Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@ayyansimasi

"Kusacağım." Dedim elim midemdeyken. Arabadan ineli 2 saniye olmuştu. An itibariyle Hindistan'daydık. "Araba tuttu beni, kusacağım. Sanırım kusacağım. Şu ağacın dibine kusa-" Belime dolanan soğuk el ile sustum.

"Sakin ol, kusmayacaksın." Dedi Maskeli'nin kalın sesi. Yüzüm ona doğru döndü. Hiç yüzlerimizin arasında çok kısa bir mesafe vardı diye romantiklik de yapamayacaktım. Adam gökdelen ben yeraltı sığınağı.

"Ama kusacağım."

"Kussanda yanında olacağım." Panik halimden küçücük sıyrıldım.

"Pislik, hatırlıyorsun dimi? Kabul et." Elim hâla midemdeydi. 3 senemi geçirdiğim, gece gündüz beraber olduğum, çoğu şeyi bana öğreten o adam 6 sene ayrı kaldık diye beni unutamazdı.

"Neyden bahsettiğini bilmiyorum." Dedi. Yumuşak ifadesi gitmişti.

"Biliyorsun."

"Bilmiyorum."

"Hayır, biliyorsun."

"Yok eşeğin siki." Diyerek daldı ortaya Arda. "Neye tartışıyorsunuz?"

İkimizde aynı terslikle Arda'ya döndük. "Eşeğin sikine." Aynı cümleyi kurmanın şaşkınlığı ile birbirimize baktık.

"Hindistan'da bir eşeğin sikine laf etmek ne kadar doğru?" Dedi Sera.

"Allah'ım yürüyün ya." Dedim başım dönerken. Otelin önündeydik. Hindistanca gibi bir dil bilmediğimizden nasıl isteğimizi yerine getirecektik, bilmiyorduk. "İngilizce bilirler mi?" Dedim kafamı kaşırken.

"Herhalde kızım." Dedi Buğra.

"Aranızda Hindistanca bilen var mı? " Dedim aynı alıklıkla.

"Gerizekalı." Dedi Ceylan kafama geçirirken.

"Ya zaten allak bullağım! Vur daha da karışsın. Sonra iç beynimi çorba niyetine."

"Hindistanca diye birşey yok. Hintçe o. Ve evet, 2 dilleri var. Hintçe ve İngilizce."

"Hindistanca bilmiyor yani aramızdan kimse." Dedim masum masum.

"Hintçe."

Ben ise dalıp gitmiştim. Duymuyordum şuan dışarıda ki sesleri. "Ah ulan, ne cahil bir ekip. Aramızda Hindistanca bilen 1 kişi dahi yok." Kafama geçirilen şamar ile düşüncelerimden sıyrıldım.

"Vurun vurun. Komşu çocuğuyum ya sanki ben. Çekinmeyin."

.........

Cidden İngilizce biliyorlarmış. Şuan otel odasında kızlarlaydık. Tesisi ayağa kaldıran teröristler, mafya olduğunu öğrendiğimiz adamlar Hintli değildi. Hindistan'da saklanıyorlardı. Yarın göreve başlayacaktık. Şimdi ise havaya sövüyorduk. Erimiştik.

"VALİZE YELPAZE KOYMUŞTUM! YELPAZE YOK." diyerek ortalığı ayağa kaldıran Sera'ya yüzümü buruşturdum.

"Sera bak, bak görüyor musun?" Diyerek boynumdan akan ter damlacığını gösterdim. "Şimdi şu lanet otel odasının bir kliması olduğunu fark edin ve çalıştırın." Ceylan bir aaa nidası çıkararak klimayı açtı. Cehennem gibi olan dışarı ile tüm iletişimimizi kesmek için bende pencereyi kapattım. Klima birkaç dakika sonra içeriyi serinletirken hepimiz mayışmış ayrı ayrı olan yataklarımıza yayılmıştık.

"Ben soğuk bir duş alacağım." Diye mırıldandı Ceylan.

"Önce ben." Dedi Sera.

"Dee siktirin giddiin." Diyerek bilmediğim bir şive takındım.

