Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Bölüm 12 Hayalet

@azamet_29_2


Keyifli okumalar dilerim. Oy vermeyi ve yorumları unutmayın olurmu.🤗


" İzmir'le evlenecek kızın aklına şaşarım. Bununla kim ev..."


Demişti ki. Adamın endişeli bakışları kızın gözlerini bulurken cümlesini kesti.


" Nisan.." Dedi


" Ne? Yalan mı? Senin gibi birini kim ne yapsın? "


" Nisan..." 


" Ay ne var ne?! "


" Baban...

Ölmüş..."


Duyduğu cümle ile bir anda kalakaldı kız. Şuursuzca,


" Ne? " Dedi.


Boş bakan gözleri adamda beyni cümleyi anlamaya çalışıyordu. Alparslan gözleri kızda açıklama yaptı güya.


" Patlama olduğu gece yaralanmış, yoğun bakıma alınmış ama..."


Devamını söyleyemedi.


" Ama ölmüş... Mü? "


Nisan bir anda değişik duyguların arasında buldu kendini. Ne hissedeceğini bilemez bakarken Alparslan telefondan okuduğu haberin devamıyla bütün bedeninden bir ateş dalgası yaladı geçti bedenini.

Geriye sendeledi adam. Arkasındaki sandalyeye zor bıraktı kendini.


" Kahretsin Cenk!? " 


Dedi elindeki telefonu sıkarken. Devamını getiremedi. Dili varmadı hem ortağı hem arkadaşı olan adamın öldüğünü söylemeye. Ayağa fırladı kız.


" Ka- Karagözde. Mi? Ö..lmüş! "


Dedi yaş dolan gözleriyle.

Cevap veremeyen adam sadece önünde ki boşluğa bakıyordu. Kemal ve Cemal ise bir Nisan'a bir Alparslan'a. İyi şeyler olmuyordu.


" Sen o diplomatın kızı mısın? "


Dedi Kemal şaşıran hâli bariz. Nisan sessiz kalırken,


" Cenk kim? " Diyen Cemal'e


" Ortağımdı." Dedi Alparslan.


" Eski ortağım..."


&


Aradan dakilar geçti. Bu süre içinde salonda tam bir ölüm sessizliği vardı. Kemal ve Cemal de koltukta oturuyor öylece bekliyorlar, ikisininde gözleri bir kızda bir adam da kısa bakışlar atıyorlardı. Sonunda dayanamayan Kemal,


" Neler oluyor anlatır mısın abi? "


Dediğinde sadece başını önünden kaldırmakla yetindi Alparslan.


" Yine görevdesin anladığım kadarıyla."


Adam sessiz bakışları ile başını salladı.


" Babam dün akşam pansiyon kameralarını izlerken senin pansiyonun önüne geldiğini görünce gidin bir bakın. Dedi."


Cemal girdi araya.


" Ben balayına falan geldin diye düşünürken zeki babam anlamış hemen birşeyler olduğunu bak."


Kemal devam etti. 


" Adam polis emeklisi oğlum. Anında çakmış işte."


İkizlerin babası Haydar, Alparslan'ın babasınında arkadaşıydı ölmeden önce. O zamandan tanışıyorlardı. Haydar ve ikiz oğullarıyla.


" Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı abi. "


" Sağol Cemal yok. 

Bir süre daha burada kalacağız. Sezai müdürün gelmesini bekleyeceğiz. "


" E biz gidip söyleyelim."


" Gerek yok. 

Ortalık karışık olmasa zaten bulurdu bizi. Demek ki kriz büyük, bekleyeceğiz."


" Bizden istediğin bir şey var mı abi?

Erzak falan lazım mı? "


" Şimdilik bir ihtiyaç yok. Ama bana bir telefon gerekiyor. Öyle çok iyi birşey olmasına gerek yok. "


" Tamam abi yarın alır gelirim ben."


" Sağol. 

Haydar amcaya selâm söyleyin. Sizde ağzınızı sıkı tutun. "


" Tamam.

Merak etme sen." 


Dedi iki kardeş yerlerinden kalkarak. Arkalarından da Alparslan kalktı. Üçü birlikte çıkarken kız hâlâ olanların şokunu atlatmaya çalışıyordu.


Yıllardır baba gibi görmediği, annesinden zorla aldığı kızına ne ilgi ne sevgi gösteren ve aylardır yanından kaçmaya çalıştığı adam ölmüştü öyle mi?


