Yeni Üyelik
26.
Bölüm

B.24 Hey Bakıcı!

@azamet_29_2


Hatalarım varsa affola.
Keyifli okumalar dilerim.

*****


... Baskı ortamında başlayan ilişkilerin yürümediğini duymuştum."


Dedi Nisan Alparslan'ın kollarının arasında yorgun ve yarı uykulu.


" Duyduğun herşeye inanma.
Hem öyle bile olsa bizim ilişkimiz çok uzun sürecek. Biliyorum. Çünkü senden kolay kolay vazgeçmem. "


" Ya birgün sen yada ben fikir değiştirirsek. "


Adamın kaşları çatılırken gözleri kızı buldu.


" Ne demek fikir değiştirirsek? Ne anlatıyorsun sen Nisan? Öyle birşey olmayacak! "


" Bizim ilişkimiz normal başlamadı. Aynı evin içinde yaşamak zorunda kaldık Alparslan. Bunun etkisiyle.."


" Hımm.
Bak Alparslan demeyi bile öğrendin."


Dedi adam kıkırdayarak araya girip.


" Bu da ilişkimizin daha ciddi olduğunun işareti. "


" Hiçte bile!
Resmen işkence ve tehdit ile söylettin."


Dedi kız arkasından kendisine sarılan adama dirseğini geçirerek. Ama ruhu bile duymadı adamın. Gıkı çıkmadı.


" Neyse onu geç de. "


Dedi kız.


" Bu duvarların arasından çıktığımızda herşey daha farklı görünebilir ikimizede."


" Asla daha farklı olmayacak. Sen şuan benim için neysen öyle kalacaksın. Daha öncede söylediğim gibi bu iş bitsin izin alacağım ve seninle birlikte uzaklara gidip kafa dinleyeceğiz.
Tabi önce nikah masasına.. "


Dedi önündeki sevdiği kadının çıplak gerdanında gezdirdiği işaret parmağıyla.


" Seni gelinliğinle görmek için sabırsızlanıyorum."


Adamın parmakları bir anda karnına dayandığı kızı hiç acımadan gıdıklamaya başladı. Anında iki büklüm oldu Nisan. Elleri adamın ellerini bulurken,


" Alparslan Ahhh! hahahah!
Yapma! Ya-yapma! Yapmasanah! Hhahaha! "


Hiç umursamadı adam. Kolları arasındaki asık yüzlü kızın zorla da olsa gülmesini istiyordu çünkü.


Sonunda gülmekten kasılan kızı rahat bırakıp ellerini çekti. Gülmekten akan gözyaşlarıyla nefeslenmeye çalışan Nisan arka arkaya dirseğini adama geçirirken bir yandan gözlerini siliyordu.


" Sana çok huylanırım demedim mi? Yapma diyince yapmasana yah! "


Adam duyduklarını hiç umursamadan kızı biraz daha kendine çekip burnunu boynuna gömdü. Önce derin bir nefes çekti içine sonra yumuşak teninden öptü.


" Suratını asmak sana yakışmıyor. Zorla da olsa gülmen daha çok hoşuma gidiyor."


" Zorla gülmek benim hoşuma gitmiyor ama. "


" Hadi kalkalım."


Dedi Alparslan.


" Fantazi merakın yüzünden aç kaldık. Gidip öğle yemeğine dönüşen kahvaltımızı yapalım."


" Bi dakka bi dakka! "


Dedi kız aklına yıldırım gibi düşün şeyle.


" Neredeyse en önemli şeyi atlıyordum. "


Derken anında adama dönüp örtüyü kendine sararak yerinde doğruldu. Bağdaş kurup yatağa otururken kaşları çatıldı. İşaret parmağı adama dönük, bir adama bir demir başlığın dibinde duran kelepçeye baktı.


" Sen nasıl açtın o kelepçeyi."


Alparslan kendi kendine kıkırdadı.


" Cin olmadan adam çarpmaya kalkıyorsun güzelim. Bir kelepçe beni tutabilseydi çoktan doğudaki görevde ölmüş olurdum. Unuttun mu? Seni koruma görevine zorla getirilmiş olsamda ben bir özel harekatçıyım."


" Yani parmağını yerinden mi çıkardın? "


Derken gözleri kocaman oldu kızın. Böyle şeyler duyduğu için kızda biliyordu.


" Parmağımı değil, parmaklarımı.
Öyle meşguldün ki fark edemedin."


Derken pis pis sırıttı.


" Hadi kalk acıktım ben."