Üçümüzde aynı anda hafifçe doğrulup birbirimize baktık. Aynı şekilde yataktan fırlayıp banyoya koşmamız bir oldu. Ceylan soğuk suyu açıp fişkiyeye sarılırken Sera'da diğer taraftan çekiştirdi. Ee Hindistan yaşam kalitesi de bu noktada sona erdi. Fişkiye koparken musluğa çarptı. Şakasız aynı anda muslukta yere kapaklanırken herşey ağır çekimdeydi. Su an itibariyle saatte bilmem kaç bin hızla yukarı çıktı. Biz o suyun altında kalırken ıslanmaktan nefes dahi alamıyorduk. Hepimiz çığlık atarken burnumdan gelen nefesin yetersiz olduğuna karar verip ağzımı açtım. Ağzıma anında su dolarken tiksintiyle tükürdüm.

"Musluk nerede?" Diye bağırdım. Neden kimse odaya kaçmayı düşünmüyordu ayrıca? Fışkıran sudan gözümü zar zor açıp musluğu buldum. Kopan yerine sertçe geçirip bir iki el çevirdim. Bu ülkede herşey çok garipti. Bir iki saniye durup olayı kavramaya çalıştık. Duşumuzuda almıştık. Ayrıca soğuk suyla. Baya soğuk. Çok soğuk.

"Amına koyayım fişkiye niye koptu? Hadi fişkiye koptu, koparken niye musluğuda kopardı? Hindistan'da olabiliriz ama Hint dizisi çekmiyoruz. Ayrıca otelin an itibariyle terk edilmesine karar verdim. Lanet olsun, tamam. Donuyorum!" İçeri şlap şlap geçmemizle kapı tıklandı. Üstümüzden sular damlarken ve klimanında içeriyi buz gibi etmesinin sonucu olarak titrerken şlap sesleriyle kapıyı açtık. Venator erkekleri bizi baştan aşağıya süzerken hepimizin dişleri titriyordu.

"Ne oldu lan size?" Dedi Arda şaşkın şaşkın.

"Anlatsam inanmazsın." Dedim içli içli.

"Anlat."

"Sen tut fişkiye kop, koparken musluğuda kopar, biz bir ıslan bir ıslan..." Diyerek titreye titreye birde acıklıca konuştum. Ortama derin bir sessizlik çökerken kızlarda onaylayarak başını salladı.

"Pekâlâ." Dedi Buğra elini alnına yapıştırırken. "Bunu nasıl becerdiğinizi sormayacağım bile. Üç kişi banyoda-"

"He gerizekalı grup lezbiyen seksi yapıyorduk." Dedim kaşlarımı çatarken.

Beni süzmekten yiyip bitiren adama inatla bakmıyordum. "Üstünüzü değiştirin aşağıda sizi bekliyoruz." Dedi Maskeli.

"Sen git hatırladığın kızları bekle. Beni hatırlamıyorsun ya." Diyerek burun kıvırdım.

"Bir dakika siz geçmişte tanışıyor muydunu-?" Diyerek bütün şaşkın bakışların aklında ki soruyu sordu Ceylan.

"Yaptık öyle şeyler."

"Yok öyle birşey."

Maskeli ile aynı anda konuşunca akıllarda yine bir soru işareti belirdi. "Şimdi tanışıyor muydunuz tanışmıyor muydu-"

Yine aynı anda sözünü kestik.

"Tanışıyoruz."

"Tanışmıyoruz."

Birbirimize öfkeli bakışlar atarken burnumdan soluyup suratına kapıyı kapattım.

"Bok tanışmıyoruz!" Dedim şlap şlap valize ilerlerken.

"Oha resmen soap opera..." Diyerek hayallere dalan Sera'nın kafasına valizden çıkardığım tarağı fırlattım.

"Bence giyinmemize gerek yok. Aşağıya indiğimiz hatta şu kapıdan dışarıya adım attığımız an kururuz." Dedi Ceylan.

