@azamet_29_2
|
AL-PO Cama vuran yağmur sesiyle uyandım uykumdan. Gece geç saatte yatmış ancak sabaha karşı uyuyabilmiştim. Gözlerimi tavan dikip iki gün önce olanları düşündüm. Görev olmayınca bir kaç gündür merkezde kalmış, sonunda da müdürüm Sezai Duman bana bir haftalık yıllık iznimin onaylandığını müjdeleyip izinli olduğumu söylemişti. Müjde tâbii ki benim için değil kendi içindi. Adam beni görmekten zerre haz etmiyor ki. Tamam bunda biraz başına buyruk olmamın ve emirlerin dışına çıkmamın da etkisi vardı ama biraz doğaçlama ve biraz insiyatif almamın kimseye zararı yoktu. Aaah, kimi kandırıyorum! Dedim yerimden doğrulurken. Adam birazda olsa haklıydı. Son çatışmada benzin istasyonu alevler içinde kalmış patlama olmasını son anda engellemiştik. Tabi olan olmuş iki gün önce müdürüm ağzı kulaklarında bir hafta, tam bir hafta seni gözüm görmesin Alpo! Diyip yaktığı keyif sigarası eşliğinde uğurlamıştı beni. Yatağımdan kalkıp kenara oturdum. Komodinin üzerindeki cam şişeden bardağa bıraktığım suyu tepeme dikip içtim. Ardından gözlerimi pencereye çevirdim. İzmir'de bir ilkbahar sabahı daha. Dedim. Nisan yağmurları olanca hevesiyle devam ediyordu. En sevmediğim aydı Nisan. Yağışın en çok olduğu havanın bir sıcak bir soğuk olduğu ay. Sabah güneşle uyanıp akşam çamur içinde eve geldiğim günler hep Nisan ayıydı. Neyse ki sonlarına geldik diyerek yatağımdan kalkıp odamdan çıktım. Koridordaki banyoya geçip işlerimi hallettim. Ardından elimi yüzümü yıkayıp kurulanıp çıktım. Kolumdaki saat sabah on çeyreği gösteriyordu. Bir artı bir dairemin mutfağına geçtim. Maden evdeyim adam akıllı bir kahvaltı yapayım bari diyerek çaycıya şu doldurup düğmesine bastım. Uzun zamandır yalnız yaşıyordum. Her işini kendi gören biriyim yani. Çay suyu olurken bende kahvaltılıkları çıkardım ve mutfak masasına bıraktım. Evdeysem kuru kuru peynir zeytin yemeyi sevmem. Bu yüzden sebzeli omlet yapmaya karar verdim. Dolabın sebzeliğinden yeşil ve kırmızı biberleri ve maydanozu çıkarıp tezgaha bıraktım. Yanına bir kuru soğan ve dört tanede yumurta bıraktım. Yumurtayı severim. Tava, yağ, soğan biber derken az sonra bütün malzemeler tavada ve kavruluyordu. Tavanın kapağını kapatıp kavrulmalarını beklerken çayı demledim. Tam yumurtaları elime almıştım ki kapının zil sesini duydum. Bu saatte gelebilecek tek kişi vardı o Cenk'ti. Çalışma arkadaşım ve ortağım Cenk. Ben ne iş mi yapıyorum. Polisim. Özel harekat polisiyim. Annem, kulağı çınlasın beni doğduğum da babama bırakıp ortadan kaybolmuş. Babam, Allah rahmet eylesin. O da polisti. Görevi sırasında aldığı yara onu benden aldı. O zamandan beri de yalnızım. Kapının ikinci kere çalmasıyla geldim patlama diyerek gidip açtım. Tahminim doğru ve karşımdaki Cenk'ti " Niye açmıyorsun oğlum!" " Kapının arkasında yatmıyorum herhalde. " " Ooo. Mutfaktan mis gibi kokular geliyor. Kahvaltıya mı denk geldim. Kesin kaynanam sevecek. " Gözlerimi devirdim. Ayarladım demiyorda. " Sen, seni sevecek bir kız bul da kaynanan kolay. Kızının hatrına katlanır sana. " Dedim elindeki simitlere bakarken. " Kahvaltıya da denk gelmedin. Hususi ayarlamışın." Arkamı dönüp mutfağa yürüdüm. " Gir ayakkabılarını