@aytenliyazar
|
"Yasalara dayanan yargılamadan daha büyük bir yargılama vardır ki, o da insanın kendi vicdanıdır." -Mahatma Gandhi
Arabadan inmiş eve doğru savsak adımlar atarken bugünün yorgunluğunu atmak için iyi bir duş ve uykuya ihtiyacım olduğunu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Bugünkü duruşmalar normalden daha uzun ve tempolu geçtiğinden ötürü bedenim büyük bir halsizlik içerisindeydi.
Elim kapıya taktığım anahtara uzanırken ardımda hissettiğim gölgelik ile duraksamıştım. Tabana inen bir adım olduğunu seçebildiğim ses ile hızla arkamı dönmek için hamle yaptığım anda önce sırtımda sonra ise boynuma gelen bir elle çığlığı basmıştım fakat bu benim ağzıma ve burnuma kapanan gaz dolu mendilin önüne geçememişti. Sonrası ise büyük bir karanlık ile devam eden rüyalar zinciriydi. Bilincim bedenimden ayrılmıştı.
•
Gözlerimi zorla araladığımda başımı koparıp atmak isteyeceğim ölçüde rahatsızlık veren ağrıyla yüzümü buruşturmuştum. Keskin bir sancı şakaklarıma vurup duruyordu ve bu benim nerede olduğumu algılamamı zorlaştırıyordu. Görüntü renklenip netleştiğinde bir arabada olduğumu fark etmiştim. Bozuk bir yolda iki yanımda da garip giyinimli adamların olduğu bir arabada ilerliyordum. Neler döndüğünü anlamak zor değildi, kaçırılmıştım. Ama neden? Hangi amaç benim alıkonmama sebep olmuştu? Gözlerim başımın ağrısına dayanamayıp tekrardan kapanmadan önce gördüğüm tek görüntü Erbil'in giriş tabelasıydı. Sınırdan geçirmiş ve beni Irak'a kaçırmış olmalarına karşılık vücudumu saran korkuyla gözlerimi daha çok açma isteğim baş ağrıma yenik düşmüş ve tekrardan uykuya dalmıştım.
•
Susuzluktan kuruyan dudaklarım ve acıyan boğazımın verdiği rahatsızlıkla yerimde kıpırdadığımda canım yanmıştı. Her bir zerrem ağrıyor, sancıyordu. Gözlerimi zorla da olsa araladığımda cenin pozisyonunda soluma dönük bir şekilde yattığımı fark etmiştim. Etraf çok karanlıktı yalnızca baş ucumdaki bir noktada boşluk vardı ve az da olsa bulunduğum yere ışık veriyordu. Dışarıdan gelen sesler netleştiğinde dikkat kesilmiştim. "Bu kadını ne yapacağız?" sorusundaki 'bu kadın' eminim ki benden başkası değildi. "Şantaj yapacağız tabi ki. Belki biraz da canını yakarız." diyip kıkırdayan kadın sesiyle kaşlarımı çatmıştım. Ses bir yerden tanıdıktı ama baş ağrımdan kestiremiyordum. Ayrıca kime neyin şantajını yapacaklardı ki? Canımı nasıl yakacaklardı? Kafamdaki sorular birikiyordu.
Diğer konuşmaları da dinlemek adına kulaklarımı dikmiş, dikkatimi onlara vermiştim. Az önceki kadın, "İstediğim malzemeleri getirdiniz mi?" dedikten sonra bir kaç kimya bileşeni saydığında iyice kaşlarım çatılmıştı. O bileşenlerin çevreye yaydığı zararlardan haberleri var mıydı? Elbette vardı, patlayıcı bir gaz silahı yapmak istedikleri belliydi. Tiplerinden terörist oldukları da zaten anlaşılıyordu. Fakat beni neden kaçırdıklarını anlayabilmiş değildim henüz.
Yaklaşan adım sesleriyle gözlerimi kapattığımda birinin, "Her köşeden saldırı yiyince delirecekler." diyip güldüğünü işitmiştim. Bizi savunmasız bırakmak istedikleri ortadaydı. Diğeri ise, "Bunu da beceremezsek Devran bu sefer kafamızı uçurur." dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Devran da kimdi?
Adımlar uzaklaştığında gözlerimi açmıştım, çevrede kimse kalmamış gibi görünüyordu. Elimle bulunduğum sandık benzeri eşyanın köşelerinde elimle iz sürmeye başlamıştım. Bir işe yaramadığında elimle üzerime örtülen kısmı kaldırmak istemiş bunda da başarısız olmuştum. Tekrardan gözlerim kapandığında bunun son bulması için içten içe dua etmekle meşguldüm. Bir an önce evime gitmek istiyordum.
