Yeni Üyelik
22.
Bölüm

B.20 Bu Kez Son

@azamet_29_2


" İzmir..."


Dişleri birbirine vuruyordu.


" Efendim."


" Özlemişim. "


Alparslan kıza baka kalırken kızın gözleri kaydı gitti karanlığa.


" Nisan! "

*****


ALPARSLAN'DAN


Özlemişim...


Nisan'ın dudaklarından çıkan o tek kelime ile şaşırırken gözlerinin kaydığını görünce korkuyla seslendim.


" Nisan! "


Ama duymadı.


" Nisan!
Nisan cevap ver! "


Elimi yanağına koyarak hafiften sarstım. Kendine gelip gözlerini araladığını görünce biraz olsun rahatlarken,


" Cenk! " Dedim.


" Bas gaza acele et! "


Şekeri iyice düşerse tehlikeli olacağını babamdan biliyordum.


" Korkma az kaldı."


Zorlukla kaldırdı titreyen elini. İşaret parmağını uzatarak gülümsedi.


" Sen benden çok korkuyorsun İzmir."


Derken elindeki kanı gördüm. Tuttuğum elinin avucunu açarak ne zaman olduğunu bilmediğim sıyrıklara baktım. Kanıyordu. Bakışlarımı vücuduna çevirdim yeniden. Dizlerindeki yırtıkları ve kan lekesini o zaman farkettim.


Yormamak için sebebini soramadım ama merak ediyordum.. Halimden anlamış olmalı ki. Derin bir nefes vererek gözlerini kapatırken,


" Arabadan atladım.."


Diyince Cenk ile aynı anda yükseldi sesimiz.


" Ne ?
Ne yaptın? "


Ne diyeceğimi bilemedim. Bu kız beni her saniye biraz daha şaşırtıyordu.


" Başka çarem yoktu."


Derken dili dolanmaya başladığında korkum dahada artmaya başladı. Olabildiğince hızlı giden Cenk'e bağırdım.


" Cenk daha gelmedik mi lan! "


" Geldik az sonra acildeyiz."


Demesinin üzerinden dakika geçmeden korna çalarak girdi acil girişinden.


Doktor yada sedye bekleyecek vakit yoktu. Cenk'in açtığı kapıdan kucağımda Nisan'la inerek koşar adım acil girişinden daldım. Panikle,


" Doktor!
Yardım edin! "


Koridorda beliren doktor,


" Acil müdahale odasına alalım."


Dedi yanıma gelirken. Hızla odaya girip yatağa bıraktım Nisan'ı. İki adım geri çekilirken,


" Şeker hastası. Şekeri düştü. Birde kaçırıldı ve hareket eden araçtan atlamış. "


Doktor saniyelik bir bakış attıktan sonra,


" Hemşire hanım hemen damar yolu açıp bir serum takalım. "


Dedi. Kadın Nisan'ın koluna damar yolu açarken doktor ilaç dolabından aldığı ilacı hızlı şekilde hazırlayıp enjektöre çekti. Hemşirenin taktığı seruma enjekte ederken benim gözlerim Nisan'daydı. Kendinden bir haber öylece yatıyordu. O anda arabanın içindeyken farkedemediğim, bütün damarlarımın ateş almasına sebep olan şeyi gördüm. Hızla Nisan'ın yanına gelip boynundaki parmak izlerine baktım.


" Biri resmen kızın boğazını sıkmış. "


Duyduğum doktor yangınıma benzin dökmüştü. Öfkeyle sıktığım dişlerime yumruklarım eşlik ediyordu.


" Aziizzz!!"


Diye hırladım. Oydu. Mutlaka o yapmıştı. Doktor,


" Şekeri için dengeleyici bir ilaç verdim."


Dedikten sonra hemşire kızında yardımı ile Nisan'ın üzerindeki kıyafetleri çıkardı. Çamaşırları ile kalan kızı görünce gözlerime inanamadım. Bedeni morluklarla kaplıydı. Baldırları,dizleri, elleri, sırtının bir kısmı. Bu morlukların arabadan atladığı için olduğu barizdi. Çarpmanın etkisiyle olmuştu.


