Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@ayyansimasi

​Geçmiş


Soğuktu, çok soğuktu. Ama onun yüzü gülüyordu. Küçük bir evde soğuk betonda babasını bekliyordu.

Elinde bir pasta ile girecekti. Sanıyordu ki öyleydi. Doğum günlerinde pasta yenilirdi.

Heyecanla yerinde sallanmaya devam etti.

1 saat.

2 saat.

3 saat.

Tam 7 saat o betonda oturdu.

Artık titreyen bedeni ve açlıktan ağrıyan midesi ile duvara yaslandı. Hâla çocukça bir tebessüm vardı suratında. 14 yaşına girmişti bugün. Zayıf ve kısaydı yaşıtlarına göre.

Kapıdan anahtar sesi geldiğinde hemen ayağa kalktı. Gözü karardı kısa bir an. Toparladı ama hemen.

"Baba!" Çıplak ayakları ile koşa koşa hole çıktı. Eskiydi evleri. Parkeler gıcırdadı koşarken.

Babasını gördü önce. Sonra elindeki poşetleri. Koşarken ayakları birbirine takıldı ama düşmedi. O tökezlerdi ama düşmezdi.

Aralarında birkaç adımlık mesafe kala durdu. Sarılamazdı.

"Bu poşetler ne babam?" Babası kısa bir bakış attı. İri cüssesi birçok insanı korkuturdu ve buna birde bakışı eklenirse unutulamazdı. Ama korkmuyordu Mavi.

"Senin için." Küçük kızın gözleri irileşti. Kalbi değişik bir heyecanla atarken bir adım daha attı babasına.

"Benim için mi?" Dedi inanamıyormuş gibi. Gözlerini kırpıştırdı tatlı tatlı. Hayatında ilk defa hediye alınıyordu ona. Hayatı boyunca da garipseyecekti hediyeleri.

"Evet. Al giyin. Çıkacağız." Boncuk gözleri daha da büyüdü. Ne demişti? Dışarıya mı çıkacaklardı? Doğum günü için miydi?

Sormadı ama. Babası ikiletilmeyi sevmezdi. Onun yerine uzatılan alışveriş poşetini kaptığı gibi odasına girdi. Heyecandan yerinde duramazken nazikçe poşetten çıkardı kıyafetleri. Parmak ucuyla tutuyordu zarar gelmesin diye.

İçinden yaşına göre onu biraz daha büyük gösterecek bir elbise çıktı. Gram umursamadı ama. Bağıra çağıra mutluluğunu haykırabilirdi. Babası doğum gününü kutlayacaktı. Onun için bir şeyler almıştı. İçinde tuttuğu sevinç çığlığı çok ağırdı.

Hızlıca üzerine geçirdi elbiseyi. Vücut hatlarını belli eden bir elbiseydi. Beğenmemiş olsa bile en sevdiği elbisesiydi.

Gece karası saçlarını beyaz teninde dans edecek şekilde açık bıraktı. Gayet de güzel olmuştu ama 14 yaşında değil neredeyse 17 yaşındaydı.

Göğsündeki mutluluk daha da büyürken odasından çıktı. Tek katlı bir dairede yaşıyorlardı.

Ev demeye bin şahit isterdi.

Babasını beklemeye başladı kapının önünde. Birkaç dakika sonra onunda odasının kapısı açıldı. Yavaş ve ağır adımları gerçekten korkunçtu ama Mavi'de sarılma isteği yaratıyordu.

"Babam." Dedi çekinerek.

Yandan bir bakış attı.

"Üstümdeki elbise hangi renk?" Cidden merak ediyordu. Mor gibiydi ama değildi de. Renklere çok küçükkende ilgisi vardı. Her rengi bilmeliydi. Tanıdıktı zaten ama adını bilmiyordu.

"Küpe çiçeğini bilir misin?" Sesi soğuktu. Mavi düşündü birkaç saniye.

"Biliyorum. Üstümdeki de o renk."

Başını salladı usulca babası. "Magenta."

"Magenta mı?" Harfleri beynine kazıdı unutmamak için.

"Annenin en sevdiği çiçekti küpe çiçeği. En sevdiği renk ise magenta."

Kalbine kazımasına gerek kalmadan kendiliğinden kazındı sanki. İğne ile dikiliyormuşçasına kalbi acıdı.

Babası ilk defa bu kadar konuşmuştu. Nadir konuşurdu. Sorularına cevap vermezdi.

"Magenta." Diyerek tekrarladı.

