaldı." dedi. Diğerleri de onun söylediği ile hareket edip ayağa kalktı ve sınıflara dağıldı. Bende tam sınıfa girecektim ki ayağıma bir şeyin çarpması ile yere düştüm. Sınıfın gıcık insanlarından biri olan Berfin, yine bana çelme takmıştı. Bunu hemen hemen çoğu kişiye yapardı ve kendine güvendiği için bir şey yapamıyorlardı. Şaka yaptığını söyleyip sıyrılmaya çalışırdı. Nilsu kolumdan tutup beni yerden kaldırarak, "Manyak mısın sen? O ayağına artık bir hakim ol Berfin!" dedi sert bir şekilde. Berfin iki elini havaya kaldırarak, "Sadece şakaydı." dedi. Hem kavga olmaması için hem de onunla denk olmadığım için, "Neyse, sorun değil." dedim ve yerime oturdum. Berfin, okulda iyi bir dövüş eğitimi alan bir kız olarak geçiyordu. Erkek arkadaşı olduğu zamanlarda, onu aldattığına dair söylentiler çıkınca sevgilisini çıkmaz sokağa götürmüş ve onu itiraf ettirene kadar baya bir benzetmiş. Kavgayı Vera ve Leman'ın anlattığı kadar biliyordum. Leman'a kahkahalar içerisinde anlatmıştı. Tekmeleri ve attığı yumruklar onun profesyonel bir eğitim aldığını gösteriyormuş. En sonunda oğlan itiraf edince de daha çok sinirlenmiş ve zar zor tutmuşlar. Oğlan okuldan ayrılmış ve korkusundan da şikayet etmemiş. Okul dışında gerçekleştiği için de okulun sorumluluğunda değilmiş. Aslında haklıydı bu olay da ama okulda çok takdir toplamıştı ve nasıl eğitim aldığını sormuşlardı ama net bir cevap vermemiş, acemi olduğundan ve annesinin sürekli ona acemi olduğunu söyleyip durduğundan bahsetmişti. Daha çok kendince gizemli davranıyordu. En sonunda ise baya bir havalanmış ve insanlara bulaşmaya başlamıştı Nilsu da benim yanıma oturarak, "Ya kızım, sana okulda ne yapabilir sence?" yalnızca omuz silktim ve hoca gelince dikkatimi ona verdim. Ders biyolojiydi. "Evet çocuklar, kitaplarınızı açın. Dünkü dersimizde ne konuşmuştuk?" Nilsu hemen elini kaldırdı ve hoca ona söz verdi. Nilsu, "Çift ve tek yumurta ikizlerinden bahsetmiştik hocam." dedi. Hoca onaylar şekilde başını salladı. Hoca, "Ah evet! Tek yumurta ikizi, tek yumurtayı tek bir spermin döllemesine diyoruz. Bu sebeple doğan ikizler birbirine çok benzer ve aynı kan grubu, cinsiyetlere sahip olurlar. Çift de ise, çift yumurtayı iki spermin döllemesidir. Tabi tek de gibi o kadar yüksek bir benzerliğe sahip olma durumunda değillerdir." Sınıfımdan bir çocuk, "Benim de tek yumurta ikizim var, neredeyse benim kopyam." istemsizce imrenmiştim, "Keşke benim de olsaydı ya." dedim ve Nilsu'ya dönerek, "Sence?" diye sordum ancak Nilsu, 'hayır' anlamında başını iki yana salladı. "Hayır, ben kendimden bir tane daha istemem." dedi yüzünü ekşiterek. Arka sıradan bir kız, "Bizde şahsen senden bir tane daha erkek yanlısı ineğe katlanamazdık." dedi. Ben ve Nilsu hızlıca ayağa kalktık. Ancak Nilsu benden hızlı davranıp arka sıraya doğru yöneldi. Nilsu, "Bir sürü erkekle öpüşmekten ders yüzü açmayıp