Doktor muayene ederken hemşire kız kan alıp tansiyonu ve ateşini kontrol etti. Muayenenin ardından üzerine bir örtü örtüler.


" Şansı varmış, kırık çıkık yok. Yumuşak doku ezilmesi ve motluklarla atlatmış. Bir de küçük sıyrıklar."


İçimden bir oh çekerken Allah'a şükrettim. Hemşireye döndü.


" Hemşire hanım özel odaya alalım."


" Tamam hocam."


Hemşire odadaki hemşire düğmesine basarken doktor,


" Saldırıya uğraması, kaçırılması, araçtan atlaması. Bu durum adli vaka olduğu için polis..e."


Demişti ki araya girdim.


" Ben zaten polisim."


Cebimden kimliğimi çıkararak gösterirken,


" Aynı zamanda korumasıydım. Emniyetin de haberi var. Arkadaşlar birazdan burada olur. "


Doktor bir kimliğime bir bana baktı.


" O halde benlik bir şey kalmadı. Hastayı odaya alalım. İlaçlarında etkisiyle sabaha kadar uyur. Sabah vizitinde uzman arkadaş odasında yeniden muayenesini yapar."


Kapıya yönelirken kolundan tuttum.


" Doktor...
Korkulacak bir şey olmadığından eminsiniz değil mi? "


" Eminim.
Şanslı bir kız."


Elimi doktorun kolundan çekip gidişine izin veririken derin bir nefes çektim ciğerlerime. Bu sırada Nisan'da hemşirelerin yardımı ile odadan çıkarılıp yatan hasta katına götürülmek üzere asansöre götürülüyordu.


Arkasından gitmeden önce, telefonda konuşan Cenk'in yanına geldim. Telefonu kapatıp bana döndü.


" Sezai müdürdü. Rapor verdim. Buraya ekip yolladı on dakikaya burada olurlar. Kendide olay yerine gidiyor. "


" Güzel.
Nisan'ı odaya çıkarıyorlar. Bende çıkıyorum. "


Derken cebindeki telefonumu aldım.


" Arabadan silahımı getir."


" Tamam."


Yanından ayrılıp koşarak Nisan'ın peşinden asansöre bindim.

*****


Sabahın ilk ışıkları gökyüzünü aydınlatmaya ve güneş doğmaya başladığında bir yandan yedinci katın penceresinden dışarıyı izliyor bir yandan düşünüyordum.


Dün gece olanlar yeniden ve yeniden zihnimden geçerken Nisan'ın nasıl kaçabildiğini, yanındaki Alex'e ne olduğunu, Aziz'in şuan nerede olduğunu kime çalıştığını düşünüyordum. O kadar ki düşünmekten beynime kramp girmişti artık. İçeriye dönüp hâlâ uyuyan Nisan'a baktım. Hayatında bu kadar belaya aynı anda bulaşmamıştır herhalde.


Ağır adımlarla yanına kadar gelip durdum. Önce boynundaki ize baktım. Zaman ilerledikçe daha fazla belli oluyordu morluklar. Sonra yüzüne çevirdim gözlerimi. Yüzüne düşen bir tutam saçını yan tarafına aldım.


Bizim hatamız.
Bizim yüzümüzden oldu.


Dedim içimden. Alex ve yanındakilerin bi bok yapamayacağını biliyordum. Yanında olmalıydım. Bu kız bir çılgınlık yapıp araçtan atlayıp kaçmamış, bana ulaşamamış olsaydı belki de ölmüş olacaktı.
Duyduğum tıklama sesiyle kapıya döndüm. Cenkti.


" Gel Cenk." Dedim kısık sesimle.


" Alpo.
Sezai müdür geldi."


Diyerek önden kendi arkadan Müdür Sezai girdi içeriye.


" Müdürüm."


