Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 10 Urla'ya

@azamet_29_2

" Nereye gidiyoruz dedim."


" Sana söyleyeceğimi mi sanıyorsun? "


Bunada sessiz kaldı kız. 

Derin bir nefes alıp yan cama çevirdi gözlerini. O anda jeepin yoldan çıktığını farketmesiyle birlikte gözlerini adama çevirdi.


" İzmir dikkat et! "


Bir anda direksiyona sarılan kızla frene asıldı Alparslan. Aynı anda yolun sağındaki boşluğa çekti aracı.


" Kahretsin! " dedi kendine gelirken.


Kız korkuyla konuştu. 


" Kaza yapacaktık neredeyse! "


Alparslan gözünün üzerine sızan kanı sildikten sonra elini alnına bastırdı. Ardından koluna baktı yeniden. Kısa bir an kendinden geçmişti.


" Yer değişelim." Dedi kız bir anda.


Endişeliydi. Adam kıza bakıyordu kız adama.


" İyi değilsin. Ben kullanayım.

İlk istasyonda yaralarına bakalım. Bu şekilde devam edemezsin."


" Gerek yok."


" Artislik yapma işte.

Ben kullanayım diyorum." 


" Sana güvenmiyorum! "


Adam sinirle kız ise hem sinirli hem mahçup baktı. Sonra da bir anda kapı koluna sarıldı.


" Yer değişmiyorsak yürüyerek giderim."


Bir anda kızın kolunu tutan adam kızı hızla geriye çekip,


" Otur yerine baş belası."


Birinci vitese taktı arabayı. Gaza yüklendi.


" İlerde dinlenme yeri var. Orada mola verip sonra devam ederiz."


Diyerek dahada bastı gaza. Bir yandan hırlayarak konuşuyordu.


" Senin kafanı sikeyim Alparslan.

Bok mu vardı da karıştın narkotiğin işine. Şimdi böyle kafan yarık gezersin işte. Kız değil baş belası."


Kızın canı sıkıldı duyduklarına ama yapacak birşey yoktu. Alparslan haklıydı hem söylediklerinde hem kendisine güvenmemekte. Alparslan'ın kafasına vurduğu sahne gözlerinin önünde canlandı yeniden. Adamın kafasına geçirdiği kütüğün hatrı uzun süre devam edecekti.


O an Mark'ın kendini nasıl kandırdığını düşündü. Nasılda iyi numara yapmıştı. Nasıl kandırmıştı kızı. La*et olsun dedi içinden. Peki Mark ne zamandır onlara çalışıyordu. Kaç yıldır. Kaç yıldır oyuna geliyordu. Bir anda aklına geldi. Mark'ın adım adım kendisini takip etmesini bizzat kendi sağlamıştı. Patronları babasını Mark kızı takip ediyordu.

Geriye yaslanıp bir eliyle alnını ovalarken diğer eli tavşanını sıkıyordu. Derin bir nefes alıp verdi. Göz ucuyla adama baktı yeniden.


" Nereye gidiyoruz söyle artık. Bu saaten sonra senden başka kimseye güvenemem zaten."


Derken stresli, elindeki tavşanın kulaklarıyla oynuyordu bu kez. Artık kabul etmişti. Alparslan kızgın bir bakış attı kıza. Ardından,


" Lûtfedersiniz hanfendi."


Dedi. 


" Bundan sonra söylediklerimin dışına çıkmayacaksın."


Kız içten içe sinir olsada sustu.


" Urla'ya gidiyoruz."


" Urla'ya mı? "


" Bir süre kalacağımız bir eve.

Zaten bir hafta da işi çözer bizimkiler. Bizi de bulurlar.

Sonrasına da sonra bakarız."


" Tamam." dedi kız uslu uslu.


Göz ucuyla dışarıyı izleyen kıza baktı Alparslan bu haline şaşırsada belli etmedi. Beş kilometre sonra gördükleri dinlenme yerine yaklaşan araç yavaşlayarak içeriye girdi.