"Hak veriyorum." Dedim ama yinede valizden kısa siyah bir şort birde beyaz gömlek çıkardım. Görevlerde ağda yapmaya vakit yoktu. Tesisteki herkes epilasyonluydu. Hayat kurtarıcımız. Birde kıl derdi çekmiyorduk. Deodorant, parfüm, epilasyon. İneklerden daha kutsaldı bence.

Ben çıkardığım şortu ve gömleği giyerken Sera'da bir şort ve bir crop giydi. Ceylan ise bizim gibi şorttan gidip üstüne kalın askılı beyaz atlet giydi. Ekipteki kızlarında maşallahı vardı hani. Sera kumral, güzel fizikli, ela gözlüydü. Saçları beline dalga dalga ulaşıyordu. Ceylan ise altta kalır gibi değildi. Hafif esmer tenli, dümdüz uzun siyah saçlı ve güzel fizikliydi.

Ben ise...

Bendim işte. Dışarıdan birinin gözünden bakarsam zayıftım, ince belliydim, dolgun kalça ve hafifte göğüslere sahiptim. Bembeyaz bir tenim vardı. Sarı parlak saçlarım hafif dalgalar ile belime ulaşıyordu. Sarı kaşlarıma gelen uzun, kıvrık kirpiklerim vardı. Kirpiklerim süslendirdiği bal rengi gözlerim ışık saçıyordu. Dolgun dudaklara sahiptim. Boyum çok kısa değildi ama uzun değildim. Bir zamanlar sesim güzledi. Artık güzel mi bilmiyorum çünkü yıllardır şarkı söylemedim. Bu sebeple kimseden iltifatta almadım. Hobim artık yoktu. Eskiden gecenin kıyısında gözlü çocukla resim yapardık. Hatta birçok sergi resimlerimizi ister ve beğenirdi. O elektronik gitar ben normal gitar çalardım. Sesi bir firtınadaki okyanusu durgunlaştırabilirdi. 20 kişilik bir ekibimiz vardı. Terk edilmiş evin birini güzelleştirmiştik. Sprey boyalarla her yere birşeyler kazımıştık. Kötülükleri protesto ederdik. Hapse girmişliğimiz çoktu. Çok özlemiştim onları.

Sera'ya fırlattığım tarağı geri aldım. Saçlarımı tarayıp düzelttim. Perçemlerime elimle şekil verdim.

"Bordo mu, kırmızı mı, hafif pembemsi mi?" Diyerek kızlara döndüm.

"Bordo." Dedi Ceylan.

Sera ise fikrini kırmızıdan yana kullandı.

"Nemlendirici iyidir." Diyerek ikisinide sinir krizi eşiğinde bıraktım. Dolgun dudaklarım hafif bir renk almıştı. Şu sıcakta makyaj yapsam sanırım yüzümle beraber erirdi. Ceylan ve Sera'da benimle aynı fikirde olacak ki ruj ve rimel dışında hiçbir şey sürmediler. Birkaç fıs parfüm sıktıktan sonra hazırdım. Hep beraber aşağı indiğimizde Arda, Buğra ve adı gereksiz adam bizi bekliyordu.

Kimi kandırıyoruz? Adam için kurşun atıp kurşun yersin.

Kendimizi. Adı baya gerekliydi zannımca. Hatırlıyordu beni ama hatırlamamazlıktan geliyordu. Allah belanı versin baba. Şu sıcaktan değilde onun delici bakışlarından eriyecektim. Saçma bir şekilde herkes herkesle uyumluydu ancak Maskeli ile biz dikkat çekecek kadar tesadüfi bir şekilde aynı giyinmiştik. Üstünde beyaz ilk 3 düğmesi açık olan bir gömlek vardı. Altındaysa siyah bol bir pantalon. Sera ile Ceylan, Buğra ve Arda'nın yanına geçince bana Maskeli'nin yanındaki sandalye kaldı. Öfleye pöfleye yanına geçtim.

Bir süre masada sohbet olsada acıkılınca ortaya karışık birşey söylendi. Alnının ortasında birşey olan adam bize istediğimiz birşey olup olmadığını sorduktan sonra sorgulama gereği duymadığım bir yere gitti. Venatorlar masanın üzerindeki yemeklerin ne olduğunu anlamaya çalışırken ben elimle ağzımı kapatmış kıkır kıkır gülüyordum.