Dedim başımla selamlayarak.


" Nasıl? "


" Perişan halde bulduk kızı.
Her yeri yara bere içindeydi.
Neyse ki kırık çıkık yok.
Dün geceden beri uyuyor.
Sizde ne haberler var. "


Elini yüzünden ve uykusuz gözlerinin üzerinden geçirdi ovalayarak.


" İşler boka sardı. Amerika'dan başka FBI ajanları burda. Herkes burnundan soluyor. Üstümüzdekilerin baskısı gırtlağımızda. Ölen ajanların hesabının sorulması, kayıp dosyaların ve o siktiğim kodun da bir an önce bulunmasını istiyorlar.


Sabaha kadar attığınız konumdaki bütün kameraları inceledik. Azîz...
İşin başı Aziz. Özel ekip kuruldu. Gece gündüz kamera kamera takipteyiz. Önce Aziz'i bulup kiminle bağlantılı onu bulmalıyız sonra o kayıp dosyalar ve şifre."


" Şifre bende.."


Duyduğum zor çıkan ses ve cümle ile anında arkamı döndüğümde uyanmış olan Nisan'ı gördüm.


" Cenk doktoru çağır."


Cenk anında kapıdan fırlarken iki adımda Nisan'ın yanına geldim.


" Nisan...
Nasılsın, nasıl hissediyorsun? "


" İzmir..."


" Hımm? "


" Şifre bendeymiş."


Az önce duyduğum şeyi yeniden duyarken Sezai'yi müdür de yanıma geldi.


" Nasıl sende?
Hani sende değildi?
Öyle demiştin."


Sezai müdürdü sorunun sahibi.


" Nisan..." dedim.


" Anlat neler oldu? "


" Yolda farkettim...
Havalimanına giderken.
Tavşan...
Tavşandaymış şifre. Sezai ile birbirimize bakarken devam etti. Ama sandığınız gibi içinde değil. '


" Peki neredeymiş? "


" Etiket... Etiketinde.
Oyuncak markasının arasına yazılmış."


" Tavşan?
Peki tavşan nerede?
Hemen almalıyız o şifreyi."


Dedim telaşla başkalarının eline geçmemeliydi o şifre.


" Tavşan artık yok. Gerçi olsada bulazmadınız çünkü bende. "


Derken işaret parmağını şakağına dayadı.


" Yani ezberledin."


O an daha net anladım kodun gerçekten onda olduğunu.


" N.Y.T.Y+43-18.37 yazıyordu. Etikette


N.Y
Yani Nisan Yamaner.
T.Y
Yani Talya Yamaner. Yani annem ve benim baş harflerimiz.
+43 doğduğum ülke. Yani Avusturya.
18:37 de doğduğum saat.


" Hassiktir.
Nasıl bakmadık, nasıl anlamadık? "


Dedim sinirle. Daha önce fark edebilseydik işler buraya gelmezdi.


Sezai müdür kızın söylediklerini ağzının içinde tekrar edip hızla çıkarken,


" Benden haber bekle Alpo! "


Diye bağırdı.


" Kusura bakma İzmir.
Ne yapacağımı bilemeyince kodun sende olduğunu söyledim. Nasılsa bir çözüm bulursun diye düşündüm. Ama ne yalan söyleyeyim seni aracağını seninde yalanımı bozmayacağını tahmin etmemiştim."


Yerinden kalkmaya çalıştı.
Ama acı bir inleme ile geriye bıraktı kendini.


" Aaooff!! Her yerim ağrıyor."


" Buna şükret her yerin yara bere içinde. Şanslısın ki kırık yok.


Hem! Yanındaki yarma ne bok yiyordu? Nasıl düştünüz adamların eline siz? "


Dedim sinirle. Nisan'ı gerektiği gibi korumaları gerekiyordu. Ama yapmamışlardı.


" Önce bir yata gittik. Sonra da erkenden havalimanına doğru hareket ettik."


