Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Bölüm 11 Beklenmeyen

@azamet_29_2


Aklındakini adama söyleyip söylememekte kararsızdı. Eh gururu da engel oluyordu tabi. Yine de derin bir nefes alıp verdi. Söylemeyi borçlu olduğunu düşündüğü cümleyi söyleyecekti adama. Başını kaldırıp gözlerini Alparslan'ın gözlerine dikti.


" İzmir. " Dedi.


" Hımm." Dedi adam duyduğu İzmir kelimesi yüzünden yine gözlerini devirerek.


" Sen sigara mı içiyorsun? "


Teşekkür ederim demek istiyordu oysa.


" Hani görevde içmiyordun." diye yapıştırdı devamını.


" Bunu demeyecektin heralde. "


Kız saniyelik bakıp kendini toparlamaya çalışarak,


" Ah!

Yok! Ben şey diyecektim..

Şey yani.."


Zor geldiği için bocalıyordu. Derin bir nefes aldı. Gözlerini ve başını devirdi.


" Teşekkür ederim. "


Dedikten sonra nefesini verdi. Çok zor bir şeyi başarmış gibi rahatlamıştı.


" Ne için? " Dedi Alparslan.


Bilerek yapıyordu. Kızın bunalmasından zevk alır gibiydi hâli.


Ayrıntıya girmeyeceğim. Ne için olduğunu biliyorsun işte. Adama istediğini vermeye niyeti yoktu.


" Yorgunum, bacağım da acıyor, saat de geç oldu uyumak, biraz dinlenmek istiyorum."


Alparslan dudağındaki sigaradan bir nefes çekip üfleyerek konuştu.


" Üst kattaki odayı kullanabilirsin."


Masadan kalktığından beri gözlerini bir an olsun kızın üzerinden çekmemişti. Nisan masadan destek alarak kalkarken devam etti adam.


" Sigara içmiyor musun?

Bu kadar stresin üzerine paketi bitirirsin sanıyordum. "


Gözleri masadaki pakette,


" Sigaradan da alkolden de nefret ederim aslında."


Dedi kız kapıya dönerken.

Alparslan duydukları yüzünden şaşırmış elinde sigara kıza baka kaldı.


" Babam ikisini de kullanmama kızdığı ve izin vermediği için içiyordum. Ona inat yani."


Diyerek aksayan bacağıyla yürürken bir anda durdu. Başını önüne eğdi.


" İzmir...

Karagöz...

İyi midir?

Ölmemiştir değil mi? "


Sesi oldukça üzgün çıkmıştı.


" Bilmiyorum. 

Umarım ölmemiştir."


Canı sıkılmıştı adamın. 

Arkadaşının kurşunların arasında kalıp yere düşüşü ânı yeniden hatırladı. Başını önüne eğdi sonra. Dişlerini ve yumruklarını sıkarken gözlerini kapattı. Polisti Alparslan. Görevi kızı korumaktı oda görevi için Cenk'i geride bırakmak zorunda kalmıştı. Bir çok göreve katılmıştı adam. Yanında yaralanan arkadaşları da olmuştu, ölen arkadaşları da. Ama bir çokları gibi alışık değildi. Bu yüzdendi canının sıkkınlığı.


" Burada bizi bulamayacaklarına emin misin? "


Kızın diğer sorusuyla geldi kendine.


" Emin değilim. 

Sadece heryerden biraz daha güvenli."


" Tahmin etmiştim."


Dedi kız. Yürüdü merdivenlerin altındaki banyoya girdi önce. Yatmadan önceki işlerini halledip ellerini yüzünü yıkadı. Askıdaki havlu ile kurulanıp çıktıktan sonra salon bölümüne geçip tavşanını bulunduğu yerden aldı ve basamaklara yöneldi. Yavaş yavaş bacağını zorlamadan üst kata çıkarken Alparslan arkasında onu izliyordu. Nihayet kata gelmek üzere bakarken iki oda karşıladı Nisan'ı.