Diyen Alparslan yataktan kalktığı gibi üzerinde hiç bir şey olmamasına aldırmadan odadan çıktı. Çıkarkende,


" Bu kez duş alma hakkı önce benim. "


Derken kız sadece baktı arkasından.


" Bu nasıl bir adam ya! "

*****


NİSAN'DAN


" Nisan.." diyen Alparslan'ın sesini duyduğumda cevap vermeden başım pencereye dönük gözlerim perde arkasından battığı için kızıla dönüşen güneşin gökyüzünde ki yansımasını izlemeye devam ettim.


Aradan bir gün ve bir gün daha geçmişti ve ben artık iyice bunalmaya başlamıştım. Öyle ki içmemeye çalıştığım sigarayı yeniden elime ve dudaklarıma almış, elimdeki sigara bugün kaçıncıydı bilmiyordum. Neyse ki evin sahibi her kimse kahveye ve sigaraya kadar almıştı eve. Perde arkasından bakıyorum çünkü saklandığımız süre boyunca pencerelere yaklaşmak yasaktı. Dışarı çıkmak yasaktı. Yasak, yasak, yasak!
Yasak içinde yasak! Kapan içindeki bir kapan da gibiydim.


" Nisan.."


İkinci kere adımı duyduğumda elimdeki sigarayı dudağıma götürerek döndüğümde bir anda parmaklarımın arasından sigarayı alıp kendi dudağına bıraktı Alparslan.


" Bugün hiç birşey yemedin. Aç karnına bu kadar sigara içilmez."


Ayakta durmuş bana bakan mavilere çevirdim gözlerimi.


" Alparslan...
İyice bunaldım ben. Kapanda kalmış fare gibi hissediyorum artık. Kör şeytan çık dışarıya avazın çıktığı kadar bağır diyor. "


Alparslan elindeki sigarayı sehba üzerindeki küllüğe basıp yanıma geldi. Oturdu. Kollarının arasına çekti bedenimi. Sarılırken çenesini başımın üzerine dayadı.


" Bugün yarın bir haber gelir. Biraz daha sabır. "


" Sabır mı...? Pöeh!
Hiç alakam olmayan bir şey yüzünden geldiğimiz şu hale bak! "


Bir anlığına günler öncesine döndüm. Babam olacak adama yalvararak beni de yanına al diyip peşinden Türkiye'ye gelişimi hatırladım. Tek amacım vardı o zamanlar. Yaptığım planla babamın yanından kaçıp annemin yanına gitmekti. Gerçi annem beni yanına alır mıydı artık onuda bilmiyordum ya!


Oysa şimdi bu ülkeye geldiğim ilk gün beni koruması için yanıma verilen polisle aynı evin içinde karı koca hayatı yaşıyordum. Bu nasıl bir kaderdi böyle.


Doğruya doğru. Bunun sebebi o değildi. Bendim. Onunla olmak isteyen bendim. Duralım Nisan! Diye uyarsa da ona karşı olan duygularıma yenilen bendim. Gerçi oda bana yenilmişti ama başlatan yine bendim.


Yinede sorumluluğunu almış ve benimle evleneceğini söylemişti. De!
Ya hataysa yaptığımız. Ya o da bende bulunduğumuz bu mecburi durum yüzünden bilinçsizce hareket ettiysek. Ya sadece iç güdülerimize uyduysak.
Ya birlikte devam edemeyeceğimiz bir yolda geçici olarak yürüyorsak.


İşte bu düşünceler zaten görünmeyen bir elle sıkılan ciğerlerimi dahada sıkıyor son nefeslerimi çektiriyordu sanki. Tamda bu yüzden bir an önce bu dört duvar arasından çıkmak istiyordum. İçinde bulunduğumuz bu film karesine dışardan bakmalı sağlıklı bir kafayla karar vermeliydik.


" Sabır falan kalmadı bende."


Diye devam ettim.


" Yakında yangın vaaar! Diye bağırırsam şaşırma."


O kendi kendine kıkırdarken üzerinde yattığım titreyen göğsü yüzünden sarsılıyordum.


" Tamam delisin falan ama o kadarını da beklemiyorum senden."
Yaslandığım yerden doğrulup,


" Bence beklemeye başla. "


Dedim. Yerimden kalktım sonra.


" Nereye? "


" Mutfağa.
Zaman geçmiyor. Bari gidip kek falqn yapmayım da zaman geçsin. Akşam yemeğinden sonra çayın yanında yeriz. "


" Kek mi?
Sen mi?
Sen kek yapabiliyormusun ki? "


" Ebenin örekesi Alparslan Kubilay Karacabeyoğlu."