"Komik mi gövle-" gözlerim irice açılırken Maskeli de az kalsın ne diyeceğinin farkına vararak boğazını temizledi.

Gövlez demek bu kadar zor olmamalı.

"Hatırlıyorsun dimi lan?" Dedim hevesle.

Elini alnıma koyup yükseldiğim yerden düşürdü beni. Burun kırıştırıp kollarımı birbirine bağladım. Masadakilerin az çok ne olduğunu anlamış olmalılarki diğerleride yemeye başlamıştı.

Maskeli salatadan bir çatal alıp bana uzatınca küskün küskün durmaya devam ederek dudaklarımı araladım. Kaşığı ağzımdan çekip adını bilmediğim bir yemekten aldı ve bu sefer kendisi yedi.

"Mavi bak şunuda ye. Aloo Gobi'ymiş." Diyerek gösterdiği şeye göz ucuyla baktım. Anında yüzüm buruşurken yanımda oturan Maskeli diyeceklerimi dile getirdi. "Karnabahardan nefret ediyor."

"Sen varya gram numara yapamıyordun, hâla yapamıyorsun. Birde beni tanımıyormuş, pehh." Dedim babaanne gibi.

"Bakırköy'e yatıracağım seni." Dedi ağzıma birşey tıkarken.

"Hıı." Dedim gıcık gıcık.

Elime çatalı alıp rastgele birşeye batırdım. Zaten son lokmamdı. Daha fazla birşey yiyemeyecektim çünkü şuan bile midem ağzımdaydı. Geber baba.

Geberirse yıkılırsın.

Geberme baba. Elimin üstünde soğuk kocaman bir el hissetmemle Maskeli'ye döndüm. "3 saat 20 dakika boyunca her 15 saniyeye bir hıçkırmanı izlemek eğlenceli olucak olsada yeme, içinde havuç var." Kulağıma doğru eğilip fısıldamıştı. Fazla yakındık. Çatalı batırdığım şeye baktım. Harbi havuç vardı. Bunu yersem hıçkırmaktan ciğerim çıkardı.

"Yuh. Asıl seni ben yatıracağım Bakırköy'e."

"Şu görevi sağ bitirelim de."

Yemek sessiz sakin ilerlerken Maskeli ağzıma birşeyler sokmaya çalışıyor ben ise onu itiyordum. En son yine ağzıma uzanan çatalı görünce ölümcül bakışlarımı gözlerine diktim.

"Yavru kedi gibi bakıyorsun." Dedi ağzıma daha da dayarken çatalı.

"Daha çok alfa Kanada kurdu gibi durduğumu düşünüyordum." Dediğimde kısık sesli bir kahkaha attı.

"Abi siz nasıl daha önceden tanışıyordunuz ya?" Dedi Arda merakla.

"Tanışmıyorduk." Dedi Maskeli bakışları sertleşirken.

"İnadına sıçayım." Dedim benimde bakışlarım bıkkın bir hâl alırken.

O kadar rahatsızdım ki. Benim hakkımda ne düşünüyordu bilmiyordum. Onunla oynamış bir kadın mı? İhanet mi? Terk ediliş mi? Birgün cidden yüzleştiğimizde ne diyecektim?

Bakışlarım yorgunlaşırken çok uykum vardı. Yemekten fazlası ile yemiştim. Midem felâket bulanıyordu.

4 kaşık birşey yedin. 2'si salataydı.

Onlar yemeklerine devam ederken kollarımı masaya koyup başımı yan bir şekilde oraya gömdüm. Azıcık dinlenebilirdim. Saat akşam 6'ya geliyordu. Biz ise gece 2'de göreve gidecektik. Aradan kaç dakika geçti, belki de saat bilmiyordum ama kısa bir süre uykuya dalmıştım. Yüzümde sıcak ve beni mayıştıran soluklar vardı. Havanın gittikçe sıcaklaştığını fark ettiğimde yerimde huysuzca kıpırdanıp başımı kaldırdım. Büyük ihtimal kızarmış gözlerimi ovuşturdum. Cidden hâla sohbet ediyorlardı. Yanıma baktığımda Maskeli'nin de benimle aynı şekilde yattığını fark ettim ama uyumuyordu. Dolgun dudaklarında küçük bir tebessüm ile beni izliyordu.

