Yeni Üyelik
23.
Bölüm

B.21 Kor Gibi

@azamet_29_2

Selam canlarım.
Öncelikle gecikmeler için özür dilerim. Maalesef son salgına yakalandık ailecek. Öksürük, yorgunluk ve halsizlik rahat vermiyor. Yinede azkmle yazmaya çalışıyorum.

Hatalarım varsa affola. Dualarınızı bekler keyifli okumalar dilerim ❤️❤️.

*******

ALPARSLAN'DAN

Müdür Sezai ile konuştuktan sonra ilk işim Nisan'ın ilaçlarını hastaneden temin edip çıkış işlemlerini hızlıca yapmak oldu. Ardından Nisan'ın yanına dönüp üzerinden çıkan kıyafetlerinin geri giyinmesine yardım ettim. Silahımı da belimin arkasına takıp yavaş adımlarla odadan çıktık. Lâkin Nisan ağrıyan bacakları yüzünde yürüyemiyordu hâlâ. Bu yüzden kucağıma alıp hızlandırdım adımlarımı. Asansörün önüne gelerek açılan kapıyla bindim.
Bir an önce bu hastaneden ve şehirden çıkmamız gerekiyordu.

Asansörün inişini beklerken Nisan'ın gözlerini ve dişlerini sıktığını gördüm.

" Canını mı yaktım? "

" Dokunduğun her yerim acıyor şuan."

" Özür dilerim.
O an anlayamamışsın ama sırtın dahil her yerin ezik, çürük içinde."

" Benim yüzümden bir kişinin daha canı yansın istemedim. Ellerinden kaçmasaydım seni de öldürüldü o orospu çocuğu."

" Biraz dayanmaya çalış."

Derken beni düşünmüş olmasına üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Nihayet garajda duran asansörden inip bizim için hazırlanan diğer aracı bulmak için anahtara bastım. Asansörün sol tarafına park edilen siyah jeepten gelen sesle yerini bulmuş oldum. Hızlı adımlarla gelip kapıyı açarak Nisan'ı ön koltuğa bıraktım. Elimdeki ilaç poşetini de ön göğüsün üzerine bıraktım. Acıları hafiflemiş olacak ki derin bir nefes verdi Nisan. Koltuğu geriye yatırıp biraz daha rahatlamasını sağladım. Emniyet kemerini takıp hemen ardından kapıyı kapattım. Hızlı bir kaç adımla aracın önünden dolaşıp şoför tarafına geçerek kapıyı açıp koltuğuna oturdum. Önce silahımı belimden çıkarıp torpido gözüne koydum ardından motoru çalıştırdım. Hızlı bir manevrayla geri geri çıkıp ileri vitese aldıktan sonra yarım bir daire çizip çıkışa yöneldim. Yine hızla çıktım hastane bahçesinden. Devamında direksiyonu ana caddeye kırdım. Kafamın içinde en kısa yolu bulup yönümü belirledikten sonra dahada bastım gaza. Hesaplarıma göre bir aksilik olmazsa dört saat içinde Eskişehir sınırlarında olmamız gerekiyordu. Bir yola, bir gözleri kapalı rahatsız şekilde oturan Nisan'a baktım.

" Nasılsın? "

" Galiba serumun ve ilacın etkisi geçiyor. Şuan bütün kaburgalarımın battığını hissediyorum. Bir daha arabadan atlayanın taa.."

Sol elim hâlâ direksiyonda Nisan'ın üzerinden koltuğun sağ tarafındaki kola uzandım ve koltuğu iyice geriye yatırdım.

" Şimdi nasılsın? "

" Evet bu daha iyi.
Teşekkür ederim."

Klimayı sıcağa getirirken,

" Seni kibar görmek beni şaşırtıyor biliyor musun? "

Dedim. Bilerek takılıyordum aklını ağrılarından başka yere çekmek için.

" Allah Allah!
İlla küfür mü edeyim? "

" Ne bileyim.
Bir sana bakıyorum bir de ilk karşılaştığım gıcık kıza. " Derken bir yandan da trafiği kontrol ederek devam ettim.