Karışıktı kafası ve duyguları. Üzülse üzülemiyor sevinse sevinemiyordu. Bir garipti hâli. Emin olduğu tek bir duygu vardı o da hayatında bir boşluk oluşmuş hissediyordu. Oysa, bir gün babam ölse hiç umursamam derdi. Bu kadar büyük bir boşluk hissedeceğini hiç düşünmezdi.


Yavaşça yerinden kalkıp önce mutfağa girdi kız, bir bardak su alıp içti. Ardından salona gelip kapıdan giren Alparslan'a baktı göz ucuyla. Adamın mavileri görünce başı önüne düştü. Göz ucuyla baktı çünkü yüzü yoktu fazlasına. Gözleri doldu. Düşündü. Hadi babası kendi mesleği yüzünden ölmüştü. Ya Cenk...


Bugüne kadar korumalığını yapanların arasında ölmeyi bırakın, kendini vuran koruma hariç yaralanan bile olmamıştı. Ama bu kez kızı korumak için görevlendirilen iki kişiden biri ölmüştü. Çok ağır geldi bu yük. Canı daraldı, kalbî sıkıştı. Boğazına oturan yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştı ama olmadı. Zor çıkan sesiyle,


" Özür dilerim." Dedi.


Başı önünde merdivenlere yöneldi. Basamakları ağır ağır çıktı sırtında bıçak hissi bırakan bakışlar eşliğinde. Odasına geldi. İçeriye girip yatağına yığıldı. Yatağa uzanıp cenin pozisyonu alıp gözlerini kapattı.


Özür dilerim Karagöz. Dedi mırıltılı sesiyle. Affet...


Gözlerinden bir damla yaş aktı önce sonra arkası geldi. Babasından çok Karagöz'e üzülmüştü.


Keşke ben gidin dediğimde gitseydiniz. Şimdi yaşıyor olurdun...


*****


Bütün günü kız odasında Alparslan aşağıda geçirdiler. Nisan ne kadar üzgün ise Alparslan ondan daha fazla üzgündü. Kolay değildi. Birlikte çalıştığı hem ortağı hem arkadaşı olan Cenk sonsuza kadar yoktu artık. Ve cenazesine bile gidemeyecekti. Dahası Alparslan gereksiz yere başka bir işe karıştığı için Nisan'a korumalık yapma cezası almışken Cenk ise tamamen şanssızlığı ve Alparslan yüzünden bu göreve getirilmiş ve yediği kurşunla şehit olmuştu. Bunu düşünüyor, kahroluyordu adam.


Hepsi benim yüzümden.


Dedi Alparslan oturduğu kanepenin kolcağına üst üste yumruğunu geçirirken.


*****


Aradan iki gün daha geçti. Evin içinde çoğunlukla sessizlik hakimdi. Sabah kahvaltısı, sonra salonda veya odalarında geçen sessiz saatlerin ardından akşam yemeği ve yine odalarına çekilen sessiz iki insan.


Ne didişme, ne kavga, ne gürültü. Tıpkı bu sabah olduğu gibi sessiz...

Erken saatte kalkan yine Alparslan olmuştu. Yine uyuyamamıştı. İki gündür doğru düzgün uyuyabilen yoktu zaten evde. O kadar ki Nisan'ın gözleri kızarmış altları kararmıştı. Sanki bir aydır uyumuyor gibiydi hali.


Alparslan odasından çıkıp merdivenleri indikten sonra merdiven altındaki banyoya geçti. İşlerini hallederek elini yüzünü yıkayıp kuruladı. Banyodan çıktığında direk mutfağa ilerledi. Önce çaydanlığı doldurup ocağın üzerine bıraktı. Ardından pencere önündeki sigara paketinden bir dal sigara alıp dudaklarına bıraktı. Çakmağını alıp sigarayı yakarak derin bir nefes çekti. Havaya doğru üfledi. İkinci nefesi çekerken gözleri camdan avluyu izledi. Avluda duran eski masaya baktı. Daha önce bu eve Cenk ile gelmiş bu masada geceye kadar oturup çay, kahve içip kız muhabbetleri etmişlerdi.


Başını önüne eğdi. Sigarasından derin bir nefes daha çekti. Sevdiği kıza açılma fırsatı bile bulamadı benim yüzümden. Diye düşünürken, çaydanlığın kaynama sesini duyunca dönüp elindeki sigarayı tezgah üzerindeki küllüğün kenarına bırakıp ocağı kıstı. Buzdolabına yöneldi. Dün akşam Kemal ve Cemal'in getirdikleri kahvaltılıkları dolaptan çıkartırken merdivenlerden Nisan indi. Sürüdüğü ayaklarıyla mutfağa ilerledi ruhuda bedeni de yorgun kız.