Ben doğrulunca o da doğrulmuştu. "Gözün daldı sanırım." Dedim huysuz ve aksi bir şekilde.

"Hımm." Dedi kafasını arkaya yaslarlen.

"Çok sıcak." Diyerek fısıldadım.

"Bencede." Dedi bana bakmaya devam ederken. Diğerleri bizden bağımsızdı.

Masanın üzerinde duran telefonuma uzanıp saate baktım. "Beni niye uyandırmadınız anasını satayım ya?" Dedim şaşkın şaşkın.

"Şu tatlı sesle bin tane küfür etsende etki etmiyor."

"Ha ha ha." Saat 12'ye geliyordu. Sanırım birbirleriyle konuşurken hiç sıkılmıyorlardı. Büfe 7/24 açıktı.

Ayaklandım. "Kalkın daha silahları, bombaları, kıyafetleri, planı, bıçakları, bıçakların büyüklüklerine göre hangi cebe sığıcanı, planda kimin nasıl rol alıcağını-" diyerek saymaya devam ediyordum ki hepsi birden ayaklandı.

"Sus gözünü seveyim kalktık." Dedi Ceylan, Sera ile yanıma gelirken Buğralarsa kendi odalarına doğru yol almaya başladı.

........

Ortamda derin bir sessizlik varken içli bir nefes verdim. Fedakar olmak benim suçum değildi. Şu duruma Sera ve Ceylan'ı koyma düşüncesi bile midemi bulandırdı.

"Nice parte." (Güzel parça.) Geniş kumar masasında ki adamlardan biri Latince konuşunca diğerleri başını salladı. Latince biliyordum ama onlar bunu bilmiyordu.

"Hac nocte mea est." (Bu gece benim.) Aralarından en iri olanı konuştuğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. İnsan içinden gülebilir miydi? Tam olarak bunu yaşıyordum. Saatime baktım. Gece 02.58'di. Birkaç dakika daha sabredebilirdim.

Ben kumar oynayan 3 büyük mafyanın eğlencesiydim. Normalde satın aldıkları kadın gelecekti lakin başına ufak bir kaza gelmişti.

Ufak. Venator ekibi.

Şimdi onların kadını satın aldığı fuhuş evini patlatmıştık. Bu 3 büyük mafyanın ise bundan haberi yoktu. Dışarıda ki adamlarının öldüklerinden ve bir saat içerisinde ölü olacaklarından da. Benim işim, kısa ve bol dekolteli elbise ile onlar kumar oynarken onlarla ilgilenmekti. Yaklaşık 5 dakika önce arabada üzerimi değiştirmiş ve malikaneye fahişe olarak girmiştim. Venatorlar şuan susturuculu silahlarla dışarıyı temizlerken ben içeride onları oyalıyordum. Ve tabii ki yaklaşık 50 koruma eşliğinde.

Bu üç büyük mafya fazlası ile korkaktı.

Ceylan, Sera veya ben bu işi yapmalıydık. Onlar yerine ben devralmıştım bu iğrenç görevi, herşeye rağmen. Geçmişe rağmen.

Ben bir fahişe değildim.

"Nolo te perdede somnia, ses quod mea." (Hayallerinizi yıkmak istemem ama o benim.)

Saatime baktım. 02.59.

Ayağa kalkıp üstümü düzeltiyormuş gibi elbisemin uç kısmına uzandım. Bacağımın iç kısmında olan bıçağı kavrayıp çıkardım.

Ben sakinken onlar bir o kadar panikti. Hızlıca ayağa kalktıklarında korumaların silahları da bana döndü.

Tekrardan saatime baktım. 03.00.