" Aranızdan on Nisan geçer. "

Zorlukla kıkırdadı.

" Bana güzelim diyen adam mı söylüyor bunu?

İlk gün odadan kaçacakken geri gelmek zorunda kalan İzmir ile şuan ki İzmir arasında da on şehir geçer."

Gözlerimi devirirken hâlâ kendime şaşıyordum. Nasıl demiştim ben o kelimeyi.

" Muhtemelen korkma diye demişimdir onu.
O halde bir adım öteye taşıyalım. Sen de bana özlemişim dedin."

" Ben senin gibi inkar edecek değilim. Senden sonra o adamlar daha gıcık geldi bana. Seni mumla aradım valla. Gıcıksın falan ama sen bu bakıcılık işini hakkıyla..."

Dedi. Durdu ve dişlerini sıkarak devam etti.

" Yapıyorsun...

Ay sikeyim böyle ağrıyı. O serumların bu kadar iyi geldiğini bilmiyordum lan! "

Bu şekilde ağrı çektiğini görmek benimde canımı hem yakıyor hemde sinirimi bozuyordu.

" Biraz daha dayan. Birazdan duracağız."

Dedikten sonra gördüğüm ilk benzin istasyonuna girdim. Hızlıca market kısmına yaklaşarak durdum. Araçtan inip kilitledikten sonra hızlı şekilde markete girip hazır sandviçlerden iki tane ve su alıp geri döndüm. Koltuğa oturup sandviçin birini Nisan'a verdim.

" Biraz ye. Aç karnına ilaç mideye dokunur."

Ön göğüse bıraktığım poşetin içinden ağrı kesici alıp elindeki sandviçi yemekte olan Nisan'a uzattım.

" Bunu iç. Üstüne yemeye devam et. Bir an önce faydası olsun. "

Dediklerimi itiraz etmeden yaparken bende motoru çalıştırıp yeniden gaza basıp çıktım istasyondan.

*****

Aradan dört saat geçmiş Nisan ağrı kesicinin de etkisiyle uyuya kalmış bense gecenin karanlığında olabildiğince hızlı yol almaya devam ediyordum ve birazdan Eskişehir'e girmiş olacaktık.

Elimdeki adres de yarım saat sürse bir gibi evdeyiz dedim kendi kendime.

Geçtiğimiz zaman boyunca durmadan yol almıştım. Ve nihayet girmiştik şehre. Cebimden adresin olduğu kağıdı çıkarıp tekrar okudum adresi. Gökmeydan mahallesi yazıyordu. Araçtaki navigasyonu adrese ayarladım ve sürmeye devam ettim. Yirmi dakikada sonra beş katlı bir bina önünde durdum. Araçtan inip etrafa baktım. Küçük bir cadde. Caddenin iki yanında çok yüksek olmayan binaların yan yana olduğu bir yerdi. Göze batmayan bir yer seçmişti Sezai müdür. Arabanın önünden geçip Nisan'ın tarafındaki kapıyı açtım. Hâlâ uyumakta olan kıza seslendim.

" Nisan...
Nisan geldik.
Nisan! "

" Hımm." Dedi uykulu.

" Geldik."

Yavaşça kucağıma aldım. Bina girişine gelip kapı otomatını açarak içeriye girdikten sonra asansöre yöneldim. Zeminde bekleyen asansöre binip dördüncü katın tuşuna bastım.

" İzmir."

" Hımm."

" Özür dilerim." Dedi yine uykulu.

" Neden? "

" Yine kucağında taşıyorsun beni."

" Bakıcılık işi kolay değil."

" Ama sen bu işte gerçekten iyisin.
Bir gün bu konuda yardım isteyen olursa seni önereceğim."

Gözlerimi devirdim.
Bir daha böyle bir duruma düşmeyi kesinlikle düşünmüyordum.