Babası ise cevap vermeden kapının önünde ki taksinin kapısını açtı. O öne binerken Mavi'de arka tarafa geçti.

Yaklaşık yarım saatlik yol boyunca gözlerini kapatıp annesi hakkında edindiği bilgileri tekrarladı.

Annenin en sevdiği çiçek küpe çiçeği.

Küpe çiçeğinin rengi magenta.

Annen en çok magenta rengini seviyor.

Lütfen unutma.

Babasının taksiden indiğini görünce hızlıca kapıyı açıp o da indi. Rutubetli bir evin önünde durmuşlardı. Kara bulutlar gökyüzündeydi. Duvarları yosun tutmuştu. Büyüktü ev. Çok büyüktü. 3 katlıydı.

Binadan çıkan iri yarı adam ile bir adım babasının arkasına doğru geçti. Korkunçtu, hem bu ev hemde insanlar.

Adam yanlarına vardığında içine sinen huzursuzluk ile kaşlarını çattı Mavi.

"Talya İzel Mibalva." Kaşları daha da çatıldı. Onun ismiydi bu.

Babası sadece başını sallayıp kızının kolunu tuttuğu gibi öne attı. İzel neye uğradığını anlayamadan ismini söyleyen adam tuttu bu sefer kolunu. Kolunun acısı ile inleyip hızlıca babasına döndü.

"Baba." Babası arkasını döndüğünde göz bebekleri titredi. "Baba!"

Kolundan çekiştirilmesi yüzünden değilde hayal kırıklığından yere düştü. Ayağa kaldırılması uzun sürmemişti. Kurtulmak için çabaladı lakin güçsüzdü.

"Baba!" Diye haykırdı.

"Lütfen." Dedi "Lütfen beni bırakma!"

Çok bağırdı, çok yalvardı lakin babası son kez bile ona bakmadı.

Eve girildiğinde karşılarına 30'lu yaşlarda bir adam çıktı. İzel'in bacakları titrerken kesik bir nefes verdi.

"13 numaralı odaya alın." Kolunun morardığına emindi. Bir odanın kapısını açtı onu sürükleyen adam. İçeriye fırlattı.

"Yavaş be!" Dedi anlık bir sinirle İzel. Adam kaşlarını çatıp ters bir bakış attığında yerine sindi.

"Uslu bir kız olup burada otur." Kesinlikle olmayacaktı.

Adam çıktıktan hemen sonra dudakları titredi.

"Biliyordum aslında." Dedi kendine. "Biliyordun."

Gözleri doldu. "Aptal, aptalsın sen." Gözlerini yumdu. "Kandır kendini gerizekalı."

Sinirle ortalığı yıkmak istedi ama yapamadı çünkü içinde ki tek duygu saf kırıklık ve sevgisizlikti.

Sevilmeyen her insan bilmiş bir yalandır.

İçeri giren 20lerinin sonunda olan adam ile irkildi. Biliyordu başına ne geleceğini, nerede olduğunu.

Babasının ne yaptığını.

"Elbiseme dokunma." Dedi büyük bir kararlılıkla.

"İstesende istemesende," dedi adam büyük bir rahatlık ile. "Yırtılacak o elbise."

"Elbisem olmaz." Dedi yine. Elbisesi olmazdı.

Ellerini ceplerine koydu. "Yaramaz bir çocuk olmayı bırak." O rahatlık yerini sinire bırakmıştı.

"Ama elbise-" yüzüne yediği tokat ile sustu. Başı yana doğru eğildi.

Adam kızın omuz kısmını tutup o taraftaki kumaşı yırttı. İzel'in dolu gözleri kocaman olurken içi gidermişçesine yüzü buruştu. "Babamın aldığı ilk elbiseyi yırttın."

Adam oralı dahi olmadı. İzel'in bacakları onu taşıyamayacak kadar titrerken gözleri kararır gibi oldu. Dudakları aralandı.

Karadeniz'in hırçın dalgalarını durgunlaştıracak, keskin yamaçlı dağları yaracak bir haykırış koptu boğazından.

.......

"Ben geldim!" Diyerek elimde poşetlerle içeri daldım. Maskeli ve Efsan kollarını birbirine bağlamış hesap soran bakışlarını bana dikmişti. Daha doğrusu Maskeli yapmış, Efsan ise onu taklit etmeye çalışmıştı. Ellerimde ki poşetleri yere koydum.

"Saat kaç?" Dedi Maskeli sinirli ve sert sesiyle.