çıkar ve kapıyı ört. " Dediklerimi yaparken, " Ne var gelirken elim boş gelmeyim dedim." " İyi yapmışsın." Diyerek mutfağa girdim. Ocağın başına geçip kıvamını alan sebzeleri yumurtalarla birleştirirken Cenk'te hazır masaya kurulup oturdu. " Oturacağına çayları doldurda bir işe yara bari." Yerinden kalkıp raftan iki bardak alırken bende tavayı masaya bıraktım. Ekmeklikten ekmek çıkarıp masaya koydum. Ardından da Cenk elinde dolu kupalarla gelip oturdu. Kupanın birini benim önüme diğerini kendi önüne bıraktı. Sonrada aldığı simitleri çıkarıp ikisini benim önüme ikisini kendi önüne koydu. Elime aldığım simiti bölüp ekmek niyetine direk giriştim tavaya. Tabi Cenk'te. Dolu ağız, " Ee nasıl gidiyor izin? " Diyince sinirle baktım yüzüne. İzin sevmediğimi biliyordu oysa. " Tamaaam. Sormadım say. Ama tadını çıkar be oğlum. Kaç kişi izin diye kapıya yatıp alamıyor. Adamlar sana gönüllü veriyor. Neredeyse üstüne birde ikramiye verecekler. " " Ne yapacam izni ben Cenk. İki gündür sıkıntıdan ölmemek için ekstra gayret gösteriyorum. Oğlum ben öyle kıyıda köşede oturup oh be diyemem. Saatlerce sinemaya gidemem. Tatile çıkamam. Ben hareketli diye bu mesleği seçtim. Kanımda yok sakin oturmak. Ama olmuyor işte. Bir iki hareketimizi beğenmedikleri için arada kızağa çekiyorlar. " " Bir iki mi? Oğlum emir denen, amir denen bir şey var! Sen emirlerin dışına çıkmasan kimse sana laf etmez ki. Madalya bile alırsın bu yetenekle. Ama şikayet şikayet üstüne. Bir değil iki değil. Bak demedi deme sonun karanlık. Biraz dikkatli ol. Göze batma. Müdür ne derse uy. Emir dinle. Amir ne derse o. Söz dinle yani söz!" Sessizce karşımdaki adamı izledim. Sonrada önüme dönüp kahvaltıma devam ettim. Ne diyebilirdim ki haklıydı. Ama benim yapım da yoktu anasını satayım. " Kahvaltıdan sonra ne yapmayı düşünüyorsun. " Diye değiştirdi lafı Cenk. O an aklıma gelen şeyle tekrar baktım Cenk'in yüzüne. " Sen neden burdasın lan! " Elindeki bardak ağzında kala kaldı. Gözlerinde tüh yakalandık bakışı vardı. " Tamaaaamm! Yalan yok. Sezai müdür yolladı. Git kontrol et şu Al-po yu dedi. Oturduğu yerden İzmir'in altını üstüne getirir. " " Adın çıkacağına canın çıksın demişler. Yaz bu lafımı bir kenara. Bir gün bir kurşun yiyip sırt üstü yatacam. O zaman Al-po kalk, kalkta ne istersen yap. Diyeceksiniz ama ben size kızgın ölecem. " diyerek tısladım. " Deme oğlum öyle! Allah korusun. O kadar suçlu, cani katil, hırsız, hayduk varken sen niye ölüyorsun." Sinirli sinirli yediğim lokmalardan sonra masadakileri toplayıp lavaboya bıraktım. Sonra da sudan geçirip makineye koydum gelişi güzel. " Dışarı çıkalım mı Alpo? Yeni bir yer açılmış. Çok güzel kahvesi ve garson kızlar varmış. Ve deniz manzarası. " Bir kaç saniye düşünüp tamam dedim. İki gündür evdeydim. Biraz daha durursam kafayı yiyecektim. Hava almak ve kahve iyi gelirdi. " Dışarıda yağmur var. Ona göre giyin." Bakış atıp mutfaktan çıktım. Odama geçip dolaptan siyah kot, siyah t-shirtümü alıp giydim. Silah yeleğimi takıp silahımı sol kolumun altındaki kılıfına yerleştirdim. Üzerime siyah deri montumu da giyip cüzdanımı ve telefonumu da alıp odadan çıktım. " Çıkabiliriz." " Geliyorum." Cenk