Sırıtıp elimde tuttuğum bıçağı bütün gücüm ile masanın ortasına fırlattıp. Bıçak sertçe masaya saplandı. "Manus itaque folks!" (Eller havaya millet!) İskambil kağıtları yerinden oynarken onlar benim Latince bilmeme şaşıramadan kapı büyük bir gürültü ile açıldı.

Bütün heybeti ile üniformalarının içinde olan Venator ekibine döndü bakışlar. Neye uğradıklarını şaşırırken Sera'nın bana attığı silahı havada kavradım.

Güzel bir çatışma bizi bekliyordu.

Her birimiz ilk iş olarak korumaları indirmeye başladık. Ben masanın arkasına geçmiştim. Bana doğrultulan silahı fark ettiğimde anında başımı eğdim. Silah kulak kanatan bir vızıltıyla kafamın üzerinden geçinde bana ateş eden adamın iki koluna ve kafasına sıktım. Nede olsa kurşun çoktu.

Gözüme bir adam kestirip silahımı ona doğrulttum. Silahımı doğrulttuğum adam hızlı bir manevra ile eğilirken sıktığım kurşun duvara saplandı.

Üç saniye. Yalnızca üç saniye içerisinde ıskaladığım adamın alnına bir silah dayandı. Bal harelerim silahın sahibine çevrildiğinde beklediğim kişi kesinlikle koyu okyanuslar değildi.

Ateş seslerine bir silahtan çıkan kurşun daha eklendi. Adam yere yığılırken Maskeli'ye baktım. Bana göz kırpıp arka tarafa geçtiğinde bile gözlerimi az önce onun olduğu yerden ayıramadım.

Yaklaşık 10 adamı tam alınlarından vurduktan sonra gözlerim bir hedef aradı ama bulamadım. Arda çoktan mafyaları paketlemişti. Kısa bir saniye içerisinde her birimiz bakıştık. Ben elbisenin gizli bölgesinde ki telsizi çıkarırken diğerleri yaralı olup olmadıklarını anlamak için birbirini süzüyordu. Telsizi çalıştırdım. "Görev başarılı."

"Yaralı var mı?" Dedi Ceylan.

Kimseden ses çıkmayınca usulca mırıldandım. "Ben." Dedim.

Hepsinin endişeli bakışları bana dönerken Maskeli bana doğru hızla yürümeye başladı. "Sıyrık sadece. Birşey yok." Maskeli omzumdaki tşörtü sıyırıp yaraya baktı. Yüzü buruşurken içimde bir korku oluştu.

"Çok mu kötü ki?" Dedim. Fazlası ile acıyordu. "Sadece sıyrık sanırım dimi?" Maskeli'nin gözünün içine bakıyordum. Çocuk gibi korkuyordum aslında.

"Sıyırmış, kanamada durmuş. Birşey yok." Acıyordu.

"Mavi'nin kolunu sarınca Hindistan sokak lezzetlerini de deneyelim mi?" Diyen midesiz Arda'ya baktık.

Ben öğürür gibi yaparken Ceylan gözünü devirmişti. "Midesiz."

Gerçekten nasıl üretildiğini bilmesekte söylentiler dahi mide bulandırıcıydı. Otelde de zaten bizimle bir Türk aşçı ilgilenmiş, yemekleri titizlikle hazırlamıştı. Yoksa burada aç kalırdık.

Hepimizin üzerinde kan vardı. "Ee napıyoruz. Eve gidip pinekleyecek miyiz?" Dedi Sera.

Öfledim derince. "Tatile gidelim." Dedim umursamazca, öylesine.

"Aslında olabilir." Dedi Buğra.

"Ay evet nolur." Dedi Ceylan.

"Benim bikini almam lazım ama!" Diyerek bağırdı cesetlerle dolu ortamda Sera.

"Gidelim mi oğlum ya?" Arda bile neşelenmişti.

"Valla mı?" Dedim heyecanla. Maskeli'nin bakışları heyecanlı yüzümü tırmaladı. Dudağının köşesinde bir tebessüm belirirken bu tebessüm yüzünden kendine kızar gibiydi.

"Oldu bilin." Dedi gözlerini gözlerimden ayırmazken.

........

Loading...
0%