Diyerek mutfağa yönelirken bir anda kapı sesiyle durduğumda Alparslan hızla kalkıp saniyesinde elinde silah kapının arkasında almıştı soluğu.


Elinde silah temkinli şekilde kapı deliğine yaklaşırken duyduğum tanıdık sesle gözlerim büyüdü.


" Alpo benim aç. "


" Karagöz! "


Dedim sevinçle. Karagöz'ün sesiydi duyduğumuz. Hızlı bir kaç adımda kapının arkasına geldiğim de Alparslan da kapıyı açmış karşımızdaki Karagöz Cenk ve Sezai müdür bize bakıyordu.


Heyecandan kalbimin sesi kulaklarıma tırmanırken iki adam şaşkın ve meraklı bakışlarımız arasında içeriye girdiler. Kapıyı kapatarak,


" Müdürüm. "


Dedi Alparslan. En az benim kadar merakla bekliyordu adamın dudaklarının arasından çıkacak kelimeleri. Zira bu adamlar buraya boşu boşuna gelmiş olamazlardı.


" Neler oldu?
Neden buradasınız? "


Devamını Alparslan'a bırakmadan ben konuştum..


" Operasyonun bittiğini ve özgür olduğumu söyleyin bana yoksa vallahi şuradan aşağı atlatacağım haberiniz olsun."


Diyerek pencereyi gösterdim.


" Alpo, Nisan oturun. "


Diyen Sezai ile seri şekilde koltuğa geçip oturduk. Karşımdaki adamların inceledim önce. Yüzleri zayıflamış gözlerinin altları kararmış ve çökmüştü. Kim bilir kaç gündür uyumamışlardı. Yutkundum.


" E hadi! Bir an önce başlayın anlatmaya!"


Sezai müdür yumruğunu ağzına dayayıp boğazını temizledi önce. Ardından konuşmaya başladı. Gözümü kulağımı dört açmış, artık özgürsünüz cümlesini duymayı bekliyordum.


" Öncelikle haberler iyi. Peşinizdeki adamlar, ve öldürülen FBI ajanlarının katilleri ve bu adamların çalıştığı büyük patronlar...


Arka arkaya yapılan operasyonlarla hepsini bir bir ele geçirdik."


Bütün bedenimde bir rahatlama hissederken ayağa kalkıp elim havada sıktığım yumruğumla Evet! diye bağırdım. Alparslan sakin bir şekilde,


" Kimmiş işin başındakiler. "


Diyerek araya girdi.


" Oralara girmeyelim. Gizli bilgiler malûm."


" Kim olduklarını siktir edin umrumda bile değil!
O zaman bitti. Özgürüz!
Bu lâ*et evden gidebileceğiz artık. "


Dedim yine yüksek ve mutlu sesimle.
Kollarını göğsünde birleştirdi Sezai.


" Evime la*et demezseniz sevinirim. "


" Ne?" Dedik Alparslan ile aynı anda.


" Müdürüm...
Bu.. Bu ev sizin miydi?"


" Evet annem söylemedi mi? "


" Yoo! "


Ben hâlâ alık alık Sezai müdüre bakıyordum. Ulan yabancı biri neyse de tanıdık birinin hemde Sezai müdürün evinde Alparslan ile aşna fişne yaptığımız aklıma gelince resmen utanç ve suçluluk hissi yaşamıştım iyi mi?


Yüzümde yanma hissi duyarken Sezai müdür konuşmasına devam etti.


" Yaşlı kadın, unutmuştur.
Her neyse! Artık özgürsünüz lâkin dikkati elden bırakmayın. "


Alparslan girdi araya.


" Tamam da gerçekten rahatça çıkabilecekmiyiz dışarıya. Bence bir.a.."


" Hayır! " diyerek Alparslan'a döndüğümde cümlesi de yarım kalmış oldu.


" Sakın bir kaç gün daha bekleyelim falan deme!


Vallahi bir gün daha değil bir saat daha deseniz duramam ben bu dakikadan sonra bu evde! Delirmeme ramak kaldı yeminle! "


Alparslan kollarını göğsünde birleştirip geriye yaslandıktan sonra gözleri boşlukta,


" Yinede bir kaç gün daha burada kalalım derim ben. Tedbiri elden bırakmamak lazım. "


Dediğini duyunca aklıma ilk gelen şey yüzünden sinirle baktım yüzüne. Sanırım bu karı koca hayatından memnun olmalıydı ki buradan çıkmayı istemiyordu.