Yine dikkat çekmemek için en kuytu ve ağaçlık yere çekti arabayı Alparslan.


İnsanlardan ve yoldan en uzak noktaya. Motoru stop edip anahtarı aldı. Kıza hâlâ güvenmiyordu.


Arabadan inen Alparslan yan taraftan arkaya dolaşırken Nisan sadece izledi. Jeepin arkasına geçti adam. Bagajı yukarı doğru açıp arkadan ilkyardım çantasını ve iki küçük şişe su alıp bagajı kapatarak tekrar öne geçip şoför koltuğuna oturdu. Suyun birini kızın kucağına birini ön göğüse bıraktı.


Ardından kucağına koyduğu çantayı açıp içinden pamuk ve baticon çıkardı. Baticonu pamuğa döküp aynaya bakarak alnındaki yarayı temizledi önce. Ardından küçük bir bandaj yapıştırıp çantanın içindeki ağrı kesiciden bir tane alıp ağzına attı. Az önce göğüs üzerine bıraktığı suyu alıp içerek ilacı yuttu. Sonra suyu bırakıp kolundaki yaraya baktı.


" Şerefsizin piçi."


Diye hırlayarak kucağındaki ilkyardım çantasını göğüs üzerine kaldırdı. Elleri üzerindeki gömleğe gitti. Düğmelerini bir bir açtıktan sonra öne eğdiği bedeniyle sol kolunu gömlekten çıkardı. İkinci bir baticonlu pamuk hazırlayarak kolundaki yarayı temizlerken kızı duydu.


" Yardım edeyim mi? "


" İstemez. 

Gölge etme yeter." 


Kız dişlerinin arasından homurdanırken Alparslan koluna sargıya geçti. Sargı bezinin bir ucunu dişlerinin arasına alıp boştaki eliyle sardı sargı bezini yaraya. Sonra da makasla kesip yine dişlerinin yardımıyla bir düğüm attı. Ardından önce gömleğini giydi ve düğmeleri ilikledi. Sonrada ilk yardım kutusundaki antibiotiği hazırlayıp enjektöre çekti.

Kızın şaşkın bakışları arasında bir anda sağ bacağına sapladı. Kıza yaptığının aynısını yapıyordu. İlacı bacağına enjekte ederken yüzünde mimik oynamadı.


" Sürekli böyle eczane gibi mi gezersin sen? "


Göz ucuyla kıza bakıp kutuyu kapayarak arka koltuğa bıraktı adam.


" Bana birşey olursa sana bakıcılık yapacak kimse olmaz. O yüzden kendimide korumak zorundayım."


Dedikten sonra anahtarı cebinden çıkarıp kontağa taktı. Motoru çalıştırıp geri vitese taktı arabayı ve gaza bastı. Bulundukları yerden geri geri çıkıp yarım daire çizdikten sonra ileri vitese aldı arabayı. Tekrar gaza bastı. Yeniden yola çıkıp trafiğe girdi.


&


Aradan bir saat geçmiş nihayet İzmir'in Urla ilçesinin sınırına gelmişlerdi. Ama merkeze ilerlemedi adam. Sağa, sahile yakın yola saptı. Bir süre daha yol aldılar. Sonunda altı lokanta üstü küçük bir pansiyon olan yerin önünde durdu araç. Camı aşağı indirip bir süre pansiyonu izledi. BİZİM PANSİYON RESTORAN yazısında gezdi gözleri. Kız Alparslan'ın baktığı yere doğru eğilerek,


" Ne oldu neden durduk. 

Geldik mi? " 


" Hayır, gelmedik." 


Dedi adam. Camı kapatıp ardından gaza basarak yola devam etti. Bir süre daha Alparslan aracı sürdü kız yanından geçtikleri müstakil evlerin arasından görünen denizi izledi.


Sessizdi. Düşünüyordu. Türkiye ye gelmeden önce yaptığı planları, yardım istediği arkadaşı sandığı Mark'ı, yaşadıkları patlamayı ve Karagöz dediği Cenk'i ve bir kaç saat önce yaşananları..