•
Yüzüme soğuk suyun çarpılmasıyla sert bir şekilde kendime gelmiştim. Gözümü sızlatan ampulun ışığına alışmaya çalıştığım sırada arka plandaki sesleri algılamaya çalışıyordum. Sesler yakından geliyordu ama seçmekte oldukça zorlanıyordum. Gözlerimi tam anlamıyla araladığımda karşımdaki silüetleri daha önce görmediğime emindim. Benden ne istediklerine dair ise hiçbir fikrim yoktu. Başımın ağrısıyla kaşlarımı çatmadan edememiştim. Kaç saattir buradaydım?
"Sonunda uyanabildin Savcı Hanım." diyen boğuk sese karşılık yüzümü ekşittim. Bulunduğum ortam sebebiyle huzursuz ve rahatsız hissediyordum. Gözlerimi tamamen açtığımda bilincim yerine gelmişti. "Ne istiyorsunuz?" diyen kısık sesime içimden sövmekle yetinmiştim. "Seninle daha çok işimiz var. Yorma kendini." karşımda tipinden tekin olmadığı anlaşılan herifin ciddiyetsiz cevabına ve ardından attığı mide bulandırıcı kahkahaya karşılık iğrenici bakışlarımı göndermek dışında bir şey yapmamıştım. Daha doğrusu yapamamıştım. İnanılmaz yorgun hissediyordum ve yalnızca uyumak istiyordum.
Karşımdakiler teröristten başka bir şey olamazdı. Sınırda görev yaptığımdan ötürü şaşırmamam gereken bir manzarayla karşı karşıyaydım. Sınır bölgesindeki saldırılar son bulmamıştı. Üstelik savcı kimliğimle cezalanmasına vesile olduğum pek çok terörist bulunuyordu. Birilerini sinirlendirmiş olmalıydım. Umursamadım. Bir kaç çürük insandan korkacak değildim.
"Elinden geleni ardına koyma, piç herif." derken sesimin son derece net çıkmasına özen göstermiştim fakat yorgunluktan olmalı ki sesim içime kaçmış gibiydi.
Karşımdaki terörist çenemi sertçe kavradığında elinin pisliğinden başka bir şeye odaklanamamıştım. Resmen şu anda milyon tane bakterinin olduğu o eli çeneme değiyordu. Cildimin bozulmasına katlanamayan bir yanım vardı. "O mikrop yuvası ellerini çek üzerimden, hemen." dediğimde çenemi daha sıkı kavramıştı.
"Enerjini harcama. Senden faydalanacak çok adam var." diyip kahkaha attığında midemin gerginlikten kasıldığını hissetmiştim. Korkmuyordum ancak böyle bir şeyi kaldıracak gücüm de yoktu. Bir şekilde buradan kurtulmalıydım. Fakat vücudumdaki yorgunluğun beni engelliyor olmasını önleyemiyordum.
Bir süre sonra herkes çıkmıştı fakat çok geçmeden aynı terörist gelmiş, oturduğum sandalyede arkadan bağlı bileklerimi sandalyeden ayırmak için çözmeye başlamıştı. Stresten titreyen ellerimi görmezden gelip kaçış için bir yol aramıştım. İçinde bulunduğum depoya benzer mekanın çıkışı görünürlerde yok gibiydi ve bir çok koridor vardı. Hangi koridorun dışarıya açılacağını ise bilmiyordum.
Ayaklarımı da çözdükten sonra hala bağlı olan ellerimden tutup sertçe yürütmeye başladığında bakışlarım etrafı tarıyordu. Ayaklarımın çıplak olduğu gerçeğini ise yeni fark ediyordum. Topuklu ayakkabılarım çıkarılıp bir kenara fırlatılmış olmalıydı. Bu sebepten olmalı ki boyuma uzun gelen kumaş pantolonum yerleri süpürüyordu.
Soğuk yüzeye temas eden ayaklarım acımaya başladığında daha fazla adım atamayıp üstüne pantolonuma takılıp düşmüştüm. Ayaklarımın acısına avuç içlerim de eşlik etmeye başladığındaysa tekrardan sertçe kolum kavranılmıştı. Tam o sırada duyduğum kurşun sesiyle kolumu kavrayan el önce gevşemiş sonra elin sahibi terörist yere düşmüştü. Alnının ortasındaki koca deliğe bakarken midem bulanmamıştı. Daha önce ceset görmüş olmak beni bu tip görüntülere alışık hale getirmişti.
Aynı sırada çıkan çatışmayı anlamamak zor değildi fakat benim bulunduğum bölgede kimse yoktu. Olan kişi de az önce alnının çatından vurulmuştu. Ben etrafı izlerken içeriye koşarak giren iki adamın daha kafalarından vurularak düşmesi bir anda olmuştu. Anlık olarak yanıma kimsenin yaklaşamadığından güç bulup yanımdaki ölü teröristin silahına uzanmış sıkıca kavramıştım.