" İstiyorsan sen kal İzmir efendi! Benim durmaya niyetim YOK! "


Anında çatılan kaşlarıyla bana baktığında fark ettim söylediğim cümleyi. İzmir efendi...
Yine İzmir demiştim. Ama o kadar sinirlenmiştim ki geri almadım o cümleyi. Yeniden Sezai müdüre döndüm.


" İstediğimiz an çıkabiliyoruz değil mi? "


Gözleri bir Alparslan'a bir bana kayarken başını salladı.


" Evet." Dedi ve ardından ayağa kalktı.


" Bana müsade. Hayriye hanıma uğramazsam beni bastonla kovalar sonra. "


" Müdürüm! "


Ayağa kalkan Cenk'in uyarısı ile durdu Sezai.


" Bir şey daha vardı söyleyeceğiniz."


Saniyelik bir zaman düşündü adam.


" Ah! Evet!
Uykusuzluktan akıl mı kaldı bende? "


Bize doğru dönüp bir adım ilerledi.


" Nisan...
Baban..."


Gözlerim Müdür Sezai'nin gözlerinde ne söyleyeceğini bekliyordum. Ölmüş bir adamla ilgili ne söyleyebilirdiki.


" Ne? "


" Baban...
Baban yaşıyormuş. "


Bir anda kocaman açıldı gözlerim.


" Neeeh? "


Derken yine Alparslan'la aynı anda aynı şeyi söylerken o da ayağa fırladı.


" Ne demek yaşıyormuş?
Nasıl yaşıyor?


Nasıl yaşar? "


Son cümleyi resmen bağırarak söylemiştim.


" Bu kadar belayı benim başıma sarıp nasıl yaşar! "


Sezai'nin yüzü asılırken üzgün hâli gözlerine yansıdı.


" Öncelikle bilmeni isterim ki yaptığı şeyi kesinlikle onaylamıyorum."


Bir kaç saniye yüzüme baktı ve devam etti.


" Bildiğin gibi baban bir ajandı. Ortadan kaybolmak ve kimlik değiştirmek isteyerek böyle bir oyun hazırlamışlar. Kendini öldü gösterirken hedef şaşırtmak için seni ve korumaları olan adamları ve doktorları kullanmışlar."


Duyduğum şeyler karşısında donup kaldım. Aklım durdu sanki, düşünemez oldum. Bütün bedenim ile birlikte beynim dondu. Anlayamadım. Aklım fikrim almadı bu saçmalığı. Mantığıma sığmadı. Sığdıramadım. Nasıl yapardı, nasıl kendi kıçını kurtarmak için beni hedef yapardı. Kendi kızının canını hiçe sayarak hemde. Gözlerim dolarken omuzlarım düştü.


Bu adam benim babam olamazdı. Kesinlikle benim babam değildi bu adam. Başka biri olmalıydı. Bir baba kendi kızını düşmanlarının önüne atmazdı. Bu kadar acımasız olmazdı...


Yada olabilir miydi?
Evet olabilirdi.
Hatta ben...
Kızı!
Ona benzemiyormuydum? Onun gibi değilmiydim? Öyleydim. Tam da böyle bir babaya layık biriydim.


O adi, şerefsiz Mark ile kaçalabilmek için canı pahasına beni koruyan adamın Alparslan'ın kafasını yarıp kaçmamışmıydım? Yapmıştım.


Zihnimin içi darma duman olmuş, geçmişten ve gelecekten görüntüler gidip geliyor ardından olanlar ve olmasını istediğim şeyler dolaşmaya başlıyor, beynimin içi allak bullaktı. Başımın önüme düşerken arkasına saplanan ağrı artmaya başladı. Dişlerimi ve yumruklarımı sıkarken bütün bedenimin titrediğini hissettim. Yaşadığım şeyin şeker mi, sinir krizi mi olduğunu anlamaya çalışırken şuurum bulanmaya başladı. Hâlimi gören Alparslan hızla yerinden kalkıp yanıma gelirken,


" Nisan! " Dedi


Elini kolumda hissederken bütün bedenimin daha fazla titrediğini farkettim. Bir elini yüzüme dayayıp kendine çevirdiğinde bacaklarımdaki beni ayakta tutan son güç çekilirken bedenim boş bir çuval gibi olduğu yere düştü. Aynı anda Alparslan'ın kolları sardı bedenimi.