da 2 kere sınıfta kalan sen mi söylüyorsun bunu yavşak!" dedi. Sınıfı inleten bir kahkaha patlattım. Hoca işlerin daha da kızışacağını anlayınca ayağa kalktı ve Nilsu'yu kolundan tutup yerine oturttu. "Benim dersimde bir daha bunu yapmayın. Oturun yerinize!" dedi ve derse devam etti. Benim de aklıma gelen bir soru olduğundan elimi kaldırdım ve hoca da söz verdi. "Hocam, tek yumurta ikizleri farklı cinsiyette olamıyor mu?" diye sordum. Çok beklenmedik şekilde sorduğumu fark etmiştim. Hoca, "Yani aslında olabilir ama çok çok nadir. Dünya da tespit edilmiş bir tane vardı." Başımla onayladım. Küçükken gerçek anlamda kardeş özlemi çeken bir çocuktum. Tabi o zamanlar daha Melih ve diğerleri ile tanışmamıştım. Anneme bu konuyu açtığımda istemsizce gözleri doluyordu. Bende daha bu yüzden ona bu konuyla ilgili bir şey sormuyordum. Tabi ki kardeş özlemimde onlarla grup olduktan sonra bitmişti. Çünkü birden fazla kardeşim olmuştu ve onlarla çok mutluydum. Teneffüs zili çalınca yine toplanma alanımızdaydık. Vera yanımıza söylene söylene geliyordu, "Aptal kadın. Bir rahat bırakmadı beni. Yeter. Beni rahat bırak." nadir konuştuğu zamanlardan biriydi ve böyle tane tane konuşurdu. Aras, "He ya Vera, haklısın kız. O kadın da bana taktı kafaya, anlamadım." "Ne oldu ki?" diye sordum. Aras, "Kadın sürekli bizi soru çözmeye kaldırıp duruyor. Hocam diyorum, götümü versem yine sonuç alamazsınız diyorum, yok anlamıyor." Baturay gözlerini kocaman açarak, "Cidden hocaya böyle mi dedin?" diye sordu. Kıkırdamıştım. Aras, "Aynen Baturay, herkesin içinde de soyundum hatta." dedi. Baturay gözlerini devirdi. Leman, "Sınıfın ortasında götünü de sallasan şaşırmam." dedi Leman, Aras'a hitaben. Aras iki elini beline koyarak, "Bak şimdi de göt falan diyor bu." dedi. Artık gülmekten gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Melih, "Aman be, herkes bir gergin şuan. Bir derste ne yaşadınız be arkadaş?" Vera'ya dönerek, "Vera, sonuç olarak hoca o, yapacak bir şey yok." dedi. Vera her zamanki gibi bir şey söylememişti. Nilsu saatine bakarak, "Zil çalacak şimdi, deneme sınavı var." dedi. Heyecanlıydı. Melih, "Ben tabi ki sallayacağım." deyince Nilsu onu da azarladı, "Ya sen birde son sınıfsın, utan be utan." dedi. Tabi bu Melih'in çokta umurunda değildi. Zil çalınca yine sınıflara dağıldık. --------------------------- Deneme sınavı bir hayli zorlu geçmişti. Gün bitmiş ve okul çıkışında toplanmıştık. Melih ve Aras her zaman ki gibi sallayan taraf olmuşlardı. Leman ise lise 2 olduğu için onun sınavı yoktu. Nilsu ve Ben ise bütün soruları çözmeye çalıştık ama ben biraz ondan kopya alarak çözmüştüm. Bazen bunu yapardık. Vera'yı ise bilmiyordum, söylemiyordu. "Kim benimle metroyla geliyor?" diye sordum. Yalnızca Leman el kaldırmıştı. Melih, "Bizi biliyorsun, halı saha." Ona gülümseyerek başımı salladım. Nilsu, "Ben gelirdim de