Ee hangi odaydı. Sağ taraftaki mi sol taraftaki mi? Dedi kendi kendine bir kaç basamak kala. Biraz düşündükten sonra sağ taraf dedi kafadan sallayarak. Basamakları bitirip sağ taraftaki odaya yöneldi. Kapıyı açıp içeri baktığında yanıldığını anladı. Alparslan'ın üzerinden çıkardığı kıyafetleri yatağın üzerindeydi.


" Yanlış oda. Orası benim odam. "


Diyen adamı duyunca geriledi kız. Arkasına baktı. Alparslan elinde su şişesi ve bardak kıza bakıyordu.


" Ay ne bileyim. 

Söylemediğin için direk girdim."


Alparslan kıza doğru yürüdü. Yanında durup diğer odanın kapısını açtı.


" Burası senin." 


Dedikten sonra içeriye girip ışığı yaktı ve elindekileri komodinin üzerine bıraktıktan sonra dolaptan kalın bir battaniye çıkararak yatağın üzerine bıraktı. Kapıdan çıkarken,


" İyi geceler." Dedi ve kendi odasına geçti.


Kız arkasından kısa bir bakış attıktan sonra odaya girdi. Önce sade olan odanın içine göz gezdirdi. Bir dolap bir yatak eski bir kanepe bir komodin ve küçük bir şifonyer vardı odada o kadar. Derin bir nefes alıp verdikten sonra ışığı kapatmadan yatağın yanına geldi ve battaniyeyi açıp yatağa oturdu. Yorgundu hemen uyumak istiyordu. Işığı kapatmadan zor olacaktı uyumak ama olanlardan sonra karanlıkta uyuma fikri hiç iyi görünmüyordu. Öylece yatağa bıraktı kendini. Battaniyeyi de kafasına kadar çekti. Bir kaç dakika sonra patladı içindeki volkan... Saatlerdir tuttuğu gözyaşları kirpiklerinden taşıp yanaklarına doğru akmaya başladığında elindeki tavşanı göğsüne bastırdı iki eliyle. Annesine sarıldığını hayal etti. Annesinin göğsüne sindiğini. Kolları arasında olduğunu..


Olan biten herşey yeniden ve yeniden zihninin içinde dolaştıkça korkusu, endişesi, üzüntüsü ve pişmanlığı birer kayaya dönüşüp kalbinin üzerinde sıralanmıştı sanki. O kadar fazla ağırlık hissediyordu kalbinde.


Sıkışan kalbî ve karma karışık olan aklı yüzünden doğru düzgün düşünemiyor sadece arka arkaya gelen kesik kesik görüntülerle bir şimdiki zamanda bir geçmişte buluyordu kendini.


Uzun zaman önce babasının yanından annesinin yanına kaçmak için ince ve kusursuz bir plan yaptığını sanarken yanlış insanı ortak etmişti planlarına. Mark'ı...


Nereden bilebilir onun da babasının peşindeki adamlardan biri olduğunu. Demek ki Nisan'ın ondan yardım istemesinden önceye dayanıyordu bu iş. Yani uzun zamandır takibindeydi kız.


Diğerleri oteli havaya uçurup babasının peşine düşerken Mark'ta Nisan'ın peşindeydi. Nisan kendisini takip edişine bizzat yardım etmiş işini kolaylaştırmıştı. Peki ya fark etmeseydi. Ya Mark'la gitseydi. Şuan nerde ve ne durumda olacaktı kimbilir.


Senin kafana sıçayım Nisan. Sen su katılmamış bir aptalsın.


Dedi ve ağlamaya devam etti. Tâki sızana kadar. Gözleri kapanıp daldığında durdu akan gözyaşları.


*****


Aradan dakikalar geçti. Hatta saat. Battaniyenin altında yavaş yavaş kıpırdanmaya başladı kız. Huzursuz uykusu yüzünden kaşları çatılmaya dişlerini sıkmaya başladı.

Mırıltılı sesiyle birşeyler söyledi anlaşılmayan. Boncuk boncuk terler dizilirken alnına battaniyeyi sıkan elleri yumruk oldu. Kesik kesik nefeslerine yine sesi eşlik etti. Bu hâli bir süre daha devam ederken iyice kıpırdandı huzursuz.