"Sekiz buçuk." Diyerek sakin ve yumuşak sesimle cevapladım.

"Kaçta çıktın evden?" Dedi sesinin ayarını bozmadan.

Bende aynı sesimle cevapladım. "Yedi."

"Bir buçuk saattir 15 dakikalık yolu tamamlayamadın mı?" Keskin bir soluk verdi. "Seni bir daha markete gönderen adamı-"Kulağıma yaklaştı. "Siksinler." Fısıldayışı gıdıklandırırken kıkırdadım. Öfkeliyken gülmem onu daha da sinirlendirirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Hâla kaşlarını çatmaya çalışan Efsan'ı kucağıma alıp yanağına kocaman bir öpücük bıraktım.

"Hadi biz seninle ev halkını uyandıralım." Neşeli sesime katlanamadan ellerini boynuma sardı. Bir yerde ki poşetlere birde Maskeli'ye baktım. Sesim biraz içime kaçarken konuştum. "Yani istersen sende milföyleri fırı-"

Ters bakışı beni susturmaya yeterken koşar adım kucağımda Efsan ile merdivenlerden çıktım. İlk durak Sera'ydı. Kapıyı çaldım ama açmadı. Yavaşça kapıyı aralayıp tek gözümü kapatarak içeri kafamı soktum. Uygunsuz birşey olmadığını görünce iyice kapıyı araladım. Efsan çekingence kollarını daha da sıkı sararken yatağa ilerledim. Bütün cazibesi ile ayı gibi bir pozisyon alarak yatan ekip arkadaşıma yüzümü buruşturdum.

"Şimdi seni yatağa koyacağım tamam mı?" Tatlı bir dille sorduğum soruya kıkırdayıp başını salladı. Sinsi bir gülüşle cebimdeki tüyü çıkarıp Efsan'a verdim. "Bir sorun yok değil mi?" Diye teyit amaçlı bir soru yönelttim kızıma. Biliyordum kendini güvende hissettiğini çünkü siyah sweatshirtimin ucunu tutmuyordu minik elleri.

"Hayır Mavi, yanımda sen varsın zaten." Dediğinde tebessüm ettim ve yatağın üzerine koydum. Sera sağ tarafa doğru yatıyordu. Bende sol tarafa geçip görünmeyecek şekilde gizlendim. Efsan tüyü onun burnuna sürterken başımı hafifçe çıkarıp onlara baktım. Sera gözlerini aralarken tanımadığı birini görmesiyle anında ayaklandı.

"Noluyor amına ko-" aynı şekilde ayağa kalktım.

"Dur küfür yok!" Bağırışmalarla içeri Maskeli hariç bütün ev halkı daldı. Ben elimi alnıma çakarken kargaşanın kokusu arttı.

Efsan'a baktım. Hafif irkilmiş ve korkmuş duruyordu. Hızlıca ona ilerleyip kucağıma aldım. Swetimin ucuna tutunmayınca derin bir nefes verdim. Eğer kendini güvende hissetmeseydi büyük bir vicdan azabı çekerdim.

"İşlerin bu noktaya geleceğini tahmin edemezdim." Kızımın yanağına bir öpücük kondurdum.

"Bu minik kim?" Dedi Buğra gözlerini ovuştururken.

"Kızım." Ortama derin bir sessizlik çöktü.

"Kızın mı?" Her an ağıt yakabilirmiş gibi duran Ceylan'a baktım.

"Hayır."

"Kızım dedin." Diyerek başını kaşıdı Arda.

"Kızım çünkü."

"Lan hani kızın değildi?" Dedi Sera.

"Değil ki." Dedim mal mal.

Araya Maskeli daldı. "Kim kimin kızı anasını-" diyen sert ve erkeksi sesini benim panik ve yumuşak sesim böldü.

"Küfür yok!"

"Ben böyle işin Barbie'sini giydirip Ken ile buluşturur ortasına da çilek kızı eklerim." Diyerek daha yaratıcı bir hakaret sundu Buğra sanki katil ve 2 metre değilmiş gibi. Ortamın sessizliğini Efsan'ın kahkahası böldü.

"Kahvaltı?" Diye bir öneri sundum.

.......


"Sera." Dedi Efsan tatlı tatlı. "Gittiğin kuyumcu seni dolandırmaya kalkışmış ya. Benim kuyumcumdan alabilirsin. Ben seni dolandırmam." Gerçekten Sera sabahtan beri onu dolandırmaya çalışan kuyumcudan yakarıyordu.