" Nisan! "


Nisan iyi misin?"


Kararan gözlerimle son hatırladığım bana bakan endişeli mavi gözlerdi.

*****


İnsanın kalbiyle aklı bazen aynı gemiye sığmaz.
Ya denizi dar gelir ya nefesi.


Gözlerimi hastane odası olduğu çok belli olan küçük bir odada ve yatakta kolumda bir serumla açtığımda sol tarafımda kalan pencereden içeriye giren güneş ışınları gözlerime vuruyordu.


Kısmak zorunda kaldığım gözlerimi başımı yavaşça kaldırıp odanın içinde gezdirdiğimde yalnız olduğumu anladım. Başımı yastığa bırakıp gözlerimi yeniden kapattım. Bulanık zihnindeki dumanları bertaraf ederek neler olduğunu hatırlamaya çalışırken en son Sezai müdür ve Cenk ile salonda konuştuğumuzu hatırladım. Sonra Sezai müdürün babamdan bahsettiği ve yaşadığını söylediği âna döndüm. Ardından titreyen bedenim ve...


Anlaşılan fenalaşıp bayılmıştım. Ve hastaneye getirilmiştim. Babamın beni nasıl kullandığını onun bencilliği yüzünden başıma neler geldiğini yeniden ve yeniden hatırladığımda kapalı gözlerime yaşlar hücum etmeye başladı yine. O kadar doluydum ki ne kadar bastırmaya çalışsam da tutamıyordum artık. Kirpiklerimin arasından sızıp akmaya başladıklarında izin verdim akmalarına. Kolumu kaldırıp gözlerimin üzerine kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.


" Nisan! "


Duyduğum sesle kolumu gözlerimden çekip yanı başıma baktığımda onu gördüm. Alparslan'ı... Ne zaman girmişti odaya hiç farketmemiştim. Panik yüklü gözleri üzerimde gezindi.


" Ağrın mı var. Neden ağlıyorsun? "


" Yok... " Dedim hıçkırarak.


" Sa- sadece...
Sinirlerim bozuldu. "


Derken daha beter ağlamaya başladım. Resmen kopmuş tutamıyordum artık kendimi.


" Cenk doktoru çağır. "
Kapının yanında bekleyen Cenk hızla çıkarken yüzümü avuçlarının arasına aldı. Eğildi alnımdan öperek,


" Tamam sakin ol lütfen. İyisin geçici bir durum dedi doktor."


" Ne geçici."


Dedim ağlamaya devam ederken.


" Küçük bir sinir krizi geçirdin. Uzun zamandır baskılanan duygulara ve korkulara maruz kalmak yüzünden olabilen bir durum dedi doktor. Ama bitti. Uyandın. Hadi sakinlemeye çalış."


O sırada kapıdan giren doktorun sesini duydum.


" Bırakın ağlasın Alparslan bey. Rahatlamasına faydası olur. Duyguları baskılamak zihni ve kalbî yorar. "


Yanıma kadar gelip yatağın kenarına oturdu kadın doktor.


" Dilediğiniz kadar ağlayabilirsiniz Nisan hanım. İçinizde ne kadar birikmiş göz yaşı varsa dökün. Bu sizi rahatlatacaktır. "


Sanki kadından izin beklemiş gibi göz pınarlarım dahada coştu. Ben dakikalarca ağladım. Onlar dakikalarca izledi. Sonunda gözümde yaş, bedenimde güç tükenince yorulup yeniden uykuya daldım.

*****


Zihnim yeniden uyanıp araladığımda gözlerimi şiş ama daha iyi hissediyordum.


" Nasılsın? "


Duyduğum sesle hemen yanı başımda oturmuş beni izleyen Alparslan'a baktım.


" İyiyim.
Ağlamaya ihtiyacım varmış."


Dedim yerimden doğrulurken. Ayağa kalktım yatağa oturmama yardım etti.
Sonrada yanıma yatağın kenarına oturdu.


" Bu olaylardan bu kadar etkileneceğimi hiç düşünmemiştim."


Üzgün gözleri gözlerimi buldu. Bir şey söyleyemiyordu. Ne diyebilirdi ki. Canımızı korumak için bir eve kapanıp kalmamız onun değil babamın suçuydu. Nasıl bu kadar acımasız biri olmuştu bu adam. Yaşasın yada yaşamasın artık bir babam yoktu benim. Ölmüştü benim için.


" Şöyle bakıp durma.
Alışık değilim. Senin bir suçun yok."