Tam o anda çakan şimşekle birlikte korkarak attığı çığlıkla uyandı Nisan uykusundan. Yerinden doğruldu. Kanter içinde nefes nefeseydi. Eli kalbinin üzerinde eşofmanı sıkıyordu. Dakika geçmedi kapıdan elinde silah Alparslan girdi içeriye. Kızın çığlığını duyunca uyku sersemi eve giren biri olduğunu düşünmüştü ilk olarak. Yastığın altında ki silahı kaptığı gibi yataktan fırlayıp kendi odasından kızın odasına geçmişti.


Kız elleri kalbinin üzerinde nefesini düzenlemeye çalışırken buldu kızı. İki adımda yatağın yanına geldi.


" Nisan? " Dedi endişeli.


Kız kanter içinde kalmış korkuyla göz bebekleri büyümüştü. Silahı yatağın üzerine bırakıp komodinin üzerinden su şişesini alıp bardağa koyarak kıza uzattı.


" İç şunu. "


Dedi yatağa oturarak. Kız uzatılan bardağı titreyen eliyle alarak zorlukla da olsa içti sudan. Adamın mavileri kızın üzerinde,


" Daha iyi misin? 

Ne oldu neden bağırdın. 

Kâbus mu gördün, o yüzden mi? "


Nisan dudağındaki bardağı önüne indirdi. Küt küt atan kalbinin sesi hâlâ kulaklarında,


" Rüya gördüm. Daha doğrusu kâbus."


Derken hâlâ etkisinde olduğu belliydi.


" Korkma sadece kâbustu."


O anda bir şimşek daha çakınca bir anda yerinde sıçradı kız yine. Korkmuştu.


" Sadece şimşek korkma. 

Yağmur başladı. " 


Kız sessiz kendine gelmeye çalışırken,


Alparslan tekrar sordu.


" Daha iyisin değil mi?"


Başını salladı kız. 


" O kadar gerçekçiydi ki. "


"Anlatmak istemisin? "


Kız başını kaldırıp adamın mavi gözlerine baktıktan sonra tekrar önüne, elinde tuttuğu bardağa indirdi gözlerini.


" Karanlık ıslak bir asfaltta ve yağmurun altında yürüyordum. Etrafımda hiç kimse, hiç bir şey yoktu. Boş ıssız bir sokak.


Yürüdükçe yağmur hızını artırmaya başlarken bir anda bir kapı belirdi önümde. Geri çekildim nereye ait bir kapı diye baktım. Küçük kulübe benzeri bir yerdi ve kulağıma gelen dalgalı sesleri vardı. Sahilde bir balıkçı barınağı diye düşündüm. Yağmurdan korunmak için içeriye girdim. Çünkü ıslaktım ve üşüyordum. İçerde küçük bir soba gördüm yanan. Kurumak ve ısınmak için sobaya yaklaştım. Ellerimi sobaya uzattım. Avuç içlerimin ısındığını hissettikten sonra sıcak avuç içlerimi kollarıma götürüp kendimi ısıtmaya çalıştım. Ardından sesler duydum. Dışarda birileri vardı. Korktum.


Onlar içeriye girmeden ben çıkıp kaçmak istedim. Hemen kapıya yöneldim tam açmıştım ki karşımda onu gördüm. Mark'ı..


Karanlıkta yağmur altında üstü başı kandı. Gözleri öfke saçıyordu. Korktum. Geri geri yürüyerek yeniden içeriye girmek isterken bir şeye çarptım. Korkarak arkama baktım hemen. Ama... Ama arkamda."


Dedi kız ağlamaya başlarken.


Karagözdü. Ölü bedeni ayakta tam karşımdaydı. Gözlerinin karası tamamen beyaz olmuş bana bakıyordu. Korkudan kalbim duracak sandım. Bağırdım. İzmir diye bağırdım. Ama sesim çıkmadı. Sonra...

Sonra bir anda gözlerini açınca çığlık attım. Uyanmasam kesin korkudan ölmüş olurdum.

Başı önünde ağlamaya devam etti kız.


" Benim yüzümden öldüler. Hadi Mark haketti. Ama Karagöz...

O benim yüzümden..."


Yutkundu Alparslan. Birşey diyemedi. Cenk'in ölüp ölmediğini bilmiyordu.