malum dershane var." dedi. Ona, "Tabi ki." diye yanıtladım ve Vera'ya dönerek Vera? Sen geliyor musun?" diye sordum. Bana cebinde ki telefonu gösterince anladım. Onu babası almaya gelecekti. "Pekala, yarın görüşürüz o zaman." dedim ve el sallayarak vedalaştım. Aras uzaktan, "Bak Ayça, şu yanında ki kızı tut. Ulu orta 'çiş' veya 'göt' gibi kelimeler kullanmasın bak, ben ona kendisine laf atan olursa diye kullanması için öğrettim ama bize şerefsizlik yapıyor." Kendimi tutamayıp kahkaha patlattım. Melih onu çimdikleyip duruyordu. Leman ise uzaktan ona sadece hareket çekmişti. Resmen rezil olmuştuk ama rezil oluşumuz bile güzeldi. Leman ile yürüyorken ağzında geveleyerek, "Kono-ko o koroshiteyaru!" dediğini duyunca her zamanki atağını geçirdiğini anlamıştım. Bu aramızdaki sırlardan biriydi. "Bu sefer ne dedin?" diye sordum. Leman, "Onu öldüreceğimi söyledim." dedi. Sırıtarak Leman'ı süzdüm. Bana dönerek, "Ne? Ben Melih değilim." dedi. Bunu söylemesi yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Ateşimin çıktığını hissediyordum. "Sus be, bu konuyu açıp durma!" dedim, sert bir tınıyla. Leman yalnızca omuz silkmekle yetindi. Her ne kadar kendimi tutsam da içimde kavrulan alevlerin yayılmasını durduramıyordum. Sadece tek bir bakışı bile benim aklımı kaybetmeme yeterdi. Eğer ona itiraf etsem ne olurdu? Benden uzak mı dururdu yoksa kabul mü ederdi? Bu konu bile gruba zarar verirdi ve ben ne yapacağımı hiçbir şekilde bilmiyordum. Ellerimi yanaklarıma götürdüğümde sıcacık olduklarını hissettim. Leman, "Allığı fazla kaçırdın galiba." deyince onu sertçe çimdikledim ama o sadece kıkırdadı. Metro girişinden aşağı inip kartları okuttuk ve duraklarda beklemeye başladık. Normalde kalabalık olan metro, bugün çok sessiz ve sakin gözüküyordu. Ancak sessizliği de bebek arabasında ağlayan bebeğin sesi bozuyordu. Kadın, "Şşştt, ağlamayın. Hadi ama acıktınız mı?" dedi, evecen bir sesle. Sırtında kalın bir çanta gözüküyordu. Elinde çanta tutan takım elbiseli bir adam kadına yaklaşıp, "Ah hanımefendi, çantanızı tutayım lütfen. Siz biberonla ikizlerinizi besleyin." Bebek arabasını daha net gördüğümde bir bebek değil, iki bebek olduğunu görmüştüm. Bir kız bir erkek. Kadın, "Çok teşekkür ederim, efendim." dedi ve bebeklerini beslemeye başladı. Bu anı gülümseyerek izlemiştim ve, "Keşke hep böyle yardım sever insanlar olsa." demiştim. Tam o sırada yardımcı olan adamla bir anda göz göze gelmiştik. Hemen gözlerimi kaçırdım ve yere doğru baktım ama gözlerinin benim olduğum tarafa dönük olduğunu anlamıştım. Niye bir anda bana bakıyordu? Leman, "Ne oldu?" Diye sordu. Başımla adamı işaret ederek, "Bize bakıyor." Dedim. Leman adamı süzerek, "Hayır, bize bakmıyor." Dedi ve benim arkama doğru başıyla işaretleyerek, "Arkanda ki şu çocuğa bakıyor." Deyince direkt arkamı döndüm. Baştan aşağı siyah giyinmiş biriydi. Üstünde