Kapı eşiğinde durup tezgahın önünde kahvaltılıkları hazırlayan adamın kendine dönük sırtını izledi bir süre.

Spor atlet ve eşofmanla geziyordu bugün.


Ağır adımlarla masanın yanına geldi. Surahiden yarım bardak su doldurup tepesine dikti. Bardağı masaya bıraktıktan sonra adamın yanına kadar gelip ocağın önünde durdu. Adam kısa bir bakış attı yanına gelen kıza. Yorgun yüzüne kızarmış gözlerine baktı. Bir şey söylemedi. Sadece önüne dönüp,


" Ayakta durma.

Bacağını zorluyorsun." 


Dedi. Sessiz kalan kız tezgahın üzerinden çay kavanozunu alarak kaynayan çaydanlığın üstünü de alıp çayı demlemeye girişti.


" Bacağım iyi. Pansuman da yaptım."


Dedi mırıltıyla çaydanlığı musluğu getirip altına su eklerken. Çaydanlığı yeniden ocağın üzerine bırakıp tezgahtan peynir ve zeytin tabaklarını alıp masaya yürüdü. Elindekileri masaya bırakıp çekmeceye yöneldi. Çay kaşığı ve çatal alıp onları da masaya bıraktı. Sonrada çay bardaklarını ve servis tabaklarını.


Alparslan omlet için kaseye yumurtaları kırarken kız domates ve salatalığı yıkamaya geçti. Mutfakta sanki herşeyiyle normal bir aile görüntüsü vardı. Kız elindekileri küçük dilimler halinde kesmeye başladı. Bu sırada göz ucuyla omlet yapmaya hazırlanan Alparslan'a bir bakış attı.


" Demek pansiyonun önünde bilerek durdun."


Alparslan alt çekmecedeki tavayı alıp ateşe koydu.


" Ne pansiyonu? " Dedi.


" Gelirken önünde durduğumuz pansiyon işte.


İkizlerin pansiyonu. Yani babalarının."


" Hımm. " 


" Demek uzun zamandır tanışıyorsunuz? "


" Hımm." 


" Ne zamandan beri? "


" Uzun işte."


Pişen omleti alıp masaya bırakırken kız devam etti. Bir yandanda ağır hareketlerle salatalıkları dilimliyordu.

Daha doğrusu çabalıyordu.


" Doğru söyle İzmir.

O pansiyonun önünde seni görmeleri için mi durdun gerçekten. Yoksa.."


Kız önüne dönük olsada dudakları yukarı kıvrıktı.


" Ne demek istiyorsun? "


Derken bir kıza bir de işkence ettiği sebzelere baktı.


" Hadi hadi anlamazlıktan gelme! Yalan söylüyorsun İzmir.

Değil mi? 

Sevdiğin biri var o pansiyonda, bir kız değil mi? "


" Ne? " 


Şaşırdı adam. 

Nereden çıkarmıştı bunu?


" O yüzden durdun orada. Uzun uzun baktın. Bir umut görürüm diye düşündün. Değil mi? "


Alparslan şaşkın kızın yüzünü izliyordu.


" Nasıl biri anlatsana. Sarışın mı esmer mi?

Uzun mu senin gibi?

Yoksa kısa mı benim gibi. 

O da seni seviyor mu? "


" Ne? "


Kız arka arkaya soru yağmuruna tutmuştu adamı.


" Oda seni seviyor mu diyorum? "


Adam derin bir nefes alıp verdi.

Kızın yanına gelip bir adım ötesinde durdu.


" Ne yapmaya çalışıyorsun? "


Adamın gözleri kızın yan profilinde kızın gözleri dilimlemeyi beceremediği salatalıklarda sessiz şekilde durdular bir süre.


Sonunda kızın titreyen dudaklarını gördü adam. Ardından kapanan gözlerini.


" Aklımı dağıtmaya çalışıyorum."


Dedi. 


" Yoksa düşünmekten delirecek gibiyim."


Başını yana, omuzunun üzerinden Alparslan'a çevirdi. Bu kez iri gözleri dolu doluydu. Az sonra yorgun bedeni de döndü aynı yöne, yani adama. Bıçak ve salatalığı sımsıkı tuttuğu iki eli iki yanına düştü. Dolan gözleri boşalırken göz bebekleri adamın göz bebeklerini buldu.