Kızın elinden bardağı alıp komodinin üzerine bıraktı.


" Korkma sadece bir rüya.

Hadi yat ve uyumaya çalış. "


Dedi omuzlarından bastırarak yatırırken.


" Sabah daha iyi hissedeceksin."


" Normalde korkmam ama bu kez..."


" Açıklama yapmana gerek!

Normal davranmadığının farkındayım."


Yerinden kalkarak silahını alıp belinin arkasına taktı adam. Ardından battaniyeyi kızın üzerine örttü. Yerinde doğrulup ıslak gözlerine baktı bir süre. İkiside sessizdi.


" Yanında kalmamı ister misin? "


Kız battaniyeyi burnuna kadar çektiğinde sadece gözleri dışarda başını aşağı yukarı salladı evet anlamında.


" Tamam." Dedi Alparslan. Hızlı şekilde odasına gidip elinde battaniye ve yastığı ile geri geldi. Eski kanepenin üzerine koydu yastığını. Silahını altına koyarak uzandı ve battaniyeyi üzerine örttü.


*****


Sabah bacağındaki sızıyla uyandı kız. Yerinden yavaşça kalkıp yan taraftaki kanepeye baktı önce. Alparslan çoktan kalkmıştı.


Yerinde doğrulup yüzünü sıvazladı önce. Ardından tarak gibi kullandığı parmaklarıyla saçlarını geriye doğru bir kaç kere tarayıp düzeltti. Yan tarafa dönüp ayaklarının üzerine kalktı. Zaten acıyan dikiş biraz daha acıyınca dişlerini sıkarak konuştu.


" Ne biçim şanstır bu ya.

Babamı kovalayıp beni vuruyorlar. "


Eşofmanın paçasını yukarıya kadar sıyırıp kontrol etti. Açıkçası sargıda kan görmeyi bekliyordu. Neyseki yoktu. İlk yardım çantasında ağrı kesicide vardır heralde diyerek çıktı odadan.

Merdivenlere yöneldi. Bir kaç basamak inip aşağıya doğru baktığında Alparslan'ı gördü banyodan çıkan. Üzerinde eşofman altı ve spor atlet duş almış saçlarını kuruluyordu. Önüne dönüp merdivenleri inmeye devam etti. Benim de bir duşa ihtiyacım var ama bu sargıyla na mümkün. Salona inip etrafa göz atarken, Alparslan'ın sesini duydu.


" Günaydın."


" Günaydın." dedi kız gözü hâlâ etrafı turlarken.


" Ne arıyorsun? "


" İlkyardım çantasını."


Dedi kız kitaplığın üzerinde gördüğü çantaya doğru ilerlerken. Çantayı alıp geri dönmüştü ki Alparslan ile burun buruna geldi.


" Yine mi kanadı."


" Hayır acıyor sadece. Pansuman yapıp ağrı kesici alacağım. "


Adam kızın elindeki çantayı tutup,


" Ver ben yapayım." Derken,


" Hayır gerek yok. 

Ben yaparım." 


Dedi kız çantayı geri çekerek.


" Peki, sen bilirsin.

Çay hazırlıyorum.

İşin bitince temizlenir gelirsin."


Omuzunda olan küçük havluyu alıp saçlarına attı ve kurulmaya devam ederek mutfağa yöneldi.


*****


Nisan bacağındaki sargıyı değiştirip aksaya aksaya mutfağa geçti. Elinde çantadan aldığı ağrı kesici de vardı.


" Dikişler nasıl." dedi Alparslan masadaki çay bardaklarını doldururken.


" İyi. De!

Ne zaman iyileşir? "


" Biraz zaman alır."


Masaya oturdu kız. İlacı masaya bırakıp önündeki kahvaltılıklara ve ortadaki omlete bakarken, adam baya yetenekli çıktı iyi mi? Elinden her iş geliyor. Dedi kendi kendine. Alparslan da kendi sandalyesi geçip oturdu.


" Hadi başla.

Çabuk iyileşmek istiyorsan yemelisin."