Asansörden inerek karşımdaki iki kapıdan yedi numara olana yöneldim.
Nisan'ı kapının önünde yere indirerek çelik kapıyı açtım. İçeriye birlikte girip kapıyı kapattım. Odaların arasından hızlı bir tur attım. Bir oda bir salon Amerikan mutfak olan evde ihtiyaç duyulan herşey vardı.

Nisan salon bölümüne geçip otururken bende mutfak bölümüne geçip mutfağı ve buzdolabını kontrol ettim. Dolabın içi full doluydu. Hemen yanındaki derin dondurucu dolabı açtım birde. Oda diğeri gibi fullenmişti. Anlaşılan o ki Müdür Sezai'nin her yerde tanıdığı vardı. Dolabı kapatıp mutfaktan çıktım.

" Nisan sen otur ben valiz ve çantaları alıp geliyorum."

" Tamam."

&

Evden çıkıp kapıyı kilitledikten sonra asansörle inip arabaya döndüm. Önce uygun bir yere çektim arabayı. Sonra da valizleri ve çantaları alıp geri döndüm. Eve girdiğimde valizleri ve çantaları vestiyerin yanına bırakıp çelik kapıyı iki kere kilitleyerek emin oldum. Salona geçtiğimde Nisan'ı koltuğa uzanmış yatarken buldum.

" Hâlâ ağrıyor mu? "

" Çok değil ama var. Hastanede bu kadar ağrım yoktu."

Serumla verilen ağrı kesiciler hem damardan verildiği için hemde daha etkili olduğu için ağrını kesiyordu. Şimdi öyle bir şansın olmadığı için bir kaç gün ağrın olacaktır. İlaçlarını düzenli alırsın. Kremleride düzenli süreriz. Bir kaç güne geçer."

" Krem mi."

" Morarma ve çürüyen yerler için. Doktorun yazmış."

" Anladım." dedi pes ederek.

" Şimdi ne olacak."

" Yapacak bir şey yok. Yatıp uyuyacağız. "

" Bu gece duyduğum en güzel şey bu sözü olabilir. "

*****

Güneş ışıkları ile yatak odasında uyanan ilk kişi Nisan oldu. Sırtındaki ağrılar eşliğinde yerinde doğrulup komodinin üzerindeki dijital saate baktı. Saat 10:18 i gösteriyordu. Dün gece üzerlerindeki kıyafetleri bile değiştirmeden kız odada adam salonda uyuyup kalmışlardı. Özellikle Alparslan kaç gündür doğru düzgün uyku yüzü görmediği için ister istemez sızmıştı.

Yataktan kalkıp odadan çıktı kız. Koridorun sonunda görünen kapıya yöneldi. Banyo burası olmalıydı. İçeriye girip işlerini halledip elini yüzünü yıkayıp geri dönerken durdu. Geri dönüp banyo dolabını açarak içine baktı. Temiz bornozlar ve şampuanları görünce bedenindeki ağrıların biraz olsun hafifleyebileceğini düşünerek sıcak bir duş almaya karar verdi.

Kapıyı kapatıp kabin içindeki musluğu açtı. Suyun ısındığını görünce mutlu şekilde üzerindeki kıyafetlerden kurtulup dolaptaki şampuanlardan birini alıp ne olduğuna bile bakmadan sıcak suyun altına bıraktı kendini. Bir süre sadece suyu hissederek bekledi. Şuan sıcak suyla dolu bir küvette uzanmayı çok isterdi. Ama bunada razıydı. Daha kötü bir yerde toprağın altında bir ölü olmaktan kurtulmuştu zira.

Sıcak sular üzerinden geçip giderken gözlerini kapatıp bir kaç gündür yaşadığı şeyleri düşündü. Babasının ölümüyle başlayan olayları. Yaşadığı şeyleri ve ölen o insanları. Birden gelen ağlama isteğine engel olamadı. Dolan gözlerindeki yaşları tutmaya çalıştı. Olmayınca izin verdi akarak suya karışmalarına. Babası kendi işlerine Nisan'ı da karıştırmış o insanların ölümüne sebep olmuştu ama azabı tek başına kız çekiyordu.