elindeki kupayı tepesine dikip dibini geçirdikten sonra masadan kalkıp bana katıldı. Birlikte çıktık evden. Kapıyı kilitleyip asansöre yürüdük. Katta duran asansöre binip zemin tuşuna bastım. Beş kat aşağı inene kadar sessizce bekleyen Cenk sonunda dayanamadı. Tam binadan çıkarken, " Alpo." Dedi. " Ne var? " " Sana bir şey soracağım." Elim cebimde arabanın anahtarını çıkarırken, " Sor." Dedim. Birkaç saniye düşürüp, " Neyse sonra sorarım, hadi gidelim." Diyince, " E iyi madem." Dedim. Birlikte benim arabaya bindik. Motoru çalıştırıp gaza basarak hareket ettim. " Ee ne tarafa. " " Sen sahil yoluna çık ben sana tarif edeceğim." " Sen nereden biliyorsun bu mekanı. Benden ayrı mı gezer oldun? " " Aslında eski bir tanıdığımın yeni açtığı bir yer. Kendi haber verdi. Uğra misafirim ol dedi. " & Bir saat kadar yol gittikten sonra nihayet yeni açıldığı her halinden belli olan yere geldik. Sahile yakın ve deniz manzarasına ek olarak iki katlı ve terası oluşu gerçekten güzeldi. Arabayı mekanın arkasınadak parka bırakıp içeriye girdik. " Ooo Cenk hoşgeldin." " Hoşbulduk Sado." " Alpo bu Sado. Yani Sadullah. Sado bu da Alpo. Yani Alparslan." " Hoşgeldiniz buyrun." Diyerek Dışarıyı gören masalardan birine buyur etti bizi İbo. Birlikte masaya geçip oturduk. Bir kaç dakikalık hoş beşden sonra siparişlerimizi aldı. Cenk'in bahsettiği güzel kızlar kahveleri getirirken yanında da tatlılar geldi. İkramımız dedi yanlarındaki Sado. Biz kahve ve tatlıya geçerken Sado da diğer misafirler için yanımızdan ayrıldı. Elime aldığım fincandan bir yudum daha içtim. Evet. Ben kaliteyim diyordu kahvenin hem tadı hem kokusu. " Immm.. Tatlıda çok güzelmiş valla. " " Cenk." Dedim. " Hımm." " Evden çıkarken bana ne diyecektin. Kıvranıp durduğuna göre önemli." Cenk sessiz moda geçip elindeki çatalla önündeki tatlı üzerinde kazı çalışması başlatınca anladım. Gerçekten önemli bir şeydi. " E hadi konuş! " " Şuu... Bizim Hâle'yi tanıyorsun." " Hâle mi? Bizim bölümdeki Hâle mi? " Başını salladı. " Şey, sence o.. O nasıl biri, yani sana göre. Yani hakkında ne düşünüyorsun? " Durdum. Geriye yaslanıp yüzüne baktım. " İşini iyi yapan, amirleri ne derse uyan, çizgi dışına çıkmayan uyumlu genç güzel bir kız. Boyu kısa olsada hoş, çokta tatlı. Sarışın, yeşil gözlere, çoğu erkeği kendine çekebilecek zekaya ve hatlara sahip. " Cenk'in bana olan bakışları değişti. Bir kaç saniye onun gibi baktım bende. " Ne bakıyorsun lan salak salak! Beğeniyorsan git kıza açıl. Bana niye soruyorsun? " Dedim kahvemden bir yudum alarak. Kıza aşık olduğumu falan sanıyordu galiba. Bakışları yeniden değişti. Kararsızlık vardı bu karalarda. " Şey aslında bende öyle düşünüyordum. Ama geçen gün..." " Geçen gün ne? " " İkinizi gördüm. Baya, şeeyy yani..." " Ulan kazık kadar adamsın ergen liseliler gibi kekeliyorsun hâlâ. Bizi görüp aramızda bişey var sandın, caydın öyle mi? Hâle bana tayin isteyeceğinden bahsediyordu. Dahası Hâle benim için kardeşten gibidir. Bana da abi gözüyle bakar. Avanak herif! Kız bugün yarın dilekçe verecek doğu görevi için. Giderse hiç açılamazsın. Vakit varken konuş yoksa mal gibi bakarsın arkasından." Demiştim ki... Kapıdan içeriye giren adamla