Başına saplanan ağrı ile elini şakağına bastırdı yeniden. Bu ağrının geçeceği yoktu. Dolmak isteyen gözlerine izin vermedi.


O sırada kızı izleyen adam bir yüzüne birde yeni fark ettiği kan olduğu belli olan ıslak tayta baktı. Kızın dikişli yarasından kan sızıyordu. Belki de dikiş açılmıştı.


" İyi misin? " 


Dedi soğuk sesiyle.

Cevap vermedi kız. Sadece önüne dönüp gözlerini kapatarak ağrının bir an önce geçmesini umdu. Bir süre sonra fark etti ki aynı yollardan geçip duruyordu araç.


" Neden aynı yerlerde turluyoruz."


" Tedbir için.

Birazdan varmış oluruz."


Denize yakın başka bir mahalleye geldiklerinde akşam üzeriydi. Kısa süre mahalle arası yolda ilerleyen araba eski taş bir evin önünde durdu nihayet. Evin etrafı yüksek duvarlarla çevrili ve içerisi görünmüyordu. Kız etrafa bakarken Alparslan inip evin avlusuna açılan üç metre yükseklikteki iki kanatlı demir kapıyı iki yana açıp tekrar bindi arabaya.

Gaza basıp aracı evin avlusuna aldıktan sonra motoru durdurup kontağı kapatıp tekrar indi.



Demir kapıyı kapatıp arkadan sürgülüyerek kilitlerken kızda arabadan iniyordu.


" Şimdi nereye geldik."


Derken evin dışını inceledi.


" Efes harabelerini hatırlatıyor burası bana."


" Kusura bakmayın Nisan hanım. Sizi lüks otellerde ağırlamak isterdim lâkin anında bulunuruz.

Bizi bulamayacakları tek yer burası olduğu için burada kalacağız bir süre."


Diyerek tahta kapıya yürüdü. Kız da acısı yüzünden dişlerini sıktığı yaralı bacağıyla aksayarak arkasından ilerledi. Alparslan eski yeşil kanatlı kapının bir kanadını açıp içeriye girdi. Nisanda peşinden...


Dışı eski görünen ama içi fena sayılmayan ev küçük bir salona hemen yan tarafta bir mutfağa üst katta iki odaya sahipti.


Kız göğsüne yasladığı tavşana sarılarak etrafını incelerken adam,otur diyerek yeniden çıktı evden. Az sonra elinde on kadar poşetle geri geldi.


" Alışveriş mi yaptın?

Ne zaman? "


Alparslan duymazdan gelip mutfağa döndü yönünü. Elindekileri mutfağın ortasındaki masaya bıraktı. Ardından yeniden çıktı evden. Bu kez elinde Bond bir çanta ve ilkyardım çantasıyla geldi. İki çantayı salondaki eski tahta masanın üzerine bıraktı. Ardından kapıyı içerden kilitleyip üst kata yöneldi. Adam sürekli hareket halinde kız ise onu izliyordu. Yolda neredeyse bayılacak gibi olan adam şimdi hiç bir şey olmamış gibi sağlamdı.


&


Yukardan aşağı indiğinde üzerindeki kanlı kıyafetler değişmiş siyah bir eşofman takımı giyinmiş elinde gri renkte eşofman takımı ile geldi. Elindekini salondaki koltuğa bırakıp,


" Kıyafetlerini değiştir yarana bakalım. Kanıyor."


Diyince kız başını öne eğdi. Uzun penyenin ucunu kaldırıp acısını hissettiği yaralı bacağına baktı. Tayt siyah olsada belli oluyordu ıslaklık. Koltuktaki eşofmanları alıp tavşanını koltuğa bırakıp,


" Bu evde banyo var mı? " Diye sordu.


" Merdivenin altında. "


Cevabıyla elinde eşofmanlarla birlikte banyoya ilerledi. İçeriye girip kapıyı örttü. Üzerindeki kıyafetleri çıkardı önce. Alparslan'ın dediği gibi yarası kanamış sargının bir kısmı kan kırmızıydı. Elindekileri kirli sepetine attıktan sonra eşofmanları giyerek elini yüzünü yıkayıp kuruladı ve banyodan çıktı.