Ağladı... Hıçkıra hıçkıra ağladı hemde. Sol yanındaki ağırlık hafifleyene kadar ağladı. Sonunda biraz olsun rahatladığını hissettsede vicdan azabı yerinde duruyordu. Kendi ve babası yüzünden ölen insanları kim olurlarsa olsunlar unutmayacaktı. Akan suyu arkasına alıp ıslak saçlarını elleriyle geriye sıvazladı. Derin bir nefes çekti. Ardından yerdeki şampuanı alarak saçlarına döküp güzelce yıkadı kız. Sonrada eline döktüğü duş jeliyle bütün bedenini yıkamaya başladı. Elleri kollarında ve bacaklarında yer yer gördüğü sıyrıklarla morlukların ve basenlerindeki çürüklerin üzerinden geçerken içten içe Aziz'e saydırdı bütün siniriyle.

Adi piç!

Güzelce durulanıp çıktı kalbinden. Bornozu giyip küçük havluya sardı uzun saçlarını. Tam kapıyı açmıştı ki koridorda Alparslanla göz göze geldi. Bornozun yakasını parçasını toparladı. Otelde ki konuşmayı hatırlamıştı anlık. Ve sonunda duyduğu cümleyi. Bayan çilek!

" Sıhatler olsun uyanık.
Benden önce kalkıp banyoyu kapmışsın."

" Ne demişler erken kalkan yol alır."

Dedi kız sinsi bir bakış atarak.

" Madem işin bitti çık artık."

Kız adamında banyoyu kullanmak istediğini anlayınca hızlı adımlarla
yürüyerek yanından geçip çıktığı odaya döndü.
Önce kapıyı kilitledi, ardından yerdeki valize yöneldi. Açıp içinde rahat bir şeyler aradı. Gördüğü eşofman ve penye ile ister istemez yüzü güldü. Biraz daha karıştırınca temiz çamaşırları buldu daha paketi açılmamış halde olan.
Kim hazırlamıştı valizi?
Aklına Hâle geldi. Herkese yük olmaya başladın Nisan. Dedi kendi kendine birazda üzgün. Sonrada giyeceği şeyleri alıp gardrobun aynalı kapağının önüne geçti. Üzerindeki bornozu çıkarıp aynadaki yer yer morluklar içinde olan bedenine baktı. Ve boğazında Aziz'in parmaklarından kalan ize.
Neden her yeri ağrıyordu daha iyi anladı. Dişlerinin arasından lâ*etler okudu. Bir yandan da hızlı şekilde giyindi. Penye ve eşofman tam olmasada fena değildi. Birazcık bol gelmişti o kadar.

Öne doğru eğilip saçlarından çıkardığı havluyla kuruladı saçlarını. Sonra da elleriyle düzeltip geriye attı. Bornozu ve havluyu alıp banyoya götürmek üzere odadan çıktı. Salondan gelen seslere bakılırsa adam salonda mutfak bölümündeydi. Elindekileri banyoya bırakıp hâlâ ağrıyan bacakları ve kaburgalarıyla salona ilerledi kız. Alparslanda kız gibi üzerini değiştirmiş, bir eşofman ve tişörtle mutfak bölümündeydi.

" Ne yapıyorsun? "

" Çay ve kahvaltı hazırlıyorum. Şekerinin düşmesini istemeyiz değil mi? Hem ilaçların saati geliyor. "

Alparslan'ın bu hâli artık tuhaf gelmeye başlamıştı. Hiç şikayet etmeden çocuğu gibi herşeyiyle ilgilenmesi korumalık görevinin dışında bir şeydi sanki.

Mermer barın önündeki uzun tabureye oturdu zorlukla. Önündeki kahvaltılıkları izledi bir süre. Sonrada eline aldığı çatalla bir parça peynirden bir parça reçelden alıp ağzına attı. Alparslan önce omlet tavasını ardından doldurduğu iki kupa çayı bara bırakıp koltuktaki ilaç poşetini alıp kızın karşısındaki tabureye oturdu. Kahvaltını yap ve ilaçlarını al. Sonrada kremler.