gözlerim önümdeki Cenk'ten adama kaydı. Hal ve hareketleri şüpheli olduğu için dikkat çekiyordu. Yani başkalarının olmasada benimkini çekmişti. " Cenk." Dedim. Gözlerimle adamı işaret ederek. Mesleki deneyimlerimiz bize her an her yerde yardımcı oluyordu. Bu adamda olduğu gibi. Zira gözleri sürekli etrafı tararken ellerini arka arkaya bacaklarına sürüyordu. Avuç içleri terliyor olmalıydı. Stresliydi ve korkuyordu. Alnında da terler vardı. " İzlendiğini düşünüyor." Dedim. Gözleri, bakışları, göz altları kullanıcı olduğunu düşündürdü bana. Ve genelde yanılmam. Boynunda asılı küçük çantayı sıkıca kavrayıp en dipteki masayı gözüne kestirdi ve yürüdü. Cenk ile birlikte adamı göz takibine aldık. Kısa süre sonra dışarıya dikkat çekecek büyüklükte ve lüks bir sedan yanaştı. İçinden çıkıp etrafı kolaçan eden iki kişi de dikkat çeken türdendi. Bir dışarıya bir içerdeki adama baktım. " Burnuma güzel kokular geliyor Cenk." Dedim dışarıya son bakışımda. " Bizim komşular ise çıkmış." " Bizim komşular mı? " " Levent komserin adamları dışarda." Dedim göz ucuyla bakarak. Tabi ben tanımıştım ama bu salaklar tanımazdı bizimkileri. " Şu sedan ve bu herifi takip ediyorlar büyük ihtimalle. O halde içerde biri daha olmalı. " Diyerek bütün mekanı gözümle taramaya başladım. " Alpo gözünü seveyim biz karışmayalım. Sen karışsan da ben kılımı kıpırdatmam söyleyeyim! " Ve bingo. Barın arkasındaki adamın belindeki silah içerdeki kişinin o olduğunu söylüyordu. " Böyle işi sikeyim. Kırk yılda bir arkadaşımın mekanına geldim orda bile bela kıçımızda bitti." Pis pis bir içerdeki adamlara, bir dışardaki adamlara bir de arkadan takip eden sivil arkadaşlara baktım. İçimden bir ses birazdan ortalık karışacak diyordu. Ki! Dışarıdaki adamların içeriye girmesiyle içerdeki adamın yerinden fırlaması barın arkasındaki adamın silahını çekmesiyle basılan tetikler ve mekandakilerin çığlıkları arasında ortalığın karışması diğer polisler mekana koşaraken, içerdekilerin birbirine sıkarak arka kapıdan kaçmaları ve peşlerine takılmam saniyeler sürdü. Koşarak çıktım arkalarından. &&& Aradan geçen iki saatin ardından olaya karışan Alparslan da merkeze çağırılmış orada bir nevi ifade vermiş ardından da Cenk'i arayan müdür Sezai Duman tarafından ivedilikle makamına çağırılmıştı. Alparslan tam kapının önünde durmuş üzerini toparlarken Cenk'i duydu. " Adam bu sefer delirdi kesin. İşin zor Alpo. Çekip vurmazsa şanslısın! " Adam yine sinirle baktı arkadaşının yüzüne. " Cenk vicdan azabı gibisin aynı. Sürekli konuşuyorsun. Bi sus lan!" Diyerek kapıyı tıklayıp içeriye girdi. Cenk'te arkasından.. Müdür Sezai elinde sigarası odanın içinde sinirden dört dönüyordu. Önce durdu sonra gelenlere döndü yönünü. " Ooo beyefendi, nihayet gelebildiniz. Saat kaç lan!? " Diye bağırdı bir anda. " İki saattir telefonda konuşmaktan, hakkındaki şikayetleri dinlemekten kulağım sikildi lan! " Sonra bir anda susup masasına geçti ve oturdu. " Oturun! Beyefendiler! " Dedi alaycı şekilde. İki adam geçip koltuklara oturdular. " Söylemek istediğin birşey varmı? AL-PO! Yada kıçını kurtarmak için uyduracağın bir yalan? " " Müdürüm ben sadece yardım ettim. Adamın kaçtığını göre