" Vicdan azabı çekiyorum galiba."


Dedi histerik bir gülümseme eşliğinde. Sıktığı dişlerinin arasından konuştu sonra.


" İzmir...

Karagöz'ün benim yüzümden öldüğü düşüncesi canımı yakıyor."


Kızın üzgün hâlini gören Alparslan kısa bir adımda kızla arasındaki mesafeyi kapattı. Sessizce elindeki bıçak ve salatalığı uzanıp aldı. Tezgahın üzerine bırakırken kızın başı tam önündeki adamın geniş sert göğsüne düştü. Boşta kalan ellerini adamın siyah atletinin askılarına geçirip sımsıkı tuttu. Başını arka arkaya adamın göğüsüne vururken,


" Neden?

Neden beni dinlemediniz?

Ben size gidin dedim! 

Defolup gidin! 

Eğer beni dinleyip gitseydiniz şimdi yaşıyor olurdu."


Sesi değişti. Ağlamaya başlarken yüzünü adamın göğsüne gömdüğünde yumruk olan elleri açılıp adamın göğsüne dayandı. Yanlardan dolanan kaslı kolları hissetti sonra. Adam dayanamamış üzgün kızı kollarının arasına alıp sarılmıştı. Buna ihtiyacı vardı çünkü.


Bir kaç gündür hiç kendi gibi değildi kız. Nerede ilk gördüğü Nisan, nerede bu Nisan. Sürekli çemkiren ukalalığından ve gıcıklığından taviz vermeyen kız bir kaç gündür yoktu ortalarda. Çenesini kızın başının üzerine koydu. Kınamadı hâlini. Hak verdi. Kendisi bile zorlanırken kız nasıl sakin kalabilirdi ki.



Bir süre hıçkıra hıçkıra ağladı kız. Bu süre boyunca hiç kıpırdamadı adam. İlk hamleyi kızın yapmasını bekledi. Sonunda derin bir nefes alıp verdikten sonra adamın kolları arasından çıkarak, gözlerini silerken geriledi kız.


Daha rahatlamış hissediyordu. Adamın bakışları hâlâ üzerinde tezgahın üzerindeki bıçağa ve salatalığa uzanırken bir anda elinin üzerindeki elle durup Alparslan'a baktı.


" Geç otur yerine. Salatalıkları katlettin. Bari kalanını bağışla."


Kızın yüzünde histerik bir gülümseme oluştu.


Hııh! Dedi. Elindeki bıçağı tezgaha bırakıp masaya geçip oturdu. Alparslan önce doğradığı salatalık ve domatesi sonra da çaydanlığı alıp masaya bıraktı. Çay bardaklarını doldurup oturdu.


Kısa bir süre bekledikten sonra eline aldığı çatalı omlete daldırıp zoraki olarak ağzına götürdü. Bir iki çevirip zorlukla tuttu, iki gündür olduğu gibi.

Sadece kız değil Alparslan da duygu patlaması yaşıyordu. Sadece bugün kız kadar değildi kötü hâli.


" Biz polisiz. " Dedi durgun sesiyle.


" Her an gelebilecek bir kurşunu ve ölümü göze alarak seçtik bu mesleği.

Evet sen bize defolup gidin dedin. Ama senden değil amirimizden alıyoruz emirleri. Ortada bir suçlu varsa..."


Dedi ve durdu. Soluklanıp devam etti.


" O suçlu benim. Cenk benim cezama ortak oldu.


Hadi şimdi karnını doyur. Yoksa şekerin düşecek yine. Dahası Yer değiştirmek zorunda kalırsak hareket edecek mecalin olsun."


Kız eline aldığı çatalla önündeki tabağa kahvaltılık alırken,


" Daha ne kadar burada kalacağız. Hâlâ beni bulmaya çalışmazlar bence. Bulsalar ne yapacaklar? Tehdit olarak kullanacakları adam öldü sonuçta."


Önündeki tabaktan aldığı küçük lokmaları yerken adam Kemal'in alıp getirdiği telefonu cebinden çıkarıp internete girdi. Evde ne televizyon ne internet ne bilgisayar vardı. Sadece telefondaki internetten bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu ama yeni tek bir haber yoktu. Elindeki telefonu masaya bırakıp yemeye devam ederken,


" İki gün daha bekleyip Kemal ve Cemal'e Sezai müdüre gitmelerini isteyeceğim. Yerimizi söylemeden bilgi almaları için. "


" Neden söylemiyorsun. Sonuçta güveniyorsun."