Kısa bir sessizlikten sonra önündeki kahvaltılıklardan birer lokma almaya başladı kız. Bir yandan da bulunduğu küçük mutfağı inceliyordu. Üst katta bulunan odalardaki gibi buradaki eşyalarda eskiydi. Fırınlı ocak, bulaşık makinesi, buzdolabı, özelikle masa ve sandalyeler. Hatta dolaplar. Hemen arkasında bulunan dolaba çevirdi gözlerini. Eski model dolap yerden tavana kadar, yeşil renkli ve her kapağına mor ve lila renkte leylak resimleri nakşedilmişti. Dolap antika dolapları hatırlattı kıza. Onu izleyen Alparslan,


" Nasıl?

Gece iyi uyuyabildin mi? "


Diyince kız önüne dönüp bir parça peynir daha attı ağzına.


" Senden sonra kâbus görmedim. Sağol! "


Dedi zoraki. Gece korkudan ne yapacağı belli olmayan kız şimdi mecburiyetten teşekkür ediyordu.

Masadaki ilaçtan bir tane çıkararak ağzına attı. Çay ile birlikte yuttu.

Sonra da lafı değiştirmek için etrafa bakarak,


" Burasıda mı ailene ait. "


Dedi. Ağzındaki lokmayı zorlukla yutup geriye yaslanan Alparslan gözleri önünde,


" Arada bir babamla buraya gelir, vakit geçirir, denize girerdik.

Uzun zamandır gelmemiştim. Yani babam öldüğünden beri."


Kız duyduğu cümle ile pişman Alparslan'ın yüzüne bakarken adamın gözleri önünde ki bardaktaydı.


" Afedersin. Hatırlatmak istemezdim.

Başın sağolsun." 


Derin bir nefes alıp verdi Alparslan.


" Önemli değil. 

Babam şehit oldu. Arkasından üzülüyor olsamda şehit oluşu ile gurur duyuyorum."


" İzmir..." 


Adam yine gözlerini devirdi.

Bu kızın sürekli İzmir diyişi artık yoruyordu.


" Ne zamana kadar burada kalac..."


Demişti ki. Adam sözünü kesti.


" Anladım ben. 

Senin derdin hafıza falan değil. Bilerek gıcığına İzmir diyorsun.

Beni kızdırmak için. 


Öncelikle şu adımı bir öğren. Adım Alparslan, Alparslan Kubilay."


Alparslan demeyeceksen bari Alp de.

Alpo de. Yoksa bende sana isim takacağım bak haberin olsun."


Pis bir gülümseme bıraktı kız.

Adam haklıydı. Hoşuna gidiyordu İzmir demek. Yinede altta kalır mı?


" Sen de bana isim takacaksın öyle mi? Ne gibi?

Niso veya Nisi falan mı diyeceksin? "


Geriye yaslanırken kollarını göğsünde birleştirdi adam. Sinsi bir gülümseme ile konuşarak devam etti.


" Evet. 

Ama Niso yada Nisi falan değil.

Mesela UKALA! Tam sana göre.

Yada ÇİLEK KIZ...

Hatta çilek kız en iyisi ne dersin. Senin bulduğun İzmir gibi içi boşta değil. Dolu! "


Yüzündeki gülümseme büyürken,


" Ne? " 


Dedi Nisan. Gözleri sonuna kadar açılırken zihnî bir anda otel odasına ve Alparslan'ın çilek dövmesini gördüğü âna gitti. Hırsla ayağa kalktı ama acıyan ayağı yüzünden tökezleyince gerisin geri düştü. Yetmedi başını çarptığı dolap yüzünden kendini yerde buldu. Eli başında bir Aaah! Çekerken adamı bir gülme aldı.

Kız hâlâ eli başının arkasında yerde,


" Seni varya!


Hele bir dene! 


Ağzından öyle bir şey bir çıksın!

Kafana bir delik daha açmayanı sikeyim."


" OOOVVHH!! " 


Dedi Alparslan. 


" İyice aştın kendini."


Hâlâ gülüyordu.


" Valla bilmem. 

Sana bir gün süre. O papuç dilini alıştır. Yarından itibaren bana Alparslan demezsen bende sana Çilek kız diyeceğim."


Kızın yanına gelip elini uzattı kalkmasına yardım etmek için.


" Defol! Senin yardımına ihtiyacım yok. Kendim kalkarım ben."