" Güya şaşırtacaktı herkesi o salak öyle mi? "


" Yolda silahlı saldırıya uğradık. Önce şoförü vurdular. Araç kontrolden çıktı. Kaza yaptık. Aracın içinde Alex korudu beni. Üzerime kapanıp kollarının arasına aldı. Daha ağır yararlanmaktan korudu."


Ben duyduğum şeye şaşırırken Nisan'ın gözleri doldu taştı. Niye ağlıyorsun demeye kalmadan cevabı verdi.


" Alex'i de öldürdü."


Derken daha da arttı gözlerindeki yaşlar. Bizi getirdikleri yerden çıkarken beni yanlarına aldılar. Ama onu öldürüp depoyu yaktılar.


" Benim yüzümden öldüler İzmir. "


Kaşlarım havada bakakalırken ne düşüneceğimi bilemedim. Daha az önce Alex'e kızarken şuan onun için üzgündüm. Nisan ellerinin tersiyle gözlerini silerken yatağın kenarına oturdum. Yavaşça ellerini tutup gözlerinden çektim.


" Üzülme. Senin suçun değildi. Onlarda bir emirle senin yanındaydılar."


Bir anda kollarını havaya kaldırdı.


" İzmir bana sarılır mısın?"


Dedi burnunu çekerek ve dudaklarını büzerek.


" Buna ihtiyacım var."


Ellerimi yanlarından sırtına koyarak yavaşça kaldırıp sarılırken o kollarını belime sardı. Ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


Sinirleri iyice bozulmuş olmalıydı. O kadar şeye iyi bile dayanmıştı.


Elimi sırtında gezdirerek,


" Tamaam...
Geçti artık. Bundan sonra yanından ayrılmayacağım. Bu iş bitene kadar yanındayım. Tamam mı?"


Başını salladı.


" Tamam."


Yeniden yatmasına yardım ettim.


" Şimdi ne olacak."


" Duydun.
Sezai müdür benden haber bekle dedi. Bekleyeceğiz.


Senin kodu bulup söylemen taşları yerinden oynatacak. Bu geceden sonra ortalık karışacak gibi."

*****


Aradan dakikalar, sonra bir saat geçti. Vizite çıkan uzman doktor odaya geldi. Yeniden muayene etti Nisan'ı. Acil doktorunun dediklerinin aynısını söyledi. Durumu çok kötü değildi. Çok şanslıydı. Ek olarak akşama kadar gözetim altında kalsın sonra çıkabilirsiniz diye de ilave etti.


Doktorun söyledikleri ile daha da rahatladı adam.


" Sağolun doktor."


" Bununla geçmiş olsun."


Doktorun gidişinin ardından odaya gelen görevli kahvaltı tepsisini tekerlekli masanın üzerine bıraktı ve çıktı. Masayı kızın önüne çeken Alparslan yaptı servisini. Sonra da kızın doğrulmasına ve oturmasına yardım etti. Yatağın baş kısmınını yukarı kaldırarak yaslanmasını sağladı. Zorda olsa oturmayı başaran Nisan, sıktığı dişleri arasından konuştu.


" Ayy!! Ay her yerim ağrıyor.
Dün akşam bu kadar ağrım yoktu valla."


Diyerek bir kez daha inledi kız. Sonra Alparslan'a çevirdi gözlerini.


" Başka zaman olsa laf sokardın şimdi niye sessizsin."


" Ne dememi bekliyorsun?"


Dedi Alparslan gözleri tepside kıza çevirirken masayı.


" Ne bileyim.
Salak gibi atlarsan arabadan böyle kıçın başın morarır diyebilirdin mesela. "


" Diyecek bir şeyim yok.
Hata bizimdi. O adamlara güvenmemiz hataydı."


" Vicdan azabı ha! "


Dedi kız sırıtarak.


" Vicdan azabı değil sadece hatamızı itiraf ettim."


" Hıı..
Tabi tabi! "


Elindeki çatalı peynir dilimine sapladı kız. Büyük bir lokmayı ağzına atıp üzerine de iki domates yolladı. Dolu ağızla konuştu sonra.