"Takı mı yapıyorsun?" Dedi Sera masum düşünerek. "Olur, alırım balım."

"Hayır onu işçiler yapıyor, benim kuyumcum var." Tatlılıktan yanaklarını ısırmamak için büyük bir mücadele veriyordum. İşlerin değişik bir hâl almaması için sessizliğimi bozdum.

"Gerçekten bir kuyumcusu var."

"Ne demek bu 5 yaşında ki ufaklığın bir kuyumcusu var?" Diyen Buğra ile Efsan heyecanla yerinde doğruldu.

"Ve çiçekçim."

"Ve çiçekçisi." diyerek onayladım.

"Ha birde çiçekçin var?" Dedi Arda.

Sandalyede biraz daha doğruldu. Gülüşünde heyecan vardı. Bana baktı parlayan gözlerle. "Kuaför dükkanım, güzellik salonum, birsürü kıyafet satan yerim, banka hesabım, oyuncakçım, evim ve arabam da var."

Maskeli'nin dudaklarında yarım bir gülüş belirdi sadece.

"Hepsini Mavi aldı. Benim üzerime olmasa da 18 yaşımda benim olacak. Bunun için belgelerde var. Ben sadece oyunçakçıma gidiyorum ama büyüyünce diğerlerine de gidecekmişim Mavi öyle diyor."

"Hıhım." Diyerek oralı değilmişim gibi kahvemin içine çikolata kırıp attım.

"Mavi?" Dedi Ceylan dehşet içeren bir sesle.

"Mavi inanamıyorum sana." Dedi Sera bıkmışça.

"Bir erkeğe muhtaç olmayacak benim kızım."

Ortam bir iki saniye sessiz kaldı.

"Bulaşıkları dün yıkadım ben." Diyen Ceylan'a döndü bakışlar.

"Bende ondan önce ki gün." Dedi Arda.

"Üç gündür makineyi ben boşaltıyorum." Diyerek ortadan sıyrıldı Sera.

"Ben akşam bulaşığını yıkadım." Buğra'da çıktı aradan.

Maskeli ile kısa bir bakışma yaşadık. İşlerimizin gizliliği nedeniyle bir çalışan tutamazdık. İkimizinde bakışlarında bu işe bir sövme vardı. "Ben tek başıma saçımı çekseniz bile yıkamam." Saçımı öne atmam benim için büyük riskti. Biz kahvaltıyı yapmış masada koyu bir sohbete dalmıştık.

Ben bu sırada onlara kendi kızım olup olmadığını da anlatmıştım. Tabi Efsan çizgi film izlemeye gittikten sonra. Maskeli büyük bir öfleme ile masadan kalktı. Bende onun peşinden. Tabakları mutfağa taşıdıktan sonra kollarımı sıvadım. Maskeli zaten kısa kollu giymişti.

"Sen yıka ben makineye yerleştireyim." Uslu uslu başını salladı.

Birkaç dakika boyunca konsantre bir şekilde devam ettikten sonra sessizliği bozdu.

"Merak ediyorum." Kollarını birbirine bağladı. "Güzel ve başarılı bir grafikerken, ressam olmak en büyük hayalinken, çokta güzel şarkı söylerken neden buradasın?"

Elimi havluya silip bende kollarımı birbirine bağladım. "Ve bende merak ediyorum."

Kaşları çatıldı. "Benden daha başarılı bir grafikermişsin. Benden daha koyu hayallerin varmış ressamlıkta. Her yeni bir sprey ve boyada çocukça bir heves belirirken içinde," aynı şekilde kaşlarımı çattım. "Sen neden burdasın?"

"Bilmediğin çok şey var."

"Bilmediğim kadar hatırladığımda çok şey var." Devam ettim.

"17 yaşında Gülümseyen Tutsak grubunda olduğun gibi. Ve o grubun iki kurucusu vardı."

"Maskeli," dedim.

"Magenta," dedi.


......


Geçmiş

 


İçimde ki öfke git gide artarken tekmemi duvara geçirdim. Ne zamandır yürüyüş yapıyordum bilmiyorum ama evden babamın gitmesini bekliyordum.

Biraz daha ilerledikten sonra duyduğum sesler ile duraksadım. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Etraf masmavi bir kasvetle doluydu. Tıpkı sesin geldiği yerdeki çocuğun gözleri gibi.

Sprey ile duvarı boyuyordu. Spreyi çalkaladığında çıkan ses huzur vericiydi. Ben ise düşmeyi bekleyen bir taş gibiydim. Zirvedeydim ve düştüğümde paramparça olacaktım.