Sadece başını salladı kız. Önündeki kahvaltılıkları yerken gözü ile izledi kahvaltı yapan adamı.

Aklını kurcalayan sorular vardı. Hem onunla ilgili hem kendi ile ilgili. Gözleriyle görebildiği şeyler vardı. Adamın ona karşı kendinin de adama karşı hareketlerinde. Bir şeyler değişiyor, duyguları evriliyordu sanki.

Yutkunarak önüne döndü. Küçük lokmalar halinde devam etti yemeye.
Kahvaltının ardından ilaçlarını alıp içti kız. Sonrada barı toplamaya yardım edip bardakları ve çatalları tabaklarla birlikte makineye bıraktı.

" Tamam şimdi kremleri sür. Yoksa kolay geçmeyecek morluklar ve ağrıların."

Alparslan'ın hatırlatması üzerine salon bölümüne geçti kız. Adamda eline aldığı kremlerin üzerindeki kullanma talimatını okuyarak arkasından geliyordu.

" Bu ağrı kesici." dedi elindekini uzatarak.

" Bu da kan toplanan yerler için."

Kız kremleri alıp üzerlerine bakarken,

" Sen kremleri sürerken bende kahve yapayım. sende içersin değil mi? "

" Olur." Dedi sadece.

Elindeki kremlerle konsol aynasının önüne geçti kız. Üzerindeki penyeyi çıkardığında sudyenle düşük bel eşofman ile kaldı. Aynada kendine baktı bir kez daha. Kollarında kaburgalarında ve boyundaki morlukları yeniden görünce canı sıkıldı.

" İz kalmasa bari."

" Kalmaz." Dedi Alparslan. Duymuştu kızı. Göz ucuyla mutfağa baktı kız.

Adam arkası dönük kahve hazırlıyordu.

" Ya kalırsa."

" Kurşun yada bıçak yarası olsaydı kalabilirdi. Sadece ezik. Şanslı olduğunu kabul et ve kremleri sür hadi."

Gözlerini devirdi kız. Önce ağrı kesici kremi sürdü ağrıyan kaburgalarının üzerine. Sonrada kollarındaki morluklara sürdü diğer kremi. Sırtını aynaya döndüğünde gördüğü yerlere eli uzanmadı.

" İzmir sırtıma uzanamıyorum."

Adam elinde iki kupayla mutfaktan çıkıp kızın yanına geldi. Konsolun üzerine bıraktı kahveleri.

" Ver bana.
Ben süreyim."

Alparslan kremleri alıp kızın arkasına geçti. Büyük eliyle saçlarını toplayarak omuzunun üzerinden önüne aldı. Elindeki kremi yavaşça sürdü beyaz teninin üzerindeki morluğa. Yavaş ve dairesel hareket eden parmaklarla kızın tüyleri diken diken olurken başını önüne eğdi. Sanki adamın parmaklarının ucunda elektrik vardı ve kızın teninde kıvılcımlar bırakıyordu. Göz kapaklarını ve dişlerini sıkarken elleri eşofmanının parçalarını sıkıyordu.

" Bana dön." Dedi adam.

Kız yavaşca adama dönerken başı hâlâ önündeydi.

" Başını kaldır."

Nisan'ın başı önünden kalkarken mavileri karşısında ki mavileri buldu.

" Burayı unutmuşsun."

Adam parmak ucuna sıktığı kremi kızın boynuna sürerken yutkundu kız.

Karşısındaki fazlasıyla yakında olan adam ve teninin üzerinde gezdirdiği elektrik yüklü parmakları kızın nabzını zorluyordu. Adamın gözleri kızın boynunda kızın gözleri adamın yüzünde geziyordu.

Bu kadar yakın olması iyi değildi. Nefesinin hızlanmasına engel olamazken adamın gözleri gözlerini buldu. Denizlerin mavisi göklerin mavisine takılı kalmış ufukta birleşmişti adeta.