" Bal gibi de vicdan yaptın. Yoksa neden bana güzelim diyesin ki."


Gözleri kocaman oldu adamın.

" Ne?


Ne demişim? "


" Telefonda bana güzelim dedin. Seni aradığımda."


" Saçmalama.
Öyle bir şey yapmadım.
Şekerin düşünce kafan uçmuş senin."


" Yoo. Hiçte bile!
Adım kadar eminim dedin.
Ben sana İzmir dediğim zaman söyle güzelim. Dedin."


Adam bir an geriye gitti zihninde. Telefonda konuştuğu âna döndü.


Söylediği cümleyi zorda olsa hatırladığında inanamadı. Gerçektende söylemişti. De. Nasıl söylemişti böyle birşeyi. Neden söylemişti.


Kızın kısık gözleri dalgın adamın yüzünde dolaşırken çatal ağzında pis bir gülümseme ile,


" Hatırladın..."


Diyince duyduğu kelimeyle kendine geldi adam.


Söyleyecek söz bulamayınca asabi şekilde,


" Konuşma da yemeğini ye.
Yine şekerin düşecek uğraşacağız. "


Dedikten sonra hırslı şekilde yöneldiği kapıyı açtı.


" Cenk! "


Cenk içeriye girerken,


" Ben gelene kadar çıkma buradan! "


" Sen nereye? "


" Geliyorum birazdan.."


Diyen adam dışarıya çıkarken arkasından bağırdı kız.


" Gelirken bana tatlı bir şeyler al! Şekerim yerine gelsin."


Alparslan dönüp bakmadı bile. Çıktı gitti. Arkasından bir adama bir kıza baktı Cenk.


" Ne oluyor burada? "


" Hiiiç." dedi kız tabakta kalan kahvaltılıkları bitirirken.


" Neden bana güzelim dedin."


Diye sordum ona bozuldu İzmir efendi. Cenk içten içe gülerken kıza belli etmemeye çalışıyordu.

&


Yarım saat kadar sonra Alparslan geri geldi. Dışarda üst üste bir kaç sigara içmiş gelirkende hastane kantininden küçük bir sütlü tatlı almıştı. Koridorda bekleyen polislerin arasından geçerek kapıyı açıp içeriye girdi. Cenk koktukta elindeki telefonu karıştırırken kız yatağında uyuyordu.


Alparslan'ın gelişiyle Cenk ayağa kalkıp telefonunu cebine soktu.


" Ağrısı vardı.."


Adamın gözleri yeniden Nisan'ı buldu.


" Hemşire serumu değiştirip birde ağrı kesici ekledi. İlacın da etkisiyle uyuya kaldı."


" Bizimkilerden haber varmı? "


" İki haber geldi.
İlk haber Mark'tan."


" Hangi Mark."


Dedi Alparslan. Anlamadı önce.


" Kaç Mark tanıyoruz?
Vurduğun yamyam suratlı Mark'tan bahsediyorum işte.
Ölmemiş piç. Hastaneden kaçmış. Firari."


" Koduğumun piçi.
Nasıl ölmemiş lan?


Diğer haber ne? "


" Sezai müdür akşam burada olacak.
Büyük bir operasyon planı yapıyorlar."


"Nasıl bir operasyon? "


" Gelince anlatacakmış.'


Eli çenesinde gözlerini kısarak kısa bir süre düşündü Alparslan.


" FBI ve İzmir emniyeti ortak çalışacak olmalı."


" Aynen.
Sezai müdür gelene kadar bende biraz dinlensem iyi olur. "


" Tamam git dinlen."


Kıza döndü yönünü. Yüzünde gözlerinde gezdi gözleri. Yorgunluğu ve ağrıları yüzüne aksediyordu kızın.


Bu arada Cenk kapıya doğru iki adım atıp durdu. Geride kalan Alparslan'a bir bakış atarak son bir cümle kurdu.