Bir anda kollarının arasına alıp dudağıma dayadı dudaklarını. Özlemiş şekilde öpüyordu. Geri çekilip alnını alnıma dayadı.


" Artık bitti. İlk iş İzmir'e dönelim. Benim evime gidelim. Yıllık iznimin hepsini alacağım. Sonrada senin stres olmadan gezip dolaşacağımız bir yere gidelim."


" Olur ama önce.. "


Geri çekilirken gözlerime bakıyordu.


" Önce eskişehir'i gezelim çok güzel yerleri olduğunu duymuştum. "


" Tamam. "


Dedi gülümseyerek.


" Bugün burayı gezelim. Kahvaltı ve akşam yemeği yeriz. Yarın Sabah da erkenden çıkar İzmir'e döneriz."


" Gitmeden önce Hayriye teyzeye de uğrayalım. Bir çayını içelim. "


Sezai müdür dün Hayriye teyze ile birlikte döndü maalesef. Artık İzmir'de ev ziyareti yaparız.


Söylediği şeyle kafam karıştı.


" Dün. Dün derken."


" Bugün ikinci sabah. İki gündür uyuyorsun."


" Neeeh? " Dedim gayri ihtiyari.


" İki gün mü? "


" Evet. İki gündür sen uyudun bu Alpo endişeden dört döndü odada."


Kapının yanında ki Karagözdü araya giren. Gözlerim bir Cenk 'e bir Alparslan'a gidip geldi. Ne diyeceğimi bilemedim.


" Özür dilerim."


Diyebildim sadece.


" Geçti gitti.
Kendini iyi hissediyorsan çıkalım. "


" Evet iyiyim. Odalardan ve duvarlardan illallah geldi. Açık hava ve oksijen istiyorum artık."

Cenk,


" Tamam o hâlde. Ben işlemleri hallediyorum. Aşağıda buluşuruz. "


Diyerek çıkıp giderken bende Alparslan'ın yardımı ile yataktan kalkıp hastane pijamalarından kurtulup buraya gelirkende üzerimde olan kıyafetlerimin dolaptan alarak giyindim. Birlikte çıktık odadan.


" Yürüyebilecek misin? "


" Evet abartma artık."


Dışarıya çıktığımızda kapının önünde Cenk ve Eskişehir'e gelirken kullandığımız araba bizi bekliyordu.


Önden ben arkadan Alparslan bindik arka koltuğa. Cenk'te direksiyona geçti. Araç hareket ettiğinden öndeki Cenk aynadan bakarak,


" Alpo nereye gidiyoruz? "


" Önce kahvaltı için merkeze inelim. Sen sür ben sana tarif ederim. "


" Tarif mi? Eskişehir'de de evim var deme sakın! "


" O kadar da zengin değilim Nisan."


" Buraya daha önce görevle geldim. İzmir kadar olmasada çoğu yerini biliyorum. "


" Vallaha mı? Ben neden bilmiyorum bunu Alpo. "


" Sende bilmeyiver Karagöz. "


Duyduğun kelimeyle bir anda gülmeye başladım.


" Karagöz?
Ayıp oluyor ama ha!
Ben de sana İzmir diyeyim o zaman! "


Duyduğum cümle ile ben iyice kopmuş gülmeye devam ederken Alparslan ön koltuğa bir tekme geçirdi.


" Bir dene de gör sana ne yapıyorum!"


" Sen niye gülüyorsun Nisan. Sayende lakap sahibi olduk."


" Ne yapalım alış karagöz. Bir gün gelir beni hatırlarsınız işte. "


Yanımda oturan Alparslan'ın kaşları kasılırken gözleri gözlerimi buldu birden. Aramızda geçenleri bizden başka kimsenin bilmemesinin yanında söylediğim cümle ayrılık hissi içeriyordu. O yüzden böyle bakmıştı bana. Cenk'e çaktırmadan o ne demek diye hesap soruyordu sanki.


" Yaşlanınca yani." Diyerek toparladım.


Cümlemi değiştirdiğimde Alparslan gülümseyerek önüne döndükten sonra cenk'e gideceğimiz yeri sokak sokak tarif etti.


Merkezi ve kanal kıyısında olan yer bir yanında kanal bir yanında yeşillikler ve ağaçlar arasında küçük ve hoş bir yerdi.


Uygun bir yere park edip durduğumuzda saat on olmuştu. Arabadan inip kollarımı iki yana açarak sonuna kadar esnedim. Temiz oksijen dolu havayı ciğerlerimin en derinlerine çekip hapsettim.