göre izin mi verseydim. " Hâlâ yardım diyor ya! Sanane ulan sanane! Sen niye her boka maydanoz okuyorsun. Lan sen izinli değil misin? Siktir git iznini kullansana! Kaçarsa kaçsın, yakalarlardı! Sen niye karışıyorsun narkotiğin işine. Lan! Lan hadi bir bok yiyorsun karışıyorsun!" Adam hızla kalktı yerinden. Artık sinirinden kalbi sıkışmaya başlamıştı. Yumruklarını masaya vurarak ve bağırarak konuştu yine. " Lan geri zekalı manyak! Adamı niye vuruyorsun?! Hadi vurdun.! Neden bacağından vurmuyon lan, itoğlu?" " Ayıp oluyor ama müdürüm. " " Siktirme lan ayıbını! Adamı göğsünden vurmuşsun. Yoğun bakımda ölüm kalım savaşı veriyor. Ölürse ağzına sıçacaklar haberin yok! Adamların aylardır planladığı operasyonun içine şıçtın. Adam teslim olup herşeyi anlatacağım derken PAT! Bir bakıyorlar yerde. Niye? Çünkü gereksizin biri burnunu her boka sokuyor." Yanında ki Cenk' in sesini duydu adam. " Tamam Alpo. Bu sefer senden kurtulacak. Şıçtın oğlum. " Sinirle baktı yanındaki arkadaşına. Bir anda önündeki sehbanın üzerine atılan kalın dosya ile önüne döndü. Bir dosyaya birde onu oraya atan müdürü Sezai'ye baktı. " Hakkındaki şikayetler ve eleştiriler. Buraya kadar! AL-PO! " Dedi yine alayla. " Senden kurtuluyorum. Meslekten uzaklaştırma aldın. " Ayağa fırladı adam. " Ne? Ne demek bu? Ne uzaklaştırması.? Ne zaman oldu bu? " " Senden o kadar bıktılar ki sen binaya gelene kadar kestiler hesabını. Oh be! Bir ay görmeyeceğim seni. Bir ayın sonunda görevden ihraç edilecen büyük ihtimalle. " " Neh? Şaka yapmayın müdürüm." Adam tekrar yerine oturup bir sigara yaktı. " Şaka falan değil Alparslan efendi! Defterini dürdüler. Yukardakiler ihracını istiyor. Hemde çok ciddi şekilde. Kellen koltukta." " Bu çok saçma müdürüm. Bu haksızlık! Ben mesleğimi severek özveriyle yapan biriyim. Yapılamayacak içinden çıkılamaz denen bir çok görevden alnımın hakkıyla çıktım. Hemde genç yaşta. Deneyimli arkadaşlardan bile daha başarılı olduğum oldu." Adam duruldu. Haklıydı Alparslan. Ama ayarı yoktu. Aklına eseni yapması kural nizam tanımaması onun için eksi puandı. " Haklı olman değil haklı kalman önemli. Burnunun dikine gidersen olacağı buydu Alparslan. " Dedikten sonra masadan eline aldığı kağıdı adama uzattı. Alparslan ve Cenk kağıdı okurken, " Altındaki isme ve imzaya bak! " Dedi. Cenk'in sesi duyuldu o an. " Hasssiktiiir!! Pa-pardon müdürüm." Diyen Cenk'ti yine. Alparslan kendini koltuğa bıraktı. Omuzları düştü. Bu adamlar ve durum gerçekten çok ciddiydi. Çok sevdiği mesleğine veda etmek zorunda kalabilirdi. Sesi soluğu kesildi adamın. Âsiliğinin bir gün başına dert açacağını biliyordu ama bu kadar erken olacağını tahmin etmemişti. O sırada duyuldu müdürünün telefonu. Adam homurdanarak attı elini cebine. Telefonu çıkarırken bu kez kim bakalım. Dedi sinirle Alparslan'a bakarak. Ama ekranı gördüğü anda dondu kaldı. Saniyeler sonra telefonu kulağına dayayıp, " Buyrun efendim! " Dedi. Koltuktaki iki adam anında müdürlerine döndü. Bu adamın saygıyla konuştuğu kimdi. " Tamam efendim. Hemen geliyorum." Telefonu kapatıp kapıya yürürken işaret parmağını adamlara doğru sallayarak, " Ben gelene kadar çıkmayın burdan!" dedi ve gitti. |
0% |