"Alpo.."


" Hımm."


" Yakalanmışsın."


Kaşları çatıldı Alparslan'ın.


" Anlamadım.
Ne yakalanması?
Ne anlatıyorsun lan?"


" Diyorum ki.
Güzelim derken kıza yakalanmışsın. Yani seni duymuş diyorum."


Daha da çatıldı adamın kaşları.


" Git zıbar yat Cenk!
Bir de seninle mi uğraşacağım. Yok öyle bir şey! "


" Sana mı inanayım kulaklarıma mı?


İmali bakışları Alparslan'ın gözlerinde devam etti sözlerine.


" Kendi kulaklarımla duydum.
Söyle güzelim. Dedin kıza.


İçimden bir sees.."


Demişti ki Alparslan'ın sinirli sesi kesti cümlesini.


" Cenk yemin ederim vururum, senide! İçindeki seside! Siktir git uyu lan! "


" Tamam tamam! "


Dedi Cenk kapıya doğru yürürken.


" Kızma hemen güzelim! "


Alparslan duyduğu alaylı cümle ile iyice sinir küpün dönerken öfkeyle Cenk'in üzerine yürüdü.


" Seni var ya!! "


Diye hırlarken Cenk sesli şekilde gülerek kaçtı koridora.


" Allah'ın malı. Sen geri gelmeyecek misin buraya? "


Diye kükredi arkasından. Bu sırada onları merakla izleyen diğer polisleri gördü.


"İşinize bakın sizde! "


Diyerek içeri girdi. Yatağın yanına kadar gelip elindeki tatlıyı çekmeceli dolabın üzerine bırakıp koltuğa geçip oturdu.
Gözleri kızın üzerinde gezerken aklı söylediği cümlede ve Cenk'in alayları arasında gidip geldi.


" Sayende alay konusu oldum."


Derken belindeki silahı çıkarıp dizinin üzerine bıraktı. Geriye yaslandı gözlerini kapatırken. Biraz kestirmek onada iyi gelecekti. Neredeyse iki gündür uyku yüzü görmemişti. Kapanan gözlerine izin verdi. Yarım saat uyusa yeterdi.

*****


Aradan uzun bir süre geçti. Yarım saat kestirme hesabı yapan Alparslan iki saattir deliksiz uyuyordu. O uyurken uyanan kız önce birbsure kendine gelmeye çalıştı yatakta. Gözleri odanın içinde dolaştı. Alparslan'ın uyuduğunu görünce sessizce yerinden doğrulup yatağın kenarına oturarak ayaklarını aşağı sarkıttı. Üzerindeki hiçte hoş görünmeyen hastane pijamalarına baktı. Ardından karşındaki koltukta yorgun uyuya kalmış adamı izledi bir süre.


Dün geceye gitti zihni.
Aziz'in elinden kaçmak için arabadan atlayışı. Aziz'in onu yakalamak için peşinden gelişi. Hissettiği ölüm korkusu ile soluksuz kaçışı ve İzmir'in sesini duyduğu anda bütün korkularının yok olup gidişi. Bu adam diğer herkesten farklıydı. Gerçekten güven veriyordu.


Kolundaki seruma çevirdi gözlerini. O anda dolabın üzerindeki tatlıyı farketti. Alparslana gülümseyen bir bakış daha attıktan sonra kolundaki serumu kendisi çıkartıp dolabın üzerindeki tatlıyı eline aldı. Tatlının üzerinde takılı olan plastik kaşığı alıp kapağını açtı. Yataktan indi sessiz olmaya dikkat ederek. Alparslan'ın uyanmasını istemiyordu. Ama ayaklarını yere bastığı anda bütün bedeninden bir ağrı geçti. Dişlerini sıkarken,


Dayak yemiş gibiyim.