" Sezai müdüre güveniyorum. Ama teknoloji ve insanlara güvenmiyorum."


Kahvaltının kalanı sessiz geçti. Bittiğinde kız ayağa kalkarak mutfaktan çıkmadan önce,


" Yedek havlu var mı?

Duş almam gerek koktum artık."


Deyince Alparslan,


" Banyo kapısının arkasındaki dolabın üst gözünde bornoz ve yedek havlular var. Onları kullanabilirsin." Dedi.


Kız mutfaktan çıkıp banyoya yöneldi. Kaç gündür duş almamış iğrenç hissediyordu. Banyoya girip duşakabin içindeki musluğu ılık suya ayarlayıp açık bıraktı. Su ısınırken kapı arkasındaki dolabın üst gözünden beyaz bornozu ve küçük havluyu aldı. Kabin yanındaki duvar askısına takıp üzerindeki kıyafetlerden kurulup sepete attı.

Bacağındaki sargıya baktı sonra. Ardından sargıyı da açıp dikişe baktı. İyi görünüyordu. Isınan suyla kabine girip suyun altına bıraktı kendini. Ilık su saçlarından başlayarak bütün bedeninden akarken hissettiği duygu gerçekten rahatlatıcıydı. Bir süre öylece bekledi. Sonra da ne olduğuna bile bakmadığı şampuanı saçlarına boca edip diplerini tırnaklayarak iyice yıkadı uzun saçlarını. Lif şansı olmadığı için duş jelini direk bedenine döküp mümkün olduğunca bastırarak yıkadı bedenini.

Sonunda da tepeden tırnağa durulanıp saçlarını sıkarak suyunu akıtıp çıktı. Duvardan aldığı siyah bornozu giyip kuşağını bağlandıktan sonra kendine baktı.


Bu ne lan padişah kaftanı gibi. Adama bak boyu kadar bornozu var.


Dedi hem uzun hem geniş ve ayak bileklerine inen bornozun uçlarına bakarak.


En azından her tarafımı kapattı.


Diyerek duvarda asılı diğer havluyu alıp saçlarını öne artarak eğildi. Havlu yardımıyla saçlarını iyice kuruladıktan sonra güzelce sarıp doğruldu. Derin bir nefes aldı. Yeniden doğmuş gibi hissediyordu.


Oh be! Dünya varmış!


Dedi. Ama aynı anda aklına ölen babası ve Cenk gelince aldığı nefes bile ağır geldi anlık.


Derin bir nefes daha alıp verdi. Yapabileceği birşey yoktu. Bu ağır yükle yaşamaya devam edecekti. Kapıya yöneldi. Tam açacakken birden durdu.


Ee ne giyeceğim ben. 


Bunu düşünememişti işte. Hızla geriye döndü. Az önce çıkardığı kıyafetler ve önceki kıyafetleri hâlâ kirli sepetindeydi. Başka bir kıyafeti yoktu ki. Az öncekiler bile Alparslan'ın kıyafetleriydi.


Hay ben böyle işe. 


Dedi bıkkın. Bir kirli çamaşırlara bir çamaşır makinesine baktı. Ardından hepsini alıp eski model makinenin içine atıp deterjan ekledi ve açtı.


Hizmetlilerle büyümenin iyi tarafı.


Dedi. Makine yıkamaya geçerken kızda banyodan çıktı.


" İzmiir! Bana bir..."


Demişti ki birden sustu. Niyeti Alparslandan bir eşofman yada pijama takımı daha istemekti ama salondaki kanepede geriye yaslanmış uyuyan adamı görünce durdu. Kaç gündür doğru düzgün uyku yüzü görmeyen adam sonunda uykuya yenik düşmüş uyuya kalmıştı.


Nisan yavaş adımlarla parmak uçlarında yürüyerek Alparslan'ın yanına kadar geldi. Tam önünde durmuş başı sola düşmüş çatık kaşlarla uyuyan adama baktı. Sağ kolu belinin arkasında kalmış kolunun üstüne yaslanmıştı. Yüzünü izledi bir süre. Kaşları dahada çatıldı adamın. Rüya görüyor olmalı diye düşündü. Yada kâbus.


Adamın üzerine doğru eğildi.

Sesi kısık şekilde seslendi.