sweatshirt, altında ise pantolon vardı. Üstünde ki başlığı başına geçirmiş ağzında da siyah bir maske takmıştı. Gerçek anlamda bir serseriye hatta katili andırıyordu. Sırtını duvara yaslamış bize doğru bakıyordu, daha doğrusu o da adama. Uzaktan dahi olsa parladığından gözlerini görüyordum: Tıpkı benimkiler gibi, parlak zümrüt yeşili. Leman, "Garip birine benziyor, bana birini hatırlattı niyeyse ama çözemedim." Dedi. "Aman boş ver, ne zaman gelecek bu metro?" Diye söylendim. Söylenmemin ardından uzaktan geçen metroyu görünce rahatladım. Işık gözümü alıyor, saçlarım ise rüzgardan ağzıma giriyordu. Leman bu halime gülmüştü. Kapılar açılır açılmaz önce inenleri bekledik, sonra da biz binmiştik. Neyse ki sakin olduğundan oturacak yer bulabilmiştik. Sağımda Leman, solumda ise o takım elbiseli adam oturmuştu. Çaprazımızda da o serseriye benzeyen siyahlı çocuk oturmuştu ve takım elbiseli adamla çok rahatsız edici şekilde göz temasında bulunup durmuşlardı. Bu bile metronun içerisini gergin bir havayla dolduruyordu. Ancak sorun şu ki aslında o siyahlı çocuğun bakıp durduğu kişi bendim. Gözlerinden anladığım kadarıyla şaşkınlık vardı. Ama neden vardı? Yanımda ki takım elbiseli adam elini yumruk yaparak, "Acemi Anka Kuşları." Dediğini duymuştum ancak ne demek istediğini anlamamıştım. Sadece yere bakıyor ve elini sıkıyordu. "Bugün çocuk katili olamam." Diye mırıldanıyordu. Aşırı gerilmiştim ve Leman'ın kolunu sıkarak, "Bence bir durak erken inelim. Hem yürürüz." dedim. Leman başıyla onaylasa da indiğimiz zaman beni sorguya çekeceğinden emindim. Derin bir nefes aldım ve o serseri çocuğa doğru döndüm. Bu sefer bana bakmamasına rahatlamış olsam bile gözü sinirle takım elbiseli adama takılması, beni bir hayli kuşkulandırmıştı. Asıl kuşkum ve korkum o serseri çocuğun elini beline götürüp gizlediği silahla daha da artmıştı. O-onu vuracak mıydı? Bu çocuk gerçekten katil miydi? Aklım karışmıştı. Her şey ya saniyeler içinde gerçekleşecekti ve her ne gerçekleşecekse bu kötü bir olay olacaktı. Vicdanım, bütün duygularımın üstünde yer alıyor hatta kontrolü sağlıyordu. Ben bir insanı kurtarmak adına kendimi feda ederdim çünkü eğer etmezsem vicdan azabım beni zaten öldürecekti. Tıpkı şuanda da olacağı gibi. Korkularıma hakim olamadım. Çığlık atarak bedenimi adamın önüne attım ve tek duyduğum kulaklarımı çınlatan silah sesiydi. Karnımda yanan bir ateş, bir acı, bir yok oluş... Bunu zaten bekliyordum. Peki asıl soru şuydu: Ben ölecek miydim? Gözyaşlarım arasında bedenim kendini bırakırken ve Leman'ın boğuk gelen haykırışlarını duyarken, karanlığa gömülmeden önce tek gördüğüm bir çift yeşil gözlerdi. Tıpkı benim gibi, parlak zümrüt yeşili ------------------
EVEETT BÖLÜM SONU VE İLK BÖLÜM SONUU, HAYIRLI VE UĞURLU OLSUNN YORUMLARDA ELEŞTİRİR VE OY VERİRSENİZ ÇOK SEVİNİRİM:))
Dip not: Leman'ın o kısımda konuştuğu dil Japoncaydı
|
0% |