" Özgürlük her şeye değer."


Dedim. Kolumdaki dövmeye bakarak. Aynı anda midemden gurultular gelince arkamda Alparslan'ın kolunu hissettim.


" Hadi aç kurt.
Şekerin düşmeden seni doyuralım."


Evet kurt gibi açıkmıştım. Bir de şeker sıkıntım vardı tabi. Bir an önce kahvaltı yapmak şişene kadar yemek istiyordum.


Kısa sürede içeriye girip tam olarak kanala bakan masalardan birine geçtik. Garsondan serpme kahvaltı ve çaydanlıkla çay siparişi verdik. Gelen servirten sonra bir yandan kahvaltı yaparken bir yandan Cenk ten yapılan operasyonun ayrıntılarını dinledik merakla.


Hikâyenin çoğu yerinde Alparslan,


" Aah! Orada olup kıçlarını kurşunlayabilseydim keşke! "


diyerek defalarca böldü hikâyeyi. Tabi Cenk'in yanında, evde olmaktan bir şikayetin yoktu yalnız. Diyemedim beraber geçirdiğimiz saatler gözümün önüne gelirken.


Bir saat daha oturduktan sonra birer kahve içip hesabı ödeyip mekandan çıktık.


Bu sefer direksiyona Alparslan geçti. Merkezde hızlı bir tur yaptırdı bize. Ardından arabayı uygun bir yere bırakıp yürüyerek gezdik. Çarşı, pazar, caddeler derken yediklerinizi eritecek kadar gezmiş, sonunda hediyelik eşyaların satıldığı yerlerden birine gelmiştik.
Özellikle Lüle taşı çekti ilgimi. Duymuştum ama yakından hiç görmemiştim. Bu yumuşak taşa oyularak her türlü şekil verilebiliyormuş. Pipo dan biblolara kadar her şekil... Benim gözüm takılarda kalmıştı tabi ki. Özellikle gül şekli verilmiş taşlardan oluşan sete bayılmıştım.


Lakin cüzdanım yanımda olmadığı için sessiz kalmıştım


Lakin cüzdanım yanımda olmadığı için sessiz kalmıştım. Arkamdaki Alparslan'a dönüp,


" Çıkalım. Diğer yerleri de gezmek istiyorum. " Dedim.
Tamam dedikten sonra tezgahtar kıza bakarak,


" Bakar mısınız bunu alıyoruz. "


Dediğinde şaşkın baka kaldım.


" Ne? " Derken kulağıma doğru eğildi.


" Yüzükler den önceki ilk hediyem olsun karıcığım. "


Başımı yana çevirip gözlerine bakarken arkadan gereksiz Karagöz'ü duyduk.


" Ooo Amerika'ya göndermeden önce ayrılık hediyesi mi alıyorsun Alpo."


" Sanane ulan!
Sen işine baksana. "


" Tamam ya sıkıldım hadi gidelim. "


Tezgahtar kızın paket yaptığı seti alıp ücretini ödeyen Alparslanla birlikte çıkarken küçük kağıt çantayı bana uzattı.


" Güzel günlerimizde kullan. "


" Hiç gereği yoktu ama teşekkür ederim. "

*****


Akşama kadar gezip sonunda yorgun bedenlerimizi büyük bir restoranda attığımızda ayak bileklerim ağrımıştı artık.


" Eskişehir'i de gezmedim demezsin artık."


Diyen Cenk'in benden kalır yanı yoktu.


" Demem."


Dedim gülümseyerek.


" Sağolun."


" Ya Alpo farkettim mi.
Nisan hanım baya baya kibarlaşmış."


" Terbiye oldum." Dedim mırıltılı.


Başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemişti ki. Derin bir nefes alıp verdikten sonra,


" Hadi yiyelim artık."


Diyerek konuyu kapattım. Gelen yemekleri görünce iştahım daha bir artmış hissederken elimde çatal bıçak yemeklere giriştim.

*****


" Daha gelmedik mi? "


" Hayır geldik de ben İzmir'in çevresinde turluyorum sırf sen sor diye."


" Yine gıcıklığın tuttu senin."


" Estağfurullah o senin gıcıklığın."


" Bu İzmir'i uzağa mı taşıdılar nedir. Eskişehir'e giderken yol daha kısa sürmüştü. "


" Yanlışın var Nisan hanım. Yol aynıydı sadece sen mışıl mışıl uyurken gidildi."