" İzmiiir...

İzmir.

Hey sana söylüyorum. Uyan..."


Uyku sersemi paniklemesin diye sesini bilerek kısık tutuyordu kız. Adam duymayınca biraz daha eğildi üzerine doğru ve yeniden seslendi.


" İzmir. 

İzmir diyorum! Uyan!

Kâbus görüyorsun uyan.."


Adam yine duymayınca. Bu sefer dayanamadı. Yüksek sesle bağırdı.


" Aloo! 

Sana diyorum! " 


Demesiyle Alparslan'ın uyanması, kızın attığı tiz çığlıkla birlikte kızı yakasından tutarak yere savurup üzerine çıkıp silahı kafasına dayaması aynı anda oldu.


Kız korkudan, adam hâlâ etkisinde olduğu kâbus yüzünden kocaman gözlerle nefes nefese kaldılar.


" Sakın! " Dedi Alparslan kaşları çatık.


" Sakın ben uyurken bu şekilde yaklaşma.

Bir anda kendini ölmüş bulabilirsin."


Kız hâlâ korkudan ve şaşkınlıktan kesilen nefesini düzenlemeye çalışarak bakarken adama, aklı başına gelen Alparslan kızın açılan havlu yüzünden dağılan saçları arasında kalan yüzüne, iri mavi gözlerine ardından da altında kalan yakası açılmış bornozla ortaya çıkan narin gerdana ve yarı açık göğüslere baktı.


Nisan adamın gözlerinin kaydığı noktayı görünce hızla bornozun yakalarını kapatıp,


" Kalk üstümden beh!

Geri zekalı manyak! 

Neredeyse öldürecektin beni! "


Adam kızın üzerinden ayağa kalktığında kız açılan bacaklarını gördü bu kez. Hızla toparlanırken birde tekme geçirdi bacaklarının arasında dikilen adama. Oralı bile olmayan Alparslan elini uzattı.


" Yardım edeyim." 


" Defol git istemez! "


Yerinden kalkıp bornozun yakasını paçasını toparlayıp kuşağın arasına sıkıştırdı.


" Bir daha sana iyilik edeni sikeyim."


" Ne iyiliği? " 


Kız önüne dökülen ıslak saçlarının arasından sinirle baktı.


" Kâbus görüyorsun diye uyandırayım dedim. Az kalsın ölüm uykusuna yatıyordum. Sana iyilik falan yok bundan sonra. Ne halin varsa gör."


Adam elindeki silahı belinin arkasına takarken,


" Dediğim gibi. Uyurken bana o şekilde yaklaşma. Yoksa gerçekten ölüm uykusuna yatarsın."


" Adama bak ya! 

Uyurken yaklaşan herkesi vuruyor musun sen? "


" Evet." Dedi adam soğuk sesiyle.


" Vuruyorum! "


Ardından devam etti.


" Şunu görüyormusun? "


Derken boğazındaki eskiden kalma bıçak izini gösterdi.


Bu izi iki yıl önce bir gece boğazımı kesmeye çalışan terörist yaptı.


Ölmekten son saniye uyanıp tuttuğum bıçağın damarıma girmesini engellemem sayesinde kurtuldum. O geceden sonra uykuda kimseye güvenmem."


Kız bir adama bir yara izine baktı.

Adamın ne demeye çalıştığını gayet iyi anlamıştı.


" Neyse öldürmediğine göre bana bir takım daha versen iyi olur.

Yoksa çamaşırlar kuruyana kadar bütün gün bornozla gezmem gerekecek.


Bu kez adam bir kıza bir de banyo tarafına baktı.


" Bak sen. Makine mi çalıştırdın."


Gözlerini devirdi kız.


" Hizmetlilerle büyüyünce öğreniyor insan.


Hadi ver birşeyde giyeyim."


" Tamam alıp geliyorum."


Adam üst katın yolunu tutarken avludan gelen kapı sesi duyuldu.


" Senin ikizler geldi yine." Dedi kız.


Başka kimse bilmiyordu ki yerlerini.

Alparslan kızı duymadan çıkmaya devam ederken kapı tıkladı.

Yakasını paçasını tekrar toparladı kız. Dış kapının önüne gelip kapıyı açtı. Ama gördüğü görüntüyle korkuyla bakarken,


" Haasss siktir!! 


Ha-Hayalet! "


Diyebildi. Ardından kararan gözleri ve dönen başıyla olduğu yere düştü kaldı.

Loading...
0%