Uzun kollara ve paçalara baktı. Eşofmanın adama ait olduğu gün gibi ortadaydı. Paçalarını tutup yukarıya çekerek yürüdü aksayarak. Koltuğun yanına gelirken,


" İzmir'in her yerinde bir evin olabilir mi? Gittiğimiz her evde kıyafetin olduğuna göre öyle olmalı."


Arkasını döndüğünde adamla burun buruna geldi. Anlık korkuyla geriye sendeleyince Alparslan tuttu kolundan.


" Otur."


Saniyelik bakışlardan sonra, 

" Ben yaparım." dedi kız elindeki ilk yardım çantasına uzanarak.

Adam baskın ses tonuyla tekrar etti. Otur!


Sessiz kalıp söylediği şeyi yaptı kız. Bugün yeterince yormuştu adamı. Gerileyip oturdu. Eşofmanın geniş paçasını yukarıya doğru sıyırdı. Alparslan elindeki çantayı açıp koltuğa bıraktı. Ardından bir dizi üzerine çöktü. Kanlı sargıyı yavaşça acarken kızın gözleri adamda, yüzünü izliyordu. O sırada yeniden gördü başındaki küçük bandajı.


Yaptığı şeyi hatırlayınca rahatsız oldu daha doğrusu vicdan azabı duydu. Kendi kendine kızarken Mark'a küfürler savurdu. Şuan onunla normal konuşsada aralarındaki ilişki bugün değişmişti. Yine de bir tarafı Mark'ın ölüp ölmediğini merak ediyordu. Aptal Nisan aptal! Dedi içinden. İzlediği Alparslan sargıyı çıkardığında şöyle bir bakıp,


" Sadece kanamış. 

Dikiş iyi durumda. Buradayken çok hareket etme de kaynasın."


" Sen nasılsın? " 


O an duyduğu kısa cümle ile saniyelik şaşırarak durdu adam.

Bu ukaladan beklediği bir cümle değildi. Gözlerini kaldırıp kızın gözlerine baktı bir kaç saniye. Tekrar önüne döndüğünde,


" İyi." Dedi kısaca. Çantadan baticon ve pamuk çıkarırken devam etti,


" Neden sordun. Acıdın mı bana?

Yoksa vicdan azabı mı çekiyorsun?"


Kız sessiz kalırken Alparslan yarayı pansuman ediyordu. Sonra yeniden sardı. Yerinden doğrulurken kısa bir bakış attı üzgün gözlere. İlkyardım çantasını kapatıp salondaki küçük kitaplığın üzerine kaldırdı. Giriş kapısının arkasına yürüyerek elektrik sigortalarını açtıktan sonra mutfağa girip masanın üzerine bıraktığı poşetlerin içindekileri dolaba yerleştirmeye başladı. Bir yandan salona doğru konuştu.


" Bir süre bu evde kalacağız. Bu süre boyunca evden ve sözümden çıkmak yok!

Şimdi! 

Bir şeyler yiyelim sonrada dinlenelim.

Makarna ve tavuk seversin herhalde.

Sevmesende başka seçeneğin yok."


Durdu bekledi. Karşı taraftan ses gelmeyince,


" Beni duydun mu? "


Diye tekrar etti. Yine ses gelmeyince mutfaktan salona bir bakış attı. Kız büyük koltuğa kıvrılmış yorgunluktan uyuya kalmıştı.


Alparslan elindeki paketleri bırakıp salona geldi. Ayakta bir süre kızı izledi. Uzun zamandır koltuğun kolcağında katlı duran battaniyeyi alıp açarak kızın üzerine örttü. Ardından yine yüzünü izledi bir süre. Allah var güzel kızdı. İri mavi gözleri dolgun dudakları, güzel bir vücudu vardı. Görünüşünün aksine huyu kötüydü. Aksi, ukala, sinir bozan, her fırsatta insanı canından bezdirebilen bir kızdı.