" Senin benimle derdin ne de yine bana sarıyorsun. "


" Sana sarmıyorum sadece sorduğun şeylere cevap veriyorum. "


Göz ucuyla bana bir bakış attıktan sonra yeniden yola döndü.


" Eve gidince saracağım sana. "


Anında gözlerim büyürken yanımdaki adama geçirdim dirseği arkada uyuyan Cenk'i işaret ederek.
Hiç umursamaz şekilde omuz silkip sürmeye devam ederken kolunun altına çekip kulağıma doğru fısıldadı.


" Özledim ne yapayım. Bu gereksiz bizle kalmasaydı.."


Demişti ki arkadaki Cenk'in sesiyle geriye kaçtım.


" Ya arkadaş ne çene varmış sizde de. Bi uyutmadınız ya. Aynı kedi köpek gibisiniz. "


Alparslan sinirle elini yumruk yapıp arka koltuğa doğru savurdu.


" Cenk kaşınma."


Cenk kapının dibine kaçarak konuşmaya devam etti.


" Aynı evde birbirinizi boğmamanız başarı valla."


Aynı evin içinde yaşadığımız şeyler bir kez daha aklıma gelince yüzüm kızarırken, Alparslan hırladı.


" Cenk tek kelime daha et seni arabadan atarım. İzmir'e kadar otostop çekerek gelirsin."


" Tamam be tamam. Bu görev bi bitsin tatile çıkacağım valla."


Diyerek kendini yeniden koltuğa bırakıp gözlerini kapattı.


Kalan iki saatlik yolu da sessiz yada fısıltılı dekilde konuşarak bir ara da uyuya kalarak bitirmiş nihayet İzmir'e girmiştik.


Bu zaman boyunca Cenk mola yerlerinde bile uyumaya devam etmişti. Operasyonda çok yorulmuş olmalı diye düşündüm.


" Cenk. "


" Hımm."


" Kalk artık lan, eve kadar geldin bizimle. "


Cenk yerinde doğrulup kollarını iki yana açıp esnerken Alparslan aracı site önünde yol kenarına çekip durdurdu.


Bir eliyle ensesini kavrarken başını sağa sola çevirdi.


" Boynum tutulmuş."


Alparslan kapıyı açıp inerken bende diğer kapıdan indim. Arka kapıdan da Cenk indi.


" Sen aracı merkeze götür. Bizde valizleri alıp eve çıkalım."


" Ev mi? " Derken koltuktaki silahını alıp belinin arkasına taktı Cenk.


" Nisan hanımı otele bırakmıyormuyuz? "


" Hayır otele gitmiyorum."


Bunu derken çekinerek Alparslan'ın yanına doğru yürüdüm. Hemen arkasında durup,


" Sanırım söylemenin zamanı.."


Demiştim ki bir anda arkamdan gelen bir ses duydum. Tanıdık bir ses. Kötü bir ses. Öfkeli bir ses.


" HEEY! BAKICI!! "


Arkama dönmem, Mark'ı ve elindeki bize dönük silahı görmem.
Cenk'in silahına davraması. Alparslan'ın Nisan! diye bağıran sesinin ardından beni araçla arasına çekmesi.
Patlayan silah sesleri!


Herşey bir kaç saniye içinde olurken ellerim kulaklarımda bir çığlık atarak korkuyla kapanan gözlerimle taş kesilmiştim.


Hepinizi öldürecekti Mark bunu düşündüm sadece.

&


Orada ne kadar kaldım öyle bilmiyorum.


" Alpo! "


Diye bağıran Cenk'in sesiyle korku içinde açtım gözlerimi. Ellerini iki yanımdan arkamdaki arabaya yaslamış bir kalkan gibi önümde duran Alparslanla göz göze geldim. Kaşları çatık bana bakarken gözleri dolmuştu.


" İyi misin? "


Dedi güçlükle. Ardından dudaklarının arasından bir yudum kan aktı kirli sakalının üzerinden çenesine doğru.


" Alparslan! "


Sessiz bir çığlık olmuştu sesim.


" Alpo! "


Cenk'in sesiyle elleri yanlarına sonra bedeni gözlerimin önünde yere düştü.


" ALPARSLANN!!! "


Dizlerimin üzerine çökerken,


" AMBULANS!!
AMBULANS ÇAĞIR CENK! "


Diye bağırdım.


Cenk telefona sarılırken Alparslan'ın bana bakan mavileri soldu. Kaydı gitti karanlığa doğru.
O an son ses bir çığlık daha attım.


" ALPARSLAAAAN!!! "

Loading...
0%