Hiç kıpırdamadan geçti saniyeler. Adamı kıza, kızı adama doğru milim milim çeken şey neydi bilinmez ama aralarındaki mesafe iyice kapanmış santime inmişti artık. Adamın gözleri kızın gözlerinde dolgun dudaklarında dolaşırken artık sadece hızlanan nefesler kavuşmak isteyen dudaklar vardı.

Bir anda duyulan zil sesi engel oldu sıcak dudakların birleşmesine. Alparslan anında eski haline dönüp koltuğun üzerindeki silahına koşarak eline alırken kız olduğu yerde kala kalmış kendine gelmeye çalışıyordu. Ne olmuştu az önce. Aklı harman yeri gözleri dış kapının arkasında elinde silah delikten dışarıya bakan adamdaydı. Nihayet kendine geldiğinde takip edilme korkusu sardı içini. Hızla aldığı penyeyi üzerine geçirip kapının yanına koştu. Kısık ve korkulu sesiyle,

" Kim olabilir?
Burada olduğumuzu kimse bilmiyordu hani."

Adamın gözleri kapı deliğinden eliyle bekle işareti yaptı kıza. Kız suskun adamı izliyordu hâlâ.

Alparslan şaşkın geri çekilip bir kıza bir kapıya baktı.

" Ne?
Kimmiş?"

" Hayriye teyze."

" Kim? Hayriye kim? "

" Buna inanamıyorum."

Diyerek kapıyı açtı adam.

" Hayriye teyze.
Senin ne işin var burada?
Neler oluyor? "

" Çekil kenara da geçelim Alpo."

" Alpo mu? "

Bu yaşlı kadında onu tanıyor. Dedi içinden. Salona doğru yürüyen kadının ardından kapı kapandı. Alparslan silahını beline koyarken eliyle saçlarını karıştırıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Nisan bir kendini izleyen kadına bir Alparslan'a baktı kim bu kadın dercesine. Alpaslan açıklama gereği duyarak,

" Bu hanım Hayriye teyze Sezai müdürün annesi. "

" Ne? Annesi mi? "

" Evet. De!
Neden ve nasıl burada onu bende anlamadım."

" Üst katta oturuyorum ben."

" Ne?" Dedi şaşıran adam.

" Hayriye teyze sen iki ay önce İzmir'de değil miydin? Polisler seni evinde göz altına alıp emniyete getirmişlerdi hani. Sezai müdürü çağırın diye bas bas bağırmıştın."

" Karıştırma oraları! "

Dedi kadın aksi aksi. Susuverdi Alparslan.

" Misafirliğe geldim bari bi kahve ikram etseydiniz ya! "

Hem adamın hem kızın kaşları havada bakarken kendi evi gibi kuruldu koltuğa yaşlı kadın.

Adam çaresiz mutfak bölümüne giderken kız gözleri kadında peşinden yanına gelip,

" Bu kadın suçlu biri mi?
Hem Sezai müdürün annesi hemde suçlu. Nasıl oluyor? "

Adam bir yandan kahve yaparken bir yandan anlatmaya başladı.

" Ya yok. Karşı komşusunun kafasına vurmuş elindeki bastonu. Adam sarhoşmuş kapıları karıştırmış. Bu da hırsız sanmış. Kapıyı açıp adama bastonla girişmiş. Şikayet falan derken şubeye almışlar. Hayriye teyzede bas bas Sezai müdürü çağırın bana diye bağırıp durmuş."

Kız şaşkın gözleri hâlâ kadının evin içini gezen gözlerindeydi. Pişen kahveyi fincana bırakıp kadına getirdi Alparslan. Nisan'da kendi kahvelerini alıp birini adama verdikten sonra karşı koltuğa geçtiler.

" Hayriye teyze anlat ne iş."

" Ah bu benim hayırsız oğlan. Hepsi onun yüzünden.
Sen biraz kankalarınla takıl diyip buraya yolladı beni. Neymiş efendim orada uslu durmuyormuşum.

Dün arayıp sıkıldım geri gelecem dedim. Oda bana, ben sana komşu yollayacağım. Dedi."