Çünkü birikmişlik tükendiğinde büyük bir yıkımdır.

Kulaklıkta ki sözsüz müziğin sesini biraz daha açtım. Sonra ise kulağımdan çıkardım. Yavaş adımlarla benden bir hayli uzun olan çocuğun, belki de adamın yanına yürüdüm.

"Bu saatte dışarı çıkmak sence akıllı bir karar mı?" Aniden konuşunda irkildim. Duvardan gözünü ayırmamıştı.

"Korkunç adamlardan korkmuyorum."

"Korkunç adamlardan korkulur."

Kulaklığı kafasına geçirdim.

"Eğer o dünyada tek sevdiğin insan ise korkulmaz."

Kaşları çatıktı. Kulaklığı beni duyabileceği bir şekilde yana kaydırdım. Elim tenine değdi. Vücudumda bir ürperti yayılırken dudaklarımı araladım.

"Lütfen." Dedim. "Sadece dinle." Birşey demedi ve ben bunu olumlu bir cevap olarak alıp kulaklığı düzelttim.

Resme göz attım. Gülümseyen bir ifade vardı. Oldukça güzel çizilmişti. Dudaklarımı yaladım. Yerden bir siyah sprey alıp konuşmaya başladım. Beni duymayacaktı ve ben huzuru tadacaktım.

"Bugün benim doğum günüm." Güldüm. "3 yıl oldu öleli." Yüzümü buruşturdum. "Böyle diyince cidden ölmüşüm gibi hissettim. Bir bakıma öyle"

Ne yaptığımı bilmeden duvara odaklanarak bir şeyler karalamaya devam ettim.

"Yanacaktım." Lacivert gözlerin içine baktım. O ise gözlerime değil dudaklarıma bakıyordu sanki anlamak ister gibi.

"Babam beni o fuhuş evine sattığında yanacaktım. Beni yakan ise babamdı. Sırf," dedim hiddetle. "Sırf o geceden sonra beni görmemek için yaptı bunu. Parasını aldı. Sonrasında ise kimsenin peşine takılmaması için orayı ateşe verdi."

"Kaçtım." Gözlerimi yumdum.

"Ve yakalandım." Devam ettim. "Polisler tarafından. Babama verildim."

"Tepkisi ne oldu biliyor musun? Endişe, yapmacık bir endişe. 'Seni kaybettim sandım, nerelerdesin, kim buldu seni?' Ben o yapmacık tepkiye bile inandım." Gözlerimi ovuşturdum.

"Çünkü sevilemeyen her insan aptaldır."

Kulaklığı yavaşça kulağından çıkardım. Artık rahatlamıştım. Ama kırılmıştımda. Çünkü kırgınlık tek parça halinde zirvedeydi lakin o kadar yükseğe hiçbir şey dayanamazdı. Çakıldı, çoğaldı ve küçüldü. Kırıldı.

"Adın ne?" Gözlerini nihayet sorumla dudaklarımdan çekti. Kafası karışmış gibiydi.

"Bir adım yok, Maskeli."

"Güzel benim de bir adım yok, Magenta."

Bir adım geriye gidip çizdiğim şeye baktım. Gülümseyen hoş ifade hapishanenin ardında kalmıştı. Hâla oradaydı ama üstünde artık demir parmaklıkları olan bir koğuş vardı. Silik duruyordu.

Ondan aldığım kulaklığımı kulağıma takıp yere bıraktığım boyayı aldım ve en altına iki kelime yazdım. Sonrasında ise ardıma bakmadan oradan uzaklaştım.

Gülümseyen Tutsak


.....


Gülümseyen Tutsak ekibi şuanda 500 kişi falan. Bir yer alt sığınakları var ve illegal işlere bulaştılar. Aralarından birkaçı Magenta'yı tanıyor ve onun onları terk ettiğini düşünüyorlar. Ama Magenta onların iyiliği için gitti çünkü babası değer verdiği her şeyi öldürüyordu. Bölümler geçtikçe aklınızda netliğe kavuşacak. Magenta hâla kurucu ve lider olarak geçiyor Gülümseyen Tutsak'ta.

Magenta'nın yer altı sığınağına gittiği bölümü cidden yazmak istemiyorum. Korkuyorum. Çok iyi bir bölüm olacak ama işte götüm yemiyo.

Neyse sizi seviyorum bir sonraki bölümde görüşürüzzz 🤍

Ha birde oy hatirlatmasii

Loading...
0%