" Bak sen. 

Dün gece öyle deniyordun ama. "


Kızın sinir yüklü bakışları adamın gözlerini hedef almıştı.


" Neyse. 

Sen bilirsin hanfendi. " 


Dedi elini geri çekerek. Tam o sırada dış kapının zilinin uzuun şekilde çalış sesi duyuldu. Kızın gözleri korkuyla açılırken ikisi birbirine bakıyordu.


Burada olduğumuzu kimse bilmiyordu. Dedi kız içinden. Peki kim bu.


Alparslan tezgahın üzerindeki silahı eline alırken zil kısa şekilde çaldı bu kez. Ardından bir uzun ve bir kısa şekilde arka arkaya yine çaldı.

Şifreli gibiydi sanki.

Alparslan kıza bakıp, burada kal. Dedikten önce salona sonra da dış kapıyı açıp avluya çıktı. Kız da yerden olabildiğince hızlı kalkıp mutfak kapısının yanına geçip sindi. Peşlerindeki adamların onları bulmuş olma ihtimali kalbinin korkuyla çarpmasına sebep olurken içindeki ses onlar gelse kapı mı çalar diyince az olsa hak verdi.


Onlar değilse kimdi peki. Merakına yenik düşerek salona doğru adımladı ağır ağır. Dış kapıya yaklaşırken avludan dışarıya açılan büyük demir kapının sesini duydu.


Kapıyı açan kimdi peki. Dışardan gelenler mi Alparslan mı. Yutkundu. Bir adım daha attı kapıya doğru. Eşikte durup kafasını dışarıya uzattı.

Alparslan elinde telefon yanında yirmi beş yaşlarında genç bir çocukla konuşuyor, konuştuğu kişinin aynından bir tane de arkalarında onları izliyordu. Alparslan saniyelik bir bakış attı kıza.


" Yabancı değil." Dedi ve elindeki telefonu kurcalamaya devam etti.


" İzmir... 

Galiba ben kafayı kötü çarptım."


Dedi kız saf saf bakarken. Alparslan anında kıza döndü.


" Çift görüyorum."


Adam kaşları havada bir kaç saniye baktıktan sonra bir kahkaha attı.

Bir süre sonra,


" Kafanı çarpmanla alakası yok. "


Dedi hâlâ gülerken. Sonunda da derin bir nefes alıp durdu.


" Onlar ikiz. Tek yumurta ikizi.

Bu yüzden çok benziyorlar.

Tanıdık, yabancı değiller. 

Hadi içeri girelim."


Önden kız arkadan adamlar içeriye girdiler. Kız en yakın kanepeye otururken gençler de karşısında ayakta bekliyordu. Arkadan gelen Alparslan bir yandan elindeki telefondan internete gitmeye çalışıyor bir yandan konuşuyordu..


" Çocuklar bu hanfendi Nisan.

Bu gençler de Kemal ve Cemal. Dediğim gibi ikiz kardeşler."


" Hoşgeldin yenge." 


İki kardeşin aynı anda söylediği cümle ile kızın gözleri kocaman oldu.


" Yenge?! Höst ulan ne yengesi!?


Kafayı mı yediniz, yenge falan değilim ben! "


Sinir olmuştu duyduğu şeye.


" Ben bunun gibi biriyle hayatta evlenmem. "


İki kardeşi bir gülme aldı.

Çünkü hem Alparslan hem Nisan aynı anda aynı cümleyi söylemişlerdi.

iki kardeş kıza baktı. 


" Kusura bakmayın. 

Alp abi buraya bir daha yeng

enizle gelirim. Dediydi de. Biz de ondan öyle sandık yani."


Nisan gözlerini adama çevirip yüzünü izlerken bir yandan kendince cevapladı.


" İzmir'le evlenecek kızın aklına şaşarım. Bununla kim ev..."


Demişti ki. Adamın endişeli bakışları kızın gözlerini bulurken cümlesini kesti.


" Nisan.." Dedi


" Ne? Yalan mı? Senin gibi birini kim ne yapsın? "


" Nisan..." 


" Ay ne var ne?! "


" Baban...

Ölmüş..."

Loading...
0%