Alparslan'ın tek kaşı havaya kalkarken ne düşüneceğini bilemedi. Sezai adamı oyuna getirmiş annesine komşu yollamıştı resmen. Kadın kahveden bir yudum daha alıp,

" Sen beceremiyorsun. Bir dahakine kahveyi gelin kızım yapsın. "

Diyince duyduğu gelin kelimesi kahveyi kızın boğazına kaçırmaya yemişti. Ağzından püsküren kahve ile öksürük krizine giren kızın imdadına sırtına vuran büyük elin sahibi Alparslan yetişti.

" Ge-gelin mi? " Dedi kız zorlukla ağzının kenarına bulaşan kahveyi silerken.

" Utanmayın canım.
Anneniz sayılırım ben."

Diyen kadın hiç istifini bozmadan kahvesini yudumlamaya devam ederken, Alparslan dişlerinin arasından homurdanıyordu. Daha iyi anlamıştı neden buraya geldiklerini. Elini alnına bastırdı.

Ah müdürüm ah!

" Neysee.
Ziyaretin kısası makbulmüş."

Dedi kadın elindeki fincanı sehba üzerine bırakıp bastonuna dayanarak kalkarken. Kapıya yürürken Nisan ve Alparslan da hemen arkasındaydılar.

" Siz de bana gelin emi! "

Kapıdan çıkarken,

" Hadi iyi günler çocuklar.
Allah bir yastıkta kocatsın. "

Dedikten sonra çıkıp gitti. Kapıyı kapatan Alparslan salona geçerken,

" Halâ inanamıyorum.
Bizim müdür bir taşla iki kuş vurmak istemiş."

*****

Gün boyunca gerekli bir kaç cümle dışında kimse konuşmadı. Tek yaptıkları şey salondaki televizyonu izlemek oldu. Hem Alparslan hem de Nisan Hayriye teyze gelmeden önce aralarında yaşanan şey hiç olmamış gibi hareket ediyordu. Lakin susmaları hatırlamadıkları anlamına gelmiyordu..

Nihayet akşam olduğunda Nisan yerinden kalkıp mutfak bölümüne geçti. Çekmeceleri kurcalamaya başladığında Alparslan kalkıp kızın yanina geldi.

" Bir şey mi arıyorsun."

" Makarna.
Akşam yemeğine makarna yapacağım. "

" Makarna mı?
Yemek yapabiliyormusun ki sen? "

Kızın kaşları çatıldı.

" Bakma bana öyle! "

Dedi adam fırının yanındaki çekmeceden makarna paketini alırken.

" Şu ana kadar hep ben yaptım sen yedin hazırcı hanım."

Kızın kaşları dahada çatıldı. Adamın elindeki paketi alıp tezgaha sertçe bıraktıktan sonra,

" Çekil kenara." diyerek bedeniyle adamı kenara itmek istedi lakin yerinden santim oynamadı karşısındaki beden. Sinirle baktı önce alaycı sonra garip şekilde bakan mavilere.

Pekala. Demek gövde gösterisi ha! Dedi içinden. Sen istedin diyerek ellerini adama sert göğsüne dayayarak arkaya doğru ittirecekken bileklerinden tuttu adam. Bir anda hızla kendine çekti. Kollarının arasına aldığı kızın dudaklarına kapandı bir anda. İştahla öperken kızın şaşkınlıktan kocaman açılan gözleri kendiliğinden kapandı. Adamın ellerinden kurtardığı bileklerinden sonra parmak uçlarına yükselip kollarını adamın boynuna doladı. Aynı şekilde karşılık verdi yakıcı öpüşlere. Belinde hissettiği eller kızı kaldırıp boş tezgahın üzerine bırakırken bacaklarını önündeki adamın beline sardı kız.

Zorlukla geriye çekilen Alparslan,

" Dudakların kor gibi Nisan."

Dedi nefes nefese.

" İnsanın hem ruhunu hem bedenini ateşe veriyor."

*************************

Bölüm sonu canlarım.
Gelecek bölümde görüşmek üzere.


 

Loading...
0%