Kollarının arasındaki sıkı sıkı sarıldığı küçük tavşana baktı adam. Aynı zamanda annesini özleyen biri...


*****


Hızlı nefesler eşliğinde uyandı kız. Gördüğü kabusdu nefesini kesen. Peşinden koşarak gelen Mark'ın kendisini öldürmeye çalıştığını gördüğü kâbus.


Elini kalbinin üzerine koydu. Kulaklarına tırmanan atışlarını sakinleştirmeye çalıştı. Ama olmadı. Alnında boncuk boncuk ter vardı. Zihni bulanık elleri titriyordu. Arka arkaya yaşadığı şeyler psikolojisini etkilemişti anlaşılan. Yada...


" Olamaz! " dedi. 

"Yine mi? "


Bu kâbus yüzünden olan bir şey değildi. Zar zor doğrulup yerine oturdu. Havaya kaldırdığı ellerine baktı. Hâlâ titriyorlardı ve terliyordu. Etrafına bakındı hemen. Gözü İzmir dediği adamı aradı ama kimse yoktu. Mutfaktan gelen sesler Alparslan'ın mutfakta olduğunu söylüyordu.


" İzmir! " Dedi yüksek olduğunu sandığı sesiyle. Ama duymadı adam.


Yeniden bağırdı. " İzmir! "


Yine olmadı. Yine duyuramadı adama sesini. Çaresiz yerinden kalkıp sendeleyerek yürümeye başladı. Bir ara düşecek gibi olunca masadan tutundu. Hızlı hızlı nefes alıp verdi dinlenirken. Ardından yerinde doğrulup yardım istemek için mutfağa yöneldi. Daha kötü olmamak için acele ediyordu. Yürürken bir anda ayakları birbirine dolanınca tökezledi. Tutunduğu sandalye ile birlikte düştü dizlerinin üzerine. Elleri yerde kaldı önce. Kendini toparlamaya çalışırken çıkan gürültü yüzünden mutfaktan fırladı adam. Önce boş koltuğa sonra yerdeki kıza baktı. Yanına koştu. Bir dizinin üzerine çöktü.


" Nisan! " Dedi panikle eli kızın kollarında.


" İyi misin? 

Ne oldu, neden yerdesin? "


Nisan başını kaldırıp adama baktı.

Kızın terleyen yüzünü ve titreyen ellerini gördü Alparslan. Hızlı hızlı aldığı nefeslerini duydu. Bir kaç saniye sonra panikleyerek sordu.


" Şeker hastasımsın? 

Şekerin mi düştü? "


Kız konuşamadı, başını salladı sadece.

Ayağa kalktıp kızı kollarından tutarak kaldırıp kucaklayarak koltuğa getirdi.


" Kıpırdama sakın."


Hızlı adımlarla mutfağa dönerken Nisan geriye yaslanıp başını arkaya bıraktı. Kapalı gözleriyle nefesini düzenlemeye çalıyordu. Bir dakika sonra Alparslan elinde ılık şekerli su ile geldi. Kızın yanına oturup elini sırtına dayayarak doğrulmasına yardım ettikten sonra bardağı uzatarak,


" İç şunu iyi gelecek."


Dedi. Kız titreyen elleriyle bardağı tuttu. Dudağına doğru getirdi. İçmekte zorlanınca Alparslan tuttu titreyen elinin üzerinden. Yardım etti içmesine.


" Korkma birazdan daha iyi hissedeceksin."


Kız suyun hepsini yavaş yavaş içip bitirdi. Alparslan bardağı alıp yandaki sehbahaya bırakırken kız parmaklarını birbirine geçirip sıkarak gözlerini kapattı. Geriye yaslandı.


Sessiz geçen dakikalardan sonra ilk konuşan Nisan oldu.


" Nasıl anladın? " 


Dedi gözlerini aralayarak. Hâlâ yanında oturan Alparslan,


" Aynı şeyi daha öncede gördüm.