Kendimi korumak zorundaydım.
İçeriye tekrardan bir terörist girmeye çalıştığında bana gerek kalmadan yine kafasından vurulmuş bir şekilde yere düşmüştü. Ayağa kalkmadan bir köşeye geçip metal büyük bir cismin arkasına sindiğimde ise kurtuluyor olmamın verdiği mutlulukla sırıtan yüzüme engel olamıyordum.
Tam bu sırada sesler azaldığında anlık olarak kafamı dışarı çıkarmıştım ki sağ koluma saplanan kurşunla acıyla inlemiştim. Kapıda beni öldürmek için pusuya yatmış olduklarını görmek sağ koluma mal olmuş gibi görünüyordu.
Sızlayan kolumu çok temas etmeden sıvazlarken yere akan kana gözlerim ilişmişti.
Dökülen kan kendisinin olunca insanın midesi bulanmıyor değildi.
Bir süre sonra silah sesleri tamamen kesildiğinde kafamı bu sefer çok daha korkarak da olsa dışarı uzatmış çevreye bakmıştım. Uzaktan gelen ayak seslerini zar zor duyduğumda ise tekrardan yerime geçmiş olduğum yerde ufalmıştım. Bulunduğum yerin bir koridor girişinde gördüğüm askerle daha dikkatli bakmıştım. Kolundaki Türk bayrağı ile rahat bir nefesi ciğerlerimden serbest bırakmıştım ama gözlerim kapanmak üzereydi.
Neyseki güvende olduğumu biliyorum diye düşünmüştüm.
Yerden kalkmaya yeltendiğimde bunu başaramamış olmak beni bir miktar sinirlendirmişti ve olduğum yere tekrar düşmüştüm. Yanıma birisinin yaklaştığını hissettiğimde gözlerimi aralamış zar zor bakmaya çalışmıştım. Sadece yeşil gözlerini görebildiğim bir askerin bana seslendiğini anlayabiliyordum fakat cevap verecek gücüm yoktu. Enerjim tükenmiş bir durumdaydı.
"İyi misin?" diye kelimeleri seçebildiğim bir soruya karşılık ağır ağır başımı yukarı aşağı sallamıştım.
Başıma bir kaç kişinin toplandığını da anlamıştım fakat artık gözlerim tamamen kapanmıştı. Sadece uyumak istiyordum.. Birinin elleri şah damarımı bulduğunda nabzımı kontrol ettiğini varsayarak cevap vermeye çalışmıştım. "İyiyim." Derken ise sesim son derece güçsüz çıkmıştı.
Sonrası ise daha silikti. Belimden ve bacaklarımdan kavranıp havalandığımı hatırlıyordum. Daha sonra ise bir süre o şekilde ilerlediğimizi... Bir süre sonra ise duyduğum helikopter sesiyle kulaklarım uğuldamış gözlerim yavaşça açılmıştı. Dudaklarım kupkuruydu. Suya muhtaç bir durumdaydım.
"Su" derken sesimin duyulmasını ummuştum. Fakat duyulmamış olacak ki kucağında olduğum adam yaklaşık on saniye sonra yüzünü bana çevirdiğinde uyanık olduğumu fark etmişti. Tekrardan "Su." dediğimde bu sefer duyulmuş olmasını ummuştum. "Çakı!" diye seslendiğinde başka bir asker hızla yanımızda bitmişti. Sesimin nihayet duyulduğuna sevinirken bir yandan da çölde susamış bir deve gibi içeceğim suyu hayal etmiştim.
Hemen bir şişe suyu dudaklarıma götürdüğünde doya doya içmiştim. Daha sonra ise yaptığım şeyi ayıplamıştım. İnsanların suyuna dadanmış gibi hissetmiştim. Elbette bunu sorun etmeyeceklerini biliyordum ama vicdanım burkulmuştu.
"Daha iyi misin?" diyen -kucağında olduğum- askere başımı sallayıp onayladığımda bakışlarım onun yeşil gözlerini bulmuştu. Tekrardan gözlerim kapanmaya başladığındaysa kendime engel olmamıştım.
Yalan söyleyemezdim, gözleri güzeldi.
Her zaman yeşil gözlerim olmasını isterdim. Benimkiler kara boncuktan farksızdı. Ben göz rengimi kendi kafamda yererken uykunun esiri olmuştum bile. Rüyalar zincirinde sürüklenip giderken ara sıra o cam gibi parlak yeşil gözler gözümün önünde kendini belli ediyordu. Adamın yüzünü bile görmemiştim fakat gözleri unutulacak gibi değildi.. Kıskanmıştım.
|
0% |