Deyimi geldi aklına. Durdu derin bir nefes alıp verdi. Ağrı biraz olsun geçerken elindeki tatlıdan bir kaşık alıp ağzına attı. Dili ve damağı arasında ezerek tadını çıkarırken pencereye doğru sessizce yürümeye devam etti. Ama Alparslan'ın sesiyle aniden durmak zorunda kaldı.


" Pencere önünde durma!"


Gerisin geri dönüp adama baktı kız.


" Sen uyumuyormuydun? "


Adam hâlâ dizinin üzerinde duran silahı alıp koltuğa bıraktıktan sonra yerinde doğruldu. Önce elleriyle yüzünü gözlerini sıvazladı.


" Sen uyandığından beri uyanığım."


" Yalancı."


Yerinden kalkarken silahı alıp belinin arkasına taktı.


" O kadar izledin beni. Farkedememen senin hatan.
Bir daha da serumu kendin çıkarma."


Kızın kaşları havalandı. Onu izlediğini görmüştü. Ama nasıl?
Göz kapakları kapalı değil miydi? "


" Nasıl gördün beni."


" Ben görürüm, duyarım, hissederim."


Gözlerini devirdi kız. Ardından bir kaçık tatlıyı daha ağzına aldı. Emerek yerken konuştu.


" Uykunu alabildin mi bari."


Alparslan sadece kısa bir bakış attı.


" Alamamışsın! "

*****


Bütün günü odada geçirdiler. Bu süre içinde yaptıkları tek şey sessizce oturmak, televizyon izlemek, yemek yemek ve çay içmek olmuştu. Yani dışardan görünen buydu. Ama ikisininde kafasının içi karışık ve doluydu. Sonunda dayanamayan kız,


" İzmir." Dedi.


" Hıım."


Adam artık alışmış yadırgamıyordu bu kelimeyi.


" Akşam oldu. Kimseler yok ortada."


" Farkındayım."


" Bundan sonra ne olacak dersin? "


Alparslan oturduğu koltuktan ayağa kalkıp kollarını havaya kaldırarak güzelce esnedi. Başını pencereye ve dışarıdaki karanlığa çevirdi. Yağan yağmur cama vuruyordu.


" Bu sessizlikten bende senin gibi hoşlanmadım. Fırtına öncesi gibi."


Sanki anını bekler gibi bir şimşek çaktı dışarda. Gök gürledi. Aynı anda kapı açıldı. Gelen kişi müdür Sezaiydi.
Arkasında Cenkle birlikte içeriye girdi.


" Hazırlanın çıkıyorsunuz."


Kız hızla yerinden kalkarken, Alparslan devamını bekleyerek baktı adamın gözlerine. Biliyordu gerisi vardı bu cümlenin.


" Kızı alıp gidiyorsun Alpo."


" Nereye? "


" Sizin için başka bir yer ayarladım.
Eskişehir'de bir yer. Siz ikiniz buradan çıkar çıkmaz Eskişehir'e doğru hareket ederken bu gece büyük bir operasyon başlayacak. Aziz sana ulaşmadan kafasını koparmamız lazım.


Aziz kodun sende olduğunu düşünüyor hâlâ. O yüzden buradan gizlice çıkıp doğru Eskişehir'e gidiyorsunuz."


" Cenk! " Dedi Sezai elini adama uzayarak. Cenk elindeki araba anahtarını ve kağıdı Sezai'ye, Sezai'de Alparslan'a uzattı. Araç garajda. İçinde sizin için iki valiz ve ekipman var. Ben çağırana kadar orada kalacaksınız. Bu iş bitince görüşürüz."


Diyerek çıkarken Cenk son bir bakış attı Alparslan'a.


" Dikkatli olun."


Sonra da müdürünün peşinden çıktı.
Alparslan elindeki kağıdı açıp okudu. Gideceği güzergah ve varacağı adres yazıyordu kağıtta. Çatık kaşları ile kıza döndü.


" Nisan hemen giyin çıkıyoruz."


" Yaa yine mi? "


" Bu kez son! "


******************************


Bölüm sonu canlarım.
Gelecek bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

Loading...
0%