Son zamanlarında babamda aynı şekilde rahatsızlanmaya başlamıştı.

Hipoglisemi demişti doktoru. Senin gibi ataklar geçirdi bir kaç kere. Zihnime o kadar kazınmış ki seni öyle görünce aklıma ilk gelen bu oldu.


Ne zamandan beri var? Devamlımı oluyor? "


Başını iki yana salladı Nisan.


" Ara ara oluyor. 

Ama uzun zamandır yoktu."


" Neden daha önce söylemedin?

Hakkında herşeyi söylemen gerekiyordu."


Sessiz kaldı kız. O sırada burnuna gelen yemek kokusuyla midesi guruldamaya başlayınca konuşmada bitmiş oldu. Zihnindeki herşey bir anda duman gibi dağılmış yerini açlığı almıştı. Enson kahvaltı yapmıştı onda da bir kaç lokma yemişti sadece. Olacakları bilse daha fazlasını yerdi. Yavaşca yerinde doğrulurken midesi yeniden guruldayınca,


" Midenden gelen seslere bakılırsa daha iyisin. Hadi kalk.

Bir kaç lokma birşey ye. Daha hızlı toparlarsın."


Adam ayağa kalkarak elini kıza uzattı. Nisan bir önündeki ele bir üzerindeki gözlere baktı. Uzanan eli tuttu kararsız. Yerinden kalkarken,


" Teşekkür ederim." Dedi


Birlikte mutfağa girdiklerinde gördüğü masa ile şaşırdı. Burnuna gelen kokuyla uyumlu güzel bir yemek vardı tabaklarda. Soya soslu tavuklu makarna. Adama döndü.


" Oooo. Sen yemek yapabiliyormuydun ya?

Tipine bakınca hiç anlaşılmıyor."


Gözlerini devirdi adam. Anında eski Nisan'a dönüşmüştü.


" Anlaşılan düzeldin.

Ne olursa olsun ukalalığından taviz vermiyorsunya valla takdir ediyorum seni. Neysem oyum diyorsun."


Kız omuz silkip eski masanın önündeki eski sandalyeye geçip oturdu. Eline aldığı çatalla tabağa girişti. Ağzına aldığı tavuk ve makarnayı bir tur çevirip çiğnedi çiğnedi ve yuttu.


" Imm? 

Güzell!

Otursana niye bekliyorsun? "


Alparslan yeniden devirdiği gözlerle ya sabır. Dedi içinden. Masa önündeki diğer sandalyeyi çekip oturarak çatalı eline aldı. Tabağıdaki yemeği yemeye başladığında kız surahide ki suyu önündeki iki bardağa koyarak birini adamın önüne bıraktı. Ardından hızlı hızlı yemeye devam etti. Dakikalar sonra kız geriye yaslanıp ellerini göbeğine koydu. Doymuş gözü açılmıştı resmen.


" Eline sağlık İzmir. 

Baya baya güzel olmuş. "


Elindeki çatalı bırakıp geriye yaslanan Alparslan,


" Afiyet olsun." 


Adam kıza, kız önüne bakıyordu. Yerinden kalktı Alparslan. Tezgah üzerindeki sigara paketini alıp içinden bir dal çıkardı ve dudağına bıraktı. Ocağın yanındaki çakmağı alıp yaktıktan sonra derin bir nefes çekti ve bıraktı. Ardından paketi kızın önüne bıraktı. İhtiyacı olduğunu düşündü. Kız paketi görmezden gelip bir süre daha hareketsiz kaldı.


Aklındakini adama söyleyip söylememekte karars

ızdı. Eh gururuda engel oluyordu tabi. Yine de derin bir nefes alıp verdi. Söylemeyi borçlu olduğunu düşündüğü cümleyi söyleyecekti adama. Başını kaldırıp gözlerini Alparslan'ın gözlerine dikti.


" İzmir. " Dedi.


" Hımm." Dedi adam duyduğu İzmir kelimesi yüzünden yine gözlerini devirerek.


" Sen sigara mı içiyorsun? "

Loading...
0%